PROLOG

114 3 12 Ağustos 2024 4 Oy

Evinden koparıldığı yetmezmiş gibi canı da yanıyordu bu enerji akımının içinde. Bedenine değen enerji tenini yakarken, acı hissi boğazını düğümler halinde sıkıştırıyordu. Nefes almakta güçlük çektiği gibi sesi soluğu çıkamazken boğuluyordu her geçen saniye. Bütün bu eziyete karşın akımın hızı sebebiyle hareketi de kısıtlanmıştı, kısıtlanması yüzünden yapabildiği tek şey akıntının durmasını ummaktı. Akıntı durana kadar bedenine iğneymişçesine batan bu enerji fazlasıyla korkutucuydu Lykoris için. Her ne kadar hissettiği bu korku fazla olsa da hattın içinin güzelliği aklını acısından uzaklaştırmaya yetiyordu fazlasıyla. Bu sürede bilinci açıkken gördüğü son şey ley hattının içi, daha önce görmediği mükemmel renklere sahip oluşuydu. Renklere beraberinde eşlik eden, ley hattı parçacıkları öylesine güzel gözüküyordu ki Lykoris’e. Bedeninin içinden geçip giden parçacıklar Araethium’un çeşitli yerlerine dağılıyordu. Arkasında bıraktığı parçacıklar sonsuzluğa sürüklenirken, gördüğü renkler birbiri içine giriyordu. Renklerin hepsi midesi gibi bulanırken daha fazla dayanamayacağını anlayacaktı. Henüz farkında olamasa da enerjinin izleri bileklerini aşıp kolunun dirsek kısmına varamadan yayılmıştı. Yüksek hızla ley hattının içinde hareket edişinin verdiği acı hissi uzun bir süre anılarında yer edinecekken gözleri kararak bilincini kaybetmişti…

Küllerin arasında, gökyüzünde parıldayan Ay’lar kaderin ipuçlarını gizliyordu son uykularına kadar. Kızıl gecenin koynunda gözlerini açan Lykoris’in ilk gördüğü şey gökyüzünde küllerle çevrili üç Ay olacaktı. Bu Aylar yeryüzünde yaşanan acı ve çirkinlikten bağımsız şekilde bütün güzellikleriyle kızıl geceyi aydınlatıyorlardı. Gözlerini gökyüzünden yeryüzüne, en azından yeryüzünden arta kalanlara çevirecekti. Nerede olduğunu bilmediği yetmezmiş gibi uyandığı bu yerde iyi şeyler yaşanmadığını anlayacaktı ilk dakikalarında. Yeryüzünde yaşanan kaos ile zevale karşın tamamen afallamıştı Lykoris. Harabelerde ağlaşan insanlar mı, evlerindeki yangınları söndürmeye çalışanlar mı yoksa gökyüzünün bu korkutucu haline karşı dua edenler mi dersin bütün bu manzara tamamen acı vericiydi onun için. Düştüğü gezegen kızıla bürünmüşken bu mahşer alanından kaçması gerektiğini hissedecekti. Bu gezegene nasıl geldiğini hatırlayabiliyor olsa da düşünmek için pek bir zamanı yokmuş gibi hissettiğinden vakit kaybetmeden ayaklanacaktı. Evinden kendisiyle beraber sürüklenen kılıcını sıkıca kavramasıyla var gücüyle uzağa, yıkımdan uzaklara koşmaya başladı. Sanki bir kaçış yolu varmış gibi koşsa da nereye gittiğine dair hiçbir fikri yoktu. Tek istediği insanların acı yakarışlarını duymamaktı, bir an önce uyanmayı istiyordu sadece. Her adımında acıyla kopan çığlıklar kulaklarını tırmalarken bunları önemsemeden kaçmak zorunda oluşu gücüne gitmişti kızın. Her ne kadar zoruna gitse de elinden gelen bir şey olmadığını oldukça iyi biliyordu.

O var gücüyle kaçarken etraftaki insanlar, hayvanlar, bitkiler ve diğer her şey ölüme mahkûm edilmişti çoktan. Uyandığı bu gezegende gördüğü ve duyduğu her şey onun için oldukça tanıdıktı. Yolculuğuna başlama sebebi, yaşadığı dünyanın yok oluşuydu. Bu uyandığı gezegende yaşananlar ise ona kendi gezegenini hatırlatıyordu. Fakat orası değildi, tamamen farklı bir gezegen olduğunu bildiğinden aklındaki düşünceleri bir kenara atarak koşmayı sürdürecekti. Kendi evine olan şey bu isimsiz gezegene de olurken duraksayacaktı. Gökyüzünde gördükleri Lykoris’i dehşete düşürüyordu. Yıldızlar peş peşe sönerken korkunç bir uğultu duyulacaktı. Uğultunun ardından yıldızların birer birer terk ettiği gökyüzünün kendi içine çöküşüyle kocaman bir yarığın ortaya çıkışına şahit olmuştu gökyüzünü izleyen herkes. Kalan yıldızların ışıkları birbirleri içine girmişken, ışıklar gökyüzündeki yarığı sanki camdan yapılmışçasına gösterecekti. Resmen gökyüzü bir cammış gibi kırılıyordu, bu kırılma sonucu ise yarık oluşmuştu. Yarığın etrafı kırıklarla doluyken gökyüzünde sağlam olan tek şey Ay’lardı. Göğün kızıllığı bu yarığın içine ulaşamamış olacak ki yarığın içi tamamen karanlıkla kaplıydı. Karanlık yarığın içinden oldukça hafif de olsa uğultu geldiği duyuluyordu. Gökyüzündeki Ay’lar harici her şeyin çöküşünün ardından kısa bir süreliğine tamamen sessizlik oluşacaktı. Bu sessiz geçen saniyelerin ardından, yarığın içinde bir figür belirgin hale geliyordu. Figürün kendisine baktığı gibi bir hisse kapılırken gözleri onun ardındaki karanlığa kayacaktı. Tamamen tanıdık gelen bu his bedenini ürpertinin sardığını hissettirdi. Bu ürperti yanlışlıkla ley hatlarının içine çekildiği anda hissettiği ile aynıydı. Gözleri yeniden figüre dönmüşken hareket ettiğini, en azından öyle olduğunu düşünecekti Lykoris. Kaçması gerektiğini unutup pür dikkat figürü anlamaya çalışırken, kısa süren sessizlik de sona erecekti. Figürün kesinlikle bir insana benzediğine emin olsa da duyduğu sesle dikkati dağılacaktı. Ayakları tam anlamıyla toprağa değerken gördüğü son şey etraftaki insanların var güçleriyle koşuşturmaları olmuştu.

Duyduğu bu sesin ayakları altından geldiğini anlayabilmesiyle her şey için çok geç olduğunu fark etmişti. Ayakları altındaki toprak sesler eşliğinde kırılıp derin bir obruğa düşmeye başlamıştı Lykoris. Tutunmak adına elini kaldırsa da nafileydi, düştükçe ışığın kendisinden uzaklaşmasını izlemekten başka çaresi yoktu. Tek elinde tuttuğu hoş işlemeli kılıcını bırakıp iki eliyle yakasına takılı çiçeğini göğsüne bastıracaktı. Bu sırada ley hattı içerisinde eline yayılan enerjiyi fark etmiş olsa da şu anda önemli olan dirseğine kadar iki kolunun da bir kısmının kızıla bürünmesi değildi. Yetiştiği memleketten ayrıldığı anda taşlaşan Norea çiçeğinin yapraklarının yumuşacık oluşuydu. O anda kafasına bir şeyler dank etmişti Lykoris’in. Bu bir rüya mıydı? Rüya olmalıydı ki minik Norea çiçeğinin yaprakları yeniden kadifemsi haline dönmüştü. Çünkü yaşadığı dünya ateşler içinde yok olmuştu. Aynı çocukluğundaki kadar hoştu çiçeğin kadifemsi hissi. Çiçeği göğsüne iyice bastırırken karanlığa gömülmeden önce hissettiği bu kadifemsi dokuya oldukça özlem çektiğini fark etti. Evi artık var olmasa da çiçeği hâlâ yanındaydı. Bir de düşerken bıraktığı yadigâr kılıcı vardı. Fakat artık onu kaybetmişti… Nasıl olsa bu bir rüyaydı. Kâbus başlamadan her şey karanlığa gömülmüştü Lykoris için. Artık uyku vaktiydi! Rüyasında en sevdiği Norea çiçekleri ile kaplı bir denizde hayal edecekti kendisini.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

  1. Ollie

    İlginç gözüküyor, daha çok tanınmalı bu hikaye bence. Ama biraz karışık da duruyor, umarım derinleşir gittikçe

    1. 14thNoah
      @Ollie:

      Olabildiğince tanınır hale getirmeye çalışıyorum ve teşekkürler ♡

  2. muratpedia

    Uzun zamandır okumaya fırsat kolluyordum. Eline sağlık

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla