Kıyıya toplanan bu kafile gerçekten pek acayip görünüyordu: kuşların tüyleri yoluk yoluk olmuş, öteki hayvanların kılları da vücutlarına yapışmıştı, hepsi de sırılsıklamdı; suratlarını asmış, rahatsız rahatsız duruyorlardı.
Doğal olarak ilk düşündükleri, üstlerini başlarını nasıl kurutacakları oldu. Bunun için aralarında düşünce alışverişi yaptılar; Alice’e az sonra kendini onlarla gayet içten konuşur bulmak pek doğal geldi, sanki kırk yıldır ahbabıymışlar gibi konuşuyordu. Hatta Lory ile uzun bir tartışmaya girişti, sonunda Lory suratını asarak ”Ben daha büyüğüm, senden iyi bilirim” dedi. Alice, Lory’nin yaşını öğrenmedikçe bunu kabul etmiyordu, Lory de yaşını söylememekte direttiği için, artık söyleyecek söz kalmadı.
Sonunda, öbürlerine epey sözü geçtiği anlaşılan Fare seslendi: ”Hepiniz oturun, beni dinleyin! Üstünüzü başınızı birazdan ben kuruturum” dedi. Hemen Fare’yi ortaya alarak halka olup oturdular. Alice, gözlerini endişeyle Fare’ye dikmişti. Çünkü eğer yakında üstü kurumazsa iyice soğuk alacağını biliyordu. Fare gösterişli bir tavırla “Öhö!” dedi. “Hepiniz hazır mısınız? Bildiğim en kuru şey bu? Lütfen susun!.. Kendisini Papa’nın da tuttuğu Fatih William’a, komutandan yana yoksul ve son zamanlarda gerek saldırıya, gerekse ülkelerine girilmesine alışmış olan İngilizler baş eğdiler. Mercia
Bey’i olan Edwin ile Northumbria Bey’i olan Morcar…
Lory ürpererek “Uf!” dedi.
Fare kaşlarını çatarak, fakat terbiyesini bozmayarak “Bağışlayın” dedi, “Bir şey mi söylediniz?”
Lory hemen “Hayır,” diye yanıtladı.
Fare “Söylediniz sanmıştım da” dedi. “Neyse, sözümüzü sürdürelim. Mercia Bey’i Edwin’le Northumbria Bey’i Morcar William’dan yana olduklarını açıkça bildirdiler, hatta Canterbury’nin yurtsever başpiskoposu Stingrad bile bunu doğru bularak…”
Ördek “Neyi bularak?” dedi.
Fare aksi aksi “bunu” dedi. “Bu’nun ne olduğunu elbette bilirsin.”
Ördek ”Kendim bulunca, bunun ne olduğunu bilirim” dedi. “Benim bulduğum da ya solucandır, ya kurbağa. Ama başpiskopos neyi buldu, onu öğrenmek istiyorum.”
Fare bu soruyu duymazlıktan gelerek hızlı hızlı sözünü sürdürdü: “…bunu doğru bularak Edwar Atheling ile William’ı karşılayıp tacı ona önermeye gitti, William önce ılımlı davranıyordu. Fakat Norman askerlerinin küstahlığı… Şimdi nasılsın, kardeşim?” Konuşurken konuşurken Alice’e dönüp böyle demişti.
Alice üzgün bir sesle “Eskisi kadar ıslağım” dedi. “Bunlar beni kurutacağa benzemiyor.” Dodo ayağa kalkarak ciddi ciddi ”Öyleyse” dedi “Ben de, derhal daha müessir tedabir ittihazı maksadiyle içtimaın infisahını teklif ediyorum.”
Kartal yavrusu “İngilizce konuş!” dedi “Söylediğin bu uzun sözlerin yarısını anlamadım, zaten senin de anladığına inanmıyorum ya!” Sonra güldüğünü görmesinler diye başını eğdi, öteki kuşlardan da gülüşenler oldu.
Dodo gücenik bir sesle “Ben de, kurunmak için en iyisi, Caucus yarışı yapalım diyecektim” dedi.
Alice “Caucus yarışı da nedir?” diye sordu: ne olduğunu öğrenmeyi pek istediği yoktu ama, Dodo’nun duruşundan birinin konuşmasını beklediği anlaşılıyordu, oysa hiçkimse de bir şey söylemeye istekli görünmüyordu.
Dodo, “Ha,” dedi, “bunu tanımlamanın en iyi yolu yapmaktır. (Belki bir kış günü bu yarışı siz de yapmak istersiniz diye Dodo’nun yaptıklarını size anlatacağım.
Önce çember biçiminde bir yarış alanı çizdi, (biçimin önemi pek yok diyordu) sonra hepsi çemberin üzerinde gelişigüzel birer yer aldılar. “Bir…iki… üç, koş!” buyruğu da verilmiyordu: istedikleri zaman koşmaya başlıyorlar, istedikleri zaman bırakıyorlardı; onun için koşunun ne zaman bittiğini anlamak pek kolay değildi. Her neyse, yarım saat kadar koşunca hepsi de kurudular. Dodo ansızın bağırdı: “Yarış bitti!” Hepsi onun çevresinde toplandılar, soluk soluğa “E, peki ama kim kazandı yarışı?” diye soruyorlardı.
Bu, Dodo’nun uzun süre düşünmeden yanıt veremeyeceği bir soruydu; ötekiler susup beklerken, o durdu, parmağını şakağına dayadı; (Shakespeare’in resimleri çok kez onu bu duruşta gösterir) sonunda “Herkes kazandı, herkese bir ödül ister” dedi.
Ötekiler bir ağızdan sordular: “Ama ödülleri kim verecek?”
Dodo parmağıyla Alice’i göstererek “Kim olacak, doğallıkla o” dedi. Bunun üzerine hepsi Alice’in çevresine üşüşerek, “Ödül de ödül!” diye barbar bağırmaya başladılar.
Alice ne yapacağını bilmiyordu, umutsuz bir durumda, elini cebine soktu ve bir kutu şeker çıkardı (neyse ki tuzlu su kutuya girmemişti). Ödül diye şekerleri dağıttı. Tam tamına herkese birer şeker düşmüştü.
Fare “Ama ona da bir ödül ister” dedi.
Dodo da ciddi ciddi “Doğallıkla” diye yanıtladı. Sonra Alice’e dönerek: “Cebinde başka ne var?” dedi.
Alice üzgün üzgün “Bir tanecik yüksük var” dedi. Dodo, “Ver onu buraya” dedi.
Herkes yeniden Alice’in çevresine toplandı, Dodo da törensel bir tavırla “Bu güzel yüksüğün tarafınızdan kabulünü rica ediyoruz” diyerek yüksüğü ona verdi. Bu kısa söylev bitince hepsi alkışladılar.
Bütün bu olanlar çok saçmaydı, ama çevresindekilerin ciddiliğine bakarak Alice gülmeye cesaret edemedi; usuna söylenecek söz de gelmiyordu, yalnızca becerebildiği kadar ağır davranarak eğilip selam verdi ve yüksüğü aldı.
İkinci sorun şekerlerin yenmesiydi: bu iş biraz kavga ve tartışmaya yol açtı, büyük kuşlar, şekerin dişlerinin kovuğuna bile gitmediğinden yakındılar; küçük kuşlarınsa boğazlarına kaçtı, arkalarına vurmak gerekti. Neyse, sonunda bu da bitti, yine halka olup oturdular, Fare’den bir şeyler daha anlatmasını rica ettiler.
Alice “Hani bana öykünü anlatacağına söz vermiştin?” dedi. Sonra Fare’yi yine gücendirmekten korktuğu için fısıldadı “K… ile kö…den neden nefret ettiğini söyleyecektin..?”
Fare, Alice’e dönerek içini çekti “Benimki hem uzun, hem acıklı” dedi.
Alice, şaşkınlıkla Fare’nin kuyruğuna basarak “Doğru, uzunluğuna uzun, ama neden acıklı oluyor?” dedi. Fare konuştuğu sırada bu işi düşünüyordu, onun için öyküden kulağına giren şöyle bir şeyler oldu:
Evde dolaşıyorken
Rasladığı Fare’ye
Azgın Top dedi ki
“Haydi mahkemeye,
Ben senden davacıyım.
Yok yadsıma sakın.
İlle mahkeme.
Çünkü sözün doğrusu
Yapacak işim
yok bu sabah.
Fare bu haine dedi ki
“İyi ama, efendim,
Hiç mahkeme olur mu?
Yargıcısız, yargıçsız
Boşuna tükenir soluğumuz.
Kurnaz azgın Top
“Yargıç da ben
Yargıcı da dedi.
“Kanıtları İncelerim
Seni ölüme Mahkûm Ederim.”
Fare Alice’e kızgın kızgın “Söylediklerime hiç dikkat etmiyorsun” dedi. “Ne düşünüyorsun, bakayım?”
Alice ezile büzüle “Bağışlayın” dedi. “beşinci kıvrıma geldinizdi galiba?”
Fare öfkeyle haykırdı: ”Gelmedimdi işte!”
Hep başkalarına yardım etmeye hazır bulunan Alice endişeyle çevresine bakarak “Bir düğüm ha! Ah durun da çözeyim” dedi.
Fare “Böyle şeye gelemem ben, bu türlü saçma sözlerle beni aşağılıyorsunuz” dedi, ve yerinden kalkıp yürüdü gitti.
Zavallı Alice “Ben öyle demek istemedimdi” diye yalvarıyordu, “Ama siz çabucak güceniyorsunuz…” Fare yanıt vermedi, yalnızca homurdandı.
Alice, arkasından “Ne olur dönün de öykünüzü bitirin” diye seslendi, ötekiler de bir ağızdan ona katıldılar. “Evet, ne olur!” Ama Fare yalnızca başını hırsla salladı ve biraz daha hızlandı.
Gözden kaybolur kaybolmaz Lory, “Durmadığı yazık oldu” diyerek içini çekti. Yaşlı bir Yengeç de fırsat bu fırsattır diyerek kızına “Bak yavrum! Bu, sana ders olsun, sakın sinirlenmeye kalkma!” dedi, genç Yengeç ters ters ”Dilini tut anne!” diye yanıtladı. “Sen zaten bir yengecin sabrını tüketmeye yetersin.” Alice kimseye yönelmeksizin, yüksek sesle ”Ah! Keşke Dinah’cığım burada olsaydı, onu hemen geri getirirdi” dedi.
Lory ”Bağışlayın ama, kim bu Dinah?” dedi.
Alice sevgili kedisini anlatmaktan pek hoşlandığı için, yanıt vermeye can atıyordu: ‘Dinah, bizimkedimizdir; öyle bir Fare tutar ki hiç sormayın yani! Hele kuşların peşinden nasıl koştuğunu bir görseniz! Küçük bir kuşu görmesiyle yemesi bir olur!”
Bu sözler çevredekileri korkunç bir heyecana düşürdü. Kuşların bir kısmı hemen uçup gittiler. Yaşlı bir saksağan da iyice sarınıp bürünerek “Artık eve gitmeli, akşam serinliği boğazıma kötü geliyor” diye mırıldandı. Kanarya da titrek bir sesle yavrularını çağırdı: “Haydi gelin, çocuklar! Yatmak zamanıdır!” dedi. Türlü türlü bahane uydurarak hepsi uçup gittiler. Alice çok geçmeden bir başına kaldı.
Üzüntülü üzüntülü, kendi kendine “Keşke Dinah’dan söz etmeseydim” dedi. ”Burada kimse onu sevmiyor galiba; ama ben biliyorum, dünyanın en iyi kedisidir o! Ah Dinahcığım benim! Seni bir daha görebilecek miyim acaba!” Kendini öyle yalnız, öyle cesaretsiz duyumsadı ki yine ağlamaya başladı. Az sonra uzaktan yine birtakım ayak sesleri işitti, Fare’nin düşüncesini değiştirip öyküsünü bitirmeye geldiğini umarak başını kaldırdı.
Yorumlar