Ellerimi gözlerime siper etmeye çalışıyordum ancak ne kadar uğraşırsam uğraşayım ince parmaklarımın arasından sızan deniz suyunun gözlerime ulaşmasına engel olamıyordum. Zaten artık bir anlamı kalmamıştı. Gözlerim sudan nasibini çoktan almış, cayır cayır yanıyorlardı. Deniz acımasızca tuzluydu.
“Gözlerim yanıyor Ilgaz!” Gülmeye devam ediyordu Ilgaz bana.
Birkaç dakika öncesine kadar kardeşlerimle denizde keyifli keyifli top oynuyorduk. Ancak hayır, o yapamazdı. Beni sinir etmeliydi. Ayı gücüyle denizi üzerime taşırmalıydı ki tuzun yaktığı gözlerimin uyuşukluğu gün boyunca geçmemeliydi.
“Ha ha ha.” Topu kafasına fırlattığım sırada yapmacık yapmacık gülüyordum. Irgalanmamıştı hiç. Yine de voleybol topundan daha hafif olan bu topun bile onun kafasında uyarımı hissettirdiğine emindim.
“Mira gözlerin kızarmaya başladı. İstersen çıkalım, yıkayalım.” Diyordu Tolga dengemi yitirip suya gömülmemem için kolumu kavradığı sırada. Kıyıya yönelebilmem için yardım etti. Ilgaz gelmesi için seslenince tekrar benim omuzlarıma, Tolganın ise göğsüne gelen derinliğe ilerledi.
Gözlerimin kan çanağına döndüğüne emindim ve uyuyana kadar sanki yine polen alerjisi geçiriyormuşum gibi hassasiyet duyacaklardı.
“Geliyorum hemen!” diye bağırdım kardeşlerime kıyıya yaklaştığımda. Denize bir an önce dönmeye çok hevesliydim. Anne babamız ofislerinden uzun süre uzak kalamadıkları için ancak hafta sonları kısa süreyle gelebiliyorduk yıllardır sürekli geldiğimiz bu sahile.
Kıyıda durmuş sahil şeridindeki on bire yakın sayıdaki gazebolardan hangisinin bize ait olduğunu seçmeye çalışıyordum. Çoğunda eşya bile yoktu.
Küçük kafenin içinde gezinip duran adam dikkatimi çekti. Önünde hiç müşteri yokken ne için telaşla dolandığını anlayamıyordum. Zaten burası hiçbir zaman çok kalabalık olmazdı. Ulaşımı insanlara zor geldiği içindir belki de diye düşünmeden edemedim. Yakınlardaki bir beldede konaklayıp gün içinde tekne ile buraya ulaşmanız gerekirdi. Kara yolu yoktu.
Teknedeydik. Annem babamın yaptığı kaba ve kötü bir espriye hem kızıyor hem gülüyordu. Tolga teknenin arkasında dikilmiş motorun suda bıraktığı dalgalanmış suyu izliyordu. Ilgaz ise onu görmemle bir yanımda bitmiş beni tutup kaldırıp suya atmakla tehdit ediyordu. Sonunda beni teknenin ortasına bırakıp bir şeyler yemeye gittiğinde oturduğum yerden kalkmak içimden gelmedi. İztuzuna yaklaşıyorduk. Geçmemiz gereken bir dağ kalmıştı. Kısa bir yolculuktu.
Dağın üzerinde, ağaçların seyrekleştiği ve çalılıkların arttığı bir bölgede çalışmakta olan iş makinaları gördüm. Kara yolu açmaya mı uğraşıyorlardı? Bu sahili pırıl pırıl kumlara sahip ve temiz yapan şey az kişinin ulaşabilmesiydi. Bu güzelliği yok etmelerinden endişe etmiştim.
Sahildeydim. Gözlerim tuzlu sudan yanınca yıkamak için kıyıya çıkmıştım. Annemle babam yürüyüşe çıkmış olmalılardı. Yine de eşyalarımızı tanıdığımdan gazeboyu bulup gelebilmiştim. Kumlu sandaletleri kıyısında bırakıp çıplak ayakla tahtaya basmak pek iyi bir fikir olmamıştı. Ateşli kumlardan kaçarken güneşte neredeyse alev alacak gibi ısınmış tahtaya basmıştım. Hızla kendimi bir minderin üzerine bıraktım. Şişedeki içme suyunu elime döküp yüzümü yıkıyordum.
“Sen nereye?” dedi Ilgaz. Şişeyi sıktım telaşla. Su üzerime döküldü.
Sen nereye Tolga? Ben.. denizde değildim. Ancak sanki bana söylüyormuş gibi yakınımda duyuyordum Ilgaz’ın sesini, tıpkı bu kadar yüksek sesle duymamam gereken dalgaların ve rüzgarın uğultuları gibi.
Kardeşlerimi izlemeye koyuldum. Ilgaz Tolgaya su sıçrattı ve denizin suyu tekrar yüzüme vurdu. Denizde olmadığıma emindim. Elimdeki suyu yüzüme sıktığımı sanarak suyu tattım. Tuzluydu. Nasıl oluyordu bu?
“Ha?” Şimdi ise Ilgaz’a bakıyordum ve denizin içindeydim. Nasıl görüyor ve duyuyordum onu? Sanki.. ben Tolga’ymışım gibi.
Rüya görüyor olmalıydım. Uyanmıyordum da. Rüyayı fark ettiğinde uyanman gerekmiyor muydu?
“Birazdan dönerim.” dedi Tolga. Ben demedim ama sanki benim ağzımdan döküldü sözcükler.
“Olur mu? Oynamaya devam edelim.” dedi Ilgaz. Topu Tolga’ya sertçe fırlattı. Tolga topu tutmak yerine toptan kaçındı. Zaten cılız bir çocuktu. Ağırlığı olan bir top olsa devrilebilirdi bile.
“Hadi ama.. Kardeşim.” Hoşuma gitmiyordu sesindeki tını.
Kalbim hızla çarpıyordu. Ilgaz’ın bakışları beni rahatsız ediyordu. Güneş ise sanki daha da aydınlanmış, görüşümü engelleyecek derecede parlıyordu.
Derin nefesler alıp veriyordum. Gereğinden fazla ışıldayan güneş burada, odamdaki lambaydı. Bağırmış olmalıydım. Ilgaz ve Tolga endişeyle bana bakıyorlardı. İki yanımdaki odalarda kalmaları onlar için eziyet olmuştu artık.
Nasıl bir kabustu bu böyle? Kendimin, kendime ne anlatmaya çalıştığını anlamakta zorlanmıştım. Keşke devamını görebilseydim.
O olaydan beri çok sık kabus görüyordum, evet. Çoğunda birilerini kaybettiğim kabuslardan artık uykuda kalmaya dayanamaz olmuştum. Kimseyi kaybetmeden birilerini kaybetmekten korkar olmuştum. Bu gece gördüğüm şeyi ise ilk defa görmüştüm. Fazla gerçek hissettirmişti.
Tolga yatağımın kıyısına oturmuş kahve gözleriyle merak ve korku içinde bana bakıyordu.
“Anlatmak ister misin Mira?” Ilgaz da kollarını birbirine dolamış çatık kaşlarla bakıyordu.
Onlara kabuslarımı hiç anlatmazdım. Beni hasta eden bu şeylerin onlara da bulaşmasından korkardım. Bu gece gördüğümden ise asla bahsetmeyecektim.
Yakında çığlık çığlığa uyandığımda kimseyi yanımda bulamayacağıma emindim. Çünkü insanı öldürmeyen her bela gibi bu da ailemiz için normalleşiyordu.
Şimdiye kadar tekdüze, iç içe geçmemiş rüyalar görmüştüm hep. Bugün ise bir an sahildeyken, diğer an henüz sahile varmadığımız anda olmak aklımı karıştırmıştı. Bu yetmiyormuş gibi sadece kendim gibi değil de Tolga gibi hissetmek tüyler ürperticiydi.
Rüya defterime yeni boyutlar kazandıran bu kabusların arkası hep geldi. Her geçen gün ise gerçek şeyler görüp görmediğimden daha çok şüphelenmeme sebep oluyorlardı.
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Çok enteresan bir rüyaydı. Güzel bir giriş bölümü olmuş, ellerine sağlıkk
Dejavu oldum