6. BÖLÜM GOBLİN ÇUKURU!

130 0 2 Eylül 2024

Çukurdan aşağı doğru düşerken, içimdeki korkunun yerini çaresiz bir kabulleniş almıştı. Ancak, şans mıydı yoksa bir lanet mi bilemiyorum, çukur beklediğim kadar derin değildi. Yere çakıldığımda bacağımın üzerine düştüm, acı hemen kendini gösterdi; bacağım incinmişti. Dişlerimi sıkarak etrafıma bakındım. Çukurun çevresi ürpertici bir sessizlikle sarılmıştı, sadece birkaç küçük delik gözüme çarpıyordu. Bu deliklerin içinde parlayan kırmızı gözler bana dikilmişti, sanki karanlığın içinden izleniyordum.

Gölgelerin içinde kaybolmuş gibi duran o derin çukurda, karanlık üstüme çökmüştü. Yerdeki iskeletler, yaşanmamış hayatların birer yankısı gibi etrafımı kuşatırken, keskin bir nefretle yanan kırmızı gözler karanlıktan bana bakıyordu. Acıyla inleyen bacağımın her adımda titrediğini hissediyordum ama zihnimde yankılanan tek şey, ejderhaya duyduğum bitmek bilmeyen intikamdı. O an her şey anlam kazanmıştı: Ailemin hatırası, ejderhanın pençeleri altında yok olmuş şehir… Şimdi bu lanetli yerde hayatım için savaşmam gerekiyordu.

Gölgelerin içinden bir homurtu duyuldu ve gözleri kanla parlayan goblinler yavaşça ortaya çıkmaya başladı. Kılıcımı kaldırdım, yaralı bedenimin ağırlığı altında titreyen ellerime hükmederek dimdik durmaya çalıştım. Onlara zayıf olmadığımı göstermek zorundaydım; aksine, ben bu karanlığa hükmedecek bir savaşçıydım. Fakat bu oyunun uzun sürmeyeceğini biliyordum. Goblinler sürüler halinde saldırmak için bekliyorlardı.

İlk hamlelerini yaptıklarında, içimdeki tüm korkuyu ateşe verdim ve öfkemi silahıma dönüştürdüm. Bir savaş narası attım, bu ses derin çukurun taş duvarlarında yankılandı. İntikamımın gücüyle kılıcımı ilk gobline savurdum, çelik etini biçerken gövdesi havada parçalandı, kafası karanlığın içinde kayboldu. Ancak bu, sadece başlangıçtı. Geridekiler daha vahşi, daha kararlıydı.

İkinci goblin, üstüme atıldığında hızlı bir hamleyle yana doğru kaçtım, bacağım her ne kadar isyan etse de zihnimde tek bir düşünce vardı: Savaş ve hayatta kal. Yana kaçarken belimdeki kısa hançeri aldım ve hızla fırlattım. Hançer, havada bir ok gibi süzülerek hedefini buldu. Goblin yere yığılırken, öbürlerinin adımları yaklaşıyordu. Zaman daralıyordu, kan kokusu, savaşı daha da vahşi bir hale getiriyordu.

Her bir saldırıda bedenimin yorgunluğunu daha fazla hissediyordum, ama her adımda, her hamlede içimde yükselen bir başka güç vardı. Ailem, onların acısı, o anılarda yitip giden huzur, tüm bunlar beni ayakta tutuyordu. Bir goblin daha üstüme fırladı, bacağımın acısına aldırmadan ani bir kılıç darbesiyle onu yere serdim. Ardından diğerini, sonra bir diğerini… Sanki her öldürdüğüm goblinle birlikte içimdeki ateş daha da harlanıyordu.

Zaman artık kavranamaz bir hale gelmişti; saniyeler saatler gibi, saatler bir an gibi geçiyordu. Karanlıkta ölüm ve yaşam arasında asılı kalmıştım. Ama bir şekilde, sayıları azalmıştı. Bedenimde açılan küçük yaralar beni zayıflatsa da, ayakta kalmayı başardım. Etrafımda yalnızca goblinlerin cesetleri vardı artık. Çukur sessizdi, ama ben hâlâ hayattaydım.

Şimdi tek bir soru kalmıştı: Bu lanetli çukurdan nasıl çıkacaktım? Gözlerimi yukarıya çevirdim; karanlık gökyüzüne uzanan bu dipsiz çukurun duvarları, sanki umutsuzluğun birer yankısı gibiydi. Ama içimde bir ışık, her şeye rağmen parlamaya devam ediyordu. Görevim daha bitmemişti, ve ejderhaya karşı olan intikamım beni dışarıya çıkaracaktı.

Bu karanlıktan çıkmanın bir yolunu bulacak, sonra da ejderhaya karşı olan nihai savaşıma hazırlanacaktım. İçimde bir fısıltı gibi yankılandı: “Daha bitmedi.”

