Kaptan Timeolis Thorpe, parmaklarını şıklatarak elindeki dört zarı yuvarladı, küpler masanın üzerinde takırdadığında yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Düşeş. Birkaç bin markot daha cebine girecekti. Buralarda takılırken tanıştığı Jess adında simsiyah saçlı bir kız koluna yapışırken, yumuşak ama rahatsız edici bir kahkaha atarak fişleri topladı. Jess ona yaklaşarak:
“Bu akşam akıyorsun Tim” dedi, parmakları Kaptan’ın koluna doğru kaydı.
“Evet, fark ettim,” diye mırıldandı Tim, gözleri oyundan uzaklaşıyordu. Kızın -arkadaşlığından- bıkmaya başlamıştı ve Jess’in her kelimeyi ağzında yayarak söylemesinden inanılmaz rahatsız oluyordu.
Tam o sırada, üç figür kumarhaneye girdi, kalabalığın arasından sanki oraya ait değillermiş gibi geçtiler. Tim’in, odak noktası oyundan yeni gelenlere kayıvermişti. Müdavimler gibi görünmüyorlardı-onlarda çok… amaçlı bir şey vardı.
“Şunları görüyor musun, sanki bir yerlerden gözüm ısırıyor, adamın yüzüne bir baksana ?” diye sordu Tim, solunda oturan ve oyunu izleyen eski arkadaşı Urrelia’lı Winso’ya doğru eğilerek.
Winso gözlerini kıstı, sonra gözleri büyüdü. “Olaya bak! Bunlar, buraya getirdiğimiz Yargıç Valero ve ahbabın Franc… ama kızı tanımıyorum. Zar atmak için gelmişe benzemiyorlar.”
Tim’in gözleri kısıldı. “Öyle mi?”
Jess onlara yaklaşmaya çalışıyordu ama Tim sinirlenerek aniden ona döndü. “Gidip bize içecek bir şeyler getirir misin, Jess,” diye çıkıştı, ardından bir sineğe sallıyormuş gibi el sallayarak onu uzaklaştırdı.
Jess, Kaptan’ın ses tonundan irkilerek gözlerini kırpıştırıp bara doğru sessizce uzaklaştığında Winso, Valero ve Franc’a el salladı. İki adam gözleri kalabalık kumarhaneyi tararken biraz farklı görünüyordu, sanki… çok fazla şey görüp geçirmiş gibiydiler. Yanlarındaki altın kumral saçlı güzel genç kadın da -her kimse- sert görünüyordu. Tim, Franc ve Valero ile el sıkıştı, ikisi de onu görünce gözle görülür şekilde rahatlamıştı. Jess’ten kaçınmak için köşedeki daha sessiz masaya yerleştiklerinde, yargıçların ağızları kulaklarına varmıştı, her ikisi de sonunda kaçış biletlerini, müthiş bir şansla bulduklarına inanıyorlardı. Penelope ise oturduğunda daha temkinli bir şekilde Kaptan’ın elini sıkmaktan başka bir şey yapmadı.
Franc coşku ile “Kaptan! Seni görmek ne güzel!” dedi.
“Yolumuzu kaybettiğimizi düşünmüştük ama kaderin başka planları varmış gibi görünüyor,” diye ekledi Valero sırıtarak, kendisi gibi yaşlı bir bürokrat için alışılmadık bir şeydi bu.
Tim, sandalyesine yaslanarak sırıttı. “Yıpranmış görünüyorsunuz beyler ama böyle bir yerde tanıdık yüzler görmek bana da iyi geldi. Peki… buradaki güzel hanım kim?”
Adam kaşlarını kaldırarak Penelope’ye gülümsediğinde genç kadın öne çıktı, varlığı hem otoriter hem de her zamanki gibi zarifti.
“Ben Leydi Penelope Sybille D’Artheus. Sizinle tanıştığıma memnun oldum, Kaptan.”
Tim bir kaşını kaldırdı, sonra abartılı bir şekilde şövalyelik taklidi yaparak ayağa kalkığ eğildi.
“Ah leydim! Varlığınızla bizi onurlandırmanız ne kadar da asil bir davranış. Görüyorsun ya, ben sadece sıradan bir kumarbazım. İşinize yarar mıyım bilemiyorum.” Eğilmesi birkaç kumarbazın kötü bakışlarına sebep olmuştu.
Penelope kaptanın sözlerine gözlerini devirdi, yargıçlar bu çocuksu adamı nereden, niçin tanıyorlardı ki ?
Franc gülümseyerek Penelope’ye döndü.
“Dostumuz Timeolis Thorpe, dürüst bir kaptan. Daha önce yaptığı gibi bize yardım edebilir.” dedi, coşkusu taşarak.
Winso kaşını kaldırdı, şaka ile karışık:
“Şimdi… dürüstlük biraz şüpheli. Ama sanırım kazanırken dürüst davranıyor.”
Penelope boğazını temizleyerek dikkatlerini çekti, şakalaşmalardan hoşlanmamıştı.
“Timeolis, dinle bak. Haberin var mı bilmiyorum ama bugün sarayda bir dava vardı—kanlı bir dava—, rejimin müdahalesi yüzünden eniştem birçok insanla birlikte öldürüldü ve biz zor kurtulduk. Olayların tüm kayıtları elimde, onları buradan çıkarıp Analae’ye götürmem gerek. İmparatorluk peşimizde ve senin yardımına ihtiyacımız var.”
“Tamam anladım,” diye sözünü kesti Tim, elini umursamazca sallayarak. “Benden tam olarak istiyorsun ?”
Penelope pilota daha da yaklaştı, sesini bilinçli bir ajitasyon ile doluydu, Thorpe bunu fark etmişti ama sesini çıkarmamayı tercih etti.
“Bir gemiye ihtiyacımız var ve şu an bizi bu gezegenden çıkarabileceğine güvendiğimiz tek kişi sensin. Lütfen, çaresiz durumdayız.”
Tim sandalyesine geri yaslandı, Leydi Penelope’yi incelemek için bir an dururken gözleri hafifçe kısıldı. Güzeldi, şüphesiz—güzelliğinde bir keskinlik, gözlerinde dikkatini çeken belli bir ateş vardı. Dengeliydi… içinde bulundukları karmaşaya rağmen neredeyse hala elegant olabilmeyi başarabiliyordu. Genç kadında bir şekilde iyi, doğru olan bir şey vardı. Sadece görünüşü değil, aynı zamanda kendini taşıma şekli de; kararlı, odaklanmış ve son derece inatçıydı. Bunu yüksek sesle itiraf etmese de onu meraklandırıyordu.
Kısa bir an için Tim neredeyse ona sempati duyacaktı, azmine hayran kalmıştı. Ancak iş işti.
“Tamam,” dedi sonunda sessizliği bozarak. “Ama bunu bedavaya yapmayacağım. “Önceki… uygunsuz davranışlarım için İmparatorluktan af ve gemim Abanozkalp’in tam yasal mülkiyetini istiyorum, kayıtlarda şu an sadece yarısı bana ait diye geçiyor. Ne diyorsun ?”
İstediği şeyin bedelini bilerek gülümsedi, keskin bakışlarını tekrar Penelope’nin yüzüne çevirdi ve tepkisini bekledi. Penelope ise ne söyleyeceğini çok iyi bildiğinden ikna edici darbeyi indirmeye hazırdı:
“Eğer buradan sağ kurtulabilirsek halamla konuşabilirim, o bir senatör. Affı ve gemiyi güvence altına almana yardım edebilir. Analae’de sana verilecek ödülü saymıyorum bile.”
“Anlaştık,” diye cevapladı Tim, dudaklarında bir sırıtma belirdi. “Unutmayın, hayır işi yapmıyorum leydim.”
Winso sırıtarak araya girdi ve Thorpe’a destek için, “Bence buna değer ahbap! Birkaç yolcuya karşılık bütün bunlar çok cömertçe, leydi işini biliyor.” dedi
Franc, kalbi hızla çarparak Penelope’ye gergin bir şekilde bakarken eski ahbaplarına döndü.
“Tim, zaman kaybedemeyiz. İmparatorluk sıkıyönetim ilan etti—”
“Sıkıyönetim mi?” Tim’in ifadesi sıradan bir kayıtsızlıktan endişeye dönüşerek. Aksi bir şekilde etrafa bakarak ellerini kaldırdı ve yine kumarbazların dikkatini çekti, sesini alçaltarak:
“Bana sıkıyönetim ilan edilmiş gezegeninden kaçacağımı mı söylüyorsun?”
“Başka seçeneğimiz yok,” diye ısrar etti Valero. “Zamanımız tükeniyor. Avlandık.”
Tim ayağa kalktı, volta atıyordu. “Bak, sizi sevmeye başlamıştım ama bu… bu benim için fazla. Çok riskli!”
Tam o sırada, kumarhanede gürültülü bir patlama oldu. Ellerinde bomba atıcılar taşıyan iki maskeli Zwardher girişten içeri adımlarını attıklarında müşterilerin çığlıkları körüklenmişti. Kumarhanede, kaçışanlar yere yatanlar ve devrilen masala ile tam bir curcuna başlamıştı,
Tim çaresizlikle etrafına bakıp bir çıkış yolu arıyordu. Franc’ın kendisine hayal kırıklığı dolu bakışını fark edince krom tabancasını çıkararak gruba döndü.
“Lanet olsun! Tamam, tamam! Yardım edeceğim ama kurtulduktan sonra o affı alsam iyi olur.”
Penelope başını salladı ve hemen ayağa kalktı
“Teşekkürler Kaptan… Nereden çıkıyoruz ?”
Tehdit yaklaşırken çabuk hareket etmeleri gerekiyordu. Zwardherler bütün kumarhaneyi kapalı maskelerinin altındaki gözleri ile taramaya başlamıştı bile.
Tim, Winso, Valero, Franc ve Penelope, Kaptan’ın önderliğinde kalabalığın arasından acele ile geçerek, tabiri caizse kalabalığı yararak ilerlediler. Onlar devam ederken, silahsız tek kişi olduğu için Penelope’nin kalbi hızla çarpıyordu, bütün bu curcunanın asıl hedef olarak kendisi ve taşıdığı veri yüzünden gerçekleştiğini anlamıştı. Zwardherler tarafından takip edildikleri sırada arkalarındaki kalabalığın açılıp birçok kumarbazın yere yatması ile güçlü bir lazer ateşi fırtınası başlamıştı. Kumarhanede çığlıklar had safhadaydı
“Sakın durmayın!” diye seslendi Tim, neredeyse yok edilemez zırhlar içindeki ilerleyen figürlere bakarak. Krom tabancasını doğrultup, onları yavaşlatmak için ateş etti, ancak enerji parçaları bu maskeli figürlerin sadece üzerlerinden sekmiştiı. Tim bunun üzerine istemsizce yüzünü ekşiterek arkasını döndü ve tüm hızıyla koşarak diğerlerine yetişti.
Arka giriş katına ulaştıklarında, iki süper asansörle karşılaştılar. Tim seçeneklerini hızla değerlendirek:
“Ayrılmamız iyi olur. Onların kafasını karıştırmamız lazım, Ben leydi ile çatıya çıkarım. Üçünüz aşağı inin. Abanozkalp karşı hangarda. Kumarhane’nin altındaki Altın Yaban Köprüsü’nün başında buluşuruz. Oradan da hangara geçeriz . Winso arkanızı kollar.”
Penelope’nın gözleri korkuyla kocaman açılmıştı. başını iki yana sallayarak:
“Kaptan, sen iyi misin ? Bu çılgınlık! Çatıda hemen katlediliriz. Korunabileceğimiz bir siper yok ve bir mil öteden kabak gibi görünürüz! Hem çatıya çıkarsak nasıl ineceğiz ki!”
Tim bakışlarını onun gözlerine dikti, belli olan tek şey kendinden emin olduğuydu.
“Bir planım var leydi, bana güven. Onları şaşırtacağız. Bir kaydın peşindeler demiştin değil mi ? Şimdi kaydı Franc’a ver, böylece köprüde peşlerine daha az insan takılır ve kayıt güvende olur.”
Franc, içinde bir kaygı dolaşırken konuşmaya dahil oldu. “Ya görülürsek? Bir arada kalmalıyız!”
“Leydinle ben ilgilenirim evlat. Hadi gidin şimdi!” Tim ısrar etti, sesi ilk kez sert çıkmıştı. “Dikkatlerini dağıtacak bir şey yapacağız. Siz üçünüz sadece gemiye ulaşmaya odaklanın. Orada buluşuruz. Bana güvenin.”
Penelope isteksizce ve korkuyla Tim’e, sonra Franc’a baktı. Kayıt cihazını cebinden çıkarıp genç yargıca uzattı.
“Her şeyi değiştirmenin tek yolu bu, unutma.”
Franc cihazı aldı, ellerinde umutlarının ağırlığını hissetti. “Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım Majeste.”
Penelope Thorpe’un girmek için beklediği asansöre adımını atmadan önce Kaptan Franc’a bakarak bir baş selamı verdi:
“Diğer tarafta görüşürüz, Franc.”
Ayrılmadan önce Penelope son kez Franc’a dönüp eğildi ve genç yargıcın asla unutamayacağı bir şey yaparak bir anda onu yanağından öpüvermişti. Hareketin şefkati pilotların şüpheli, Valero’nun şaşkın bakışları ile karşılaşmasına rağmen Franc’ın açık bir heyecanla, saniyeler içinde hemen arkasını dönüp geriye bakmadan asansöre, amcası ve Urrelia’lı pilotun yanına koşmasına sebep oldu. Genç adam ne hissettiğini bilmiyordu ve bu anlamadığı ve üzerine düşünmek istemediği bir şeydi.
Bununla birlikte Tim ve Penelope çatıya çıkan asansöre doğru bindiler, diğer üçü çoktan gitmişti bile.
Yorumlar