Gözlerini açtığında tavanın ahşap kirişleriyle örülü basit bir odada buldu kendini. Burnuna, eski tahtaların ve zemindeki nemli toprağın kokusu doldu. Yatak sıradan, sert ve rahatsızdı. Göğsündeki ağrı, daha önce hiç hissetmediği kadar gerçekti.
“Ne oluyor…?” diye fısıldadı kendi kendine. Sesini duyar duymaz irkildi. Bu onun sesi değildi! Daha derin, daha sert bir tona sahipti. Ellerine baktı, ama gördüğü eller, ince uzun parmaklarla çevrili, kızılığa çalan yarı şeffaf tırnaklarla süslenmişti.
Bir anı gibi zihninde patlayan şimşek… Kırmızı bir araba, çarpan metalin gürültüsü ve sonra karanlık. İçini bir ürperti kapladı. “ bir kumarbazdan hancının oğlu Ryota Takeda’ya geçmek mi? Bu mümkün olamaz…”
Kafasındaki bulutlar biraz dağılırken, yerel bir hancının serseri oğlu Ryota Takeda hakkında hatırladıkları belirginleşmeye başladı. Manga. Evet, Ruhlar Krallığı! Bin bölüm okumayın sonunda beyninde kazılmış olan hikâye. Bu karakter… Ryota… mangada yalnızca beş bölüm sürmüştü. Çöpçülerin büyük bir dövüşünde bir hata yaparak ölmüştü. Bir haftadan daha az yaşamış, sonra hikâyede sözü bile edilmemişti.
“Neden ben?” diye düşündü dışarıda, odaya bir anda yüksek bir ses yankılandı.
“Abi, kalksana! Kahvaltı hazır!”
Kapının ötesinden gelen ses, Ryota’nın mangadaki üvey kardeşine, Yuna’ya aitti. Simsiyah saçları ve ela gözleriyle büyüleyici bir görünümü vardı. Ancak Ryota’nın ona olan hisleri çok netti: Sevmezdi. Bunu bilmek ona avantaj sağlayacaktı.
Kendi iç sesiyle boğuştu: “Sakin ol… Bu sırada Ryota gibi davran. Onun gibi konuş, onun gibi tepki ver. Ancak bu şekilde ölümden kurtulabilirsin.”
Yatağın yanında duran eski bir aynaya doğru adım attı. Yüzünü incelemek için öne eğildi. Altın sarısı gözleri ve boynuna kadar inen kırmızı saçlarıyla Ryota Takeda’nın yüzü çıktı.
İçinden, “Eh, en azından yakışıklıymış,” diye düşünerek gülümsemeye çalıştı ama hemen toparlandı. Yüzünün bu hali ona yabancıydı. İçsel karmaşasını gizlemek zorundaydı.
Yürüyerek kapıyı açtı ve koridora adım attı. Yuna ona dik dik bakarak kollarını birbirine dolamış bir şekilde duruyordu. “Sonunda kalktın, tembel hıyar! Kahvaltıyı annem hazırladı ama birazdan soğuyacak. Babam da sinirlenmek üzere.”
Ryota’nın rolüne büyük bir özenle girdi. Omuzlarını silkti ve kızın sözlerine kayıtsız bir ifadeyle yanıt verdi: “Bana ne, soğusa soğusun.”
Ama içten içe panikliyordu. Ryota’nın davranışlarını ne kadar süreyle taklit edebilirdi? Manga bilgisi bu durumda yeterli olacak mıydı? Ya Ryota’nın rutiniyle ilgili atladığı bir detay yüzünden şüphe uyandırsa? Bunu düşünerek merdivenlerden inmeye başladı.
Yorumlar