XI. Çörekleri Kim Çaldı?

42 0 6 Eylül 2024

Mahkeme salonuna girdiklerinde, Kral ve Kraliçe tahtlarına kurulmuşlardı; çevrelerine de türlü türlü küçük kuş ve hayvanla bir deste iskambil toplanıp yığılmıştı. Önlerinde, iki yanında birer nöbetçi askerle, elleri kelepçelenmiş Yürek Oğlanı duruyordu. Kral’ın yanı başında da bir elinde kıvrılmış bir kâğıt, öbür elinde de bir borazan tutan Beyaz Tavşan vardı. Mahkeme salonunun tam ortasında, üzerinde koca bir tabak dolusu çörek duran, bir masa bulunuyordu. Görünüşleri o kadar nefisti ki bakarken Alice’in ağzı sulandı, kendi kendine ”Şu mahkeme bitse de sıra yiyip içmeye gelse!” diye düşündü. Ama şimdilik böyle bir şey olacağa pek benzemiyordu, onun için Alice de vakit geçsin diye çevresine bakınmaya başladı. 

Bundan önce hiç mahkemede bulunmamıştı, ama kitaplardan bir şeyler öğrenmişti: orada bulunan hemen her şeyin adını bildiğini görünce pek hoşlandı. ”Şu yargıç olmalı” diye düşündü, ”Çünkü başında takma saçları var.” 

Yargıç Kral’dı. Pudralı perukasının üzerine tacını giymişti (ne biçim giydiğini görmek istiyorsanız kitabın başındaki resme bakın), onun için hiç rahata benzemiyordu; zaten yakışıksız da kaçmıştı. 

Alice kendi kendine ”Şu da yargıcılar bölümü” dedi. ”Şu on iki yaratık da” (”Yaratık” demek zorunda kalmıştı, çünkü içlerinden kimi hayvandı, kimi kuş) ”yargıcılar kurulu olsa gerek.” Bu son sözleri, böbürlenerek, iki üç kez yineledi. 

Çünkü ”Benim yaşımda bunun anlamını bilen kız az bulunur!” diye düşünüyordu (yalan da değildi); neyse ”yargıcılar kurulu üyesi” dese de olurdu ya. 

On iki kurul üyesi taş tahtalarının üzerine harıl harıl bir şeyler yazıyorlardı. Alice Ejder’e ”Bunlar ne yazıyor böyle?” diye fısıldadı. ”Daha yargılama başlamadı ki, bir şey yazsınlar.” 

Ejder yavaşça yanıtladı: ”Mahkeme sonunda belki unuturuz diye adlarını yazıyorlar.” 

Alice, hoşlanmadığını belli ederek, yüksek sesle ”Aptallar!” diye söze başlamıştı ki hemen sustu; çünkü Beyaz Tavşan ”ses yok!” diye haykırmış, Kral da gözlüklerini takarak kim konuşuyor diye çevresine bakınmıştı. 

Alice, yargıcıların omuzları üzerinden bakıyormuş gibi, taş tahtalarına ”Aptallar!” diye yazdıklarını görüyordu. Hatta içlerinden biri ”aptal” sözcüğünün nasıl yazıldığını bilmiyordu da yanındakine sordu. Alice ”Daha mahkeme bitmeden tahtaları çorbaya dönecek!” diye düşündü. 

Yargıcılar Kurulu üyelerinden birinin kalemi çok kötü cızırdıyordu. Alice’in içi gıcıklandı, buna hiç dayanamazdı, çevreden dolaşıp üyenin arkasına geçti ve bir sırasını getirip kalemini kapıverdi. Bu işi öyle el çabukluğuyla yapmıştı ki zavallı üye (o da kertenkele Bill’miş) kaleminin nereye gittiğini bir türlü anlayamadı, boş yere aranıp durduktan sonra artık bir parmağıyla yazmak zorunda kaldı; ama bu da bir işe yaramadı, çünkü tahta üzerinde iz miz kalmıyordu. 

Kral ”Çağırıcı, suçlamayı oku!” diye Beyaz Tavşan’a buyurdu. 

Bunun üzerine, Tavşan borazanını üç kez öttürdü, sonra elindeki tomarı açarak şunları okudu: 

”Yürek Kraliçesi oturup bir yaz günü Âlâ çörekler yaptı: 

Öyle bir göz koymuştu ki Yürek Oğlanı Ne var ne yoksa kaptı!” 

Kral yargıcılar kuruluna dönerek ”Hadi yargınızı verin” diye buyurdu.. 

Tavşan telaşla Kral’ın sözünü keserek ”Daha değil, daha değil!” dedi ”ondan önce görülecek çok iş var!” 

