BAŞLANGIÇ

82 0 12 Ağustos 2024

Planlı bir düzensizliğin hakim olduğu bu sarp araziye ayak basan, yıpranmış görünümlü büyüklü küçüklü insan kalabalığının yarattığı kaos, yüksek binadan burayı izleyen beyefendi için bir zevk vesikasıydı. Bir tiyatro izler gibi bilmişçe ve elini çenesine koymuş halde gülümser duruşuyla mırıldanarak yorumladı baktığı manzarayı.

 

“Evet tahminim tuttu. İçinde bulundukları ortamı düzeltmenin imkansızlığına tüm varlıklarıyla inanmışlar. Neyse ki düzeltmektense zevk almayı kabul ettiler. Çok insanca bir tepki.” Son cümlesini kendini dışlar ve bu insancıl tepkiyi aşağılar  gibi kurmamış, aksine sanki kendini tenkit etmişti.

 

Memnuniyetle yorumladığı bu izdihamın sebebi büyülü bir gözlüktü. Bu insanlar bunu böyle adlandırmışlardı; büyülü gözlük, tılsımlıymış, lanetli de olabilir, Tanrının bir ödülü veya cezası olabilir. Her birinin ağzından inandığı şeyler çıkıyordu. Kimi korkuyla dolaşıyordu, kimi sahte ve toy kalmış ümide sarılmanın verdiği örtülmüş bir evhamla.

 

Gözleri kalabalıktan ayrılıp etrafı taramaya başlamış ve köşede duran küçük bir kıza sabitlenmişti. Evin sağ çaprazındaki büyük ağacın yanında anlam arayışı ile doldurduğu bakışlarla duran bu küçük kızda asla bir korku yoktu. Tek başına, kalabalıktan ayrılmış ve sanki fırsat verilse bu karmaşayı yönetecekmiş gibi de bilmiş duruyordu. Kız, keskin bakışlarını insanların oluk oluk aktığı evin ikinci katındaki büyük camın önünde duran beyefendiye kitedi. Aralarında yaklaşık 30 metre olmasına rağmen gözünün tam içine baktığı adamın hayretini celbetmişti. Bu istikrarlı bakışlar Beyefendinin hoşuna gitmiş ve gülümsemesine sebep olmuştu. O kız sanki şuradaki insanların hepsinden çok daha akıllı ve dikkatliydi. Olamaz bu nasıl aklına gelmezdi?

 

Kız, evet evet o kız da enfekte olmamıştı. Aksi takdirde bu kadar bilinçli bir dikkat ile dikilemez, bakışları bu kadar net şeyler anlatamazdı. Öbürleri gibi sadece içinde bulunduğu bu rezil durumdan bıkmış ama büyük bir umursamazlık ve dayanıksızlıkla bu hengameye katılır ve gözlüğü almak için çirkefleşirdi. Bu insanlar da enfekte olmamıştı ama virüs yayıldığından bu yana doğan çocukların hepsi enfekteydi. Fakat burada doğan çocuklar şehrin dışına gönderilmiyor, özel alanlarda tutuluyordu. Gözlük ilk olarak şehrin çocuklarında denenecek etkileri biraz gözlemlendikten sonra şehrin dışındaki kişiler için kullanılacaktı. Beyefendinin evinin önündeki bu kalabalığı oluşturan kişiler de çocukların aileleriydi.

 

Gözlüğü dağıtan koyu mavi tulum giymiş adam bıkmış bir sesle “Şimdi hepiniz kayıt olun, bununla!” demişti sağ elinin avucunu göstererek. Yeni geçilmiş bu uygulamayı garipser durmayan insanlar adamın yanında duran şeffaf ama kalın görünümlü ekrana ellerini bir bir yapıştırarak denileni yaptı. Küçük kız onların ne yaptığına bile bakmıyor ısrarlı bakışlarını beyefendinin üzerinde tutuyordu.

