“Onlar insanlığı psikolojik olarak alt etmeye çalıştılar ve kalplerine karanlığın tohumunu gömdüler, bu tohum sadece insanları değil her şeyi kucaklayan prensesi de hasta etti. Kendilerini tanrı olarak adlandırdılar, bu ismi hak edecek saf kana sahip olmasalar da insanların gözünü boyamayı başarılı bir şekilde başarmıştı kirli kan sahibi yozlaşmış bu varlıklar. Gerçekten de zevkleri acıdır ve güzellikleri de ahlaksızdır. Ve zaferleri aldatmada, yoldan çıkarmadadır, çünkü kendi yapıları tanrısallıktan yoksundur. Gerçek zaferin tacını giymeye hak kazanamadıklarından onu ahlaksız yoldan elde etmeye çabalarlar.”
―
Lykoris kılıcını çektiği an kalabalığı yararak ileri atıldı, fakat bir sorun olduğunu hissediyordu. Kılıcı tutan iki eli de dirseğine kadar kan kırmızısı rengine bürünmeye başladığını fark etti, ufak altın sarısı hatlar eşliğinde kolundan yükselerek dirseğinin ötesine gidiyordu bu renk. Neler olduğunu anlayamıyordu, etrafta hiç büyü hissedememesine karşın bir anda belirmişti bu izler. Daha önce fark etmediği şeylerden biriyse insanların yüzlerindeki anormal solukluktu. Bunları fark ettiğinde çoktan ahşap sahneye yaklaşmıştı, düşünmek için pek de uygun bir zaman değildi. Askerler, kızın elinde kılıçla sahneye ilerlediğini görünce içlerinden biri giyotinle uğraşmayı bırakıp kılıcını çekti, kızı hazır bir şekilde sahnenin önünde karşılamaya koyuldu. Lykoris ellerindeki kızıllığı önemsemeden ileri atıldığından gücünün mühürlendiğinin farkında değildi, bunu fark ettiğinde çoktan savaşa atılmıştı. Ne kadar çabalasa da gücü ona cevap vermiyordu, neyse ki asker sayısı az ve oldukça sıradan askerler olduğundan pek zorlanmadan onlara karşılık vermeye başladı. Diğer askerler de kıza odaklanırken kafası giyotinde bekletilen oğlan bu olayı fırsat bilerek kafasını kurtaracaktı. Kurtardığı anda ellerindeki zinciri giyotine geçirip ayağıyla giyotinin ipini serbest bıraktı. Fazlasıyla büyük ve keskin giyotin oğlanın zincirlerine inerek onları paramparça etti, henüz bileklerindekilerden kurtulamasa da bu iş görürdü! Zincirlerinden kurtulduğu anda kendisini kurtarmak adına ileri çıkan Lykoris ve onun etrafını saran askerlere bakacaktı. Silahı olmadığından kopan zincirini alıp askerlerden birinin arkasına geçerek zinciri boynuna sardı, böylelikle asker kurtulmaya çabalarken Lykoris’in kaçması adına bir açıklık oluşacaktı!
Bu açıklıktan yararlanan Lykoris var gücüyle askerlerin arasından kurtulmayı başardı.. Şimdilik askerleri atlatsalar da gelmeye devam edeceklerini biliyordu Lykoris, bu yüzden oğlana bakarak kısa ve öz şekilde, “Koş!” dedi. Demesinin ardından ise oğlanın elini tutarak koşmaya başlayacaktı ikili. Askerleri atlatmak için ahşap sahneden halkın arasına doğru atladı ikili. Halk olanları duygusuz ve soluk yüzleriyle izlerken geriye kaçmaya çabalıyorlardı, bu da onların işine geldiğinden olabildiğince hızlı koşacaklardı. Onlar koşarken arkalarından bir asker “OKÇULAR!” diye bağırdı. Koşarken vurulmamaları için ara ara kılıcını kendilerine siper olarak kullanıyordu Lykoris. Neredeyse askerleri atlatabilmişlerdi, bu yüzden Monad’ın saklandığı yere doğru koşturmaya başladı oğlan ve Lykoris. Kızın duyabilmesi adına yaklaştıkları anda “Monad! Gel hadi!” diye bağırdı, sabahtan beri her şeyi saklanırken izleyen minik Monad olduğu yerden fırlayarak ikiliye katıldı. Böylelikle kısa bir süreliğine de olsa askerleri atlatmışlardı! Kasabada ara sokakların birinde gizlenirken soluklanmaya başladı Monad ve oğlan. Bu sırada Lykoris ise askerler geliyor mu diye kontrol ediyordu. Dinlenmek ve oğlanla Monad’ın şaşkın ifadesini sözleriyle dindirmek için yanlarına gelip oturdu kız.
