Kasabamız, dağların rüzgârıyla nefes alır, ırmağın sesiyle uyanırdı. Burada hayat, annemin şefkatli ellerinde yoğrulmuş ekmek kadar sıcaktı, abilerimin kahkahaları kadar güven doluydu. Çocukluk, bir ağacın gölgesinde serilip geçen bir rüya gibiydi. Fakat o rüyanın içindeki sessizlikte, fırtınanın ayak seslerini duymamak mümkün değildi.
Kuzey’in orduları, Güney sınırlarımızı paramparça ederken, her gece ateşin başında duyduğum tek isim vardı: Zalim Lord. Kasabalılar, bu ismi ürpertiyle fısıldardı; bir lanetin sesi gibiydi adeta. O, ne bir insan ne de bir askerin hayal edebileceği biriydi; acımasızlığını anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalırdı. Onun öncülük ettiği ordular, geçtiği her yeri ateş ve kanla mühürlerdi.Bu dehşetin gölgesi kasabamıza kadar uzandı. Her gün, dualarımızda sadece bir şey dilerdik: Onun orduları kapımıza gelmesin, kasabamız onun gözünden uzak kalsın. Ama bu dualar, kışın ilk rüzgârına karşı söylenen naif kelimeler gibiydi. Boşunaydı.
Bir gün korkumu abilerime açtım. Büyük abim, omzuma elini koydu, gözlerinde bir aslanın cüretiyle, “Seni korurum,” dedi. Fakat o an, içimdeki huzursuzluk dağılmadı. Çünkü abim ne kadar cesur olursa olsun, Zalim Lord’un karşısında insanın kendini ne kadar savunabileceğini bilmiyordum. Bir ejderin gölgesinde, bir çocuğun cesareti ne kadar hüküm sürebilirdi?
O sabah uyandığımda, içimde bir huzursuzluk vardı; bu günün, diğer günlerden çok farklı olacağını hissediyordum, fakat bu hisse aldırmadım. Annem, sıcak bir gülümsemeyle kahvaltıya çağırdı. Ailemin etrafında neşeyle geçirdiğim o an, birdenbire gökyüzü gri bir örtüyle kaplandı; yağmur bulutları, kasabamı sarmalayarak karanlığın habercisi oldular. Ve henüz ne olduğunu anlamadan, kasabanın diğer ucundan çığlıklar yükselmeye başladı. Bir haykırış, kalbimin derinliklerine saplandı; “Zalim Lord burada!” dedim içimden.
Annem ve abilerim, savaşın sonunda kasabamıza geldiğini fark ettiklerinde, bir korku içinde saklanmaya karar verdiler. Ama nasıl bu kadar hızlı ilerlemişlerdi? Henüz düşüncelerimi toparlayamadan, havadan bir ok fırladı ve anneme isabet etti. Aniden, annem yere düştü; acı dolu çığlıkları, ruhumu saran bir karanlık gibiydi. Abilerim, hemen anneme doğru koştu, fakat gözlerim, karşımızda beliren o korkunç figüre takılı kaldı: Zalim Lord, aramızda çok az bir mesafe vardı.
“Beni burada bırakın,” dedi annem, “Sizin yaşamanız gerek, ben onları yavaşlatacağım.” Ve zorda olsa, annemi orada bırakarak kaçmaya başladık. Bir gün içinde her şeyin nasıl böyle sona erdiğini, nasıl bu kadar hızlı olduğunu düşünürken, büyük abim, “İki evin arasında saklanabiliriz, etraf sakinleşince kaçarız,” dedi. Eline kılıcını alırken, ortanca abimin eline bir hançer sıkıştırdı. “Bunu kendini korumak için kullan,” dedi.
İki evin arasında sessizce beklerken, içimde bir korku büyüyordu; her an bir şeyin bizi izlediği hissi, kalbimi sıkıştırıyordu. Zalim Lord ve adamları yanımızdan geçerken, bizleri görmemiş gibiydiler; fakat birden, Zalim Lord, adamlarına seslendi: “Kimsenin hayatta kalmasını istemiyorum! Her yeri karış karış arayın!” Bu sözler, kanımın donmasına sebep oldu.
Büyük abim, dayanamadı; elindeki kılıçla, yanımıza yaklaşan Zalim Lord’un askerine bir darbe indirdi. Asker yere yığılırken, korkunun kollarında sıkışmıştık. Ne olduğunu bile anlamadan, çevremiz iki düzine adamla sarıldı; hepsi, dev gibi heybetli figürlerdi. Abilerimin gözlerinde bir umutsuzluk gördüm. O an, aralarından biri adım attı; Zalim Lord’dan başkası değildi. Gözleri, kırmızı bir ateş gibi parlıyordu.
Bize doğru yaklaşırken, büyük abim dayanamadı; kılıcıyla onun üzerine haykırarak koştu. Tam kılıcını indirmek üzereyken, Zalim Lord, onun elini bir hamlede tuttu. Suratına baktığında, “Yazık oldu,” dedi; bu sözlerin ağırlığı, ruhumda bir derin yara açtı. Ve aniden, büyük abimin karnına kendi kılıcını sapladı, boynundan geri çıkardı. Abim, acı içinde çığlık atarken, içimde bir ses fısıldıyordu: “Galiba bugün öleceğim.”
Zalim Lord’un adamları kahkahalar atmaya başladı; fakat büyük abim, bizi kurtarmak için direndi. Ölmeden önce, Zalim Lord’un kılıcını kavrayarak lord’u devirdi. Lord, bir an duraksadı; çevresindeki adamlar şaşkınlıkla ona bakarken, kılıcını alıp büyük abimin kellesini boyundan ayırdı.Ortanca abim, benim elimi sımsıkı tutarak evlerin arkasından kaçmaya başladı. “Sakın arkana bakma,” dedi. Belki de Zalim Lord peşimizden gelmiyordu. Ormana kaçtık; orada, ortanca abimde bulunan erzakları yedik ve kamp kurduk. İşte bu anı, asla unutamayacağıma eminim. Zalim Lord’un sonu, benim elimden olacak!
-DEVAMI SONRAKİ BÖLÜMLERDE-
Yorumlar