Kraal, insanların bot sesleri uzaklaşırken nefesini tutarak saklandığı yerde bekledi. Gözleri, karanlık tünelin boşluğunda yanıp sönen umut kırıntılarına tutunuyordu. Kalbi göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi çarparken, dışarıdaki her ses, annesinin ve babasının yüzünü zihninde daha da bulanıklaştırıyordu. Bu gölge dünya, Kraal için artık bir mezardan farksızdı.
Günler geçti. Ya da Kraal öyle sanıyordu. Açlık, zamanı unutturuyordu. Tünelin derinliklerinde yürürken karşılaştığı her köşe, her çatlak, ona bir çıkış yolu arıyor gibi görünüyordu. Ancak sonunda bulduğu şey, başka bir umutsuzluktu: İnsan askerlerinin izleri.
Bir gece, çalılardan gelen bir hışırtıyla uyandı. Elinde bulduğu paslı bir taş parçasını sıkıca kavradı. Karşısında duran figür, beklenmedik bir şekilde tanıdık görünüyordu: Kıvrılmış uzun bir burun, dağınık saçlar, ve ince, sıska bir vücut. Mara… Onun gibi bir goblin.
“Hey, küçük. Nereye gidiyorsun böyle tek başına?” Mara’nın sesi sakin, ama biraz alaycıydı.
Kraal, elindeki taşı düşürdü. Konuşmaya mecali yoktu. Mara ona yaklaştı ve bir parça ekmek uzattı. “Bunu ye. Eğer insanların seni yakalamasını istemiyorsan, burada yalnız kalamazsın.”
İşte böyle başladı Mara ve Kraal’ın arkadaşlığı. Mara, kaçak bir goblin grubunun lideriydi. Onlarla birlikte yolculuk ederken Kraal, hayatta kalma becerilerini öğrenmeye başladı. Fakat bu grubun içinde bile Kraal kendini ait hissetmiyordu.
“Onlar bizim dostlarımız değil, Kraal,” demişti Mara bir gün. “Kendi çıkarları için yaşıyorlar. Ama sen farklısın… içinde bir şey yanıyor. Bir gün büyüyüp o ateşi kullanacaksın.”
Kraal, bu sözleri aklından çıkaramıyordu. Ancak kader, bu dostluğu uzun süre devam ettirmeyecek kadar acımasızdı.
Bir gece, kamp yaptıkları sırada, insanlar beklenmedik bir saldırı düzenledi. Mara, Kraal’ı korumaya çalışırken kılıç darbeleri arasında yere yığıldı. Kraal, onun son nefesini verirken söylediklerini asla unutmadı:
“Küçük alev… büyüyecek ve onları yakacaksın.”
Yorumlar