Monad’ın yüz ifadesi hayranlık doluydu Lykoris’e karşı! Ayrıca oğlanın yaptığı hamleyi de beğenmiş gibiydi, heyecanlı ses tonuyla tek solukta, “Çok iyi dövüşüyorsun Lykoris! Sen de çok iyiydin! Ve ismin ne???? Ben Monad, o da Lykoris!” dedi. Oğlan kurtarıldığı için hem minnettar hem de biraz utanç duyuyordu, bu yüzden sesi oldukça nazikti, “Ben Welwitsch, tekrardan teşekkür ederim beni kurtardığın için Lykoris..” dedi. Kurtarıldığı için minnettar bir şekilde teşekkür ederek Lykoris’e seslenmişti. Fakat Lykoris bunu duymamış gibiydi, Monad ve Welwitsch birbirlerine birkaç saniye bakınmalarının ardından Monad yeniden Lykoris’in ismini söylemeye devam etti. Fakat Lykoris’in aklı tamamen farklı bir yerdeydi.
Kızıl rengine bürünmüş kolları ve onun hemen üzerindeki altın sarısı hatlardan gözünü alamıyordu, resmen onlara odaklanmıştı. Daha önce orada değillerdi uyandığı anda. Saldırmaya başladığında bunun farkına varmıştı, gücünü kullanamaması dışında başka bir etkilerini görememişti. Bu sırada Monad Lykoris’i hafifçe sallamaya başlayacaktı kendine gelmesi adına. Kız gözlerini kırpıştırmasının ardından Monad’a döndü. Neden durmadan kızın kollarına baktığına anlam veremiyordu ikili. Bununla ilgili bir soruları varmış gibi gözükse de, çok da uzak olmayan bir yerden gelen tıslama sesleri ile konuşmadan susacaklardı. Fakat Welwitsch’in ifadesi onların aksine pek de şaşırmış gözükmüyordu, bunun yerine bir miktar endişelenmiş gibiydi. İkiliye dönerek endişeli sesiyle, “Bir an önce kasabadan çıkmalıyız, hadi acele edin!” dedi, çok geçmeden Monad’ın elinden tutup ayağa fırladılar. Lykoris’in kendini koruyabileceğini biliyordu, fakat Monad sıradan bir çocuktan farksız gözüküyordu. Henüz Lykoris soru dahi soramadan Welwitsch’in bu endişesiyle kılıcını kavrayıp ayaklandı. Her ne kadar gitmeye yeltenseler de geç kalmışlardı. Çevreleri askerler tarafından çoktan sarılmış, evlerin çatılarında okçular konumlanmıştı. Monad korku dolu ifadesiyle Welwitsch’in ardında kıyafetini tutarak askerleri izliyordu endişeli ifadesiyle. Bu durumda en iyi yapılabilecek şey teslim olmaktı, eğer Lykoris tek olsaydı sonuna kadar savaşmaya devam ederdi. Fakat koruması gereken iki kişi vardı. İçindeki savaş arzusunu bastırarak kılıcını yere attı, ellerini havaya kaldırıp, “Teslim oluyoruz! Kimseye zarar vermeyin…” dedi, dişlerinin arasından konuştuğu oldukça belliydi ki. Welwitsch de Monad’ın tek elini tutarak iki elini havaya kaldırdı. Kendisini kurtardıkları için Lykoris ve Monad’a karşı pişmanlık hissediyordu, onu kurtarmasalardı bu durumda olmayacaklarını biliyordu. Yine de ne Monad ne de Lykoris onu suçlu olarak görmüştü…
