Ormanın sessizliği, Kraal’ın adımlarına eşlik ediyordu. Ay, ince dalların arasından soluk bir ışıkla süzülüyor, yapraklara dokunuyor ve gölgeleri hareketlendiren bir tablo çiziyordu. Elinde sıkıca tuttuğu taş bıçağı, basit ama ölümcül bir silah haline gelmişti. Kraal, bu bıçağın, elindeki tüm hayat kadar değerli olduğunu biliyordu.
Mara’nın ölümünden sonra Kraal, yalnızlıkla başa çıkmayı öğrenmişti. Ormanın derinliklerinde geçirdiği zaman, ona sabrı ve dayanıklılığı öğretmişti. Açlık, susuzluk ve korku onun öğretmenleri olmuştu. Ancak hepsinden daha önemlisi, intikam duygusu, hayatta kalma arzusunu ateşleyen bir kıvılcım haline gelmişti.
“Hayatta kalmak yetmez,” diye fısıldadı bir gece, gökyüzüne bakarak. “Hayatta kalmak sadece başlangıç. İnsanlara onların dehşetini göstereceğim.”
Bir gün, ormanın batısında eski bir iz buldu. Çıplak gözle görünmeyen, ancak eğildiğinde belli olan bu izler, avcı çizmelerinin bastığı yerdeki kırık yapraklar ve çamurlu çukurlar şeklindeydi. Kraal, izleri takip etmeye başladı. Avcılar, ormana sık sık gelir ve goblinleri ya da ormandaki diğer yaratıkları avlarlardı. Kraal, artık bu avların bir parçası olmayı reddediyordu.
İzler, onu küçük bir insan kampına götürdü. Kamp, ormanın ortasında bir açıklıkta yer alıyordu. Kraal, uzaktaki bir ağacın dallarına tırmandı ve insanları izlemeye başladı. Dört avcı, kamp ateşinin çevresine toplanmış, yedikleri etin tadını çıkarıyorlardı. Yanlarında bir goblin kafası vardı – muhtemelen birkaç gün önce öldürdükleri zavallı bir köylünün kalıntısı.
Kraal, nefesini tuttu. Kanı kaynıyordu. Ancak hemen harekete geçmeyecekti. Gecenin derinliklerinde, sabırla bekledi. Avcılar uykuya dalana kadar gözlerini onlardan ayırmadı. Ay yavaş yavaş tepeye yükselirken, Kraal harekete geçti.
İlk adam, ağacın dibinde uyuyordu. Kraal, sessizce aşağıya inerek ona yaklaştı. Elindeki taş bıçağını kaldırdı ve adamın boğazına sapladı. Bir an için adamın gözleri açıldı, ama Kraal çoktan geri çekilmişti. Kan, çimenlerin üzerinde küçük bir gölet oluşturdu.
Kraal, bir sonraki hedefe yöneldi. Kamp ateşinin hemen yanında uyuyan bir adam vardı. Ancak bu kez işler ters gitti. Kraal bıçağını kaldırdığında, adam uyanıverdi.
“NE” diye bağırmaya çalıştı adam, ancak Kraal hızlı davranıp ağzını kapattı. Adamın kolları boğuşurken, kampın diğer üyeleri de uyanmaya başladı. Kraal, çabucak bıçağı sapladı ve geriye çekildi.
Kalan iki adam, ellerinde kılıçlarla etrafı aramaya başladılar.
“Kim var orada?” diye bağırdı biri, kılıcını savurarak.
Kraal, gölgeler arasında hareket ederek onları yanıltmaya çalıştı. Adamlar birbirlerinden uzaklaştığında, Kraal fırsatı değerlendirdi. Arkadan yaklaştı ve birini yere indirdi. Ancak son adam, Kraal’ı fark etmişti.
“Pis yaratık! Seni öldüreceğim!” diye bağırdı adam, kılıcını savurarak Kraal’a doğru koştu.
Kraal, adama karşı koyamayacağını biliyordu. Bir insanla doğrudan savaşmak, onun fiziksel gücünü aşan bir şeydi. Ancak zekası, ona avantaj sağlayabilirdi. Hızla yere düşen dallardan birini aldı ve ateşe attı. Yükselen alevler, adamın dikkatini dağıttı. Bu anlık şaşkınlığı fırsat bilen Kraal, adamın dizine taş bıçağıyla vurdu. Adam yere yığılırken, Kraal son darbeyi indirdi.
Kamp sessizliğe büründüğünde, Kraal yorgun ama gururluydu. Bu onun ilk gerçek zaferiydi. Ancak zaferin tadı acıydı. Elleri kana bulanmış, yüreği ise daha fazla nefretle dolmuştu. Kampı talan etti, yiyecekleri ve silahları topladı. Ancak bir şey dikkatini çekti: Adamların çantalarından birinde bir harita vardı.
Bu harita, krallığın asker üslerinin yerlerinin bulunduran bir haritaydı.
Yorumlar