Denizli’nin Gölgesi

50 0 4 Ekim 2024

Uluç, birkaç gün önce yaşadığı ateşli krizlerin ve bedenindeki değişimlerin ardından kendini her zamankinden daha güçlü hissediyordu. Vücudu sonunda sakinleşmiş, içindeki karmaşa dinmişti. İzolasyon süreci boyunca onu gözlemleyen doktorlar, herhangi bir mutasyon belirtisi bulamamışlardı. Zihni ve bedeni toparlanmış, eskisinden bile daha sağlıklı bir hale gelmişti.

Doktor Konstantinos ve Zeynep, Uluç’un iyileşmesini yakından takip ediyordu. Zeynep, onu dikkatle gözlemliyor, her detayı not alıyordu. Uluç’un bedeni inanılmaz bir şekilde direnç göstermişti, ama Zeynep bunun arkasında ne olduğunu biliyordu. O, Uluç’un sıradan bir asker olmadığını sezmişti, ama bu bilgiyi henüz kimseyle paylaşmamıştı.

Uluç’un iyileşme süreci hızla ilerledi. Birkaç gün sonra, tamamen iyileştiğine karar verildi. Doktor Konstantinos, Uluç’un artık izole olmasına gerek kalmadığını söyledi ve gerekli son kontrollerin ardından onu serbest bıraktı. Bu sırada Doktor Zeynep, Uluç’un izniyle onun bir deri örneğini aldı. Bu örnek, mermer tozuna temas etmiş ancak hiç etkilenmemiş bir bedeni incelemek için büyük bir fırsattı. Zeynep, bu örneği detaylı bir şekilde incelemeye kararlıydı.

Uluç, Nicole ve Kaan ile birlikte Saraybosna’ya geri dönmüştü. Yüzbaşı Foley, üsse vardıklarında onları bekliyordu. Uluç’un iyi olduğunu görmek Foley için rahatlatıcıydı. Birkaç hafta önce, Uluç’un bu kadar hızlı toparlanacağını kimse beklemiyordu. Ama şimdi, önlerinde daha büyük bir görev vardı.

Foley, üçlüyü karşılarken ciddi ama mutlu bir yüz ifadesiyle onlara baktı.

Foley: “Uluç, seni iyi görmek harika. Hepimiz senin için endişelendik. Ama şimdi daha güçlüsün, değil mi?”

Uluç, hafifçe gülümsedi ve başını salladı. “Evet, Yüzbaşı. Kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim.”

Foley: “Mükemmel. Çünkü sıradaki görev için hepinizin hazır olmasına ihtiyacımız var. Bu kolay bir görev olmayacak. Denizli’ye gidiyoruz.”

Denizli ismi Uluç’un kulaklarında çınladı. O yer, çocukluğunun travması, ailesini kaybettiği yerdi. Bir an sessiz kaldı, yüzüne bir gölge düştü. Ancak gözlerindeki kararlılık hiç sönmedi. Bu, onun için kişisel bir görevdi; Melek Muhafızları’nın geçmişte yaşattığı acıların izini taşıyan bir yere geri dönecekti.

Foley, Denizli hakkında detayları anlatmaya devam etti. Doktor Zeynep, Denizli’deki son durumu öğrendiklerinde Melek Muhafızları’nın orada bir medikal üs kurduğunu açıklamıştı. Yüzeyde, bu üs tedavi merkezi gibi görünüyordu, ancak daha derin bilgiler, buranın aslında başarılı mutantları bir araya topladığı bir merkez olduğunu gösteriyordu. Bunu öğrendiklerinde, ekip için durum çok daha karmaşık hale gelmişti.

Foley: “Denizli’de hiçbir yaşam belirtisi olmadığına inanıyorduk, ama Zeynep’in verdiği bilgilere göre Melek Muhafızları orada mutant deneylerini sürdürüyor. Bu üsse gideceğiz, içeri sızıp neyin peşinde olduklarını öğreneceğiz. Ancak bu, kolay bir görev olmayacak.”