Derin ve karanlık çukurda, etrafımı saran ölümün ağır kokusu içinde kendime geldiğimde, çevremdeki cesetlerin öyküsü açığa çıktı. Buraya düşenlerin basit bir kaza sonucu değil, goblinlerin acımasız pençesinde hayatlarını yitirdiğini fark ettim. Karanlığın içinde kaybolmuş bu insanların sonları, benim kaderime de aynen yansıyan bir ibret levhasıydı.

Zihnimde umut ışığı bir kıvılcım gibi yanmaya başladı. Belki de gökyüzüne ulaşmanın bir yolu vardı; goblinlerin gelmiş olduğu dar delikten geçerek, belki özgürlüğü bulabilirdim. Delik daracık ve sıkışık görünüyordu, fakat başka bir seçeneğim yoktu.

Ellerim ve kollarım, zorlanmış ve acı içinde olsa da, bu çıkışa ulaşmak için tüm gücümü kullandım. Taşların pürüzlü yüzeyi bedenimi yara bere içinde bıraktı, ama vazgeçmedim. Yol gittikçe daraldı; tünelin içinde sürünürken, her bir hareketim karanlığa karşı bir direniş gibi geldi.

Saatler süren bu amansız mücadeleden sonra, nihayet bir ışık parıltısı karşıma çıktı. Gözlerim parlayan o ışığı arzulayarak gördü, tıpkı bir umudu yakalamak ister gibi. Güneş ışığının kıvılcımı, özgürlüğü vaat eden bir umut ışığıydı. Ancak bu umut, gökyüzüne açılan kapının hemen önünde, karanlığın içinde dev bir gölgeyi barındırıyordu.

Gökyüzüne ulaşmanın önündeki bu engel, bir goblin lideriydi. O, diğer goblinlerden çok farklı, ihtişamlı ve korkutucu bir varlıktı. Devasa cüssesiyle, derin yaralar ve yaşanmışlıkları gözlerinde taşıyarak önümde duruyordu. Karanlığın içinde bir dağ gibi yükseliyor, ellerindeki mızrakla kurtuluşumun önünde bir set oluşturuyordu.

O ışığa kavuşmak için, bu karanlık varlığı devirmem gerekiyordu. Gökyüzüne açılan o parıltılı çıkış, sadece bu dev yaratığı yenerek benim olacaktı.

Goblin liderinin korkunç varlığı. O an, gözlerindeki öfkenin ışığı, üzerine bulaşmış goblin kanlarını gördüğünde daha da belirginleşti. Lider, üzerimdeki kanı fark ettiğinde, suratında bir öfke parıltısı belirdi ve tüm kudretiyle üzerime doğru atıldı. Mızrağını, sanki dünyayı sarsacak bir güçle, üzerime çevirdi.

Yana doğru hızla yuvarlandım, ama acı içinde titreyen sol serçe parmağım ve sol yüzük parmağımın kesildiğini fark ettim. Mızrak, beni hedef alarak benden bazı ayak parmaklarımı koparmıştı. Dışarıya püsküren acı çığlıklarım, goblin liderinin suratında korkunç bir sırıtış ve kahkahalarla karşılandı.

Ancak içimdeki öfke, intikam ve kaybedilen ailemi hatırlayarak, bu acıyı bastırmayı başardım. Derhal harekete geçtim; goblin liderinin bacağına doğru zıplayarak hançerimle ona sıkı sıkı tutundum. Liderin paniklediğini, çırpınarak benden kurtulmaya çalıştığını gördüm.

Beni üzerinden atmak için çığlıklar atarken ve ellerini sağa sola savururken, ben de son bir çabayla kılıcımı tekrar kavradım ve liderin omzuna tırmandım. Kesici darbeyi indirirken, kılıcım bir an durdu. Goblin liderinin kellesini kesmeye başaramadım ama büyük bir hasar verdim. Goblin, son bir direnişle bana karşı koyarak beni düşürmeye çalıştı, ancak içimdeki öfkeyi, intikam hırsını ve ailemi düşünerek son bir hamle yaptım.

Düşerken, kılıcımı boynuna delicesine indirdim ve lider, nihayet can verdi. Gökyüzündeki ışık huzmesinin geldiği yeri incelediğimde, orada bir halat gördüm. Halatı kullanarak yukarıya tırmandım ve nihayet özgürlüğüme kavuştum.

Üstümdeki kan ve yaralarla etrafa baktığımda, karşımda terkedilmiş bir köyün kuyusundan çıkmıştım. Yıllar boyunca bu goblinlerin, bu köyün insanlarını yemiş olduğu gerçeği karşıma çıktı. Her şeyin bittiğini düşündüğümde, bir yerleşkeye gidip yaralarımı sarmam ve krallığa geri dönmem gerektiğini biliyordum. Ve Tanrı’nın Gözü sayesinde, bu ejderhayı öldürmeye bir adım daha atmış oldum.

-Devamı sonraki bölümde- 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla