Ekip, Mukaddes’in rehberliğinde tesisin derinliklerine doğru ilerliyordu.
Laboratuvarın içindeki soğuk hava, duvarlardan yankılanan makine uğultuları ve
kimyasal kokusu, her adımda daha yoğun hale geliyordu. Gözler, koridorun loş
ışıkları altında sürekli tetikteydi. Uluç, Nicole, Kaan ve Foley, çevreyi
dikkatle tararken Mukaddes’in önden gitmesini izliyordu. Mukaddes, koridorun
sonunda büyük, korunaklı bir kapının önünde durdu.
Foley, eliyle
işaret ederek ekibi durdurdu. “Buradan sonra daha dikkatli olmalıyız. Burası
kilitli görünüyor.”
Mukaddes,
güvenlik paneline eğildi ve bir kod girdi. Kapı, ağır bir gıcırtıyla açılmaya
başladı ve soğuk hava yüzlerine çarptı. Ekip içeri girdiğinde karşılarındaki
manzara tam anlamıyla bir dehşetti. Göz alabildiğine tüpler dizilmişti;
içlerinde insanlıktan çıkmış bedenler asılı duruyordu. Kimileri tanınmayacak
kadar bozulmuş, kimileri ise sessizce sıvıların içinde yüzer haldeydi.
Etrafları kablolarla kaplıydı ve her tüpten ince bir buhar yükseliyordu.
Nicole,
gözlerini tüplere dikti ve yüzündeki dehşetle fısıldadı: “Bunlar… burada ne
yapmışlar?”
Uluç,
Nicole’ün yanına yaklaştı ve gözlerini tüpteki figüre dikti. “Eğer burada
olsaydık, biz de böyle olurduk,” diye mırıldandı. Gözlerindeki ifade ciddiyetle
doluydu. Kaan, birkaç adım geride durmuş, tüplerin sıralandığı koridoru
inceliyordu. “Bu, insanlık dışı bir şey. Ama burada kalırsak sonumuz aynı
olur.”
Mukaddes,
ekibi koridorun sonundaki büyük tüpe doğru yönlendirdi. Bu tüp, diğerlerinden
farklıydı; daha büyük ve daha korunaklı görünüyordu. İçinde küçük bir kız
çocuğu yatıyordu. Mukaddes, kontrol paneline işaret ederek “Bu, diğerlerinden
farklı. Adı Aika. Mermer tozuna karşı en dayanıklı olanı o,” dedi.
Uluç, tüpe
yaklaştı ve içerideki küçük kıza dikkatle baktı. “Onu neden burada tutuyorlar?”
diye sordu, içinde beliren bir huzursuzlukla.
Mukaddes,
kontrol paneline doğru eğilerek, “Onu serbest bırakmamız gerek. Bu tüpte
tutulmasının sebebi, yeteneklerini kontrol altında tutmak istemeleri. Ama o
bizimle olursa, buradan sağ çıkmamızda bize yardım edebilir,” dedi.
Nicole,
Mukaddes’e şüphe dolu bakışlarla yaklaştı. “Bu riskli olabilir. Ya burada
tutulmasının bir sebebi varsa? Ya bize zarar verecekse?” diye sordu.
Uluç,
Nicole’ün uyarılarına rağmen tüpe yaklaştı. İçinde yatan kızın yüzünde masum
bir ifade vardı, ama Uluç bunun ardında daha büyük bir sır olduğundan
şüpheleniyordu. Derin bir nefes alarak, “Başka seçeneğimiz yok. Belki o, bu
savaşta bize yardımcı olabilir,” dedi.
Nicole, derin
bir iç çekerek kontrol paneline geçti ve şifreyi girdi. Tüp, ağır bir sesle
açılmaya başladı. İçindeki sıvı yavaşça boşaldı ve küçük kız yere düştü.
Mukaddes hızla eğilip kızı kucağına aldı. Tam o anda, küçük kızın bedeni
titremeye başladı. Herkes gözlerini ona dikmişti; birkaç saniye içinde, kızın
bedeni hızla büyüyerek genç bir kadına dönüştü. Artık karşılarında 18-20
yaşlarında güzel bir Asyalı kadın duruyordu.
Nicole, bu
ani değişim karşısında gözlerini kırpmadan izledi. “Bu… nasıl mümkün
olabilir?” diye sordu, sesi şaşkınlıkla doluydu.
Aika,
gözlerini açtı ve etrafına baktı. Japonca konuştu ama ekip onun sesini, sanki
kendi dillerinde konuşuyormuş gibi duydu. “Siz kimsiniz? Beni neden buradan
çıkardınız?”
Uluç, kadının
Japonca konuşmasına rağmen Türkçe olarak duyduğunu fark ettiğinde bir an
duraksadı. “Biz seni kurtarmaya geldik. Buradan çıkmamız gerek,” diye
yanıtladı, içindeki şaşkınlığı bastırmaya çalışarak.
Tam o sırada,
laboratuvarda alarm çaldı ve kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı. Büyük
tüplerden biri çatladı. Foley, silahını çıkararak ekibe seslendi. “Dikkat edin!
Bir şeyler serbest kalıyor!”
Tüplerden
biri büyük bir gürültüyle patladı ve içinden kaslı, vahşi görünümlü bir yaratık
fırladı. Yüzü tanınmaz hale gelmiş, gözlerinde yalnızca öfke vardı. Diğer üç
tüpten daha yaratıklar çıktı ve dört Mermer Yiyici serbest kalmıştı. Nicole ve
Kaan hemen silahlarını çekip yaratıklara ateş etmeye başladı, ancak mermiler
yaratıkların kalın derilerine çarptıkça, onları durdurmaya yetmiyordu.
Uluç,
içindeki enerjinin yükseldiğini hissetti. Vücudu bir anda ısınmaya başladı ve
zihninde bir patlama yaşandı. Bir Mermer Yiyici üzerine atıldığında, refleksle
ellerini ileri uzattı. O anda, ellerinden çıkan turuncu bir alev, bir kırbaç
gibi yaratığa savruldu ve yaratığı alevler içinde bırakarak yere düşürdü. Bu
güç, içindeki öfkeyle birleşmiş gibiydi. Tam anlamıyla kontrol edemese de, bir
başka yaratık üzerine yöneldiğinde, alev kırbacını bir kez daha savurdu ve
yaratık yere serildi.
Nicole,
Uluç’a bakarak, “Bu… bu neydi?” diye sordu, sesi şaşkınlık ve endişeyle
doluydu.
Uluç, bu
gücün nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. “Bilmiyorum, ama içimdeki enerji
sanki patlamak üzereymiş gibi hissediyorum,” dedi.
Foley, kalan
iki Mermer Yiyici’ye ateş etmeye devam ederken, Uluç tekrar alev kırbacını
savurdu ve son iki yaratığı da yere serdi. Laboratuvar, yanık et ve kimyasal
kokusuyla dolmuştu. Alevlerin verdiği sıcaklık, ortamı daha da boğucu hale
getiriyordu.
Aika,
korkuyla yere çömelmiş, gözleri dolu bir şekilde titriyordu. “Bunlar… bu
yaratıklar…”
Uluç,
Aika’nın yanına eğildi. “İyi misin? Sakin ol, artık güvendesin,” dedi.
Aika, başını
salladı ama gözleri hâlâ korkuyla doluydu. “Ben… buraya nasıl geldiğimi bile
hatırlamıyorum. Tek bildiğim, Antalya’ya tatile geldiğimdi. 20 Ekim’de…”
Nicole, bu
sözler karşısında kaşlarını çattı ve ona yaklaştı. “Hangi yıldasın sanıyorsun?”
diye sordu, gözlerinde karışık bir ifade vardı.
Aika,
duraksadı ve şaşkın bir ifadeyle, “2014 yılındayız. Ben buraya getirildiğimde
tarih buydu,” dedi.
Kaan, bu
duydukları karşısında donakaldı. “2014 mü? Bu nasıl mümkün olabilir?”
