“Diyarlar senin için yas tutar, sen sıhhatle uyanan olduğun için; Tanrılarından daha büyük olduğun için gökler ve yer senin için ağlar. Bütün bu gözyaşları ve ağıtlar senin olsun, sonuncu bekçi. Göklerin varisine tacını giydirdiğin vakit göreceksin sana haset eden güneş ve ayları. Sana edilen hasetlerinden olacaktır senin yükselişin, yüksel ve temizle bu kirli kanı sonuncu gelen. Her şey senin için ayaklarının altında olacaktır, hepsi kutsal yoluna serilip sana feda olsun mirvari bekçi.”
ー
Yüzünde hissettiği acı ile yavaşça gözlerini araladı genç Lykoris. Gözlerini araladığı anda gözüne giren yağmur damlasıyla acıyan gözünü kapayıp neler olduğunu anlayamamıştı kız. Gözü acıya alıştığı anda etrafına bakmayı akıl edecekti. Fazla bakınması gerekmeden yüzündeki acının kaynağını kendisine gülerken buldu Lykoris. Oldukça şirin görünümlü bir kız çocuğuydu bu. Kendisi gibi yağmurun altında ıslanması harici tamamen sıradan biri gibi duruyordu, oldukça güzel kehribar rengi gözleri harici!
Minik kız Lykoris’e doğru eğilirken endişeli bir tonda, “İyi misin sen?? Dürtmeme rağmen uyanmadın.” dedi, dedi demesine fakat Lykoris pek anlamışa benzemiyordu. Uzun bir süre gördüğü kabusun etkisinde kalacaktı. Kabus olup olmadığına dair bir fikri bile yoktu, net olarak hatırladığı tek şey bedeninde hissettiği batma hissiydi. Diğer şeylere gelince… Bunu düşünmek istemiyordu şu an genç kız.
Yavaşça doğrulmasının ardından çoktan ıslanmasına rağmen yağmura karşı eliyle kafasını korumaya çalışacaktı Lykoris. Nerede olduğuna dair bir fikri yoktu, fakat kızın endişesini gidermek adına, “İyiyim… Hadi gel, hasta olacağız.” dedi. Dediği gibi de üzerindeki uyku sersemliğini göz ardı edip ayaklandı, ardından kızın elinden tutarak bir ağacın altına koşturdu. Ağacın altında yağmurdan korunurken, nerede olduğunu anlamaya çalışırmış gibi bir hali vardı Lykoris’in.
Minik kız bu halini anlamış olacak ki parmağı ile bir noktayı işaret edecekti. İşaretinin ardından, “Oradan mı geldin sen? Daehna’dan??” dedi.
Lykoris kızın işaret ettiği noktaya bakmaya başladı orası bir kasabaya benziyordu, fakat ora hiç tanıdık gelmiyordu kendisine… Ayrıca bu ismi daha önce hiç duymamıştı. Dahası burası nereydi? Bu gezegene ne zaman geldiğine dair anıları oldukça bulanıktı, bulanıktan da öte neredeyse hiçbir şey hatırlayamıyordu. En son bulunduğu gezegen böylesine yeşil çimenlere ve çift güneşe sahip değildi. Güneşin parlaklığı, denizin yosun kokusu ve ağaçlar, bunların hiçbirine sahip değildi o gezegen. Lykoris soruya karşın kafasını iki yana sallarken, “Hayır… Peki sen? Yağmurun altında tek başına ne işin var?” dedi.
Ufak görünümüne rağmen bakışları anlık da olsa fazlasıyla dalıp gidiyordu, bu olduğunda ise gözlerindeki çocuksu ışıltının kaybolduğunu fark etmişti Lykoris. Işıltı geri döndüğünde eski neşeli ses tonuyla, “Geziyordum! Sen de mi benim gibi kayboldun?” dedi. Kaybolduğunu söylemesine rağmen çocuksu umursamazlığı üzerindeydi.
Kaybolup kaybolmadığından emin değildi genç kız. Sadece.. Burada olmaması gerektiğinden kesin olarak emindi. Bir nevi kaybolmak sayıldığından onaylarmışçasına kafa salladı, “Evet, burada olmamalıydım. Ben Lykoris, peki sen kimsin?” dedi bir yandan elini uzatırken.
Kehribar gözlü minik kız elini uzatıp tutacaktı. Erkenden elini tutmasına rağmen bir süre sessiz kalmıştı konuşmak yerine. Bu sessizlik boyunca ismini düşündüğünü anlamak pek de zor olmamıştı Lykoris için. Sessizliğin sonunda, “Ben Monad! Yağmur dindikten sonra ne yapacaksın Lykoris??” dedi, demesinin hemen ardından ise Lykoris’in elini bıraktı, Monad’ın aklında bir fikir varmış gibiydi.
Monad’ın sorusunu düşünmeye pek bir ihtiyaç duymamıştı, “Hiçbir şey… Fakat senin aklında bir fikir varmış gibi, anlat hadi.” dedi. Monad’ın yüz ifadelerinden ne düşündüğünü anlamak pek zor değildi, bunu kolayca fark etmişti Lykoris. Bu yüzden direkt diyeceklerini duymak istiyordu. Daha önce bulunduğu gezegen bu kadar sakin değildi… Sürekli sesin eksik olmadığı kaotik bir gezegendi. Yağmurla beraber ortaya çıkan gökkuşağı bu sakin ortama renk katıyordu resmen. Lykoris bu sakinliğin oldukça hoş olduğunu düşündüğü sırada, çok da uzak olmayan kasabadan sesler duyulacaktı. Duyulan seslerin ardından gökyüzündeki bulutlar kasabanın üzerine toplanmaya başlarken hava gittikçe kararıyor, iki güneş de birbirlerinden ayrılarak farklı yönlere doğru batıyordu. Bunu gören ikili bir süre gökyüzüne bakakaldı sadece. Kasabadan gelen çığlık seslerinin duyulmasıyla Lykoris ayaklandığı gibi etrafına bakacaktı, etrafta bir yerde kılıcını görmeyi umuyordu. Kılıcını göremeyince hafifçe iç çekti, kendisi için olan değerini şimdilik göz ardı ederek köye odaklanmalıydı. Lykoris ayakta ne yapmasını gerektiğini düşünürken Monad’da ayağa kalkarak onun yanına gelecekti.
Monad Lykoris’in yanına geldiğinde hafifçe kıyafetinden tutup onu çekiştirmeye başladı. Yüzünde endişeli bir ifade oluşmuştu. Fakat bu ifade pek de korkudanmış gibi değildi, bu yüzden Lykoris Monad’ı teselli etmekle uğraşmayacaktı. Monad endişeli sesiyle, “Oraya gitmeliyiz! Hem etrafta insanların yaşadığı tek yer hem de insanlar…” dedi, demesiyle de onu hareket etmesi adına çekiştirmeye başladı minik Monad.
Monad’ın dedikleriyle kafasını sallayacaktı Lykoris. Şimdiye kadar yeni uyanmıştı, daha buranın nere olduğunu bilmezken Monad’ın bilgileri işine yarayacak gibiydi. Hem onun bu endişesine karşın kendisi de pek hoş olmayan bu durum karşısında boş duramazdı. Yüzünde kendinden emin bir ifade belirmişken Monad’a dönerek, “O halde gidiyoruz!” dedi, ifadesi gibi sesi de oldukça kendinden emindi. Halbuki kılıcını kaybetmiş oluşuna ek olarak neyle uğraştığını bilmemesi de vardı. Lykoris’in kendinden emin hali Monad’a güç vermiş olacak ki uzaktaki dal yığının yanına koşarak kendisine bir tane dal kaptı. Dalı bir kılıç gibi havaya kaldırarak role girmiş şekilde, “İleri, beyaz şövalye ve onun silah arkadaşı altın şövalye!” dedi, ardından ise Lykoris’i beklemeden koşmaya başladı. Beyaz şövalye beyaz saçları nedeniyle Lykoris, altın şövalye ise Monad’dı. Onun gibi role girmişken dal yığınının arasında yayılan parıltı dikkatini çekecekti. Dalları kaldırdığında eski ve sıradan görünümlü, fakat kullanılabilecek kadar iyi durumda bir kılıç bulacaktı. Kılıcın sahibinin olup olmadığını umursamayarak kılıcı kapıp Monad’ın peşinden koşturmaya başladı. İkili neyle karşılaşacaklarını bilmese de köye doğru yol almışlardı çoktan. Monad yol boyu rolünden çıkmamış olsa da, Lykoris pek de aynı durumda değildi. İkiz güneşlerin batmasıyla gökyüzünde masmavi bir ay yerlerini alacaktı. Ayın hoş görünümüne karşın bu olaya etraftaki hayvanlar huzursuzlukla tepki verdiğini de fark etmişti Lykoris. Kılıcını iyice kavrayıp tutuşunu düzeltmesinin ardından öncekine göre daha dikkatli olması gerektiğini anlamıştı. Ayrıca minik Monad’a zarar gelsin istemiyordu, her ne kadar daha yeni tanışsalar da. Monad’ın gülümsemesini sürdürmesi adına uzun süredir kullanmadığı yeteneklerini kullanmaya hazırdı çoktan. Yol boyunca dikkatli olmaya çalışan Lykoris’in aksine Monad neşeliydi, ta ki kasabaya varana kadar. Kasabanın girişinde asker görünümlü kişilerin insanları zorla meydan denilebilecek yere sürüklediğine şahit olacaktılar. Lykoris Monad dikkat çekmesin diye ona işaret edip elinden tuttu, sonrasında kalabalığa karışmak için meydana doğru ilerledi ikili. Bulutların kasabanın üzerinde toplanması mavi ayın ışığına engel değildi, yine de bu durum yüzünden oldukça boğucuydu kasabanın havası. Bu boğucu havaya eşlik eden kargaşa ortamı iyice çekilemez yapıyordu. Meydanın ortasında kurulan giyotine yaklaştıkça duyulan kan kokusu fazlasıyla ağırdı. Monad burnunu tutarken neler olduğunu anlamaya çalışsa da boyu yüzünden kalabalıktan dolayı bir şey göremiyordu. Çok geçmeden kalabalığın bir ağızdan bağırarak, “GÜNAHKÂRA İDAM!” demeleriyle kenara çekilenleri izleyecekti Lykoris. Kalabalığın ortasından iki askerin ve onların sürüklediği perişan oğlanın giyotine doğru ilerlemesini çıtını çıkarmadan izliyordu ikili, kalabalığın aksine tezahürat yapmıyorlardı. Zırhlarının göğüs ve kol kısımları kanla kaplı olan askerlerin bu gün ilk idamı değildi, kan henüz kurumamış ve hâlâ damlamayı sürdürüyordu.
Kurtuluş ihtimalinin yok denecek kadar az olmasına rağmen oğlan direnmeye, yürümemek için askerlere karşı çıkmayı deniyordu her ne kadar nafile de olsa. Oğlanın çabalarına rağmen askerler onu ahşap sahneye çıkaracaklardı. Askerlerden birinin sert bir şekilde oğlanın sırtına dirseğiyle vurmasıyla zorla diz çöktü oğlan. Ölümün nefesini ensesinde hissetmek oğlana bedenindeki yaralarının acısını unutturmuştu, son bir umut bakışlarını kalabalığa çevirdi yardım bulmak için. Ahşap sahnede bir oyun sergileniyormuşçasına neşeli olan kalabalığın bu hali kalan son umudunu da öldürecekti. Askerlerden biri elini kaldırarak öne çıktı, diğer asker oğlanı sıkıca tutarken arkada birkaç kişi giyotini hazırlıyordu. Asker gür ve neredeyse duygusuz sesiyle, “Tanrı Kralımıza ettiği sapkın sözleri, onu inkar edişi ve cadı icatlarını kullanıp halkı zehirlemeye çalışması sebebiyle bu günahkar bu gün gözlerinizin önünde öldürülecektir!” dedi ve halk bir ağızdan sevinç naraları attı. Oğlanın umutsuz gözleri halkın arasında gezinirken en son Lykoris’in gözleri ile buluşacaktı. İlk defa bu kadar saçma bir nedenden ötürü öldürülmek adına çıkarılan birini görmüştü yolculuğu boyunca gezdiği dünyalarda. Kalabalığın sevincinde ondan eser yoktu, bu yüzden yalvarırmışçasına ona bakmaya devam edecekti oğlan. Monad’ın kendisini çekiştirmesiyle simsiyah gözlerini oğlandan ayırarak endişeli kıza döndü. Monad gözleri dolmuş halde yalvarırmışçasına, “Onu öldürecekler, onu öldürecekler! Lütfen…” dedi, fakat sözlerinin ardını getirememişti.
Lykoris minik Monad’a doğru eğilerek gözyaşlarını cebinden çıkardığı bir mendille silecekti, ardından ise mendili eline tutuşturup ona kalabalıktan uzak ve dikkat çekmeyecek bir yeri işaret edecekti. Sonrasında ise fısıldadı minik kıza, “Beni orada bekle ve ne olursa olsun ben gelmeden çıkma..” dedi. Monad itiraz etmek istese de Lykoris’in yüzündeki ifade itiraz kabul etmeyeceğini gösteriyordu ona. Monad kaderini kabul ederek saklanması istenilen yere koşturmaya başladı, bu sırada halk gittikçe heyecanlanmış gibiydi. Çoktan giyotin hazırlanmıştı, oğlanın başı ise askerler tarafından olması gereken yerde tutuluyordu. Monad’ın saklandığından emin olduğu anda kılıcını çekip derin bir nefes aldı Lykoris…
Yorumlar