Kral, ”İlk tanığı çağır bakalım!” dedi; Beyaz Tavşan borazanını üç kez öttürerek bağırdı, ”Birinci tanık!” 

İlk tanık Şapkacı’ydı. Mahkemeye bir elinde çay fincanı, ötekinde tereyağlı ekmekle gelmişti. ”Bunları birlikte getirdiğim için bağışlayın Kral Hazretleri” diye söze başladı ”fakat beni 

çağırmaya geldikleri vakit çayımı henüz bitirmemiştim.” Kral ”Bitirmeliydin!” dedi. ”Ne zaman başladındı?” 

Şapkacı, Tarla Faresi’yle kolkola girip Adliye’ye kadar arkasından gelen Mart Tavşanı’na bir baktı ve ”Yanılmıyorsam Mart’ın on dördünde” diye yanıtladı. 

Mart Tavşanı ”Hayır on beşinde” dedi. 

Tarla Faresi de ”Yok yok, on altısında” diye ekledi. 

Kral yargıcılan kuruluna ”Bunları yazın!” dedi, onlar da kalemlerine sarılıp üç tarihi tahtalarına geçirdiler, sonra hepsini toplayarak yanıtı lira kuruş olarak buldular. 

Kral Şapkacıya ”Şapkanı çıkarsana!” dedi. Şapkacı “Benim değil ki!” diye yanıtladı. 

Kral yargıcılar kuruluna dönerek ”Çalınmış!” diye haykırdı; onlar da bu noktayı kayda geçirdiler. 

Şapkacı derdini anlatmaya çalışarak ”Hayır efendim, satmak için yapmıştım. Kendi şapkam yoktur. 

Ben şapkacıyım” dedi. 

Sözün burasına gelince Kraliçe gözlüklerini takarak kızarıp bozaran Şapkacıya kötü kötü baktı. Kral ”Bildiklerinizi anlatın, telaşlanmaya kalkmayın, yoksa hemen boynunuzu vurdururum” dedi. 

Bu sözler tanığı hiç de yatıştırmadı; zavallı durmadan ayak değiştiriyor ve endişeyle Kraliçe’ye bakıyordu; şaşkınlığından tereyağlı ekmekten ısırıyorum diye çay fincanını ısırarak yanından koca bir parça kopardı! 

Tam bu sırada Alice kendinde bir tuhaflık hissetti, ne oluyorum demeye kalmadan yine büyümeye başladığını fark etti; önce kalkıp mahkemeden çıkmayı düşündü, ama sonra oturacak yer bulduğu kadar kalmaya karar verdi. 

Yanında oturan Tarla Faresi ”Ayol ne sıkıştırıyorsun öyle, zor soluk alıyorum” dedi. Alice çekinerek ”Ne yapayım, elimde değil ki, büyüyorum işte” dedi. 

Tarla Faresi ”Burası büyünecek yer değil” dedi. 

Alice biraz cesaretlenerek ”saçmalama!” dedi, ”Sen de pekâlâ büyüyorsun işte.” 

Fare ”Evet ama ben büyürken öyle senin gibi aşıp taşmıyorum ki” dedi; sonra suratını asarak yerinden kalktı, salonun karşı yanına geçti. 

Bunlar olup bittiği kadar Kraliçe Şapkacıdan gözünü ayırmamıştı, tam Fare karşı yana geçerken mahkeme görevlilerinden birine ”Geçen konserde şarkı söyleyenlerin adlarını getirin bana!” diye buyurdu; bunun üzerine Şapkacı öyle bir titremeye başladı ki pabuçlarının ikisi de ayağından fırladı. 

Kral kızgın kızgın ”Haydi, anlat!” dedi ”Yoksa, ister telaşlan, ister telaşlanma, boynunu vurdururum.” 

Şapkacı titrek bir sesle söze başladı: ”Ben zavallı bir adamım, Kral hazretleri!” dedi. ”Çaya henüz başlamıştım… Bir hafta ya var, ya yok… Sonra hem tereyağlı ekmek azaldı… hem çay çıtırdadı…” 

Kral ”Ne çıtırdadı?” diye sordu. 

Şapkacı ”Önce çay” diye yanıtladı. Kral sert sert ”Çay elbette Ç’yle başlar, sen beni aptal yerine koyuyorsun galiba! E, sonra?” dedi. 

Şapkacı yine söze koyuldu: ”Ben zavallı bir adamım… Ondan sonra her şey çıtırdar oldu… 

Yalnızca Mart Tavşanı dediydi ki…” 

Mart Tavşanı telaşla Şapkacı’nın sözünü keserek ”demedim!” diye bağırdı. Şapkacı yanıtladı: ”Dedin işte!” 

Tavşan ”Hayır diyorum!” dedi. 

Kral “Hayır diyor, o bölümü geç” dedi. 

Şapkacı ”Şey, öyleyse Tarla Faresi dediydi” diye söze başladı, sonra, acaba o da yadsıyacak mı diye endişeyle dönüp Fare’ye baktı, ama o hayır filan demeye kalkmadı, çünkü derin bir uykuya dalmıştı. 

Yargıcılardan biri ”Peki, Tarla Faresi ne dedi?” diye sordu. Şapkacı ”Bilmem, anımsamıyorum” dedi. 

Kral uyardı ”Anımsamalısın, yoksa boynunu vurdururum!” 

Zavallı Şapkacı korkudan çay fincanını, tereyağlı ekmeği elinden düşürdü; diz çökerek ”Ben zavallı bir adamım, Kral Hazretleri” diye yalvarmaya başladı. 

Kral ”Onu bilmem ama herhalde konuşmaktan yana pek zavallısın” dedi. 

Sözünün burasında kobaylardan biri alkışlamaya kalktı, ama mahkeme görevlileri hemen susturdular. (Belki anlaşılmaz diye size bunun nasıl yapıldığını anlatıvereyim. Ellerinde, ağzı sicimle büzülen, yelken bezinden bir çuval vardı. Domuzu, baş aşağı bunun için soktular, sonra çıkıp üstüne oturdular.) 

Alice ”Bunun nasıl yapıldığını gördüğüm çok iyi oldu” diye düşündü. ”Gazetelerde sık sık ‘dinleyiciler arasından alkışlamaya kalkanlar olmuşsa da bunlar mahkeme görevlilerince derhal susturulmuşlardır’ diye yazıldığını görürdüm ama şimdiye kadar bunun anlamını bilmiyordum.” 

Kral ”Bütün bildiklerin bu kadarsa, in aşağı” dedi. 

Şapkacı ”Aman efendim zaten yerdeyim, daha nereye ineyim?” diye yalvardı. Kral ”öyleyse otur!” diye yanıtladı. 

Yine kobaylardan biri alkışlamaya kalktı, fakat susturuldu. 

Alice ”Eh, kobayların işi tamam oldu!” diye düşündü, ”şimdi işler daha düzgün yürür”. 

Şapkacı, şarkıcıların adlarını okumakta olan Kraliçe’ye ürkek ürkek bakarak ”Bari çayımı bitireyim” dedi. 

Kral ”Gidebilirsin!” deyince Şapkacı, pabuçlarını bile giymeden fırladı, çıkıp gitti. 

Kraliçe, görevlilerden birine, ”…kafasını dışarda vuruverin” diye seslendi. Fakat daha memur kapıya varmadan Şapkacı gözden yitmişti bile. 

Kral ”İkinci tanığı çağırın!” dedi. İkinci tanık Düşes’in aşçısıydı. Biber kutusu elindeydi. Alice, o daha salona girmeden önce, kapının yanındakilerin aksırmaya başlamasından gelenin kim olduğunu kestirmişti. 

Kral ”Hadi anlat bildiklerini” diye buyurdu. Aşçı ”anlatamam” dedi. 

Kral şaşkın şaşkın Beyaz Tavşan’a baktı, o da alçak bir sesle ”Kral hazretleri bu tanığı sorguya çekmeli” dedi. 

Kral üzgün bir yüzle ”Madem çekmem gerek, çekeyim” dedi, sonra kollarını kavuşturdu ve gözleri görünmeyecek kadar kaşlarını çatarak boğuk bir sesle sordu ”Çörekler neden yapılır?” 

Aşçı ”Çoğu biberden” diye yanıtladı. 

Arkasından uykulu bir ses ”bulamadan” diye ekledi. 

Kraliçe ”Yakalayın şunu, vurun boynunu! Salondan atın şu Fare’yi! Susturun. Çimdikleyin onu! 

Bıyıklarını kesin!” diye haykırdı. 

Bütün mahkeme Fare’yi dışarı kovmak için, birbirine girdi; yine yerlerine oturdukları zamansa aşçı ortadan yok olmuştu. 

Kral rahat bir soluk alarak, ”Zararı yok!” dedi ”Öbür tanığı çağırın!” Sonra alçak sesle Kraliçeye ”Güzelim! Bu tanığı sorguya sen çekiver. Ben serseme döndüm!” dedi. 

Alice listede tanığın adını araştıran Beyaz Tavşan’ı merakla gözlüyor, ”Bu seferki ne biçim bir şey bakalım!” diye düşünüyordu. Zaten daha doğru dürüst tanıklık yapan olmamıştı. Beyaz Tavşan sesi yettiği kadar ”Alice!”diye bağırınca ne kadar şaşırdı, bir düşünün. 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla