Laboratuvarın
karanlık sessizliği patlamaya hazır bir gerilimle doluydu. Uluç, Nicole ve
Kaan, kapının önünde duran mavi zırhlı devasa adamla göz göze geldiler.
Gözlerinde donuk bir öfke parıltısı olan adam, elindeki devasa çekici yavaşça
yere vurdu. Bu gürleyen darbe, zemini titretirken, odada yankılanan metalik bir
sesle ekibin üzerindeki tehdit bir kez daha hatırlatıldı.
Uluç birkaç
adım öne çıktı. Elleri, içindeki alev gücüyle hafifçe yanmaya başlamıştı.
Nicole ve Kaan, hemen tetikte beklerken, Uluç duraksadı ve geri dönüp
arkadaşlarına baktı. “Bu benim mücadelem. Geri durun,” dedi,
sesindeki kararlılık tüm odayı doldurdu.
Nicole,
itiraz etmek üzere ağzını açtı, ancak Uluç’un bakışı onu durdurdu. “Bu
adam… bu savaş, benim yüzleşmem gereken bir şey. Geri çekilin.”
Kaan da
tereddütlü bir şekilde başını salladı. “Peki, ama eğer işler kötüye
giderse seni yalnız bırakmayacağız,” diye yanıtladı. Nicole de istemeyerek
geri adım attı, ama gözleri Uluç’tan bir an olsun ayrılmadı.
Mavi zırhlı
adam hafifçe eğildi, gülümsemesi soğuktu. “Kendine fazlaca güveniyorsun,” dedi
alaycı bir tonla. Çekiçle yere bir kez daha vurdu ve zemini daha da parçaladı.
“Sen… bu güce sahip olan kişi. Bir sapma olarak bana karşı
durabileceğini mi sanıyorsun?”
Uluç,
ellerini sıktı. Avuçlarındaki alevler yoğunlaşmaya başladı. “Sen
kimsin?” diye sordu, ama mavi zırhlı adam yanıt vermek yerine hızla
saldırıya geçti. Devasa çekiç, Uluç’a doğru muazzam bir hızla indi. Uluç, son
anda yana sıçrayarak darbeden kurtuldu. Çekiç zemine çarptığında yer titredi,
derin bir krater oluştu. Bu saldırının gücü, mavi zırhlının ne kadar ölümcül
olduğunu kanıtlamıştı.
Uluç, hemen
toparlanarak alev kırbacını oluşturdu ve mavi zırhlı adama doğru savurdu. Ancak
alevler, adamın zırhına çarpar çarpmaz geri sekti. Zırh, alevlere karşı
neredeyse dokunulmazdı.
“Bu
gücün bana işlemeyecek,” diye güldü mavi zırhlı adam, gözlerinde acımasız
bir parıltıyla. Bir kez daha ileri atıldı ve bu sefer çekiciyle doğrudan Uluç’a
saldırdı. Uluç, kendini savunmak için ellerini ileri uzattı, ama bu sefer çekiç
doğrudan karnına çarptı. Darbenin şiddetiyle Uluç geriye doğru savruldu ve
duvara çarptı. Vücudunu saran acı dalgası, savaşın ne kadar zorlu olduğunu bir
kez daha hissettirdi.
Nicole ve
Kaan, Uluç’un düşüşünü izlerken öne atılmak üzereyken, Uluç elini kaldırarak
onları durdurdu. “Hayır!” diye bağırdı. “Bu benim savaşım.”
Mavi zırhlı
adam, ağır adımlarla Uluç’a yaklaştı. “Bu kadar mıydı?” diye alay
etti, çekici tekrar kaldırarak son darbeyi indirmek üzereydi.
Ancak tam o
anda, bir ses odayı doldurdu. “Yeter!” Aika, hızla odaya girdi ve gözlerinde
kararlı bir ifadeyle mavi zırhlı adama doğru adım attı. “Dur!” diye emretti. O
an odadaki herkes Aika’ya döndü. Mavi zırhlı adam bile kısa bir süre duraksadı.
Aika,
nefesini kontrol ederek mavi zırhlıya yaklaştı. “Düşüncelerini kontrol
edebilirim,” dedi, sesi sakin ama güçlüydü. Mavi zırhlıya bakarak,
“Sen de bir mutantsın,” diye ekledi.
Nicole, Kaan
ve Uluç, şaşkınlıkla ona baktılar. Aika, ilk kez güçlerini açıklıyordu.
Mutantların düşüncelerini kontrol edebilme yeteneği, onu bu savaşta güçlü
kılabilirdi. Aika, kararlı bir şekilde mavi zırhlı adama doğru yürüdü.
Ancak mavi
zırhlı adam, hafifçe gülümseyerek başını salladı. “Senin güçlerin bana
işlemez,” dedi. “Ben bir sapma değilim.” O an devasa çekiçle
Aika’ya doğru ani bir hamle yaptı. Aika, beklemediği bu saldırıya karşı
koyamadı ve bir hamleyle geriye fırladı. Sert bir şekilde duvara çarpıp yere
düştü. Kaan hemen yanına koştu, ama Aika baygındı.
Uluç,
Aika’nın yere düşüşünü izlerken içindeki öfke patlama noktasına geldi. Yerde
diz çökmüş halde nefes almakta zorlanırken, mavi zırhlı adam tekrar ona
yaklaştı. “Bu savaş burada sona eriyor,” diye fısıldadı mavi zırhlı adam ve
çekici kaldırıp son darbeyi vurmak üzere hazırlandı.
Ancak tam o
anda, Uluç ellerini X biçiminde kaldırdı. İçindeki enerjiyi tüm gücüyle serbest
bıraktı. Elleri turuncu alevlerle kaplanarak devasa bir ateş kalkanı oluşturdu.
Mavi zırhlının çekiçi, alev kalkanına çarptığında geri teperek Uluç’un
oluşturduğu kalkanı aşamadı. Mavi zırhlı adam şaşkın bir şekilde geri çekildi.
Uluç ayağa
kalkarken tüm bedeni alevlerle kaplandı. Gözleri turuncu ateşlerle yanıyordu.
İçindeki güç kontrolsüz bir şekilde yükseliyordu, ama bu sefer onu tamamen
serbest bırakmaya hazırdı. “Bu gücün sana karşı işleyip işlemeyeceğini
göreceğiz,” diye fısıldadı Uluç. Tüm vücudu alevlerle dolarken, mavi
zırhlı adama doğru hızla saldırıya geçti. Alevler, bu sefer mavi zırhın içine
nüfuz etti. Adam, geriye doğru sendeledi, ama hala savaşa devam etmeye
çalışıyordu.
Mavi zırhlı
adam birkaç adım geri attı, ama Uluç’un saldırıları durmadı. Alevler adamın her
tarafını sardı ve zırhının içindeki kabloları yaktı. Uluç, içindeki tüm öfkeyi
serbest bırakarak son bir alev darbesi savurdu. Mavi zırhlı adam bu darbeyle
birlikte geriye doğru sendeledi. Ancak, bir an duraksadı, gözleri Uluç’a
dikildi. Yavaşça havaya yükselmeye başladı. Alevler ona zarar verse de, hala
savaşı bırakmamıştı.
“Bu
savaş bitmedi,” diye bağırdı mavi zırhlı adam, gökyüzüne yükselmeye
başlarken. “Bir dahaki sefere, bu kadar şanslı olmayacaksınız.” Ardından,
gözden kaybolana kadar yükseldi ve bir anda karanlık gökyüzünde kayboldu.
Uluç, derin
nefesler alarak yere çöktü. Nicole ve Kaan hemen yanına koştu. “İyi
misin?” diye sordu Nicole endişeyle.
Uluç,
gözlerini kapatıp başını salladı. “Bu savaş bitmedi… daha yeni
başlıyor,” dedi ağır bir nefesle. Karşılarındaki tehlike henüz son
bulmamıştı, ama bugün bir zafer kazanmışlardı.
Uluç derin nefesler alarak ayağa kalktı. Vücudu hâlâ yorgun olsa da, içindeki
enerji ve öfke biraz yatışmıştı. Nicole ve Kaan, hala tetikteydiler, ancak
dikkatleri başka bir yöne kaymıştı: Aika. Uluç, Aika’nın yanına doğru yürüdü.
Duvara çarptığı yerden yavaşça doğrulmuştu, yüzü hâlâ acı içindeydi ama bilinci
yerine gelmişti. Sessizce yere oturmuş, kendine gelmeye çalışıyordu. Uluç,
endişeyle yanına çömeldi.
“Neden
bunu yaptın, Aika?” diye sordu Uluç, sesi yumuşaktı ama içinde bir merak
ve hayal kırıklığı vardı. “Güçlerin… onları ne zamandır biliyorsun? Bunu
neden daha önce söylemedin?”
Aika, bir an
sessiz kaldı, ardından gözlerini yere indirdi. “Sana söylemek istemedim
çünkü… çünkü ne olduğunu tam olarak ben de bilmiyordum,” dedi. “Bu
laboratuvarda tutsak kaldığım süre boyunca, güçlerim hakkında çok az şey
öğrendim. Onları nasıl kontrol edeceğimi bilmiyorum. Ama o an… seni korumam
gerektiğini hissettim.”
Uluç,
Aika’nın söylediklerini dinlerken, bu kızın içindeki gücün ne kadar tehlikeli
ve kontrol edilemez olduğunu hissetti. Aika’nın bu güçleri açıklamakta
zorlanmasının sebebi, aslında kendisinin bile bu gücü anlamamış olmasıydı. Tam
o anda Foley elinde bir tabletle yanlarına geldi.
“Sanırım
soruların bir kısmını bu cevaplayabilir,” dedi Foley, tableti Uluç’a
uzatarak. “Laboratuvarda bulduğum verilerden bazıları.”
Uluç, tableti
aldı ve ekrana baktı. Tabletin içinde laboratuvarda yapılan deneylerin
ayrıntılı raporları vardı. Ekranda, Aika’nın gücünü anlatan bir dizi veri ve
analiz vardı. “Düşünce kontrolü, mutant zihinlere etki etme
yeteneği…” diye mırıldandı Uluç, Aika’nın güçlerini öğrendikçe kaşlarını
çattı.
“Bu
yüzden mi o adamı durdurabileceğini düşündün?” diye sordu Uluç, Aika’ya
bakarak. “Düşüncelerine hükmedebileceğini mi sandın?”
Aika başını
salladı. “Evet… tüm mutantların düşüncelerini kontrol edebiliyorum. Ama
onun üzerinde etkili olamadım. Ben de tam olarak ne olduğunu bilmiyorum, ama…
o farklıydı. Bir mutant değildi.”
Uluç,
Aika’nın sözlerine şaşırmıştı. “Farklı mı? Peki o zaman neydi?”
Tam o anda,
Uluç tabletteki başka bir dosya fark etti. İçinde, mavi zırhlı adamla ilgili
veriler vardı. Dosyayı açtı ve adamın biyolojik analizlerine göz attı. “Bu
imkansız…” diye mırıldandı. Ekranda açıkça non-mutant yazıyordu.
Yani mavi zırhlı adam, bir mutant değildi. Aika’nın güçleri bu yüzden işe
yaramamıştı.
Daha da
dikkatle incelemeye devam ettiğinde, bir isim gözüne çarptı: Kızılşaman.
Uluç, bu ismi okuduğunda içini bir ürperti kapladı. Bu adam sadece sıradan bir
savaşçı değildi. O, tehlikeli bir figürdü, büyük bir güce sahip olan biri ama
mutant olmayan bir varlık. Kızılşaman’ın kim olduğuna dair daha fazla bilgi
bulmak için dosyaları karıştırdı, ama çok az bilgi vardı. Sadece onun bu
laboratuvarla bağlantılı olduğu ve bilinmeyen bir kaynaktan geldiği yazıyordu.
Nicole,
Uluç’un yüzündeki ifadeyi görünce yanına yaklaştı. “Ne buldun?” diye
sordu.
“Bu
adam… bir mutant değil,” dedi Uluç yavaşça. “Ama o kadar güçlü
ki… Bize saldırmasının sebebi neydi bilmiyorum ama Kızılşaman denilen bu
varlık, büyük bir tehdit. Hem de düşündüğümüzden çok daha büyük.”
Kaan,
kaşlarını çatarak tablete baktı. “Eğer o bir mutant değilse, bu kadar
büyük bir güce nasıl sahip olabilir? O zırh, o çekiç… bu işin içinde başka
bir şeyler var.”
Foley, derin
bir nefes aldı. “Daha fazla bilgi bulmak için burayı araştırmamız
gerekirdi, ama artık çok geç. Tüm sistemler kapalı ve burada kalırsak, bu
yıkımın içinde yok oluruz.”
Nicole başını
salladı. “Haklısın. Buradan çıkmalıyız.”
Uluç, tableti
kapattı ve ayağa kalktı. “Evet, burayı patlattık ve görevimizi tamamladık.
Şimdi geri dönmeliyiz. Bu bilgilerle Saraybosna’da daha fazla çözüm
arayabiliriz.”
Ekip, hızla
toparlandı. Uluç, Aika’ya yardım ederek onu ayağa kaldırdı. Nicole ve Kaan ise
laboratuvarın çıkışını gözleyerek tetikteydiler. Patlamalarla sallanan bu
yerden bir an önce çıkmaları gerekiyordu.
Koridorlardan
hızla geçerken, patlamaların yankıları peşlerini bırakmıyordu. Uluç, Aika’ya
dönerek ona hafifçe başını salladı. “Buradan çıkıp Saraybosna’ya
döndüğümüzde, her şeyi yeniden konuşacağız. Güçlerin hakkında daha fazla şey
öğrenmeliyiz. Eğer bu dünyada hayatta kalmak istiyorsak, hepimizin birbirine
ihtiyacı var.”
Aika sessizce
başını salladı. “Biliyorum,” diye fısıldadı. “Daha güçlü
olmalıyım. Eğer bir daha böyle bir şey olursa, seni koruyabilecek kadar güçlü
olmak zorundayım.”
Uluç, Aika’ya
kısa bir süre baktı, ardından yoluna devam etti. Ekip, nihayet laboratuvardan
dışarı çıkıp açık havaya kavuştuğunda, üzerlerindeki baskı biraz olsun
azalmıştı. Ancak geride bıraktıkları sırlar, içlerinde daha büyük bir
huzursuzluk yaratıyordu.
Saraybosna
üssüne geri dönerken, Uluç’un aklı hala mavi zırhlı adamdaydı. Kızılşaman
kimdi? Neden onlara saldırmıştı? Ve bu adamın mutant olmaması ne anlama
geliyordu?
Savaşları
henüz sona ermemişti, hatta belki de bu sadece başlangıçtı.
Yorumlar