Nicole,
Aika’ya yaklaşıp ciddiyetle gözlerinin içine baktı. “Aika, yıl 2024. On yıldır
buradasın.”
Bu sözler,
Aika’nın zihninde yankılandı. Yüzü dondu, gözleri büyüdü ve dudakları titremeye
başladı. “On yıl mı? Ama… ama nasıl?” dedi, sesi korku ve şaşkınlıkla
doluydu.
Uluç, derin
bir nefes alarak Aika’ya yaklaştı. “O yüzden seni burada bu kadar sıkı
koruyorlardı. On yıldır bu laboratuvarda tutsak kalmışsın.”
Nicole,
Uluç’a bakarak başını salladı. “Bize ne yaptıklarını, ne planladıklarını daha
iyi anlamamız gerekiyor. Buradan çıkmadan önce bütün bilgilere ulaşmalıyız.”
Aika,
gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı. “Bana ne yaptıklarını tam olarak
bilmiyorum, ama… bu yaratıkları yaratmak için deneyler yapıyorlardı. Benim
üzerimde de bu deneylerden bazılarını uyguladılar.”
Foley,
silahını tekrar kontrol ederek çevreyi taradı. “Buradan çıkmadan önce, burayı
tamamen kapatmamız gerekiyor. Yoksa daha fazla yaratık serbest kalır.”
Ekip,
Aika’nın geçmişi ve serbest kalan yaratıklarla ilgili gerçekliği anlamaya
çalışırken, laboratuvardaki tehlikenin boyutunu daha da derinlemesine hissetti.
Uluç, içindeki gücün ortaya çıkışını henüz anlamasa da, bunu nasıl kontrol
edebileceğini öğrenmek zorunda olduğunu biliyordu. Nicole ise, geçmişte
kaybolan bu kızın başına gelenleri daha iyi anlamak için kararlıydı. Artık yeni
bir hedefleri vardı: Buradaki sırları çözmek ve bu distopik dünyada hayatta
kalmak.
Ekip, Foley, Mukaddes ve Aika’yı güvenli bir şekilde tesisten çıkarmaya
yönelirken, Uluç, Nicole ve Kaan, tesiste daha derinlere inmeye ve geride kalan
sırları keşfetmeye karar verdi. Derinleşen karanlık koridorlarda ilerlerken,
içlerinde büyüyen bir tedirginlik vardı. Atmosfer, adeta kötü bir korku
oyununun içine çekilmişler gibi hissettiriyordu. Floresan ışıkların titrek
aydınlığı, her adımı daha korkutucu hale getiriyordu ve duvarlardan yankılanan
hırıltı ve canavar sesleri, peşlerindeki tehlikenin büyüklüğünü hatırlatıyordu.
Uluç,
içindeki enerjiyi hissettiği anda elini uzattı ve avucunda beliren turuncu
alev, karanlık koridoru aydınlattı. Bu alev, ona güven ve kontrol hissi
verirken, aynı zamanda çevresini gözlemlemesine olanak tanıyordu. Nicole ve
Kaan, sessizce onun arkasından ilerliyorlardı. Nicole, tüfeğini sıkıca
kavramış, her an gelebilecek bir saldırıya hazır şekilde gözlerini çevredeki
gölgelere dikmişti. Kaan ise arkada, sessiz ve dikkatli bir şekilde yürüyordu;
adımları neredeyse duyulmazdı.
Koridorun bir
köşesini döndüklerinde, önlerinde kırık tüplerle dolu bir alan belirdi. Bazı
tüplerden dışarı sızan sıvılar yere yayılmış, içlerinde asılı duran bedenler
ise ölü mü canlı mı olduğu belirsiz haldeydi. Tüplerin içinde yüzen bu
bedenler, korkutucu bir şekilde hareket etmiyordu, ama duvarlardan gelen garip
sesler, sanki bu sessizliğin arkasında bir tehdit olduğunu hissettiriyordu.
Nicole,
tüfekle tüplerin arasında ilerlerken, alçak bir sesle konuştu. “Burası tamamen
terk edilmiş gibi görünüyor ama o sesler… sanki duvarların içinde bir şey
var.”
Uluç, başıyla
onayladı. “Evet, burada bir şeyler ters gidiyor. Bu yaratıklar… sanki
bekliyorlar.”
Tam o sırada,
koridorun sonundan metalik bir sürtünme sesi geldi. Uluç elini biraz daha ileri
uzatarak alevle koridoru tamamen aydınlattı. Nicole ve Kaan tetikteydi.
Sessizliği bozan bu ses, karanlığın içinde hareket eden bir şeyin habercisiydi.
Bir anda,
karanlığın içinden dev bir Mermer Yiyici fırladı ve hızla Uluç’a doğru
saldırdı. Uluç, refleksle ellerinden alevleri daha yoğunlaştırarak yaratığa
karşı koydu. Alev kırbacı yaratığın üzerine savruldu ve yaratık, alevler içinde
yanarak yere düştü. Nicole ve Kaan hemen yanına geçip çevreyi kontrol ettiler.
“Daha fazlası
olabilir, dikkatli olmalıyız,” dedi Nicole, gözleri hala gölgeleri tararken.
Uluç,
elindeki alevi hafifçe sıkılaştırarak, “Bu sadece bir başlangıç gibi
hissettiriyor. Derinlere indikçe daha fazlası olacak,” diye yanıtladı.
Kaan, biraz
ilerideki merdiven boşluğunu işaret etti. “Aşağı inen bir yol var. Oraya
gitmeliyiz.”
Merdivenlerden
aşağı indiklerinde, daha geniş bir oda ve tüplerle dolu devasa bir
laboratuvarla karşılaştılar. Bu alan, bir önceki bölgeden daha farklıydı.
Tüplerin içinde yatan yaratıklar, diğerlerinden farklı olarak aynı forma
sahipti. Uluç ve Nicole, bu tüplerin önünde durup dikkatle baktılar. Tüplerin
içinde yatan yaratıkların hepsi aynı yüz hatlarına, aynı kas yapısına sahipti.
Adeta bir klon ordusu gibiydiler.
Uluç,
şaşkınlıkla Nicole’e baktı. “Bu… sanki hepsi aynı kişi gibi. Burası neyin
peşinde?”
Nicole,
etrafını tarayarak başını salladı. “Burada bir ordu yaratmaya çalışıyorlar. Ama
bu yaratıklar neden aynı formda? Neden hepsi bu kadar tek tip?”
Kaan, tüpleri
dikkatle incelerken bir şey fark etti. “Bu klonlar… sanki bir prototip
üzerinde çalışıyorlar. Her biri aynı şekilde şekillendirilmiş, ama
bilinçsizler.”
Uluç, tam bu
sırada duyduğu derin bir hırıltı sesiyle irkildi. Ses, karanlık bir köşeden
yankılanıyordu. “Hazırlıklı olun, bir şey yaklaşıyor!” diye uyardı.
Uluç, alevini
biraz daha yoğunlaştırarak adımlarını yavaşlattı. Aniden, devasa bir Mermer
Yiyici karanlıktan fırlayarak Uluç’a saldırdı. Uluç, son anda yaratığı
kavrayarak alevle dolu elleriyle onu arkasına doğru fırlattı. Yaratık,
laboratuvarın ortasındaki büyük kapsüllere çarptı ve birkaçını kırdı. Kırılan
kapsüllerden sıvılar yere dökülürken, içindeki mutantlar da serbest kaldı.
Nicole ve
Kaan, silahlarını doğrultarak tetikte beklerken, kapsüllerden çıkan mutantların
ellerinde tüfekler olduğunu fark ettiler. Serbest kalan mutantlar, silahlarını
Uluç ve ekibine doğrultarak ateş açmaya başladı.
“Dikkat edin,
ateş açıyorlar!” diye bağırdı Nicole. Etrafta silah sesleri yankılanmaya
başladı. Kurşunlar, beton duvarlara ve tüplere çarparak kıvılcımlar çıkarıyor
ve cam parçalarını etrafa saçıyordu.
Uluç, hızla
alev kırbacını savurarak önündeki mutantı etkisiz hale getirdi. Ancak,
mutantlar hızlı hareket ediyordu ve sayı olarak oldukça fazlalardı. Nicole ve
Kaan, siper alarak ateşe karşılık verirken, mutantlar sürekli olarak pozisyon
değiştiriyordu. Kaan, duvarın arkasına saklanarak atışlarına devam ederken
Nicole, “Çok fazlalar, daha iyi bir stratejiye ihtiyacımız var,” diye uyardı.
Uluç,
içindeki enerjiyi daha fazla serbest bırakıp ellerini kaldırdı. Alevler daha
güçlü bir şekilde parlamaya başladı ve koridoru tamamen aydınlattı. “Arkamdan
gelin, bu yaratıklardan kurtulmamız lazım!”
Ekip, yoğun
ateş altında yavaşça ilerledi. Uluç, elindeki alev kırbacını kullanarak
önlerine çıkan mutantları etkisiz hale getirdi, ama saldırılar durmak
bilmiyordu. Her köşeden yeni bir yaratık çıkıyor, her çatlakta bir tehdit
belirmeye devam ediyordu. Nicole, bu karmaşada Uluç’un sırtını kollarken, Kaan
yaratıkların karşısında en iyi pozisyonu alarak atışlarına devam etti.
Uluç,
koridorun sonuna yaklaştıklarında duraksadı. Karşılarında devasa bir kapı
vardı. Kapının çevresindeki tüpler, bu yaratıkların nasıl üretildiğine dair
izler taşıyordu. Ancak kapıya ulaşmadan önce, bir başka grup mutant ateş açmaya
başladı.
Nicole, siper
alarak bağırdı: “Uluç, bu yaratıklar sayıca çok fazla. Buradan nasıl
çıkacağız?”
Uluç,
alevleri daha da yoğunlaştırarak koridorun sonundaki yaratıklara doğru
saldırdı. Alev kırbacı, tüplerin içindeki kabloları ve devreleri kopararak
çevreyi bir an için aydınlattı. “Buradan çıkmanın bir yolunu bulacağız. Bu
tesisin kontrol mekanizmasını bulmamız gerek!”
Kaan, Uluç’un
yanında durarak atışlarına devam etti. “Daha derine inersek neyle
karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Ama burada kalamayız.”
Ekip, yoğun
ateş altında kapıya doğru ilerlemeye devam etti. Her bir mutant, sanki önceden
programlanmış bir ordu gibi hareket ediyor, ekibi kuşatmaya çalışıyordu. Uluç,
alev kırbacını savurarak bir klonu daha yere serdi ve kapıya ulaştı. Nicole ve
Kaan hızla kapının kontrol paneline geçti. “Hızlı olmalıyız, burada daha fazla
kalamayız,” dedi Nicole, panikle.
Kapıyı açmayı
başardıklarında, karşılarına daha geniş bir alan çıktı. Burada, daha fazla tüp
ve bir kontrol odası görünüyordu. Nicole, kontrol paneline ulaşarak sistemi
devre dışı bırakmaya çalıştı. Uluç, alevleriyle yaratıkları etkisiz hale
getirirken, Kaan da Nicole’ü koruyordu.
Sonunda,
Nicole sistemi devre dışı bıraktı ve yaratıkların hareketleri bir anda durdu.
Laboratuvar sessizliğe büründü. Uluç, çevreyi tarayarak derin bir nefes aldı.
“Bu sadece bir başlangıç. Bu tesiste daha fazla sır var. Bunları ortaya
çıkarmak zorundayız.”
Nicole,
yorgun bir şekilde başını salladı. “Evet, ama buradan çıkmadan önce nelerle
karşılaştığımızı daha iyi anlamamız gerekiyor.”
Ekip, daha
derinlere inmeye hazırdı. Bu yerin sırlarını ve yaratıkların kaynağını ortaya
çıkarmak için yollarına devam edeceklerdi.
Yorumlar