Askerler eşliğinde silah doğrultulurken zorla yürütülüyorlardı. Bu sefer meydana değildi, Lykoris neler olduğunu anlamaya çalışırken Welwitsch çoktan olayı anlamıştı. Askerlerin duymaması adına fısıltılarla, “Bizi kralın yanına götürüyorlar… Bu kasaba normal değil Lykoris, bir sorun var. İnsanlar ve kral çok garip davranıyor…” dedi, daha fazla konuşması dikkat çekeceğinden bir süreliğine susmaya karar verdi sonrasında. Lykoris bu garipliği saldırmaya karar verdikten hemen sonra belirgin halde fark etmişti. İnsanların canlılıktan yoksun hareketleri, soluk benizleri ve bir anda kollarında ortaya çıkan kırmızılıktı fark edebildiği gariplikler. Tabii gökyüzündeki mavi Ay ve iç karartıcı havayı saymazsak. Kralın yanına götürülene kadar sıraya dizilmiş halde kendilerini izleyen soluk benizli kişilere bakıyordu teker teker. Hepsinin ifadesi donuk ve neredeyse aynıydı, yüzlerindeki farklılıklar olmasa tamamen aynı bile denilebilirdi. Hepsi hayatın tadını çoktan kaybetmiş gibiydi. Bütün bunlar yaşanırken Monad fazla sessizdi. Bir yandan Lykoris’in elini tutarken bir yandan da kehribar gözlerini havaya dikmişti. Güzel görünümlü Ay’ı izlerken ona çok tanıdık gelen bir his içine doğmuştu. Anlam vermek onun için zor olsa da bu hissi sevdiğini hissediyordu. Lykoris ile karşılaşmadan öncesi fazlasıyla bulanıktı onun için, şu anda tek istediği kurtulmaktı bu durumdan. Çünkü korkuyordu, korkusu sevdiği Lykoris ve henüz yeni tanışsalar da en iyi arkadaşı olarak gördüğü Welwitsch içindi. Çocuksu duyguları kendi çocuk bedeni gibiydi, henüz çok bilgisizdi. Karanlığın tohumundan, yalanlardan henüz uzaktı…
Çok da uzun sürmeyen bir yürüyüşün ardından kasabanın hemen yakınlarındaki devasa bir açıklığa geleceklerdi. Burada ne bir ağaç ne de bir ev vardı, her yerde kuru otlar bitmişken toprağın rengi zamanla kararmış gibiydi. Alanın ortasında 4 metre kadar yüksekte bir tahtın ortasında kral diye adlandırdıkları Tanrı Darok bulunmaktaydı. Kralın bedeni tamamen kızıl ipekten bir pelerin ile örtülmüştü, kolları ve kafası harici tüm bedeni pelerinin altındaydı. Pelerin ise yere kadar uzanırken bu görüntü ona rahatsız edici bir hava katıyordu. Sadece ufak bir açıklık boştaydı, bu açıklığa kral elinde tuttuğu asayı dayamıştı; asanın altından gövdesi bütün güzelliği ve heybetiyle etrafı süslerken, ucundaki kan kızılı kristal asanın bütün heybetini geride bırakarak ona lanetli bir hava katıyordu. Alanın ortasındaki kral harici, etraf kasabanın kalan diğer sakinleriyle doluydu. Bütün herkes örtülü krala dönmüşken, kral elindeki asayı sıkıca kavrayıp havaya kaldırdı. Bunu gören askerler harici herkes kralın dört bir yanına toplanarak onun etrafını çember halinde sarmaya başlayacaklardı. Herkes etrafına toplandığında kral asasını dayadığı yere vurmaya başladı, vurduğu anda etrafına toplananlar saat yönünün tersi olacak şekilde etrafında dönmeye başladılar. Dönmeye devam ettikçe her bir ağızdan yılanlar gibi tıslamaya benzer bir ses duyulmaya başladı bir yandan da kralın etrafında dönüyorlardı, kralın etkisinde oldukları oldukça barizdi. Her bir vuruşuyla beraber aynı anda dönerek etrafında tur atıyorlardı, bu garip ritüel devam ederken askerlerin bir anda bütün varlıklarını kaybetmiş gibi bedenlerinin yok olmasıyla zırhlarının düşüşünü izleyeceklerdi şaşkınlıkla. Bu olanların iyiye işaret olmadığını anlamak zor değildi, bu yüzde Welwitsch kral ve etrafında menopoza girmiş gibi dönen halkı izlerken, “Her ne yapıyorlarsa, onları durdurmalıyız!” dedi. Lykoris’in karşı çıkma gibi bir niyeti yoktu, bu yüzden yok olan askerlerden birinin düşürdüğü kılıcı kaparak krala doğru koşmaya başladı. Yanlarına vardığında insanlara zarar vermeden nasıl aralarından geçeceği konusunda kararsızlığa düşecekti Lykoris. Bu kararsızlığını gören Welwitsch bir yandan daha önce çaldığı bir tebeşirle ellerine bir şeyler yazarken bir yandan da Lykoris’e bağırarak, “Onlar ölüler! Canları yanamaz!” dedi. Welwitsch’in nasıl bu kadar emin olduğunu bilmese de bunu denemek için içlerinden birini çekerek çemberden ayıracaktı. Çektiği anda tuttuğu elin kemikleştiğini hissetmişti, bu kemikleşmenin ardından yere düşen kişinin etten değil tamamen kemikten oluşma bir beden olduğunu görecekti kız. Bu onu biraz iğrendirip korkutsa da emin olmasını sağlamıştı, böylelikle elindeki kılıcı sıkıca kavrayıp çemberin içine dalmayı denedi.
Lykoris çemberin içine sızmayı denerken Welwitsch ise ellerini ve kolunun bir kısmını sembollerle kaplarken kısık bir sesle anlaşılmaz şeyler mırıldanıyordu. Bunu yapmaya devam ettikçe etrafında mavimsi parıltılar belirmişti, Monad bir yandan Welwitsch’in dediği gibi onun etrafına minik taşlar dizerken bir yandan da büyülenmiş gibi onu izleyecekti. Ona bu görevi vermeden önce basit bir şekilde “büyü” yapacağını anlatmıştı Welwitsch. Minik Monad verilen görevi yapmaya devam ederken, Lykoris ise umutsuzca çembere sızmaya çalışıyordu. İnsan görünümlü kemikten cesetleri keserek içeri sızmaya çalıştıkça yeni bedenler kesilenin yerini alıyordu. Bu nafile çabasına devam ederken kral ise kibirli bakışları ile Lykoris’i izliyordu, bir yandan da asasını daha hızlı şekilde yere vurmaya başladı. Çoktan sekizinci vuruşa gelmişti kral, her bir vuruşunun ardından Monad’ın göğsünde bir acı beliriyordu. Kral vuruşlarının etkilediği kişinin Lykoris olduğunu sanmışken Monad etkileniyordu bundan. Varisin gözler önünde öldürülmeden önce selamladığı kişilerin sayısını tamamlamaktı kralın amacı. Bu lanetli amacı anlayan Welwitsch, sayı tamamlanmadan elinden geldiğince hızlı şekilde Geobkhrâ sembollerini çiziyordu. Altın asa on bir sayısına gelmişken Monad korkuyla kafasını mavi Ay’a çevirdi, her bir vuruşta parlaklığını kaybettiğini yeni fark etmişti. Monad güzelliğini kaybeden Ay’ı izlerken, dizdiği taşların titremeye başlayarak kızıl bir şekilde parladığını görecekti. Bu taşların ortasında oturan Welwitsch’in yanına koşarak elini ona uzattı Monad, elini çembere yaklaştırdığı anda kızıl kıvılcımlar elini acıtarak ona yaklaşmasını engellemişti. Acıyan elini tutarken alanın ortasında oturan konsantre olmuş şekilde anlamsız sözler mırıldanan Welwitsch’e bakıyordu endişeli gözleriyle. Welwitsch’in etrafındaki kızıllık topraktan akarak onu kırmızıya boyarken, çembere doğru ilerledi son hızla. Bunu gören kralın ifadesi sinirli bir hâl alırken olabildiğince hızlı şekilde on ikinci vuruşu indirmeye başladı. Kızıl enerji çembere ulaştığı anda saniyelik olarak çemberin etrafında beliren saydam kubbe yok oldu. Lykoris göz ucuyla ardındaki Welwitsch ve Monad’ı kontrol etti, sonrasında yeniden kılıcını savuracaktı. Bu sefer kılıcını savurduğunda kestiği ölü bedenlerin yerine yenisi gelmiyordu, bununla beraber olabildiğince hızlanarak çemberi yarmaya başladı. En sonunda Lykoris krala ulaşabilecek mesafeye geldiğinde, kral çoktan on üçüncü vuruş için hazırlanıyordu. Bütün ağırlığını topuğuna vermesinin ardından, bir anda ayaklarına yüklenerek ona doğru zıpladı. Kılıcıyla zıplayışını güçlendirdiğinden ona ulaşabilecek seviyeye gelmişti. Lykoris kralın ölüm korkusundan uzak gözlerine bakarken kılıcı boynuna doğru sallayıp kellesini başından ayırdı. Fakat kralın kellesi kopmuş olsa da asa son kez olacak şekilde vuruşunu yaparak yere düşmüştü…
Asanın son vuruşundan sonra Welwitsch korkuyla gözlerini araladı, çemberi bozduğu gibi ayaklanıp Lykoris’e koşmaya başladı. Lykoris’in içinde bulunduğu alan, yani çemberin oluştuğu büyük alan yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Bunu gördüğünde endişelenmişti Lykoris, yere düşmeden ayağını kralın oturduğu yere atıp ondan destek alarak ileri güçlü bir şekilde fırlamayı planlıyordu Lykoris. Fakat bu olamadan kralın pelerin altında sakladığı yarısı yılan olan bedeni hareket ederek Lykoris’in etrafını saracaktı. Yılanlar Lykoris’i kralın tahtında tutarken hareket etmesini fazlasıyla kısıtlıyorlardı. Bu alandan çıkmasını önlemek için sıkıca onu kavramıştı yılanlar. Kılıcı oyuncakmışçasına bu yılanların derisini kesemiyordu. Bir yandan onlardan kurtulmaya çalışırken, kendisine doğru koşan Welwitsch ile Monad’ı fark etmişti. Zamanı gibi umudu da tükenirken alan gittikçe kararıyordu, zamanının fazla kalmadığını bildiğinden kılıcını Welwitsch’e doğru fırlattı. Kılıç askerlerden birinin zırhına çarparak zırhı Welwitsch’in tam da önüne fırlatacaktı. Ağır zırhın hemen önüne gelmesi Welwitsch’i durdururken, bir yandan Lykoris tüm gücüyle bağırarak , “BENİ UMURSAMAYIN, KAÇIN!” dedi. Lykoris’in sözlerinin ardından alan kararmış, Welwitsch ve Monad bir daha girememek adına dışarıda kalmışlardı. Ona ne olacağı büyük bir muammayken, karanlık alanın ortasında yalnız bir şekilde yılanlar tarafından zorla tahtta tutuluyordu Lykoris…
Yorumlar