Franc birkaç saat sonra, Pela-Das Maden İstasyonu’ndaki ofislerinin etrafında volta atmaya başlamıştı, gözleri metal kapı ile kollarını kavuşturmuş duran amcası arasında gidip geliyordu. Maden körfezinin makinelerinin hafif uğultusu, aralarındaki sessizliği dolduran tek sesti.
“Bu lanet tesisten yardım almadan çıkamayız,” diye başladı Franc, sesi inanılmaz derecede alçaktı. “Sana söylüyorum amca, Tim Thorpe bizim tek çıkış yolumuz, amca. Onu gemiyle birlikte kurtaralım, kimse fark etmez bile, henüz kaydı bile yaptırmadı.”
Valero başını iki yana salladı. “Thorpe’un davası haklı olabilir ama herif hala aranan bir suçlu. Söylediğin şey çok riskli oğlum.”
Franc volta atmayı bıraktı ve doğrudan Valero’ya baktı: “Sicilini temizlemesine yardım ederiz, adama temiz bir sayfa açarız. Onun gibi birine yapabileceğimiz iyi bir şey olur. Hikayesini duydun, ailesi tarafından aldatıldı.”
Valero kollarını kavuşturdu, açıkça ikna olmamıştı.
“İyilik perileri değiliz biz. Herifi kurtardık diyelim, sonra ne olacak? Bizi istediğimiz yere götüreceğine emin miyiz? Ya lejyonerleri geçtiğimiz anda bizden kurtulmaya kalkarsa? Hayatımızı sadık olup olmadığını bilmediğimiz bir adamın ellerine bırakalım. Belki geçmişi hakkında yalan söylüyordu, nereden bileceğiz ?”
Franc iç çekti ve ensesini ovuşturdu, amcasına katılmıyor değildi ama genç yargıcın bu madenden çıkma isteği çok ağır basıyordu.
“Başka seçeneğimiz var mı? Bu lanet istasyondan çıkış yok, tatil günlerimiz bile yasaklandı. Gemimiz Vesper’ı mühürlediler. Tek şansımız bu.”
Valero buna karşılık sertçe kaşlarını çatmıştı, hayatı boyunca savaştığı şeye karşı gelme düşüncesi bile kendisi gibi emektar bir yargıcın tüylerini diken diken etmekteydi:
“Suç kaydı olan bir adamla işbirliği yapmaktan bahsediyorsun. Franc unutma, sen bir kanun adamısın, maceracı değil.”
Franc:
“Burada durmaktan daha güvenli, Amelric’in bizi gelecekte tutuklamayacağını kim bilebilir ki.” diye karşılık verdi Franc. “Gemimizi çoktan ele geçirdiler -tamamen anayasaya aykırı bir biçimde- ama Amelric rejiminde altında yasallığı kim umursar?! Biz burada sessizce oturduğumuz sürece ilmiği sıkmaya devam edecekler amca, bunu sen de biliyorun. Ama eğer Artheus’a kaçabilirsek…”
Valero’nun gözleri kısıldı ve yeğeninin sözünü kesti.
“D’Azore’un bizi tüm bunlardan koruyabileceğini mi düşünüyorsun? Henrik’in gücü sandığın kadar fazla değil.”
Franc:
“Henrik hala bir Yüksek Yargıç, unutma. İkimiz de Rejim’in yaptıklarından nefret ettiğini biliyoruz, bize kelimenin tam anlamıyla bir mesaj gönderdi, ve bizzat kendisi gezegene davet etti. Eğer ona ulaşırsak, bizi korumak için haklı gerekçeleri olacak, özellikle de gemimizin mühürlenmesinin nasıl yapıldığı göz önüne alındığında…”
Valero’nun ifadesi hafifçe yumuşamıştı:
“Hmm, haklı olabilirsin. Ama D’azore’un bu kadar muhalif biri olduğunu varsaymak bir hata olabilir.”
Franc amcasına hafifçe gülümsedi, şimdi tek yapmak istediği, uygun bir anı kollayıp yeniden özgür bir adam olmaktı:
“Eğer o bize yardım etmezse, kimse etmez. Bize gönderdiği mesajla hangi tarafta olduğunu açıkça belirtti. O duruşmaya kesinlikle katılmamız gerekiyor. Düşün amca, hep hayal ettiğin yol. Güçlü bir yargı, rejimi yasal olarak devirme.. tek şansımız, unutma.”
Valero uzun bir süre sessiz kaldı, aralarındaki gerginlik iyice azalmıştı. Sonunda iç çekti, şakaklarını ovuşturdu ve cevap verdi, yeğeni haklıydı.
“Bu iyi bir yol değil, Franc. Bunu bilmeni istiyorum. Ama haklısın. Bu aşamadan sonra burada kalmak artık söz konusu bile olamaz. Elimizdeki kartları oynayalım bakalım. Önümüzdeki günlerde garnizonun yemekte olduğu bir saatte… bitirelim şu işi.”
Franc başını salladı, amcasının fikrine katıldığı için bir rahatlama hissetti. “Thorpe’u ikna etmeyi ben hallederim. Yemek sırası, makine seslerininin arasından, kimse fark etmeden sıvışırız.”
Valero saatler sonra ilk kez gülümsemişti:
“İkna etmene gerek olduğunu sanmıyorum. Kesin kaçmak için bir fırsat kolluyordur.”
Yorumlar