Herkesin korkuları vardır ama en büyük korkular yaşanmışlıklara dayanır. O yüzden bundan tam dört yüz yıl önce daha ejderhaların varlığını bilmeyen insanların en büyük korkusu kendilerine bir tehdit olarak gördükleri iblislerdi. İnsanların bilmediği şey bunca yıl iblislerin onların varlığını bilmesine rağmen onlara hiç karışmadan, sakince yaşadıklarıydı. İblislerin kesin kuralları vardı. Kralları tarafından konulmuş, çiğnenmesi kesinlikle yasak olan kurallar. İblislerin, krallarına duyduğu sadakat bu kuralları çiğnemelerini engellerken aynı şekilde insanları öldürmeme kuralını da krallarına duydukları sadakatten çiğneyeceklerdi.
İblislerin kralı, sinirli ve sert biriydi. Onun gücü binlerce iblisin gücünden daha fazlaydı. Ejderha türünün doğuşu bile iblis kralının insanlara karşı olan nefreti yüzünden olacaktı. İblis kralı, ufak bir dikkatsizlik ve sonsuz egosu sebebi ile yakalandığında ve XC adındaki iblislere olan işkenceyi destekleyen kurumun, deney binalarından birine getirildiğinde insanlar ve iblisler arasındaki gerçek savaş başlamıştı.
Savaşın durmak bilmeden devam ettiği günlerden birinde Emerald adında genç bir kız üniversiteden yeni mezun olmuştu. Zümrüdü andıran yemyeşil gözlere sahip, nazik bir kızdı Emerald. Onu XC’de asistan doktor olarak işe almadan önce onu XC’nin kurucuları kendi elleri ile yetiştirmişlerdi. Özellikle birinin ne kadar duygusuz ve acımasız olabileceğini görmek için yetiştirmişlerdi Emerald’ı. Ama hiç de planladıkları gibi olmamıştı. Aksine dünyanın en anlayışlı, neşeli ve nazik kızını yetiştirmişlerdi.
Ailesinin iblislere olan bu zulmün durdurulmasını istediği için öldürüldüğünü bilse gene de XC’nin koridorlarından geçerken gene de bu kadar neşeli olabilir miydi Emerald? Babasının yıllarca iblisler gibi işkence gördüğünü bilse gene bu kadar mutlu olabilir miydi? Emerald bu kurumdaki kimseyi anlayamazdı. Ama zaman geçtikçe duyguları onu esiri altına aldı. Gördüğü her denekle daha da duygusuzlaştı. Sonra bir gün kurumun kurucularından biri onu uzmanlık sınavı olarak ona yeni bir denek verdi. Bu, Emerald’ın yanına yalnız gideceği ilk denekti. Onun adı Mike’dı.
Mike da diğer tüm denekler gibi korkuyordu ve bu korkusunu sinir ile gidermeye çalışıyordu. Sanki yanına gelen tüm uzmanları parçalarsa buradan kurtulabilirmiş gibi hissediyordu. Emerald, sert ve emin birkaç adımdan sonra kendini Mike’ın bulunduğu yerde buldu. Üzerinde belli bir okuyucu bulunan kartını kapıya okuttu ve yeşil ışık yanınca, otomatik olarak açılan kapıdan içeriye bir adım attı ve özel demirlerle yapılmış bir zincirle duvara zincirlenmiş Mike’ı gördü.
Bu gördüğü şu ana kadarkilerden daha da kötüydü. Her tarafında yaralar bulunan genç bir adamdan başka bir şey değildi Mike. Hâlâ açık yaraları vardı. Diğer uzmanlar tarafından hayati risk oluşturan yaraları iyileştirilmişti ama diğer yaraları ona acı versin diye hâlâ iyileştirilmemişti hatta bazı yaraları iltihap kapmıştı. Emerald şu ana kadar gördüğü en güzel mavi gözleri gördüğünde olduğu yerde kıpırdamadan duruyordu. Aynı bir denizi andıran bu sakinleştirici gözler aynı zaman da bir fırtınanın kopmasına sebep olabilecek kadar da tehlikeliydi.
Emerald elindeki beyaz dosyayı sıkarken Mike onu incelemeyi çoktan bitirmişti bile. Mike’ın gözünde o yeni bir tehditten başka bir şey değildi. Aslında şu anda Emerald’ın hemen yanda bulunan odaya girmesi ve Mike’ın onu göremeyeceği camdan onun hareketlerini izlemesi ve arından onunla konuşmayı denemesi gerekiyordu ama bunu yapamadı. Bunun yerine Mike’a doğru bir adım attı. Bunun üzerine de Mike’dan boğuk ve karanlık bir hırlama kazandı. Mike artık bütün bu gelen uzmanlarla iletişim kurma zahmetine bile girmiyor sadece hepsinin yok olmasını diliyordu.
Mike ile Emerald’ın çok fazla ortak yönü vardı. Sandığınızdan daha bile fazla. En basitinden Emerald da en az Mike kadar tutsaktı ama sadece daha bundan haberi yoktu. Emerald ona yaklaştıkça Mike’ın siniri daha da artıyordu. Ardından Emerald, Mike’ın gözünün altındaki ufak bir kesik yarasını görünce hafifçe duraksadı. Çoktan iyileşmeye başlamışa benziyordu. Buraya gelmeden önce olmuş gibiydi. Emerald yaraya dokunmak elini uzattığında Mike zincirlerin imkan verdiği kadar kendini geri itti. Ardından zincirlerin çıkardığı sert seslerden daha yüksek sesle konuşmaya başladı. “Pis insan, bana dokunmaya cüret bile etme!” diye bağıran Mike’ın sesi tüm odayı doldururken yandaki camlı odadan tesisin güvenlik için bulundurduğu adamlardan bir çıktı.
Adam elindeki silahı Mike’a doğru doğrulturken Emerald’a döndü ve konuşmaya başladı. “Siz iyi misiniz doktor? Bu vahşi şey size zarar vermedi ya?” Sanki Mike’ın bir kusurunu arıyormuş gibi sinsi ve kin doluydu. İşte XC’nin en büyük başarısı buydu. İnsanlara, iblis nefretini öyle güzel aşılamıştı ki artık bunun için çalışmasına bile gerek yoktu. Onlara yapılan bu zulmü durdurmak isteyen çok az insan kalmıştı. O an Emerald, iblislerin içinde de savaşın durmasını isteyenler olup olmadığını merak etti. “Hayır, bir şey yapmadı. Sadece konuşuyorduk.” diye cevapladı Emerald.
Onun bu cevabı Mike’ı kesinlikle şaşırmıştı. Yaralanmayı, acı çekmeyi ya da ölmeyi kesinlikle bekliyordu ama kurtarılmak? Kurtarılmak Mike’ın dünyasına yabancıydı. Mike kendi dünyasında kendi tarafındaki iblislerle her zaman anlaşmıştı ama özellikle bir insan tarafından nezaket görmek. İşte bu ona kurtarılmaktan da daha yabancıydı. Emerald’a güvenebilirmiş gibi hissetti o an. Ama hemen arından kafasını iki tarafa salladı ve bu fikirden uzaklaştı. Adam geri yandaki odaya girip oradan kaybolduğuna bu sefer Emerald’ın dikkatini Mike’ın kırmızı saçları çekti. “Saçların…” dedi Emerald. Saçları sanki giderek kırmızıya dönüyordu. Az önce kahverengiyken şimdi hafif kırmızıya dönmüştü. Mike sanki bunun olmasını istemiyormuş gibi sinirle saçlarına baktı. Büyük ihtimalle buraya geldiğinden beri saçları kesilmediği için uzun olan saçları her şeye rağmen oldukça asil gözüküyordu. “Hadi ama gerçekten şu an olmak zorunda mı?” diye kendi kendine mırıldandı Mike.
Bir anda odaya giren beyaz önlüklü başka bir uzmanla Mike’ın tüm ifadesi aniden değişti ve hızla siyah rengine bürünen gözlerini kısarak yüksek sesle hırlamaya başladı. “Emerald Winston.” dedi beyaz eldivenli ellerinden biri ile gözlüğünü düzelttiği sırada keskin bakışlarını bir saniye bile Mike’tan ayırmıyordu. Tüm gerçekleri biliyormuşçasına delici bakışları Mike’ı inceliyordu.
Emerald birkaç saniye anlamazca bir beyaz önlüklü adama bir Mike’a baktıktan sonra seri adımlarla kapıya doğru ilerledi ve odadan çıktı. Hemen onun ardından diğer adam da odadan çıktı ve otomatik olarak kilitlenen kapıların sesi boş odada yankılandı. Mike endişe ile saçlarına baktığında çoktan saçlarının renginin alev kırmızısı olduğunu gördü. Bu renge kan kırmızısı da denilebilirdi pek tabii.
Yorumlar