Uluç, gözlerini kısarak Foley’ye baktı. “Orada kimse kaldı mı?” diye sordu, Denizli’yle ilgili hislerini bastırmaya çalışarak.

Foley derin bir nefes aldı. “Hiçbir yerli yaşam belirtisi yok, ancak Melek Muhafızları orada aktif. Ayrıca yerel milisler de bölgedeki boşlukta dolaşıyor olabilir. Bu yüzden dikkatli olmalıyız. Sizi uyarıyorum, Denizli’de karşımıza ne çıkacağını tam olarak bilmiyoruz.”

Ekip, Saraybosna’dan Denizli’ye doğru planlanan bir operasyon uçuşuyla hareket etti. Gölge Birimi’nin en iyi askeri ekipmanları ve yüksek eğitimli askerleriyle bu görev, stratejik açıdan çok önemliydi. Uçak, Melek Muhafızları’nın bölgedeki hareketliliğinden habersiz bir şekilde gökyüzünde ilerlerken, ekip içinde sessizlik hakimdi. Uluç, Denizli’ye doğru yaklaştıkça geçmişinin gölgeleri aklında dolaşmaya başlamıştı. Ailesini burada kaybetmişti ve şimdi geri dönmek, o acıyı yeniden yaşamak gibi geliyordu.

Nicole ve Kaan, Uluç’un sessizliğini fark etmişti. Nicole, bir an ona baktı ve onun hissettiği ağırlığı sezdi. Uluç, ona döndü ve gözlerinde derin bir kararlılık vardı.

Nicole: “Denizli… senin için zor olmalı.”

Uluç başını hafifçe eğdi. “Evet, ama bu sefer farklı olacak. Artık hazır hissediyorum.”

Ancak tam bu sırada, uçak ani bir sarsıntıyla altüst oldu. Melek Muhafızları, ekibin varlığını fark etmişti ve onları hedef almıştı. Uçak, sert bir darbe aldı ve vuruldu. Ekip hızla alarma geçti.

Foley: “Herkes hazırlansın, düşüyoruz!”

Uçak, hızla irtifa kaybetmeye başladı. Ekip kendilerini güvenceye almak için yerlerine geçti, ancak uçak yere çarpmadan önce kontrolü kaybetmişti. Denizli’nin ıssız arazisine sert bir iniş yaptılar ve uçak birkaç takla attıktan sonra durdu.

Darbe inanılmaz derecede şiddetliydi. Ekip yere çarptığında, herkes hayatta kalmayı başarmıştı, ancak bu kez farklı bir sorun vardı. Uçaktan ayrıldıklarında, her biri farklı yönlere savrulmuştu. Uluç, acı hissederek doğruldu ve vücudunda bir gariplik hissetti. Sol omzuna bir şarapnel parçası saplanmıştı, ancak acı yoktu. Ne kan ne de yaralanma belirtisi vardı.

Etrafına baktı ve Nicole, Kaan ve Foley’nin uzakta olduğunu fark etti. Aralarındaki mesafe kilometrelerle ölçülecek kadar büyüktü. Denizli’nin geniş, boş arazisi ve harap olmuş binaları arasında yalnız kalmıştı. Ancak en büyük sorun, buranın sandıkları kadar terkedilmiş olmamasıydı.

Nicole ve Kaan, birbirlerine yakın bir noktaya düşmeyi başarmıştı, ancak Uluç ve Foley’nin durumu belirsizdi. Nicole, başını kaldırıp etrafına bakarken, Melek Muhafızları’nın onları izlediğini fark etti. Bu bir tuzaktı. Denizli’de yalnızca mutantlar değil, aynı zamanda yerel milisler de savaşıyordu ve bu bölge, kontrol edilmesi zor bir savaş alanına dönüşmüştü.

Uluç, elini omzundaki şarapnele götürdü. Parça derisine saplanmıştı ama kanamıyordu. Hızla çıkarmaya çalıştı, ancak acı hissetmedi. İçinde derin bir şok vardı. Bedeni bu tür yaralanmalara karşı bağışıklık kazanmış gibiydi. Derin nefesler aldı, ama panik yapmak istemedi. Onu hayatta tutan şey neyse, bunun ona güç verdiğini biliyordu.

Ekip, farklı noktalarda kendilerini toparlamaya çalışırken, Melek Muhafızları hızla harekete geçmişti. Onların varlığını bilen milisler de çatışmanın bir parçası haline gelmişti. Nicole ve Kaan, hızla birbirlerine yaklaşarak pozisyon aldılar.

Kaan: “Bu bir tuzak. Bizi buraya çekmişler!”

Nicole: “Uluç ve Foley’i bulmalıyız!”

Uluç, kilometrelerce ötede yalnız başına kalmıştı, ancak zihninde tek bir şey vardı: Bu görevi tamamlamak. Şimdi, her zamankinden daha fazla kararlılıkla hareket etmeliydi. Yaralandığını sandığı anlar geçmişte kalmıştı. Bedeni ve zihni bu zorluklarla baş edebilecek kadar güçlenmişti.

Ekip, Melek Muhafızları ve milislerin arasında kalmışken, Uluç bir yandan kendi içindeki gücü keşfederken, diğer yandan bu görevde hayatta kalmak için tüm yeteneklerini kullanmak zorundaydı. Foley, uzak bir noktada stratejik bir hamle yapmayı planlarken, Nicole ve Kaan bu çatışmadan sağ çıkmanın yollarını arıyordu.

Denizli, sadece harabe dolu bir şehir değil, aynı zamanda kontrolsüz mutant deneylerinin sürdüğü tehlikeli bir bölgeydi. Ekip, bu görevde beklenmedik bir şekilde Melek Muhafızları ve yerel milislerle savaşın ortasına düşmüştü. Uluç, bu kaosun içinde kendi bedenine ve zihnine dair yeni şeyler keşfederken, ekip arkadaşlarıyla olan bağını da güçlendirmek zorundaydı.

O sırada, Saraybosna’daki üs laboratuvarında Zeynep ve Doktor Konstantinos, Uluç’un kan örneği üzerinde yoğun çalışmalara devam ediyorlardı. Zeynep, uzun zamandır mermer tozu ve insan bedeni üzerindeki etkileri incelemişti. Ancak Uluç’un durumu çok daha karmaşık ve sıra dışıydı. Uluç’un kan testleri, mermer tozuna maruz kalan herkesin kan testlerinden farklıydı, ama bu farklılığı anlamlandırmak bir türlü mümkün olmamıştı.

Doktor Konstantinos, Uluç’un kanı üzerinde yaptığı sayısız testin ardından hâlâ çıkmazdaydı. Her test temiz çıkıyordu, ama bunun altında yatan gizemi çözmekte zorlanıyordu. Her seferinde aynı sonuçlar… Bu sıradan bir insanın kanıymış gibi görünüyor, ancak Uluç’un gösterdiği fiziksel tepkiler olağandışıydı.

Doktor Konstantinos, giderek artan bir sinirle elindeki kan tüpünü sıkarak kontrol etmekte zorlanıyordu.

Doktor Konstantinos: “Bu imkansız! Hiçbir şey yok, hiçbir değişiklik… Hiçbir ipucu bulamıyoruz!” dedi öfkeyle.

Aniden elindeki tüp kaydı ve yere düştü. Cam bir anda kırıldı ve kan tüpü laboratuvarın zeminine yayıldı. Her yere dağılmış cam parçaları, Zeynep’in gözünde daha büyük bir kaosa neden oluyordu. İkisi de temizliği yapmak zorundaydı.

Doktor Konstantinos: “Tamam, ben alt kata inip temizlik malzemesi alayım. Bekle, hemen döneceğim,” dedi ve aceleyle laboratuvardan çıktı.

Zeynep, sessizce derin bir nefes aldı. O sırada ellerinde hala tuttuğu sigarasını yere düşürdü. Birdenbire, yere dökülen Uluç’un kanında garip bir şey fark etti. Kan, sigaranın yere düşmesiyle birlikte aniden alev aldı. Ancak bu, normal bir alev değildi. Alevler yakmıyor, yalnızca illüzyon gibi dalgalanıyordu. Gözlerini ovuşturarak tekrar baktı ve gördüğü şey karşısında şaşkınlıkla geri çekildi.

Kan, sanki sihirli bir şekilde yanıyordu, ama ısı ya da fiziksel bir tahribat yaratmıyordu. Zeynep bir an afalladı, gözleri inanamaz halde bu ilginç olayı izledi. Alevler sadece bir ilüzyondu, ama bu görüntü onun kafasındaki tüm taşları yerine oturtmuştu.

Zeynep, birkaç saniyelik şaşkınlığın ardından hızlıca kendini toparladı. Sigarasını yere basıp söndürdü ve dikkatlice Uluç’un kanındaki bu garip alevi yok etti. Ardından, küçük bir gülümseme yüzüne yayıldı. Gördüklerine inanmıştı ve sonunda anlamıştı. Uluç’un sırrı ortaya çıkmıştı.

Zeynep, kimsenin duymayacağı bir şekilde, sessizce kendi kendine mırıldandı: “Alfa’yı buldum.”

Bu sır, artık yalnızca onun sırrıydı. Uluç, bir alfa mutanttı ve bu güç, onu diğerlerinden tamamen farklı kılıyordu. Ancak bu gerçeği henüz kimseye söylememeye kararlıydı. Zeynep’in aklında bir plan belirmeye başlamıştı. Uluç’un gücünün nasıl şekilleneceğini gözlemlemek ve onun bu yeni yeteneklerini anlamlandırmak, Zeynep için önemli bir araştırma konusu olacaktı.

Denizli’de ise Uluç, Nicole ve Kaan ile olan mesafeyi kapatmaya çalışıyordu. Ancak zihninde Zeynep ve Doktor Konstantinos’un laboratuvarındaki çalışmalar, kendi bedeninde olup bitenlerle birleşiyordu. Kendi hakkında öğrenmek zorunda olduğu çok şey vardı, ama şu anki önceliği arkadaşlarına ulaşmaktı.

Yerel milisler ve Melek Muhafızları arasındaki çatışma ise giderek yaklaşıyordu. Denizli, sadece harap bir şehir değil, aynı zamanda hem yerel milislerin hem de Melek Muhafızları’nın hakimiyet mücadelesine sahne olan bir savaş alanıydı. Bu savaşın ortasında Uluç, bir yandan yeni keşfettiği gücüyle başa çıkmaya çalışırken, diğer yandan geçmişinin gölgeleriyle yüzleşmek zorundaydı.

Nicole ve Kaan’ın hayatta kalma mücadelesi devam ederken, Uluç’un artık sadece bir asker değil, çok daha büyük bir güç olduğunun farkına varması gerekiyordu. Ve bu güç, gelecekteki savaşların seyrini değiştirecekti.

Zeynep, Uluç’un gücünü keşfetmişti, ancak bunu kimseyle paylaşmamak konusunda kararlıydı. O, Alfa mutantlardan birini bulmuştu, ama bu gerçeği kendi lehine kullanıp Uluç’un gelişimini gözlemlemeyi planlıyordu. Uluç ise Denizli’de geçmişiyle, Melek Muhafızları ile ve kendi içindeki yeni güçle yüzleşmeye hazırlanıyordu. Ancak bu savaştaki yerini tam olarak anlamak için daha fazlasını öğrenmesi gerekiyordu.

Şimdi, onun için yeni bir yolculuk başlıyordu.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla