Elindeki silahı sarı tulumun içine doğru koydu ve siyah ceketini tulumun karnından çıkarıp hızla üstüne geçirdi. Şehrin düzenli ve sessiz sokaklarında fare gibi dolandı bir süre ve nefesini biraz düzenlemek için yavaşladı önce. Görünürde peşinde kimse yoktu ve görüntü sistemlerindeki çöküşü kullanmak işine yaradı.
Sistemlerde uzun süreli kesilmeler oluyordu çünkü aspendostaki ödeme gecikmişti. Bugün tam da bunların düzeleceği günü seçmişti. Beyefendi hem kızı bulduğu hem ödemeyi aldığı için güvenlik önlemlerini biraz daha normale çevirmişti. Bunu güzel kullandığını düşünüyordu hiç şüphe de duymuyordu.
Yüksek olmayan tek katlı evlerin arasından şehrin çıkışına çıkan ormanlık alana doğru yürüdü artık hava kararmıştı ve vücudu terden ıslanmıştı. Ağaçların arasında esintilerin kıpırdattığı yaprakların seslerini müzik dinler gibi bir zevkle dinledi durup. Kollarını açıp bir süre gözlerini kapatıp derince nefesler aldı.
Ağaçların arasında dolaşan sincapların ürkek koşuşlarına aldırmadan sakince yürüdü, yürüdü.. Nihayet artık ölü tarafa ulaşmıştı. Çer çöp dolu sokakların arasından zar zor görünen yüksek binaya giden kestirme sokağa saptı ve amaçsızca dolanan boş bakışlı insanların kötü kokularını duymamaya çalışarak yürüdü. Mavi ve dökük boyalı kapıdan girip merdivenleri nefes nefese çıkıp kapıyı çalmadan girdiği odada oturan kadına aniden sarıldı.
Eliyle tiksinir gibi dokunmuştu kadın adamın sırtına. Terlemiş ve kanlı tulumundaki demir kokusu sıcak bir esinti gibi dolmuştu odaya.
“Bu kan” dedi adamın kollarının arasından çıkıp masasına giderken. “Çocuklardan birine mi ait? Başardın mı?”
“Evet, zamanı güzel ayarladım. Beni takip edemediler ama her şeyi gördüler.”
“Beyefendi, o o odasında mıydı? Onu görebildin mi?”
“İçeride olduğunu kesin biliyordum ama odasına yakın değildim. Zaten öyle bir güvenlik düzeneği var ki onu birkaç uyduruk sistemle aşmamız mümkün değil.”
“Şimdilik uyduruk” dedi kadın gözleri dalgınlaşmıştı. Adama taraf hiç bakmadan odadan çıktı. Viran olmuş binaların arasında nispeten daha bakımlı duran bu yüksek binadan çıkıp ölü gibi dolanan bedenlerin arasında yürüdü, gözleri dolmuş bir halde sarı boyalı minik bir evin önünde durdu.
Kapıdan içeri temkinli bir adım atarak girdi ve birden köşede duran bedene baktı. Ağır bir koku evi doldurmuştu ama cesedin az ötesinde oturan yaşlı kadın ne bu ağır kokudan ne de içeri giren kadından rahatsız gibi değildi. Cesede yanaştı, nefesi hızlanmıştı. Eliyle hafifçe dokunup geri çekildi ve düşen bedenin yüzüne baktı. Kaşları çatılmıştı, gözünden yaşlar akarak sendeledi ve yere çöküp ağkamaklı bir halde öylece durdu.
Yaşlı kadın anlamsız bir meraksızlıkla onu kınar gibi izlemişti ve fısıltı sayılabilecek kadar küçük tonda konuştu ” iki gün oldu o öleli. Yemek taşırken öldü.” Genç kadın artık göz yaşlarını bırakmıştı ve yaşlı kadının odaya gitmesini sağladıktan sonra cesedi kaldırıp dışarı çıkarmıştı.
Evin ön bahçesinde bir mezar kazıp kokmuş cesedi gömdü ve üstüne toprak serdiği bedenin hatıralarını zihninden geçirdi. Yaşadıkları tüm anıları ve hayranlık duyduğu o gülüş artık kaybolmaya mahkumdu. Şimdi burada kayıp acısını hissettiği için bir anlığına da olsa enfekte olmayı düşledi. Bu acıyı çekmektense, tüm bu savaşın içinde debelenmektense her şeyi izleyip bir şey hissetmemeyi tercih ederdi. Söylemekten bile korktuğu şeyi yaşamış olmayı düşleyecek kadar büyük bir acı içindeydi ve öyle görünüyordu ki ölmeden bu savaş bitmeyecekti.
Yorumlar