Abanozkalp uzayda Artheus’un solan parıltısı arkalarında kaybolurken sorunsuz bir şekilde ilerliyor, Kokpitte Tim, Franc, Valero, Winso ve Penelope toplanmışlardı, kaçışlarından kaynaklanan gerginlik yavaş yavaş azalıyordu.
Tim herkese baktı, koltuğuna yaslandı. İlk kez alaycı sesi gitmişti, Franc bazen ne kadar yumuşak konuşan bir adam olduğunu fark etmeye başlamıştı.
“Tamamdır, arkadaşlar. Bir sonraki durak – Analae, değil mi? Hiperuzay rotasına gitmemiz biraz zaman alacak, yaklaşık 5-6 dakika, ana rota çok tehlikeli, her yerde İmparatorluk gambotları olacaktır, bu yüzden alternatif bir rota seçiyorum.”
Franc omuz silkti ve cevap verdi. “Çok fazla seçeneğimiz yok, değil mi?”
Yargıç Valero terliyordu, tüm o kaçış ve şimdi İmparatorluk’un gözünde bir suçlu olmak eski devlet adamını çok zorluyordu.
“Umarım Phason’un -yoldaşları- bizi iyi karşılar. Eminim Leydi Penelope onları ikna edecektir.”
Penelope onaylarcasına başını salladı. Duvara yaslanan Winso ekledi, “Ben de öyle umuyorum, cübbeli.”
Tim bakışlarını Penelope’ya çevirdi. “Bundan emin misin? Karşılama komitesi hakkında hiçbir şey bilmiyor gibisin? Ya bize karşı hareket ederlerse.”
Penelope başını kaldırdı, kendinden emin bakışlarında gözleri uzaya sabitlenmişti,. “Eminim. oraya gitmem gerek, Kaptan. Kurtulmanın tek yolu bu.”
Tim tam cevap verecekken Abanozkalp’in kokpiti, yakınlık sensörlerinden gelen beklenmedik bir ses ile karşılaştığında ağır bir şekilde sallanmıştı. Radarda görünen şeyler altı kanatlı Lejyon tayyarelerinden başka bir şey değildi—zarif, ölümcül ve hızlı—saldırmaya hazır avcılar gibi yaklaşıyorlar, Winso’nun gözleri, göstergeler arasında geziniyordu, kesin bir karara vardıktan sonra Tim’e dönüp:
“Altı kanatlı tayyareler!” diye bağırdı Windy gürültünün arasından. “Bu şeyler çok hızlı! Onları ekemeyiz!”
Tim tereddüt etmedi. “Winso, bizi sabit tut! Topa gidiyorum.”
Kokpit koltuğundan fırladığında arkasında dikilen Franc, Valero ve Penelope’ye dönerek konuştu:
“Franc, Valero, Leydim! Alt ambara gidiyoruz! Kıpırdayın!”
Tim başka hiçbir söz söylemeden koşarken duvardan bir miğfer çekip başına takmıştı. Her zaman gizli bir numarası; bir B planı olurdu ve bu planlar. İmparatorluk Donanması’nı bile şaşırtırdı.
Franc, Valero Penelope onu hemen arkalarından takip etti.
“Tim, ne halt ediyoruz biz? Ne topundan bahsediyorsun” diye söylendi Franc, Tim’in hızına ayak uydurmaya çalışırken nefes nefese verdi.
Tim omzunun üzerinden bir bakış attı
“Bu geminin dişlerini göreceksin.”
“Neden bahsediyorsun?” diye seslendi Penelope, kaşları şaşkınlıkla çatılmıştı.
Tim onları geminin alt kısmına yakın, mühürlü bir kapağa götürdü. Kapı tıslayarak açıldı ve daha önce hiç görmedikleri devasa, modifiye edilmiş bir top ortaya çıktı. Geminin ambarının loş ışığında, şık ve ölümcül namlusu parlıyordu.
“Bu,” dedi Tim, sesi gururla doluydu, “Abanozkalp’in gizli silahı. Ben ona Ejder-Geberten diyorum.”
Franc’ın gözleri büyüdü. “Ne… bu ne kadar zamandır burada? Abanozkalp’in bir yolcu gemisi olduğunu sanıyordum.”
“Uzun süredir burada ve Abanozkalp hala bir yolcu gemisi,” diye cevapladı Tim, topu en sevdiği evcil hayvanıymış gibi okşayarak. “Bu güzelliği böyle durumlar için bizzat ben kurdum.”
Derin bir nefes alarak topa baktı:
“Ama sayılı Ejder-Geberten mühimmatımız var. Topun mermileri uzayda patlıyorlar ve mini bomba parçacıkları oluşturuyorlar ve yollarına çıkan her şeyi parçalıyorlar. Ne amaçladığımı anlıyorsunuz değil mi ?”
Yargıç Valero gözlerini kırpıştırdı. “Bunu bize neden daha önce söylemedin?”
Kaptan sırıttı. “Bir grup kanun adamına gemideki kaçak gizli silahtan bahsetmek zekice değil cübbeli”
Tim, bir an bile kaybetmeden Franc’ın ayaklarının dibine ağır bir mühimmat sandığı fırlattı. “Yüklemeye başla. Sadece tek şansımız var.”
Franc çömeldi ve devasa Ejder-Geberten mermilerinden birini kollarına aldı. Fazla ağır olduğunu tahmin ettiği için sessizce çenesini sıktı ve topu doldurmaya başladı. Havadaki gerginlik gitgide büyüyordu ve gemi sürekli altı kanatlıların taciz güllelerine maruz kalıyordu. Elektro kalkanlar sağlam olmasına rağmen ne kadar dayanacaklarını bilemiyorlardı.
Tim, Penelope ve Valero’ya döndü. “Siz ikiniz ana bölme bilgisayarına gidin ve hedef koordinatlarını saptayın. O tayyareleri temizlemek için tek şansımız var ve hassas bir atışa ihtiyaç duyuyorum. Bu kask sayesinde sizi duyacağım. Ama sakın, sakın hep bir ağızdan konuşmayın. Marş marş leydim.”
Penelope bir saniye tereddüt etti, topa baktı ve sonra tekrar Tim’e döndü.
“Bu şeyin hepsini alt edebileceğinden emin misin?”
Tim miğferinin altından sırıttı. “İnan bana tatlım, -bu şey- bizim buradan çıkış biletimiz.”
Penelope yutkundu ve başını salladı, Valero’ya döndü. “Hadi gidelim Yargıç Valero.”
Penelope ve Valero koridorda koşarken, Tim ve Franc ambardaki çalışmalarına devam ettiler. Franc cephaneyi yüklemeyi bitirdiğinde top uğultuyla canlandı, içindeki güç uyanan bir canavar gibi çalışmaya başlamıştı.
“Mühimmat hazır!” diye bağırdı Franc gürültünün üzerinden.
Tim kaskını ayarladı ve Ejder-Geberten’in kontrolünü eline aldı. Hedefleme sistemi açılırken ve yaklaşan Örümcek Uçak sürüsüne kilitlenirken elleri alışılmış bir kolaylıkla hareket ediyordu.
Tim gergin ve aksi bir sesle, “Mükemmel bir zamanlamaya ihtiyacımız olacak Franc,” dedi. “Tek atış. Tek şans.”
Penelope ve Valero ana koridordaki bilgisayardan koordinatları saptamaya çabalıyorlardı. Taciz atışları bitip düşman ateşinin gerçek ilk dalgası gövdeyi sıyırırken gemi şiddetli bir şekilde sarsıldı ama onlar bu sarsılmamıştılar. ,
“Hadi, hadi… yirmi yedi derece, üçüncü paralel yörüngesi..” diye mırıldandı Valero, parmakları konsolun üzerinde uçarken.
“Buldum! Otuz iki derece ikinci paralel! Dikkatli ol Tim, altı yedi saniye içinde değişebilir” diye haykırdı Penelope, son koordinatları kilitleyerek.
“Ateş et!” diye bağırdı Valero, haberleşmeye.
Topun arkasında, Tim’in parmağı tetiğin üzerinde gezinirken bir anda durdu ve tetiği çekti. Kaskın arkasından hedefleme ekranını izliyordu, Altı kanatlıların Abanozkalp’i parçalamaya hazırlanarak bir formasyon halinde hareket ettiğini gördüğünde yutkunarak Franc’a baktı:
“Tarih yazacağız ya da tarih olacağız. İşin aslı bu cübbeli.”
Ejder-Geberten geminin içinde kükrediğinde ve sağır edici bir patlamayla çok tehlikeli bir yükü olan gülleyi uzaya serbest bırakmıştı. Küçük görünen gülle boşlukta hızla ilerliyordu ve bir an için hiçbir şey olmayacakmış gibi görünmüştü.
Ama sonra, göz yakan ışıklar ortaya çıktığında geçici bir körlük sağlayan mühimmat uzayın ortasında bir anda patladı ve altı kanatlı filosunun içinde ölümcül bir şarapnel dağılması yaşandı. Tayyareler saçılan şarapnellere dayanamamış, teker teker parçalanmaya başlamıştılar. Çok geçmeden kaba gövdeleri ve kopmuş parçaları uzayın uçsuz bucaksız genişliğinde hareketsizce kalakalmıştı.
Tim tek kolunu kaldırarak bir zafer çığlığı salıverdi, ancak savaş henüz bitmemişti. Daha fazla düşman tayyare filosu yaklaşıyordu, şanslılardı ki henüz atış alanında değildiler.
“Winso, çıkar bizi buradan, yeteri kadar zaman kazandık! Düşündüğüm hiperuzay çizgisine gelmiş olmamız gerek.” diye bağırdı Tim haberleşmeye, kendince çok tatlı bir zafer kazanmış gibi hissettiği gözlerinden okunuyordu.
Abanozkalp son bir kez öne doğru atıldı ve tayyarelerin enkazlarının yığıldığı alandan kurtuldu. Mega motorlar çalışarak Analae’ye giden hiperuzay yollarından birine giren gemiyi ulaşabileceği maksimum hıza ulaştırmıştı.
Yorumlar