Adını bilmediğim ağacın, beyaz ve aralıksız çitlerin üzerinden sarkan dallarındaki yapraklarıyla oynuyordum. Diğer elimde telefonuma sarılı, adeta kulağıma yapışıp kalmıştı.
“Emin değilim. Katılmayı çok istiyorum ama nisanda Kerem burada olacak ve.. Bilemiyorum onu etkilemek için sürekli müsait olmam gerekir gibi geliyor.”
“Alara, sen iddiaya girdin ama farkında mısın Kerem reşit ve biz daha 15 yaşındayız?” Başına bir şey gelmesinden endişe ediyordum.
“Ben 16 yaşındayım.” dedi Alara pekte huzurlu olmayan bir sesle. Onun da endişeleri vardı belli ki. Yetişkin birine uzaktan hayranlık duymakla onunla sevgili gibi görüşmeye çalışmak, Alara’yı da korkutmuş olmalıydı.
“Çok fark etti.”
“Bir şey olacağından değil sadece..”
“Ne?”
“Şu aptal iddia Mira. Aklı başında arkadaş olarak beni durdurmalıydın.” Kahkahayı patlatmıştım. Arka bahçemizin kıyısındaydım ancak bahçe kapısının önündeki koltuklarda kitap okumakta olan babamın bana dik dik baktığını fark edebiliyordum. Göz göze gelmemeye çalışarak babamın hala bana bakıp bakmadığını kontrol etmeye çalışıyordum. Yüzümü tekrar çitlere döndüm. Biraz daha kısık sesle konuşmalıydım.
“Gülme.. Kaybedemem. Enes’i ikna edecek kadar bile olsa vakit geçirmemiz gerekiyor.” Aslında Alara’yı Enes’in isteklerini yaparken izlemek eğlenceli olurdu.
“3 romantik randevu yani?”
“Öyle görünüyor..”
“Demir’den haber aldın mı?” diye sordu Alara. Bir haftadır okula gelmemişti. Tolga’dan aramasını rica etmiştim tabii ki. Biraz garip karşılasa da benim için arayıp sordu. Tabii kendisi arıyormuş gibi konuşmasını istedim.
“İşi varmış. Tolga aradı. Fazla bir şey söylemedi.” Tolga’nın bana söylediklerini ilettim.
“Etkinlik komitesine girdiğini duydum onun da. Bu hafta ilk toplantıları var. Katılmayacak mı acaba?”
“Bilmiyorum ki.” Demir’i hayatına al Mira. Ardından kaybolsun değil mi? Bizi ekiyordu belki de. Bir süre kaybolup bambaşka biri gibi gelecekti.
“Benim derse dönmem lazım. Akşam misafirlerimiz olacakmış. Şimdiden sınava çalışmam gerekiyor.” dedim, babamın uzun telefon konuşmama müdahalede bulunmasına az kaldığını fark ettiğimde.
“Peki, tamam. Yarın görüşürüz aşkım.” Alara’yla birbirimize öpücükler gönderdik ve telefonu kapattım. Verandadaki 6 kişilik masanın, test kitapları ve not kağıtlarıyla dağılmış olan bana ait kısmına geri döndüm. Tam karşımda, kahvesi eşliğinde kitap okuyan babamın bana bir şeyler söylemek için sayfasını bitirmeyi beklediğini hissetmiştim. Ben de ders çalışmaya devam edecektim. Salıncakta Tolga uzanıyor ve müzik dinliyordu. Ilgaz da.. bir yerlerdeydi işte. Onun nerede, ne yaptığını yakalamak pek mümkün olmuyordu.
Annem, Melih amca ve ailesi ile olacak olan akşam yemeğine hazırlık yapıyordu. Biz çocuklar için de misafirlerin geldiği gecelere katılım zorunluydu. Ilgaz dahi gelirdi. Bu yemekli geceler, ailelerin çocuklarının asla iletişim kuramadığı gecelerdi. Sadece Alara ve ailesi geldiğinde benim için de güzel geçen bir gece olurdu.