 

Adam da kızı izlerken hatıralarında gezinmeyi ihmal etmemişti. Virüs üzerine çalışan bilim insanlarından birinin dediğine göre çocukların enfekte olmamış hali yetişkinlerden çok daha bilinçli ve güçlü olurdu. Beyefendi bunları hatırlar hatırlamaz gözündeki o hayranlık dolu bakış yerini birden hırsa bırakmıştı. Telaşla yanındaki adama kızı işaret edip  “Onu buraya istiyorum,” dedi.

 

Biraz sonra kızı almaya gelen adam hiçbir zorlukla karşılaşmamış, çocuk, adamın elini bir güzel tutmuş ve hatta onu gördüğünde dudağı kıpırdamamıştı bile. Onun bu kadar çabuk kabullenmesi kafa karışıklığını perçinledi. Ya umursamak fikri kıza da uzaktı ya da zaten beyefendiyle görüşmek için buradaydı.

 

Çok geçmemişti ki kapı çalmış ve cevap beklemeden açılmış, kızla adam karşısında duruyordu. Beyefendi yarım bir gülümsemeyle küçük çocuğa baktı ve “Neden karşı koymadın?” dedi.

 

Dudağının yarısını hafif bükerek bakan kız şaşırtıcı bir rahatlıkla iki omuzunu silkeleyerek cevap verdi “Karşı koymam sonucu büyük olasılıkla değiştirmeyecekti.”

 

“Ama deneyebilirdin. Çaba göstermene değmez miydi?”

 

Beyefendi kızın cevabını fazlasıyla merak ediyordu. Çünkü vereceği cevap aklını kurcalayan soruların yüzüne, tokat çarpacak etkide olabilirdi. Kız enfekte miydi yoksa artık hastalık daha farklı seyretmeye mi başlamıştı? Ne yazık ki bu duygusal virüslerin enfekte ettiği insanlar ilk etapta kolay ayırt edilmiyordu. Ayırt edebilen daha doğrusu tahminleri en çok tutan doktorlardan birisi şehrin tek hastanesinin başhekimiydi ve beyefendi onu kızla görüştürmesi gerektiğini anımsadı. Kesin bir şey söylemeyecek olsa da tahminlerini duymayı istiyordu. Kızın yüzüne ısrarla bakarken gözünü ayırmaya hiç yeltenmemiş halde suratındaki donuk ifadeden ödün vermeden yanındaki adama kafasıyla işaret ederek “Ahmet beyi getir!” dedi emrivaki bir fısıltıyla. Beyefendi hep az konuşur, çoğunlukla hareketleriyle iletişim kurar ve ne anlatmak istediğini yanındaki herkes bilirdi. Zaten rutininin dışına çıktığı da pek görülmemişti.

 

Adam tek ve keskin bir hamleyle kafasını aşağı doğru eğip kapıyı kapatarak çıktı. Oldum olası verdiği emirlerin anlık insan çabası dışında bir kolaylıkla yapılmasını sevmemişti. Beyefendi birinin çağırılmasını istiyorsa o kişi telefonla çağırılamazdı. Mutlaka yanına gidilip bizzat iletilmeli ve çağırılan kişinin müsait olup olmadığı pekte umursanmadan beyefendinin yanına getirilmek üzere yola çıkarılmalıydı.

 

Bu çevresindekiler için alışıldıktı ama halkın bir kesimi tarafından çocukça bulunurdu. Böyle şımarıkça duran teamülleri; istediği çoğu şeyi elde etmiş bir adamın tükenmişlik hissiyle savaşırken kendini haleflerinden ayrıştırabilmek, daha özel kılabilmek ve isteklerinin bir mantığa dayanmasa dahi yerine getiriliyor olmasının bünyesinde yarattığı duygusal tatminin dışında, rekabet içinde olduğu başka şehirlerin yöneticilerince de bir gövde gösterisi olarak yorumlanabileceğini ümit ettiğinden dolayı yaptığı düşünülürdü.

 

Emri almış ve dışarı çıkmış adam da böyle şeyleri garip bulmaz ve hatta komik bir ciddiyetle her seferinde uygulardı. O, beyefendiye derin bir samimiyet ve hayranlıkla bağlıydı. Kendisine yine bir sorumluluk verilmesinin çocukça sevinciyle insan kalabalığının içinden sıyrılmış bir halde hastaneye yol alırken yukarıda beyefendi ile misafiri başbaşaydı.

 

Kız hiç gergin görünmüyor aksine sanki babasının iş yerine ziyarete gelmişte onunla konuşuyormuş gibi rahat duruyordu. Önünde duran masada bir şeyleri kurcalarken tek kaşını kaldırıp bıkmışlıkla baktı beyefendiye ve saklamaktan sıkıldığı bir sırrı söylemeye başlamanın verdiği huzurla sesine bir canlılık gelmiş halde konuştu;

 

“Seni götürmeye geldim. Ha kaçarak ha yanında yürüyerek götürecektim. Ben ikincisini tercih ettim.”

 

Aldığı cevaptan gayet memnun olmuş beyefendi, sevincini çok hafif bir dudak kıvırışıyla gizlemeye çalıştığı gülümsemeyle belli etmiş ve bu küçük kızın gözünden de kaçmamıştı. Evet beklediği o olabilirdi ama asıl merak ettiği neden bu kadar geç kaldığıydı. Uzun bir süre konuşmamıştı ve bu sessizliği delen tok bir sesle kıza sordu

 

“Adın ne?

 

“Bilge,” dedi kız kaşlarını kaldırmış bir halde ve devam etti, “ama sadece benim değil babamın söylediğine göre ailemizdeki herkesin adı buymuş. Biz bilgelermişiz.” Kaşlarını çattı beyefendi ve düşündü, hatırlaması gereken her şeyi hatırladı fakat yine de emin olamıyordu. Çok şeyin değişmiş olacağını düşünmüştü ama pek öyle gibi durmuyordu. Derin nefes alarak Bilge’nin karşısına oturdu ve huzursuz hissettiğinde, bakarak bile güç aldığı o en sevdiği kitaba dokundu. Fazlasıyla eski olduğu belliydi ve kırmızı rengi, yıllara karşı koyamamış, solmuştu. Üzerindeki o kararmış altın sarısı yazıya parmağının tersiyle süründü ve okumak isteğine ket vurmaya çalıştı çünkü o kitabı sadece yalnızken okurdu. Bilge, bu sessizliği bozmamış ve kitabın ehemmiyetini anlayacak kadar uyanık bir zihinle her şeyi gözlemlemişti.

 

Nihayet nefeslerin bile sanki uykuya çekildiği bir sessizlikle geçen uzunca süre sonra kapı çaldı ve gelen kişiler içeriye girdi. Doktor kafasını sallayarak beyefendiye selam verdi ve bakışlarını küçük kıza çevirip onu baştan aşağı süzdü. İlk izlenimine göre kız çok yüksek ihtimalle enfekte değildi. O kadar çok kişi görmüştü ki artık bakışlardan bunu hissedebildiğini düşünüyordu. Enfekte olanlarda farkettiği en bariz şey uzun süre kesintisiz göz teması kuramamalarıydı. Bu tek başına yeterli olmasa da hislerine güvenmeyi seçip bir sonuca varmıştı. Ona rağmen kızla uzun uzadıya bakışmış ve bu süreçte ondan daha fazla göz bile kırpmıştı. Öyle ki; çocuğun gözündeki bıkkınlık, vücudunda titreşen ve sanki zorlasa da önleyemediği hareket etme isteği, şehrin çocuklarında görülmeyen özelliklerdendi. Gözü parladı ve gerçek bir çocuk bulmuş olmanın hevesiyle sanki dolu dolu oldu. Beyefendinin ikna edilmeyi bekleyen meraklı bakışlarının üzerinde olduğunu farkettiğinde gülümseyerek ona baktı ve  “Sanırım aradığımız kişi o,” dedi ”

15 yıldır aradığımız şey onda olmalı.”

 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla