1. BÖLÜM: HOŞ GELDİN!

20 0 12 Ağustos 2024 0 Oy

“Savaşın ne olduğunu gerçekten anlayabilen var mıydı…?”

Yaratıcının yüce ve kudretli sesi, her bir kulakta yankılanarak derin bir deprem etkisi yaratacaktı…

Kayaba Akihiko: “Sevgili Sword Art Online oyuncuları, hoş geldiniz. Şu an benimle konuşuyorsunuz. Ben, Sword Art Online’ın yaratıcısı Kayaba Akihiko.”

“Birçoğunuz zaten fark etmiş olabilir, oyun menünüzde ‘Çıkış’ butonu bulunmamakta. Ancak bu, bir hata ya da aksaklık değil, oyunun bizzat kendisinin bir özelliği…“

“Bundan sonra oyundan çıkış yapmanın tek yolu, Aincrad’ın 100. katındaki son bossu yenmek ve oyunu tamamlamak. Ancak, bir oyuncunun canı sıfıra düşerse, o oyuncu oyun içinde ölecek. Bu durumda, NerveGear cihazı beyninize yüksek güçlü bir mikrodalga sinyali göndererek, gerçek dünyada da ölümünüze neden olacak.”

“Ayrıca, dış dünyadan herhangi biri NerveGear’ınızı çıkarmaya çalışırsa, aynı şekilde sonuçlanacaktır. Şu ana kadar, dış dünyada arkadaşlarınız veya akrabalarınız tarafından çıkarılmaya çalışılan 213 kişi zaten oyunu terk etmiş durumda. Kısacası, gerçek dünyada sağlık personeli ve devlet görevlileri şu an durumu anlamış durumda ve size hiçbir şekilde müdahale etmeyecekler.”

“Bu dünyadaki tek ve nihai hedefiniz, Aincrad’ın 100. katına ulaşmak ve oyunu tamamlamak. Sword Art Online’da mutlu günler diliyorum.”

“Gitmeden önce, sizlere bir hediye bıraktım.”

“Şu ana kadar neden olduğunuz avatarın yüzünüzle hiçbir ilgisi olmadığını fark etmiş olabilirsiniz. Ancak bu, gerçek kimliklerinizi daha iyi saklamanız için sağlanan bir lükstü. Şimdi ise bu lüksü kaldırmanın zamanı geldi…”

Bu sözlerin ardından, tüm oyuncuların ellerinde birer ayna belirdi ve aynaya baktıklarında, oyun avatarlarının gerçek hayattaki görünüşleriyle değiştiğini gördüler. Oyuncuların karakterleri, gerçek dünyadaki fiziksel görünümleriyle eşleşecek şekilde değiştirildi.

Devasa cübbenin altında toplananlar, adeta zamanın durduğu bir noktada, korkuyla titreyen bedenlerle yerlerinde donakalmıştı. Gözlerindeki korku, içlerinde yükselen bilinmezlik ve dehşetle birlikte çırpınıyordu. Kimileri çığlık çığlığa yere savrulurken, “Öleceğiz!” diye inleyerek boşluğa haykırıyorlardı. Bazıları ise bu gerçeği kabul etmekte güçlük çekiyor, yerde çaresizce oturarak kendilerine yalanlar söylüyor, gerçeklikten kaçmaya çalışıyorlardı.

Kaotik anların ardından, meydanı panik ve dehşet sarmıştı. İnsanlar birbirine çarparak kaçışmaya çalışırken, Hektor dizlerinin üzerine çöküp sessizce gökyüzüne bakıyordu. Kan kırmızısı gökyüzü altında, içinde kaybolduğu acizlik ve çaresizlikle boğuşuyordu. Kafasını kaldırdığında çevresinde kimseyi göremedi. Sadece kendi soluğunun sesi ve uzaktan gelen çığlıklar yankılanıyordu.

Başlangıç meydanı, eskiden neşe ve samimiyetle dolup taşan bir yerken şimdi ölüm sessizliğiyle boğulmuştu. NPC’ler bile hayaletimsi suretleriyle sanki meydana doğru yavaş adımlarla yaklaşıyor, kaosun içinden sıyrılmış birer figür gibi meydana doğru sürünüyorlardı. Gökyüzü, yaratıcının gazabının bir simgesi gibi korku dolu bulutlarla kaplıydı, kanla boyanmış gibiydi.

Hektor’un gözleri, meydanın bir zamanlar canlı olan her köşesine boş boş bakıyordu. Her adımda, ölümün ve çaresizliğin kokusunu içine çekiyor, yaşamın bir zamanlar var olduğu bu yerin nasıl bir cehenneme dönüştüğünü hissediyordu. NPC’lerin soğuk, donuk gözleri ona bakarken, Hektor kendini tamamen yalnız ve kaybolmuş hissediyordu. Gökyüzündeki kan kırmızısı bulutlar, yaratıcının acımasız hükmünü hatırlatıyordu; bu dünyada umut yoktu, sadece kaçınılmaz bir son vardı.

Ancak kendisinin anlayamadığı bir şey vardı. Buraya nasıl gelmişti…? En son, keyifle Robloxta Hellmet oyununu oynarken, turun sonuna gelmişti. Işınlanma anında, burada belirmiş, neler olduğunu anlamaya çalışırken kendisini Sword Art Online dünyasının içinde bulmuştu. Neden? Neden bunu yaşıyordu? Ne yapmalıydı? 

Beyninde dönen bu sorular, içini kemiren bir zehir gibi tüm umutlarını yutuyordu. O anı tekrar tekrar düşündü, hatırlamaya çalıştı. Robloxta geçen son anlarını, parmaklarının klavyede dans edişini, Hellmet’in dijital karanlığında hissettiği heyecanı… Ve sonra bir anda, parlak bir ışık. Işınlanmanın verdiği o geçici baş dönmesi. Gözlerini açtığında ise bambaşka bir dünya…

Oyunda saatlerce tek bir noktaya odaklanarak durmanın sonucunda düşünme yetisini kısa bir süreliğine kaybetmişti. Beyni, bu yeni gerçekliği kabul etmiyordu. İçinde bulunduğu bu karanlık, dipsiz bir kuyu gibiydi. Etrafındaki her şey bir animeye benziyordu; gerçeklikten kopmuş, renkli ve bir o kadar da yanıltıcı. Gökyüzündeki kan kırmızısı bulutlar, bu yeni dünyanın üzerine çökmüş bir kabus gibi gözlerini boyuyordu. Her bakışında, bu sahte gerçekliğin soğukluğu daha da derinlere işliyordu.

Neden, neden, neden?! Bu sorular beyninde yankılanıyor, her yankı daha da acı verici bir darbeye dönüşüyordu. Kendini tamamen yalnız ve kaybolmuş hissediyordu. İçinde bulunduğu bu dijital zindanda, kaçışın imkansız olduğu gerçeği her geçen saniye daha da belirginleşiyordu. Bu dünyada umut yoktu, sadece kaçınılmaz bir son vardı…

Zamanın akışını unuttu. Sadece içinde hissettiği çaresizlik ve dehşet vardı. Dünya yavaşça etrafında dönerken, Hektor’un ruhu bu karanlık gerçeklikte sıkışıp kalmıştı. Her nefes alışında, içindeki boşluk biraz daha genişliyor, çaresizlik biraz daha derinleşiyordu. Kendi gerçekliğinden kopmuş, bu soğuk ve acımasız evrende kaybolmuştu. Her şey, her yer, her an… bir kabustan farksızdı. Ve bu kabusun uyanışı yoktu. 

NPC’lerin donuk gözleri, birer karanlık gölge gibi üzerine çöküyordu. Yavaşça yaklaşan bu suretler, onun zihninde derin yaralar açıyordu. Her adımları, Hektor’un ruhunda bir iz bırakıyor, her bakışları onu daha da dipsiz bir kuyunun derinliklerine sürüklüyordu. Neden burada olduğunu, nasıl geldiğini anlamaya çalıştıkça, aklını kaybetme noktasına geliyordu. 

Hayatının bu kabusa nasıl dönüştüğünü anlamaya çalışırken, gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatıyordu. Gökyüzündeki kan kırmızısı bulutlar, yaratıcının acımasız hükmünü hatırlatıyordu; bu dünyada umut yoktu, sadece kaçınılmaz bir son vardı. Gözleri kapanmaya başladığında, zihninde tek bir düşünce yankılanıyordu: Bu kabustan nasıl uyanırım? Ancak cevap, karanlık kadar soğuktu: Belki de uyanamazsın. Belki de bu, sonsuz bir uykunun kabusudur…

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla