Bir İmparatorluk yargıcının yeri neresi olabilirdi ? Mahkemeler ? Okumuşlar Meclisi ? Belki de Senato veya Akademi ? Ama yargıç Franc “Daec” Yıldıztozu ve amcası Kanuni Valero Dorbant bu mekanlardan birinde olmak yerine, Orta Çerçeve’nin en ucunda bir maden istasyonu olan Pela-Das Madenleri’ne atanmıştı. Nedeni ise açıktı: Amelric Rejimi’nin muhalif İmparatorluk hukukçularını devlet pozisyonlarını en az etkileyecekleri görev yerlerine atama politikası. Bu yerler çoğunlukla maden istasyonları, uzak koloniler veya uzaylı rezervuarları oluyordu. Yani bu iki yargıç, resmi olmayan bir şekilde sürülmüştü.
Zulüm bununla da sınırlı kalmamış, madene geldiklerinde bir yıllık görev süreleri boyunca uzay gemileri Yönetici tarafından temelli mühürlenmiş, ve madenden ayrılmaları kesin bir şekilde yasaklanmıştı. Öyle ki, artık kanun adamları bile kanunsuz bir şekilde bu cehennemden çıkmanın hayallerini kuruyordu.
Pela-Das ıssız bir istasyondu, yalnızca küçük bir garnizonu vardı ve garnizon Franc ve Valero’nun ofisinin olduğu Maden Bölmesinden, yaklaşık yirmi dakika uzaklıkta, Güvenlik Bölmesindeydi. Yani bu, yargıçların kendilerinden başka insanlarla iletişim kurmadığı anlamına geliyordu…
Ya maden ? Günün her saati maden droidleriin vızır vızır çalışma sesleri ile beraber her gün “Droidler iyi çalışıyor” girdisini girmek zorundaydılar. Buraya “droidlerin İmparatorluk Hukuku’na uygun çalışıp çalışmadığını denetlemek” için atanmalarına rağmen eksikleri yazmalarına da izin yoktu.
İşte o işkence günlerinin birinde, iki masalı, klostrofobik odalarında otururken Franc Yıldıztozu’nun veri bilgisayarına bir mesaj geliverdi… Genç yargıç, mesajı ofisin duvarına yansıttı ve izlemek için oturduğu metal sandalyeye yaslandı:
İmparatorluğun Saygıdeğer Yargıçları ve Kanun Adamları
“Bildiğiniz gibi itaatsizlik suçu ile yargılanan Phineas Phason, bağlı olduğu gezegen, Artheus’un Yüce Divan’ında yargılanacak..”
Konuşan Orta Çerçeve’nin “güçlü adamlarından” biri olan Artheus Başyargıcı Henrik D’Azore’den başkası değildi. Franc doğmadan önce Artheus gezegeninin yönetici ailesi D’Artheus’lardan Yvette D’Artheus ile evlendikten sonra büyük bir siyasi güce sahip olmuştu. Grileşen saçları, karakteristik bıyığı ve kürklü, zümrüt yeşili kaftanı ile ile Amelric Rejiminin sessiz muhaliflerinden biri olarak biliniyordu.
“Her birinize bu duruşma için resmi bir davette bulunmak benim için büyük bir onur. Bütün hukuk personelini jüri olarak Artheus’a bekliyorum. Bildiğiniz gibi, duruşmada verilen kararın İmparatorluk hukuk felsefesinin en iyi geleneklerine dayanması son derece önem arz etmekte. İmparatorluk hukuçularının dürüstlüğüne güveniyor ve katılımınızın hepimizin bağlı olduğu Galaktik Anayasa’yı korumaya yardımcı olacağına inanıyorum.
Ayrıca, zamanınız ve uzmanlığınız için bir takdir göstergesi olarak her jüri üyesine 25.000 markot teklif etmek istiyorum.“
Önümüzdeki günlerde katılımınızı bekliyoruz.
Saygılarımla,
Henrik d’Azore.”
Franc’ın gözleri açılmıştı, uzun bir bekleyişten sonra sonunda köprüleri yaktıkları rejime karşı bir hareket oluşuyordu ve Valero’ya döndü ve gülümsedi:
“Ne düşünüyorsun amca ? Yirmi beş bin fena değil gibi.”
Mesajı dinlerken tamamen sessiz olan Kanuni Valero, ellerini beyazlayan sakalında gezdirdi ve yeğeninin sorusuna yanıt verdi:
“Ne mi düşünüyorum ? Evlat.. hapishaneden hallice madende kapalı kalmış haldeyiz. Gemimiz mühürlendi. Teknik olarak bu madenden ayrılıp tatil için dışarı çıkmamız bile imkansız. İki koridor ötedeki karakolda kırk kişilik bir lejyon garnizonu barınıyor.”
Franc iç çekti ve başını salladı:
“Biliyorum… biliyorum.. Sadece.. sence D’Azore’un bu hareketi ne ifade ediyor ? Sonunda Amelric’e karşı organize bir muhalefet mi oluşuyor ?”
Valero ayağa kalkıp küçük ofiste volta atmaya başladı, her ikisi de üstlerine lacivert pelerinli, geniş kumaş birer askeri yargıç cübbesi giyiyordu:
“On dokuz yıldır organize muhalefet oluşacağını sanıyoruz ve hiçbir şey olmuyor. Phason’un silahlı direnişi hariç… Davet edildiğimiz şey de galaksinin tek umut olarak gördüğü bir subayın muhtemelen ömür boyu hapis veya idam ile sonuçlanacak duruşması!”
Franc kaşlarını kaldırarak sandalyesinde doğruldu:
“Peki ya… D’Azore, Phason’u suçsuz bulursa ?”
Valero bir anlığına durdu. Bütün ifadesi değişmişti, yeşil gözleri yeğenine döndüğünde belirsiz bir heyecanla parladı. Franc’ın yıllardır görmediği bir parlamaydı bu..:
“İşte o zaman organize muhalefetten bahsedebiliriz.”
Franc:
“Sence D’Azore o kadar ileriye gidebilir mi ?”
Valero başını iki yana salladı:
“Söylemek zor, son yıllarda Amelric defalarca anayasa aykırı kararnameler uyguladı. Ne Okumuşlar Meclisi, ne de Delegeler Meclisi artık onun dostu değil. D’Azore da bundan güç alıyor. Eğer bir açığını yakalarlarsa…”
Ama onlar laflarına devam edemeden ofislerinin otomatik metal kapısı açıldı ve içeri iki tekerlekli, gümüş kaplama, bel bölgesinden yukarısı bir insanı andıran bir mekanik girdi. Elinde bir tepsi taşıyordu. Bu onlara gelen -komisyon- olan, birkaç gündür servis yapan robot Cog’du. Yapay sesi ile Franc’a dönerek:
“Yargıç Franc, Yargıç Valero, sıcak içecek alır mıydınız ?”
Valero az önceki tartışmanın heyecanıyla bir anlığına -yaşlı bürokrat- kimliğinden uzaklaşmıştı, gülümseyerek:
“Tabii alırız, ne getirdin ?”
“Klasik sarıçay.”
Valero tüten iki bardağı alıp birini Franc’a verdi, genç yargıç parlak, sarı sıvıdan bir yudum aldıktan sonra droide bakarak:
“Nereden bu ?”
Cevap gecikmemişti:
“Başkent Ribelist’in ormanlarının eşsiz çay bahçelerinden İmparatorluk hizmetkarları için özel olarak getirildi.”
Franc açıklamaya karşı sadece bir homurdanma sesi çıkarmıştı, genel olarak Merkez Çerçeve’den hoşlanmazdı. İmparatorluğun bütün elitinin toplandığı dar, zengin ve yaşayanların burnunun havada olduğu gezegenlerdi. Valero ile beraber çaylarını yudumladılar. Ama onlar uyduruk bir çay keyfi yapamadan, ilk kez duydukları bir alarm, bütün maden istasyonununu ayağa kaldırmıştı. Franc, içececeği ofisinin metal masasına koyup tedirgin gözlerle amcasına baktı:
“Bu da ne böyle ?!”
Robotun sentetik sesi bir kez daha duyuldu:
“Alıcılarım Ana Hangar’da bir şeyler olduğunu belirtiyor.”
Valero Dorbant metal kapıyı açarak koridoru işaret etti:
“Ne duruyoruz o halde ? Gidip bakalım..”
Yargıçlar ofisten koridora çıktılar. Koridorun solundaki camdan istasyonun kurulu olduğu asteroid grubu ve arkasındaki uçsuz uzay açıkça görünüyordu. sağında ise küçük, ancak maden mekaniklerinin girip çıkabileceği küçük bölmeler vardı. Alarmın durmayacağı anlaşılınca Franc hafif bir tempoda koşmaya başladı ve diğerleri onu takip etti. Yürümesi yirmi dakika olarak hesapladıkları koridorları, beklediklerinden çok daha hızlı geçtiklerinde hangar kapısının önünde iki lejyonerin nöbet beklediğini fark ettiler. Valero yavaşlayıp boğazını temizledi:
“Neler oluyor burada ?”
Lejyoner, yüzünü gizleyen kaskın arkasında boğuk bir sesle:
“Önemli bir şey yok. Yalnızca manyetik çekime katılan bir kaçak gemi.”
Valero Dorbant öfkeyle ağzını açtı ve birkaç saniye bekledi, söyleyecek bir şey bulamıyor gibiydi:
“Manyetik çekime kapılan bir kaçak gemi ha! Afedersin asker, ama bir yargıç olarak bunu görmem gerekiyor.”
İki lejyoner okunmayan bir ifade ile birbirlerine baktılar. Konuşan asker sonunda kapıyı açarak:
“Girebilirsiniz.”, diyebildi.
Franc ve Valero vakit kaybetmeden hangara adım attılar. İstasyonun bu kısmı en ferah bölmelerden biri olarak biliniyordu, yalnızca burada olmak bile Franc’ı iyi hissettirmişti, ama bu iyi duygular Orkut sınıfı bir yolcu gemisinin etrafında silahlanmış on kadar lejyoneri görünce yok oldu. Bir şiddet eylemi olmamasını umarak teğmen olduğunu bildiği, miğferinde yeşil bir çizgi olan lejyonere yaklaştı:
“Gemi kesin kaçak mı ?”
Teğmen başını saldırdı:
“Dış Çerçeve’den bir koloniden çalınmış, kayıtlarda öyle geçiyor.”
Franc tam cevap verecekken geminin kapakları açıldı, kapaktan hangara önce bir tabanca atıldı, ardından bir ses yükseldi:
“Tamam, tamam, teslim oluyorum. İşte silahım.”
Tüm lejyonerler silahlarını gemiden çıkan adama doğrulttu ve yargıçların bakışı kaçağa kaydı. Otuzlarında görünen, kumral saçlı, etkileyici ve keskin yüz hatlarına sahip biriydi. Üzerine lacivert bir yarışçı ceketi ve beyaz bir gömlek, altına ise kolonicilerin tercih ettiği dar pantolonlardan ve deri botlardan giymişti.
Franc’ın yanından ayrılan teğmen tarafından hemen kaçağın elleri kelepçelendi. Franc ve Valero’da teğmenin yanına gelmişti. Valero’nun lafı askerler üzerinde daha etkili olduğu için Franc sessiz kalmayı tercih ediyordu, amcası sakalını sıvazlayarak teğmene baktı:
“Kimdir bu dostumuz ?”
Teğmen kaçağı süzerek yargıçlara:
“İsmi Tim Thorpe. Bu gemiyi kaç…”
Kaçak hemen adamın sözünü keserek:
“Kaçırma gibi bir durum yok…”
Teğmen sertçe Thorpe’u karakol koridoruna itti:
“İzinsiz konuşmayacaksın! Şimdi yürü, koridoru takip et”
Onlar yürümeye başlamdan Kanuni Vlaero araya girdi. Hem Valero, hem de yeğeninin bu adam ile ilgilendikleri açıktı. Belki de onu, kendileri gibi bu madenin kurbanlarından biri olarak görüyorlardı. Valero elini teğmenin omzuna koyarak, sesini sempatik bir şekilde alçalttı:
“Komutanım; bir sorun yoksa, İmparatorluk hukukçuları olarak ben ve Yargıç Franc, tutukluyu önden sorgulamak isteriz.”
Teğmen kendine gösterilen saygıdan etkilenmiş olacaktı ki Thorpe’u bırakarak Valero’ya döndü ve başını salladı:
“Tamam olur. Size geçici hücrelerin giriş kartını vereyim, adamı yerleştirdikten sonra sorguya başlarsınız.. Bir sorun çıkarırsa alarma basmanız yeterli olur.”
Minnettar bir şekilde başını sallayan Yargıç Valero, Teğmen’den kartı aldı, Franc’ın ona kaş işareti yapması ile Tim Thorpe’a koridoru işaret ettikten sonra yürümeye başladılar. İstasyonun bu kısmında maden işleri olmadığı için koridor ürkütücü bir şekilde sessizdi. Franc sanki biri onları gizlice dinleyecekmiş gibi tedirgin olmuştu. Ellerini siyah saçlarında gezdirdi ve amcasının hücre kapısını açmasını izledi. Son kez bomboş koridora göz gezdirdikten sonra hücreye girdi.
Kanuni Valero Dorbant Tim Thorpe’u eski usul, elektrikle güçlendirilmiş metal parmaklıkların arkasına yerleştirdikten sonra Franc’a yanına oturması için işaret etti. İki yargıç da pozisyonlarını aldıklarında Valero boğazını temizledi:
“Pekala Thorpe, anlat bakalım, senin hikayen nedir, İmparatorluk sana yok yere mi kaçak damgası yapıştırdı ?”
Thorpe parmaklıkların arkasında sırıttı:
“Daha birbirimizi tanımıyoruz bile. Siz İmparatorluk yargıçlarında biraz görgü olur sanıyordum.”
Valero:
“Özür dilerim, ben Yargıç Kanuni Valero, bu da sevgili kız kardeşimin oğlu, yardımcım Yargıç Franc Yıldıztozu.”
Aralarında pek bir yaş farkı olmamasına rağmen Tim kollarını kavuşturup Franc’a baktı, isteksizce konuşmaya başladı:
“Arkandan bıçaklamayan akrabaların olduğu için şanslı sayılırsın evlat. Ben ? Bakın, Orodonnia diye bir çöplükten geliyorum. Annemin babası büyük bir tersanenin sahibiydi. Abanozkalp orada üretildi, dedeme aitti ama zamanı geldiğinde benim almam için yapılmıştı. Ne yazık ki bundan yaklaşık on yıl önce bir talihsizlik oluyor…”
Adam yutkundu, inanılmaz rahatsız olduğu belliydi ancak ne ses tonunda, ne de ifadesinde bir değişiklik vardı. Olduysa bile yargıçlar fark etmemişti, duygularını gizlemeyi iyi bilen biri olduğu çok açıktı
“Ve dedem dahil bütün ailemi kaybediyorum. Bazı yasal açıklardan sonra dedemin bütün malvarlığı teyzeme geçiyor, ben de mahkemeye gidip hayatımın büyük bir kısmını geçirdiğim gemimi istiyorum. Ve tahmin edin ne oluyor ? Geminin aramızda bölünmesi isteniyor! Tersane, para falan istemiyorum ki ben! Miras bölüşmüyoruz, yalnızca bir gemi bu.. Teyzem gemiyi sattıktan sonra aldığı paranın yarısını bana verip benden kurtulmayı planlıyor. Ben de, o ve onun aşağılık kocasının suratına en büyük tokadı gemiyi kaçırarak indiriyorum. İşte beyler, tek suçum budur.”
Son sözlerinde ufak bir yumuşama sezen Valero’ya göre adam tutuklamaya bile değmezdi, Franc’a göre ise cesareti takdir edilmeliydi. Ama yine de resmi görevlerine bağlı olan yatgıçlar sorguyu devam ettirdi, Valero omuz silkerek:
“Kaptan Thorpe, eğer gemiyi kaçırmak yerine bir imparatorluk mahkemesine başvursaydınız bunların hiçbiri olmazdı. On yıldır yakalanmamanız büyük başarı”
Thorpe’un dudaklarında çok belirsiz bir sırıtış ortaya çıktı:
“Yokluğun ortasına radarlarda görünmeyen lanet bir maden istasyonu kurmasaydınız hiç yakalanmazdım…”
Valero derin bir nefes aldı ve Franc’a ayağa kalkması için işaret etti. İki yargıcın da kafalarında bir şey olduğu kesindi. Franc’ın korkunç, tüyler ürpertici bir planı vardı, Valero ise koşullar farklı olsaydı bu maceracı pilotu mahkemede çok iyi temsil edebileceğini düşünüyordu.
Yorumlar