“Tolga, kulaklık lütfen?” Diyordu annem bir yandan hayali bir kulaklığı kafasından çıkarır gibi yaparken.
“Demir ve ailesini de akşam yemeğine davet etsene. Uygun oldukları bir gün onları da ağırlamak istiyorum.” Annem arkadaşlarımızın aileleriyle tanışmaya çok önem veriyordu. Ilgaz’ın arkadaşlarını ve ailelerini de davet etmişlerdi ancak sevilecek yanı olmayan çocuklardı, belki de bu yüzden tekrarı sık yaşanmamıştı.
Sedat’ın ve ailesinin geldiği geceden sonra Sedat’ın annesinin görgüsüzlüğünü unutmam hayli zaman almıştı. Kadın zenginliğini gözümüze sokmak için iki kolunda en az bir kilo altınla gelmişti. Yakınlarda buldukları bir mermer madeni sayesinde aniden zenginleşen aile, şımarıklıktan ne yapacağını şaşırmış olmalıydı; öyle ki, o gece kadının ağzına götürdüğü birkaç lokma yemek bile kollarının ağırlıktan ağrımasına, uyuşmasına neden olmuş olmalıydı.
“Etkinlik komitesine katılıyor musunuz?” Babam sonunda okuduğu sayfayı bitirmiş ve kaldığı sayfaya parmağını sıkıştırmış bizlere bakıyordu.
Okulda kuş uçsa babamın haberi oluyordu. Okulun sosyal medya hesaplarını da takip ediyordu. Komite kurulduğunu da kaçırmamıştı.
“Hayır.” dedik aynı anda. İkimize baktı. Gözleri benim üzerimde durdu. Beni seçmişti.
“Mira, sen katılmalısın. Biraz sorumluluk sana iyi gelebilir.” Harika. Rica değildi, sesinin tonundan anlayabiliyordum. Babamın çoktan etkinliklerde aktif olmam için müdür ile konuşmuş olduğuna emindim. Tiyatroya katılmam için Tolgaya yardım etmesini söyleyen de oydu. Annem kadar akademik hayatıma takık değildi. Avukatlığa ilk başladığında, yalnızca ders çalışmış olmanın ona nasıl zarar verdiğini, sosyal becerileri zayıf olduğu için yeterince bilgili olmasına rağmen müvekkilleri ikna edemediğini ve bu yüzden çok iş kaybettiğini anlatmıştı bana. Masada kazanıyordum ama onları masama çekemiyordum bir türlü, demişti hatta.
“Katılırım.” Alara’yı da ikna etmem gerekecekti. Komite ekibi tek başına katlanılası gibi değildi. Geçen sene komitede Rabia ve Yasemin vardı. Alara da katılmıştı ve kızı katıldığına bin pişman etmişlerdi. Belki bu sene birlikte olursak onlara karşı göğüs gerebilirdik.
***
Alara, Enes ve Melisa ile okulun bahçesindeki piknik masasına benzer bir masada oturuyorduk. Öğle arasıydı. Melisa yemekhanede yediğimiz yemeğin üstüne aldığı noodle’ı yemeye çalışıyor, Alara ise Enes’in çikolatasından tırtıklamaya çalışıyordu. Enes çikolatasından vermemek için gayret ediyor ancak Alara’dan kaçıramıyordu. Masayı salladıklarında çayımı devireceklerinden endişe etmiş, kağıt bardağı çayın yetişemediği hizadan kavrayarak avcumun içine koymuştum.
Gözlerimi alamadığım ve beni sinirlendiren bir durum vardı. Ada. Bahçenin bize uzak ve merdivenlerden inerek ulaşabildiğiniz bir köşesinde, ağaçların gölgesinde Ilgaz ile tartışıyordu. Tartışacak neleri vardı, birbirleriyle ne bağları vardı? Merak ediyordum.
“Mira.” diye seslendi Melisa. Daldığım yerden beni uyandırmıştı.
“Ha?” Toparladım kendimi ve masaya geri döndüm.
“Son soruyu diyorum ne yaptın?” Bugün sınavımız vardı.
“Söylüyorum sana, 45.” Enes cevabından emindi. Ben ise soruyu bile hatırlamıyordum. Sınavım iyi geçmişti ancak çıktıktan sonra unutmuştum. Zaten üzerinden iki ayrı derse daha girmiştik.
Alara’nın yanıma sokulduğunu hissettim. Kulağıma fısıldar gibi ancak masanın da duyabileceği yükseklikte konuştu.
“Ben de fark ettim. Melisa da dikizliyor oturduğumuzdan beri.”
“Hayır öyle bir şey yok.” Melisa telaşlanmıştı.
“Neyden bahsettiğimi bildiğine göre öyle bir şey var Melisa.” Alara bazen çok gıcık olabiliyordu. Melisa gözlerini devirdi.
“Tolga’yla bir şeyler var sanıyordum. Yani Ilgaz’la da bir şey gibi görünmüyorlar ama..” Sesli düşünüyordu Alara. Melisa noodle’ını bitirmiş, ardından içmek için aldığı içeceğinin pipetiyle oynuyordu durmadan.
“Hadi bu işi çöz.” dedim. Alara’ya bakıyordum. Tüm sosyal hayatımın Alara tarafından düzenlenmesine çok alışmıştım. O bir şeyleri kurcalamak ve çözmekten keyif alırdı, ben ise bir şey yapmadan çözülmesinden keyif alırdım. Ancak bugün Alara da duruma karşı çaresiz görünüyordu.
“Yani.. yanlarına gidip, siz nesiniz? Demek dışında pek bir seçenek yok gibi ama yapmamı ister misin?” Ellerimi sağa sola sallıyordum.
“Tolga mı o?” Tolga Ada’yla Ilgaz’ın tartışmasına katılmıştı. Ilgaz Tolga’yı ittiğinde istemsizce ayağa kalktım. Alara bileğimden yakalayıp beni geri oturttu. Tüm masa onları izliyorduk. Tolga iteklenmesine rağmen sessizliğini korudu ve geri tepki vermedi. Onun yerine Ada sinirlenmiş, Ilgaz’a bağırıyordu. Ne dediklerini anlayamayacak kadar uzaktık. Yakınlarına gitmeye kalksam da bana bir şey söylemeyeceklerinden emindim.
Tolga, Ada’yı bileğinden kavradı ve geri çekti. Ilgaz’a eliyle durmasını işaret ediyordu ve bir türlü hırsını alamayan Ada’yı uzaklaştırmaya çalışıyordu.
“Bize baktı.” Enes kendince havalara bakarak olanları izlemediğini ispat etmeye çalışıyordu. Evet, Tolga bize bakmıştı. Üçü de gözden kaybolana kadar dikkatimi onlardan ayırmadım. İlk önce Ilgaz yanlarından ayrılıp kantine gitti. Sonra Ada ile Tolga okula girdiler.
Evet, ailemde bir sorun vardı. Kardeşlerim arasında bir halt dönüyordu. Sebebini bilmediğim. Ada mıydı bu sorun? Eğer öyleyse Ada’yla konuşmam gerekirdi. Uygun bir anı kollayacaktım.
“Kim benimle etkinlik komitesine katılıyor?” Tekrar masaya dönmüştüm.
“Uğraşamam hiç.” Enes kendini geri çekmişti bile.
“Alara’dan sonra sen.. Melisa belki sen benimle gelirsin?” Başını sağa sola sallıyordu.
“Provam var. Vaktim yok malesef.” Melisa da Alarayla birlikte dans kulübündeydi. Alara geçirdiği sakatlık yüzünden provalara bir süredir katılamıyordu. Fizik tedavi sürecinin sonlarındaydı ve her ne kadar Müge teyze istemese de gösteriye dönmeyi çok istiyordu. Zaman zaman provalara gidip izliyor ve koreografiyi öğreniyordu.
Okulumuzda Mayıs ayı boyunca etkinlikler düzenlenirdi. Etkinlik komitesi de bu etkinlikleri organize ederdi. Sene başından itibaren çalışırlardı. Organizasyonun büyük çoğunluğunda ne olacağı belli olduğu için, son birkaç ayda gerçek iş yapılırdı ve ikinci dönem komiteye yeni alımlar yapılırdı. Çünkü etkinlik sırasında görev alacak öğrencilere ihtiyaç olurdu.
Neredeyse tüm mayıs ayını gençlik bayramını kutlamak bahanesiyle eğlencelerle geçirirdik. Ayrıca, bu etkinliklerin sonunda, resmi tören günü haricinde ilçede Gençlik Bayramı ana gösterisini her yıl bizim okul hazırlardı.
Aslında geçen sene çok eğlenmiştik. Etkinlikler eğlenceli geçiyordu. Rabia komitenin başkanlığını tutuyordu.. Çok sevdiğim biri olmamasına karşın tam bir iş bitiriciydi. Geçen senenin en çok dinlenen rock gruplarından birini okulumuza getirmeyi başarmıştı. Tabii bunda babasının nüfusunun da eminim ki etkisi olmuştu. Yine de başarı sayıyordum.
Bütçe için ise velilerle aylar öncesinden bir bağış etkinliği düzenlenirdi. Yemek yenir, o zamana kadar hazırlanmış ve prova edilmiş gösteriler o gecede bir fragman gibi sergilenirdi. Abilerimin bağış gecelerinde bulunduğumdan, olayı biliyordum.
Okulun varlıklı velileri çocuklarını eğlendirmek için öderlerdi. Okula yapılan bağış aile birliği içerisinde birtakım statü göstergesiydi. Öğrencileri memnun ettiği sürece kimsenin sorun ettiği de yoktu.
Okulun yıl içerisindeki ilk etkinliği Cumhuriyet bayramı etkinliğiydi ve büyüleyiciydi. Ardından kış tatili de yapılmıştı.
Mayıs ayı için heyecanlıydım aslında. Komitenin bir parçası olmak o kadar da sıkıcı olmayabilirdi. Tek korkum Rabiaydı..
“Peki öyleyse. Mücadelemde elimden tutmadığınız için teşekkürler.” Sözümü dramatize etmek için elimi hafifçe masaya vurdum. Ardından eşyalarımı toplayıp kalktım.
“Şans dileyin. Komiteyle tanışmaya gidiyorum.” dedim ve herkese el sallayıp masadan uzaklaştım. Çok yemek yemiş olmalıydım ki içtiğim çay uyuşukluğumu geçirmemişti. Kantine uğrayıp bir kahve alacaktım. Ardından giriş kattaki konferans salonuna geçecektim. Öğle arası bitmeden yeni kayıtları yapacaklarını söylemişlerdi.
“Türk kahvesi alabilir miyim lütfen?” dedim kantinin önüne geldiğimde. Türk kahvesini küçücük kağıt bir bardakta veriyorlardı. Gözüme çok şirin geliyordu.
Parayı ödedim. Önümde birkaç kişi vardı. Kahvenin olmasını ayakta beklememek için masalardan birini gözüme kestirmiştim.
“Selam.” Demir yolumu kesti. Sonunda diyordu içimden bir ses. Neredeyse onu gördüğüne sevinen.
“Gelmişsin.” Gülümsüyordum. Tuttuğum nefesi bıraktım.
“Biraz geç oldu, biliyorum. Son görüşmemizden bu yana özlemişsindir belki beni.” Dudağını ısırıp gülümsedi.
“Ne demek istiyorsun, anlamadım?” Kızarmamalıydım.
“Şaka yapıyorum ya. O gün bizimle gelmedin, bayadır yoktum.. Ah neyse boşver.” Aptaldım ben. Anlayamamıştım.
“Neden gelmedin tüm hafta?” Bakışlarımı ondan çevirip boş masaya yönelmiştim konuşurken. Masada sadece bir sandalye vardı. Sadece bir tane. Eşyalarımı masaya koyup oturdum. Demir de peşimden geldi ve masaya oturdu.
“İşlerim vardı ama aklım sendeydi hep.” Yine mi şakaydı? Bu gülüş neydi? Çok rahatsız hissediyordum. Yüzüm giderek daha da katı bir hal alıyordu. İfadesizleştiğimi hissediyordum. Konuşmayı kesmiş, gözlerimi kantine kitlemiştim. Kahveme sıra gelmesini bekliyordum.
“Rahatsız mı ettim seni?” Sadece gülümseyip geçtim. Gözlerini devirdi ve kollarını kavuşturdu.
Kaşımakta olduğum parmağımı kurtarmak için elimi çekti Demir ve bıraktı anında. Evet, yanlış anlaşılmak istemiyordu. Şakaydı. Abartmıştım, strese girmiştim ve bunu da yeterince belli etmiştim. Neden böyle yapmıştım?
“Küçük parmağım sana müteşekkir.” dedim elimi gösterirken. Güldü ama az önceki gibi samimi değildi. Kendini çekmişti.
Kantinden kahvemi alabileceğimi işaret ettiklerinde Demir benim yerime gitti. Kahveyi aldı ve bana getirirken kokladı. Yüzü buruştu.
“Senin daha çok yumuşak içimli kahve tercih edeceğini düşünürdüm. Türk kahvesi? Şaşırttı.” Kahveyi bana uzattı.
“Acı olması hoşuma gidiyor.” Bir elimde kahve, diğer elimde sırt çantam ile komiteye doğru yol alıyorduk. O da komiteye katılmıştı. Alara öyle söylemişti.
“Çantan ağırsa taşıyabilirim.”
“Hayır sorun yok.”
“Komiteye katılmana sevindim. Birlikte daha çok vakit geçireceğiz.” dedi. Gülümsemekle yetindim. Sohbet açmak için çabalıyorduk ancak benim aklıma bir şey gelmiyordu. Sanki.. iletişimimiz zorlamaydı.
“Annen bizi yemeğe davet ediyor. Sanırım bu cuma sizde olacağız ablamla.” Haberim yoktu.
“Güzel olur.” Gülümsedim.
“Sen de orada olursun, değil mi?”
“Tabii, aile yemekleri kaçınılmazdır bizde.”
“Ne güzel.” Kötü hissetmiştim. Ailesine ne olduğunu hala söylemiyordu ve ben ailem hakkında bir şeyler söylediğimde garip oluyordu. Çok merak ediyordum, dayanamadım.
“Siz onları.. kayıp mı ettiniz?” En uygun yolu buydu sanki sormanın. Duraksadı.
“Hayır.Onlar..” Etrafına bakındı ve kulağıma yaklaşıp fısıldadı.
“Hapisteler ve uzun süre çıkmayacaklar..” Kanım donmuştu. Bunu beklemiyordum. Şaşkınlığımı gizleyemedim. Demir omuz silkti.
Komitenin yanına gelmiştik. Rabia’yı gördüm. Hayatımda tanıdığım en kaba insanlardan biriydi.Alarayı Cumhuriyet balosu komitesinde resmen ağlatmıştı. Yaptığı hiçbir işi beğenmeyip tersine çevirttiriyor, ardından ilk yaptığının aslında güzel olduğunu söyleyip her şeyi eski haline getirttiriyordu. Üstüne birde bunun hakkında Yaseminle gülüşüyordu! Onunla iletişimi olabildiğince kısıtlı tutacaktım.
Boş bir hoşgeldin konuşması yaptıktan sonra yaklaşık yirmi kişilik gruptaki insanlardan yeni katılanlarla tanışmaya başladı Rabia.
“Bu kız beni çok rahatsız ediyor.” fısıldadım Demir’e. Ardından Demir’in yanında belirdi. Demire temas etmeksizin konuşamıyordu bile. Ne ara tanışmış, arkadaş olmuşlardı, anlayamıyordum. Aksi yöne döndüm bunu izleyemeyecektim. Yine elimi kaşıyordum.
“Mira değil mi?” Beni ona dönmem için hafifçe dürttü.
“Evet. Rabia?” Tanındığını BİLİYORDU. Kendini tanıtma ya da tanışma zahmetine girmedi.
“Ilgazın kardeşiydin, değil mi?” Sanki beni daha önce milyonlarca kere görmemiş gibi.
“Evet.”
“Hoşgeldin aramıza.” deyip çenemi kavrayıp hafifçe salladı ve yanımdan ayrıldı. Neydi bu şimdi? Arkamda bir kıkırtı duydum. Döndüğümde Demir’in kahkaha atmamak için çenesini nasıl sıktığını ve ağzını kapattığını gördüm. Sinir olmuştum. Koluna çimdik attım. Kasları ne kadar sıkıydı. Onun canı acıyacağına benim parmaklarım acımıştı ancak çaktırmadım. Rabia konuşmaya başlayınca onu dinlemeye verdim kendimi, bu utanç hiç yaşanmamış gibi.
Öğle arasından sonra iki ders daha yapmış ve çıkışta devam etmek üzere sözleştiğimiz komite toplantısından çıkıyordum. Geç olmuştu.
“İyi akşamlar.”dedim Demir’e okuldan uzaklaşırken. Arkamdan seslendi.
“Birlikte gidelim. Geç oldu.” Keşke beni rahat bıraksaydı.
“Sen nerede oturuyorsun ki?” Bana tam ters yönü işaret ediyordu.
“Gelmene gerek yok öyleyse, yolunu uzatma benim için.” Kolumdan tuttu.
“Neden benden bu kadar rahatsızsın?” Ciddiydi. Midem bulanıyordu. Ne diyeceğime karar veremiyordum. Çünkü ben de bilmiyordum.
“Yolunu uzatmana gerek yok diye düşündüm.” Hafifçe gülümsedim. Tepki vermedi.
“Önemli değil sana eşlik etmek istiyorum.” Gözlerimin içine bakıyor, onay bekliyordu. Kabul ettim. Benimle yürüdü. Mahallemizdeki parka yaklaştığımızda sessizliğe dayanamadı.
“Ne güzel kokuyorlar.” Gülümsedim.
“Ben de seviyorum.” Bir süre kamelyalara sarmalanmış çiçeklere baktık. Sonra sessizce yürümeye devam ettik. Demir, evimin bulunduğu sokağın başına geldiğimizde durdu.
“İyi akşamlar Mira.” Başka hiçbir şey söylemedi ve ben eve girene kadar olduğu yerde durup beni izledi.
“Hoşgeldin Mira.” Babam bugün eve erken gelmiş olmalıydı. Elimde ağırlık yapan her şeyi girişe bıraktım. Babama selam verip odama koştum. Perdemi açtım. Oradaydı. Hala oradaydı. Beni fark etti. El salladı. Ben de geri el sallayıp perdeyi örttüm. Daha yarım saat önce benden uzak durmasını istiyordum ve o benimle vakit geçirmek istedikçe midem bulanmaya başlıyordu. Şimdi ise ne kadar hafifti. Ne kadar merak etmişti hala evimizi izleyip izlemediğini. Kapattığım perdeyi tekrar araladım. Gitmişti. Bir yanım keşke diyordu. Bir yanım odamda tek başıma olduğum için rahatlıyordu.
Elimi yüzümü yıkadım, üzerimi değiştirdim. Annem, bana salonun ortasına bıraktığım dağınıklığı toplamam için bağırıyordu. Çantam, ceketim ve anahtarımı yerlerden topladım. Yemekten önce biraz ders çalışmam gerekiyordu ancak canım hiç istemiyordu. İçimden salona inip annem ve babamla konuşmak da gelmiyordu. En iyisi abilerimi rahatsız etmekti. Bakalım hangisi evdeydi. Önce Tolga’nın odasına gittim. Boştu. Penceresini açık unutmuştu herhalde. Kapatıp perdesini çektim. Ilgaz’ın odasına gittim. Gitarıyla uğraşıyordu. Elinde bir defter vardı ve ben girince yatağının yanına attı.
“Ne sakladın?” Sorarken gözlerimin parladığına emindim. Gıcık hissediyordum bugün. O defteri ele geçirmeliydim. Defteri almaya yeltendiğimde beni kucaklayıp odanın dışına çıkardı.
“Mira dedim.. Kapı çalman gerekir. Öğrenemedin mi henüz?” Gülüyordum.
“Günlük müydü o ya da.. şarkı mı yazıyorsun? Lütfen bakabilir miyim?”
“Hayır bakamazsın.” Kapısını arkasından çekip kapattı. Koridorda kalmıştık. Ellerimi birleştirdim, beni içeri alması için yalvarır gibi yaptım.
“Ne olur bakmama izin ver. Merak ediyorum.” Duvar gibi duran suratı hafif bir gülümsemeye izin vermişti.
“Bu sene tekrar konser yapacağız.” Ilgaz geçen sene dağ evimizde -havuz da olduğu için, yazları geçirmeyi sevdiğim evimizde- okulun çoğunu davet ettiği bir parti vermişti.Partide Efe ve Sedat’la kurdukları grupla konser vermişlerdi. Küçük olduğum için gitmeme izin vermemişlerdi. Halbuki ebeveynlerimiz partide alkol kullanılmasını dahi önlemişti.
“Bu sene gelirsin. Orada dinlersin.” Heyecanla sarıldım Ilgaz’a. Güldü.
“İzin vermezlerse de kaçıp geleceğim.”
“Tamam, abartma Mira.” Rabia’nın bana yaptığı hareketi yapıp odasına geri döndü. Kardeşim olduğu için onun bunu yapmasında sorun yoktu ama.. şimdi anlamıştım. Ilgaz bunu bana okulda da yapardı. Rabia görmüş olmalıydı. Kasıtlı olarak yapmıştı. Kızdan bir kez daha iğrendim.
“Ben acıktım.” diye salona indiğimde verandaya sofra kurmaktaydılar.
“Mira tabakları getir.”
“Tolga nerede? Daha fazla bekleyemeyeceğim.” Akşam yemekleri birlikte yenmesi gerektiği için birbirimizi beklerdik.
“O bugün yok.”
“Nasıl yani?”
“Demirde kalacakmış.” Demir bana hiç bundan bahsetmemişti. Ilgaz’la tartıştıkları için olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Yemekten sonra Ilgaz’la konuşmalıydım.
Yemek ve bulaşık faslının ardından yukarı çıktım Bu sefer kapıyı tıklatma ve de Ilgaz’ın gelmemi söylemesi nezaketini gösterdim.
“Noldu?” Defter ve gitarıyla ilgilenmeye dönmüştü yemeğin ardından.
“Hiç ders çalışmıyor musun sen? Bu sene sınava gireceksin ya.” Suratını astı.
“Seneye hazırlanacağım.”
“Tolga’yla neden tartışıyordunuz?” Lafı uzatmak istemiyordum. Donuk bakışları tehlikeli bir hal aldı. Hoşlanmamıştım.
“Aramızda. Sen karışma.” Bana bakmıyordu bile.
“Ilgaz?” Israrcıydım bilmek istiyordum.
“Mira anlatmayacağım.”Bakışları beni delip geçtiğinde sormaktan vazgeçtim. Hiçbir şey paylaşmıyordu zaten. Üzülüyordum sadece. İyi olmamızı istiyordum. Kardeşlerimi bir arada vakit geçiren kardeşlerden görmek istiyordum.
Düşündükçe kontrolümü kaybediyordum. Gözlerimden birkaç damla süzüldü. Ilgaz dayanamamıştı. Bana sarıldı.
“Mira üzülecek bir şey yok neden ağlıyorsun?”
“Çok soğuksun.. Böyle olmak istemiyorum.” Omuzlarımdan tutup kendine çevirdi beni ve gözlerimin içine baktı.
“Mira kimseye söyleme..bu ailede favorim sensin.” Bunu biliyordum ancak bu hep bana diğerlerini az sevmekle ilgiliymiş gibi hissettirmişti.
“Tolgayla da böyle ol.. kavga etmeyin.”dedim ikinci damlayı sıyırıp attığımda.
“Olurum tamam.” Başımla onaylayıp sarıldım. İnanmıyordum ama. Zorla ona birini sevdiremezdim. Konudan uzak durmaya çalışacaktım.
Yorumlar