Franc, geçici hücreler bölümüne adım attığında, kalbi hızla çarpıyordu, amcası ile konuşmasının üzerinden yon altı saat geçmişti ve duruşmayı kaçırmamak için şimdiden planlarını uygulamaya karar vermiştiler. Kapalı koridorun metal duvarları, aralıklı hüzmelerle aydınlanıyordu. Lejyonerlerin yemek saatine denk gelmeleri, bir nebze de olsa işleri kolaylaştırmıştı. Genç yargıç iki kere düşünmeden Thorpe’un tutulduğu hücrenin önünde durdu ve nöbet bekleyen lejyonere dönerek gülümsedi, akademiden alışkın olduğu sıcak, iyi niyetli öğrenci tavrıyla:
“Merhaba asker, şey söyleyecektim.. Ee, bizim bölmede bir droid galiba kısa devre yapıp tekrar açıldı. Şimdi etrafa saldırıyor, diğer zavallıları…”
Hafifçe güldü, lejyonerin ifadesi değişmemişti:
“Diğer zavallıları yok etmeden gidip son lazer darbesini indirebilir misin ? Biraz çabuk ol ama.”
Lejyoner hafif bir sempati ile başını salladı, bu kısa devre vakası maden droidlerinde çok olurdu. Çoğunlukla tamir edilemeyeceği için bir lazer darbesi ile droidin işi bitirilip kalıntısı hurdalığa gönderilirdi:
“Tamam, droidin icabına ben bakarım Yargıç Franc. Ama sizi ne olur ne olmaz burada bekleteceğim. İçerideki kaçak bir şey denemesin.”
Lejyoner yirmi dakikalık koridoru yarı koşar adım yürüyüp gözden kaybolduğu an Franc, daha önce teğmenden alıp geri vermedikleri anahtar parçasını kilide sokarak
otomatik metal kapıyı açtı, parmaklıklar arasındaki Thorpe’un gözleri kapalıydı, ama Franc uyumadığını çok iyi biliyordu, onun gibiler esirken asla uyumazdı. Genç yargıç fısıltı ile:
“Kaptan! Aç gözlerini kaptan. Gidiyoruz.”
Tim Thorpe gözlerini açtığında önce ne olduğunu anlayamadı, ardından parmaklıkların elektriklerini kesip hücre girişini açan Franc’a baktı:
“Galiba bizim gittiğimizden teneke kafaların haberi yok. Ama yardım elini reddedecek kadar aptal değilim”
Yargıç gözünü kaçaktan ayırmayıp bu kez Thorpe’un kişisel eşyalarının tutulduğu sandığı da hücre anahtarı ile açtı. Sandıktaki koyu mavi yarışçı ceketini çıkarıp Thorpe’a uzattı. Ama cekedin altındaki şık, gümüş bir lazer tabancasını çıkarırken tereddüt etmişti. Bu seri ve güçlü atış gücü bilinen bir gümüş seri Model 27A’ydı ve muhtemelen Thorpe’un hayatını birden fazla kez kurtarmıştı. Tabanca elindeyken Thorpe’a döndü:
“Bizi Artheus gezegenine götürmen karşılığında kayıtlardan ismini sileceğiz… Tabanca ise..”
Thorpe çoktan ceketini üzerine geçirip kapıya yaklaşmıştı, genç yargıcın sözünü keserek:
“Sizi bana hangi kozmik güç gönderdi bilmiyorum ama tuhaf anlaşmanıza yüz kere evet diyorum. Eğer kendini iyi hissedeceksen falan, tabancam sende kalabilir. Yeter ki buradan çıkalım.”
Franc onun alaycı sözlerine kaşlarını kaldırdı ve iki adam çok geçmeden, maden droidlerinin uğultusundan başka bir sesin olmadığı koridorları aşarak Franc’ın Valero ile buluşacağı veri köprüsüne doğru yola çıktı. Franc gümüş silahı yargıç cübbesinin içindeki bölmeye yerleştirmiş halde koşarken, Thorpe’da peşindeydi..
Bu teşebbüs amcasının söylediği gibi bir kumar olmuştu ama işe yarayacağını umuyordu. Koridorların birleştiği kavşağa ulaştılar ve Valero’nun onları beklediği dar, gölgeli bir oda olan veri köprüsüne girdiler. Burada iki bilgisayar vardı. EmektarHepsine saniyeler saatler gibi gelmişti. Emektar yargıç, bir omzuna asılı büyük, yıpranmış bir deri çantayla duruyordu. İfadesi son derece sabırsızdı. Yanında, Franc’ın hizmet droidi Cog, hareketsiz bir duruşla bekliyordu, göz sensörleri yanıp sönüyordu.
“Geldiğinizi görmek güzel.” dedi Valero alçak bir sesle, bakışlarından; Thorpe’a karşı inanılmaz derecede şüpheci hissettiği çok belliydi. “Eşyalaraımızı aldım. Droid eşyalarımızı taşımama yardım etti, ancak bizimle gelip gelmeyeceğinden emin değilim.”
Franc başını salladı. “Cog bir süredir benimle. Tuhaflıkları bir yana, sayamayacağım kadar çok kez bize yardım etti. Yasal olarak bana ait… ve bu da onu yanımızda götüreceğimiz anlamına geliyor.”
Kısa konuşma boyunca sessiz kalan Thorpe, Cog’a hafif bir merakla göz gezdirdi.. “Gemimde bir hizmet droidi ve kendi suç verilerinin silinmesi. Dostum… burası bir nevi hayal dünyası olmalı. Kayıtlarımı sil cübbeli, ben de sizi buradan çıkarayım.”
Cog mekanik sesi ile düzeltme yaptı:
“Hizmet ettiğim kişiler programda doğrulanmış yargıçlardır.”
Tim önce somurttu, sonra tuhaf bir şekilde Valero’ya gülümsemesine rağmen yargıç gözlerini ondan kaçırarak deri çantayı droide uzattı ve yalnızca üç düğmeli olan ikinci bilgisayarın başına geçerek üç düğmeye de sırayla bastı. Birkaç saniye içinde bilgisayardan bir tablet çıkıvermişti. Ardından beyazlamış saçlarının gösterdiği yaştan beklenmeyecek bir çeviklikle tableti kaldırdı ve dizi ile kırdı. Kaçağa bakarak:
“Artık suç kaydın yok, pilot.”
Tim sırıtarak Valero’ya döndü, “Çok teşekkürler ihtiyar. Yolsuzlukla savaşmak için yolsuzluk yapmak. Hoşuma gitmedi değil.”
Emektar yargıçtan aldığı tek cevap, onu hemen susturan kuru, nahoş bir bakış olmuştu. Birbirine zıt iki adam arasındaki bu iletişimden birkaç saniye sonra bütün grup harekete geçti. Franc, Thorpe ve amcasıyla birlikte önden gidiyor, Cog da mekanik tekerlekleri hafif sesler çıkara çıkara peşlerinden gelmeye çalışıyordu. Kısa süre sonra Hangar’ın giriş koridoruna vardılar, ama uzaktan gelen ritmik adım seslerini duyunca, hepsinin nefesleri boğazlarında düğümlendi
“Durun çabuk!”diye fısıldadı Franc.
Cog koridorda kalırken grup en yakın maden girintilerine daldı, kendilerini soğuk metal duvarlara bastırdılar. Lejyonerler artık hepsinin görüş alanındaydı, yanlarından geçerken biri şaka ve mekanik sadizmi karışımı bir amaçla Cog’a bir tekme salladı ve droid Franc’ın topu topu birkaç santimetre yanına devrildi. Ekip nefesini tumuştu, askerler saklandıkları yere bakmadan uzaklaşırken kalpleri hızla çarpıyordu. Valero fısıldadı:
“Öğrendiler mi acaba…”
Ama sorusuna kimse cevap vermedi. Lejyonerler uzaklaştıkça Franc onlara devam etmeleri için işaret yaptığı anda dışarı fırladılar. Hepsi için saniyelerin saatler gibi hissettirdiği belliydi…
Valero ve Franc devrilmiş Cog’u kaldırırken Tim hangar kapısında onları bekliyordu. Cog kalktığında ufak bir bildirim sesi ile:
“Mekanik yeniden aktif.” sesini çıkardığında, üçlü hangarda Thopre’a katılmıştı bile. Kanun kaçağı tam Orkut yolcu gemisi Abanozkalp’e yönelecek ki Franc ve Valero’nun alıştığı o kulak tırmalayıcı alarm yeniden çalıverdi. Grup gemiye koşarken Franc’ın içgüdüsel olarak kaçaktan aldığı tabancayı çekmesi Valero’nun gözlerini faltaşı gibi açmasına sebep oluverdi. Yeğeninde silah ne arardı ? Tim’in bağırması onları bir anlığına durdurdu, kaçak Franc’a dönmüştü, hangar kapağının üstündeki kırmızı mavi boyanmış makineyi işaret ederek:
“Hangarın manyetik alanı var, bu halde gemiyi kaldıramam. O elindeki şeyi kullan ve şu koca mıknatıs jeneratörüne gününü göster cübbeli çocuk”
Franc şaşırıp kaldı, saniyeler sonra nişan alırken silahı neredeyse elinden düşürüyordu. Yukarı bakıp tek gözünü kıstı, iki eliyle kavradığı silah kabzasını sıkıca tutarak tetiğe bastı bir lazer hüzmesi patlayarak namludan dışarı fırladı. Az kalsın geri tepme Franc’ı yere düşürecekti. Atış hedefini bulup mıknatıs jeneratöründen dumanlar çıkmaya başladıktan sonra ekip geminin açık girişindeki iki basamaklı merdivenleri tırmanarak Abanozkalp’e çoktan giriş yapmıştı bile. Kokpitteki Thorpe sesini yükselterek yarı sahte, yarı doğal bir kahkaha attı:
“Aferin, iyi atış. Silahı tutmayı becerebilsen senden iyi silahşör olur.”
Bir manga lejyoner hangara geldiğinde ne olduğunu, kimin kaçtığınını anlamadan hangar kapakları açılmış, ve Abanozkalp Pela-Das Maden istasyonundan havalanıp uzayın uçsuz bucaksız derinliğine gömülmüştü bile.
Yorumlar