Hastanede, Tolga’nın yanındaydım. Yattığımız odada gürültü vardı. Uyanıp koltukta doğrulmuştum. Sersem gibiydim. Nasıl bu kadar derin uyuyabilmiştim? Gözlerimi ovuşturduğum sırada hemşirenin koridordaki danışmaya, doktoru çağırmaları için bağırdığını işittim. Ne oluyordu? Tolga’nın başında bir kalabalık vardı. Hemen kendimi toparladım ve kalktım. Hemşire beni yatağa yaklaştırmak istemiyordu. Ancak tek başına beni uzaklaştıramadı.
Tolga’nın ağzı kanlar içindeydi. O.. kan kusuyordu!
İşte ölüyor, demiştim o gün orada kendi kendime. Kan kusuyor, ölecek. Ancak öyle olmadı. Tolga iyileşmişti. Bir dizi sağlık kontrolünün ardından -midesine ve bağırsaklarına boru bile sokmuşlardı neden kan kustuğuna bakmak için- herhangi bir sorun bulamayınca bir hafta daha müşahade altına alıp ardından taburcu etmişlerdi.
Evimize dönmüştük. Dinlenmiştik. Bir okul sabahında, ailecek kahvaltı ediyorduk.
Rahatlamıştık. Belki bir şekilde, vücudu kendi kendini iyileştirmeyi başarmıştı. Şüphe, tekrar içimi kemirmeye başlamadan önce hepimizin iyi olmasının ve bir masada bir araya gelip yemek yiyebilmesinin tadını çıkarıyordum. Kimse konuşmuyordu bile ama mutluydum.
“Yine okula geç kalmayın.” dedi babam masadan kalkarken. Babam okula bir kere geç kaldık diye tüm sene söylenecek gibiydi. Annem de kahvesinin son yudumlarını aldıktan sonra kalktı. Paltosunu ve çantasını aldıktan sonra, çıkmadan önce son kez yanımıza uğradı.
“Tolga, herhangi bir sorun olursa beni arıyorsun. Tamam mı canım?” Başıyla onayladı Tolga. Annem, yardımcımız Selvi teyzeye kahvaltı için teşekkür edip çıktı. Selvi teyze her zaman gelmezdi ama yoğun bir hafta geçirdiğimiz için onu yemeklerimizi de hazırlaması için, annemle babamın eve gelemediği geceler bizimle kalması için çağırmışlardı. Evde yalnız kaldığımızda kötü bir gece geçirmiştik. Belli ki hastaneden çıkıp gelemedikleri için çaresiz hissetmişler ve sonrasında da saldırganımızın peşine düşemediklerinden, başımıza bir yetişkin bırakmayı uygun görmüşlerdi.
Okul bize çok yakındı. On beş dakikalık yürüyüş ya da 5 dakikalık otobüs yolculuğu yeterliydi. Bu yüzden sabahları evden hep ebeveynlerimizden geç çıkardık.
Ben yürümeyi daha çok seviyordum. Çünkü mahallemizdeki parka uğramak ya da yanından geçerken manzarasını seyretmek günümü aydınlatıyordu. Parkın peyzajı ve çiçeklerle sarmalanmış kamelyaları her mevsimde ayrı bir güzelliği yüzüme çarpardı. Kamelyalara sarılmış olan belirgin bir çiçek vardı. Çocukluğumdan beri gelip geçerken bu güzelliğin adının ne olduğunu merak edip bulmak için çabalamamıştım. Çiçekleri her gördüğümde bu soruyu sormak hoşuma gidiyordu.
Her bahar geldiğinde ayrı bir heyecanla parka gelir, kamelyaya otururdum. Gözlerimi kapatırdım ve çiçeklerin kokusunu içime çekerdim. Beni gülümsetirdi. Oradan her geçişimde güzel kokular kendini hatırlatır ve bana kışın bitmesini bekletirdi.
Kardeşlerimle okula yürüyorduk ve bugün çok sevdiğim kamelyamın bir misafiri vardı. Demir, kamelyada oturuyordu.
Demir, Tolga’ya selam verdi ve toparlanıp bize katıldı. Yakında mı yaşıyordu? Annem, ona evimizin yolunu tarif ettiğinden bu yana Tolga’yı ziyaret eder olmuştu. Evimize ve mahallemize alışmışa benziyordu. Tolga ile de araları iyi olsa gerek, okula yürümek için bizim parkımızda bizi beklemişti.
Hep birlikte sessizce okula yürüyorduk. Demir sadece Tolga’yla konuşuyordu. Ilgaz ve bana pek pas vermemişti. Ilgaz da onlara pek karışmıyor yine de yanlarında ilerliyordu. Ben arkalarından takip ediyordum. Konuşmamamız daha iyiydi. Kulüpteki tavırları hoşuma gitmemişti ve iletişim kurmak istemiyordum.
Tolga’nın Ilgaz’dan daha kısa olduğunu hatırlıyordum. Bugün gözüme boyu uzamış gibi göründü. Önceden Ilgaz’ın omzuna bile gelmezdi. Yine de hala biraz sıskaydı.
Diğer yandan Demir, Ilgaz kadar uzun olmasa da onun kadar iriydi. Ilgaz’ın vücudunu geliştirmek için ne kadar uğraştığını biliyordum. Demek ki Demir de uğraşıyordu. Bunu anlayamıyordum. Ilgaz’ın neredeyse haftanın her günü spor salonuna gidip durmadan protein tozu içtiği günler gelmişti aklıma. Demir de onun kadar hırslı ve gösterişe düşkün biriyse okulda büyük çatışma çıkacaktı. Gülümsedim.
“Günaydın.”dedi Alara sınıfa girdiğimde bana dönüp neşeyle. Her gün okula gelip Alara’nın enerjisine maruz kalmasam melankoli içinde boğulacaktım.
“Günaydın.” Eşyalarımı masaya yerleştirdiğim gibi kendimi Alara’nın kollarına bıraktım, o da bana sarıldı. Arka sıradakilerle sohbet ediyordu. Beni selamladıktan ve sarmaladıktan sonra sohbetine devam etti.
“Bize de günaydın?” dedi Enes.
“Günaydın Mira.” diye ekledi Melisa.
“Size de günaydın ama en çok sevgilime.” diye yanıtladım Alara’nın burnuna dokunurken. Güldü Alara.
“N’oldu yine mi beni kıskanıyorsun?” dedi Alara. Enes’e takılıyordu.
“Yine derken? Ne kaçırdım?” dedim.
“Arkadaşının başına ne geldi?” En muzip bakışlarıyla belli ki onu mutluluktan uçuran olayı anlatmaya hazırlanıyordu. Beklediğim gibi heyecanı doruklara çıkartmak için mavi gözlerini kocaman açmış, beden dilini ve mimiklerini aşırılaştırmıştı. Birde ne zaman bu kadar mutlu hissetse şirinleşirdi, şimdi de öyleydi. Heyecandan yükseliş ve alçalışını kontrol edemediği sesiyle olayı anlatmaya başladı.
“Bu hafta sonu İstanbul’daydım. Halamı ziyarete gitmiştim.” Menajer olan halası mıydı bu? Kucağından kalktım ve yüzümü Alara’ya döndüm. Söyleyecekleri sanki beni de heyecanlandıracak gibiydi. Uyuşuk ve uykulu omuzlarımı silktim ve doğruldum. Tahmin ettiğim şey miydi bu?
“Bahsetmişimdir kendisi menajer. Kerem Gündoğan’ın da menajeri aynı zamanda.” Melisa açık kalan ağzını elleriyle örtmüştü. O da benimle birlikte ilk defa dinliyordu belli ki.
Melisa’nın gözleri faltaşı gibi açıldı. Kurcalamakta olduğu telefonu kapatıp Alara’ya odaklanmıştı. Kafamızı nereye çevirsek gördüğümüz yakışıklı ve başarılı genç yıldızlardandı Kerem. Onunla tanışmış olmalıydı. Dizisini ben de çok severdim. Anlatacakları heyecanla bekliyordum. Enes bizimle benzer duyguları paylaşmıyor gibiydi.
“Halamla akşam yemeği yiyorduk ve.. kısa bir toplantı için Kerem eve geldi.” Melisa ve ben heyecanla ufak bir çığlık kaçırdık ağzımızdan. Enes yine tepkisizdi. Muhtemelen Alara bu olayı geldiğinde Enese anlatmıştı ve eminim ki Enes ilk duyduğunda da tepkisizce dinlemiş, bizim gibi çığrınmamıştı. Sıkılmaya bile başlamıştı ama bunu kim bilir daha kaç kere dinleyecekti.
“Sonra tatlı ve çayda bize eşlik etti.. Ben heyecandan bir şey yiyemedim ama.” Sanki utançtan yanakları kızarmış da soğutmaya çalışıyormuş gibi yanaklarını tutuyor, gözlerini süzüyor, dudaklarını büzüyordu. İç çekti.
“Onun yanındayken de mi böyleydin?” dedim kaşlarımı hafifçe kaldırarak. Omzumu dürttü. Güldü.
“Neyse..” dedi olayı anlatmaya devam ederken. Ellerini o kadar fazla kullanıyordu ki bazen dikkatim dağılıyor, jestlerini izliyordum.
“..sonra konuşmaya başladık. Muğla’da olduğumu öğrenince üzerinde çalıştıkları projeden bahsetti bana biraz. Bize bir saat uzaklıkta eski yapılardan oluşan bir köyde tarihi savaş dizisi için bir ay sonra çekimler başlıyormuş.”
“İnanamıyorum! Mutlaka bizi sete götürmelisin!” dedi Melisa. Kesinlikle katılıyordum.
“..ve bana numarasını verdi!” diye bağırdı Nurgül hoca sınıfa girdiğinde.
“Tebrik ederim, Alara. Aşk, kariyerden önce geldi sanırım.” Güldük Nurgül hoca masaya yerleşirken.
“Umarım ruh eşindir.” diye de ekledi. Kitapları masaya bırakıp önüne gelen dip boyası gelmiş kızıl saçlarını arkaya savurdu.
“Umarım hocam.” dedi Alara gülümseyerek. Dürttüm sertçe ben de gülerek.
***
“Hadi ama Mira. Sen de bizimle gel.” Sınıflar arası basketbol turnuvası vardı ve tabii ki Alara beni oraya sürükleyerek götürmek istiyordu.
“Alara sevmiyorum biliyorsun!” Sıkılıyordum izlerken. Gitmek istemiyordum. Alara da tüm okul orada olunca kaçırmak istemiyordu.
Okuldaki kızların gitme sebebi de basketbol hayranı olmalarından değildi. Ilgaz izlenmek için baya rağbet görüyordu. Onun olduğu maçlar daha kalabalık olurdu. Yer bulmak bile sorun olacaktı.
“Mira hepimiz orada olacağız hadi.” diyip bileğimi yerinden çıkarasıya kavrayıp beni salona sürükledi. Kapıda Tolga’ya çarptım ve ancak bu şekilde Alara’yı durdurabildim.
“Tolga? Bizimle otur hadi.” Alara onu da sorgusuz gittiği yere götürdü. Uygun bir yere sığıştıktan sonra eşyalarımızı Tolga’nın yanına attık. Henüz maç başlamamışken Melisa ve Enes atıştırmalık bir şeyler almak için çıktılar.
“Senin ne işin var burada?” diye sordum Tolga’ya hafif müziğin yaptığı yankıyı bastırmaya çalışarak. Sanki bağırsam herkes duyacak, ancak normal düzeyde konuşsam kimse duymayacakmış gibi geliyordu.
“Demir’leydik. Israr etti izlemem ve çıkışa kadar beklemem için.” Demir, Tolga’nın sınıfındaydı ve Ilgaz’ın takımına karşı oynayacaktı. Mücadelelerini izlemek belki de o kadar sıkıcı olmazdı.
“Bazen üzülüyorum biliyor musun? Ilgaz birçok konuda yetenekli, sen de öyle. Harika bir aktörsün. Ben ne yapsam olmuyor sanki.. bir şeyler..” Konuşmayı bırakmıştım çünkü dinlemiyordu. Bakışlarını bir yere kilitlemişti. Birine..Kaşlarımı çatmıştım istemsizce. Beni dinlemeyip izlediği kişiyi merak ediyordum. Fazla aramama gerek olmamıştı. Tam karşımda, iki basamak aşağıda duruyordu. Ada. Gülümsedim.Alara’yı dürtüp Tolga’yı gösterdim. Hemen anladı durumu ve onu durdurabilmem mümkün olmadı. Alara çoktan yerinden fırlamıştı.
Ada, pekte kibar olmayan bir kız grubuyla takılıyordu ama kendisiyle bir kere kantinde çarpışmıştık ve bana gayet kibar davranmıştı. Onlara benzemeyen biri olduğunu umut ediyordum.
“Ada, ha?”
“Ne?” Panikle bana baktı. Tolga kızarmış mıydı?
“Alara ne yapıyor?”
“Bu kadar belli etmemeliydin. Alara’yı biliyorsun, bir şey hemen olsun ister.” Gülümsemem onu rahatsız ediyordu, ben de gülümsemeye devam ediyordum. Alara kesinlikle Ada’yı yanımıza getirecekti.
Ada Tolga’nın dönemindeydi, sadece aynı sınıfta değillerdi. Okulda beğenilen bir kızdı. Belli ki Tolga da beğeniyordu. Tanışmalarından zarar çıkmazdı.
Alara kızla tanışmıştı ve bir şekilde yanımıza getiriyordu.
“Tolga yanındaki eşyaları ver de Ada otursun.” dedi Alara. Kızı getirdiğin gibi Tolga’nın kucağına at, evet Alara. İçe dönük insanların katilisin kızım.
Tolga sinirlenmişti ancak en azından Ada’ya belli etmemeye çalışıyordu.
“Tekrar merhaba, Tolga.” diyerek oturdu Ada. Tekrar? Çoktan tanışmışlardı yani. Maç başlamıştı.
Belki konuşurlar diye bir kulağımı ikisinde bırakmıştım. Melisa’dan küçük bir paket cips aldım. Alara arada beni yokluyor, ne konuştuklarını soruyordu. İkimiz patlıyorduk ancak onların konuştukları yoktu.
İnsanların dehşet verici tepkilerinin ardından dağılan dikkatimi maça topladım. Biri yerdeydi. Ilgaz’ın takımı gerideydi ve Ilgaz karşı takımdan birini yere yapıştırmıştı. Demir olup olmadığını merak ettim. Onu potaya daha yakında, basket atmak için top beklerken gördüğümde rahatladım. Ilgaz’ın takımı kaybediyordu ve Ilgaz aklını yitirmeye başlamıştı. Şimdi kazanmak için her şeyi yapacaktı. Kendi takım arkadaşı kötü oynuyorsa, onu bile ezip geçerdi. Tolga da hiçbir şey olmamış gibi etrafa bakınıyordu. Bu hallere alışıktık biz. Daha küçükken satranç oynamayı öğrendikten sonra ilk karşılaşmalarımızda ikimizde Ilgaz’ı yenince, Ilgaz tüm piyonları tuvalete atmış ve tahtayı kırmıştı.
Ada’nın elinin, Tolga’nın karnını işaret ettiğini fark ettiğimde tekrar dikkat kesildim.
“Ne durumda?”
“İyi.”diye kestirip attığında bakışlarını bana çevirdi Tolga. Yine mi yaraları açılmıştı? Eve gittiğimizde soracaktım bunu. Ada nerden biliyordu? Bu ikisi arkadaş mıydı çoktan? Alara ile bir araya getirdik diye boşuna mı seviniyorduk?
Başımın döndüğünü hissettim. Nefes almak için uğraşıyordum ancak bir türlü oksijenin ciğerlerime, ardından hücrelerime ulaşamadığını hissediyordum. Sol elim uyuşmaya başladığında çıkmam gerektiğini hissetmiştim ancak herkes maça odaklanmışken buradan kalkıp tüm bakışları üzerime çekme fikri beni ürpertiyordu. Elimi Alara’nın kucağında duran eline atıp hafifçe çektim. Çıkar beni buradan. Alara endişeli bir bakış attıktan sonra hemen beni çıkartmak için harekete geçti. Belli etmiyordum ne hissettiğimi, sadece yanımda birinin olmasına ihtiyacım vardı. Beni anlayan birinin.
Spor salonundan çıktığımız gibi kimsenin olmadığı boş koridorda yere çöktüm. Derin nefesler alıyordum. İçimden sayıyordum. Bir.. iki.. üç.. ve bırakıyordu nefesimi yavaşça. Hadi.. yavaşla.. Kalp atışlarımın normale dönmesi ve sonunda oksijeni tekrar hissedebilmemle beraber atağı atlattım. Alara’nın kavradığı buz kesmiş, uyuşmuş elim de eski haline geri dönüyordu. Bir oh çekip Alara’ya sarıldım.
“Geçti mi?” diye sorduğunda başımla onayladım.
“Off, neden tekrar ediyor hiç anlamıyorum. Neden stres yapıyorum?” Yüzümü ellerimle kapattım.
“Sen bir şey yapmıyorsun. Kendini suçlama. Bir gün üstesinden geleceksin.” Biliyordu.
Tolga’nın neredeyse ateşin içinde pişmiş gibi yanmış bedenini ambulansla hastaneye götürdüğümüz günü biliyordu mesela. O geceyi Alara’yla geçirmiştik.Uyumamıştı o da benimle.
Gülümsedim. İyi ki, diyordum. İyi ki böyle anlayışlı bir arkadaşım var. Alara’ya sarıldım.
Kapı açıldı ve bir süredir duymakta olduğumuz gürültünün ardından insanlar dışarı çıkmaya başladı. Hemen kalkıp toparlandık. Ağlamıyordum artık. Bunu yaşamaya alışmıştım. Yüzüme baktıklarında anlayacakları bir şey yoktu.
“Nereye kayboldunuz?” Enes geldi yanımıza heyecanlı bir şekilde. Çıkan insanların hararetli bir şekilde konuştuğu şeyi bize anlatacak gibiydi.
“Ilgaz Demir’e saldırdı ve oyundan atıldı.”
“Demir’in gülümsemesini görmeliydiniz.. Ilgaz’ı çileden çıkartmak için uğraştığına yemin edebilirim.” Rekabet kızışmıştı anlaşılan. Ilgaz’ı kontrol etmem gerekiyordu. Bu turnuvaları hep kazanırdı ve dişli bir rakip edinmek işine gelmemişti belli ki.
“Ben bir Ilgaz’ı bulayım. Çıldırmış anlaşılan.” Hafifçe güldüm. Bu hırsı anlayamıyordum.
Soyunma odalarının kapısına gitmiştim. Birisi çıksın da Ilgaz’ı çağırtayım diye bekliyordum ve o kişi Efe oldu. Ilgaz’ın arkadaşıydı.
“Efe, Ilgaz’ı çağırabilir misin?” Efe beni tanımamış gibi davranıyordu ya da gerçekten tanımamıştı. Ben de onu görmezden gelmeyi severdim. Ilgaz’ın arkadaşlarını genelde görmezden gelirdim hatta, sadece Efe değildi. Ancak şuan mecburdum.
“Çıktı o. Eşyaları burada ama istersen getirebilirim.” Maçtan atıldığı gibi çıkıp gitmiş miydi? Neydi bu dramatik haller.. alt tarafı sınıflar arası turnuva.
“Sağol.”dedim ve Efe geçip gitti. Soyunma odasının yakınında acil çıkış kapısı vardı. Belki oradadır, diyordum kendi kendime. Arkadaşlarımın yanına dönmeden önce orayı kontrol etmeliydim.
“Mira.” Duraksadım. Demir’di.
“Aldım eşyaları çıkabiliriz.” Elinde Ilgaz’ın ve kendinin çantası ile çıktı Demir. Onu beklemiyordum. Ilgaz’ın çantasını aldım elinden. Ne ağır çantaydı az daha düşürecektim.
“Teşekkür ederim çantayı getirdiğin için. Ben Ilgaz’a bakmaya gidiyorum.. sonra görüşürüz.” Tolga ile olduğumu düşünerek birlikte gidecekmişiz gibi konuştuğunu varsaymıştım. Şaşırdı ve acil çıkış kapısına yöneldiğimde hafifçe kolumdan çekti beni.
“Birlikte bakalım. Tolga beni bekliyordu zaten, Ilgaz’ı da bulur hep beraber bir şeyler yemeye gideriz.” Olay anlatıldığı kadar büyük değil miydi? Ilgaz’ın öfkesini tahmin mi edemiyordu? Hep beraber yemeğe gidebilmemiz mümkün değildi bence ama Demir bunun farkında değil gibi duruyordu. Hem.. bizimle pek konuşmazdı ve bugün birlikte yemek yemeye gitmek istiyordu. Demir’i anlamakta güçlük çekiyordum.
“Ilgaz’ın seni görmek isteyeceğinden emin değilim. O yüzden sen Tolga’yla planını yap bence.. ayrıca tebrikler.” dedim ve kapıya gittim.
“O kadar kızmış olamaz kazanmak için gerekeni yaptım sadece..” Arkamdan geliyordu konuşmaya devam ederken. Bahçenin ücra bir köşesinde elinde bir sigara ile ter içerisinde kalmış Ilgaz’ı gördük. O da bizi gördüğünde- Demir’i gördüğünde- sinirleri tekrar zıplamış olsa gerek hışımla yerinden kalkıp üzerimize yürümeye başladı.
“Hile yaptın! Sen! Ben hiç turnuva kaybetmemiştim.!” Elindeki sigarayı dahi bırakmadan Demir’i iteklemeye başladı.
“Hile yapmadım sadece sabrını zorladım ve sen patladın!” Harika savunma Demir. Ilgaz ile Demir’in arasında durmaya çalışıyordum ancak çok kolayca Ilgaz beni uzaklaştırıyordu. Kendimi bir tüy kadar hafif hissediyordum.
“Bittin sen. Artık bir hayatın yok senin.” Ilgaz ne diyordu öyle?
“Ilgaz ne diyorsun kendine gel. Abartıyosun şuan.” Bana öfkeli bir bakış attı. Korkmuştum. Demir neden bir şey yapmıyor, kendini kurtarmıyordu?
“Bitir bakalım, neler yapabildiğini görelim.” Gülümsedi Demir. Neden onu tahrik ediyordu? Ilgaz öfkeyle Demir’i yakasından tutup duvara yapıştırdı. Elinde yanmakta olan sigarayı suratına tutuyordu.
“Ne o? Beni yakacak mısın?” Demir hala gülüyordu. Ilgaz sigarayı indirdi ve derin bir nefes aldı. Ancak kolunu Demir’in boğazından çekmiyordu.
“Söylesene Ilgaz, neden elindeki tek şeyi almışım gibi öfkelisin?” Konuşmamalıydı Demir. Her şeyi daha da berbat ediyordu ve bundan zevk alıyormuş gibi hissettiriyordu.
Ilgaz sigarayı Demir’in göğsüne bastırdı. Demir dişlerini sıkıyor yine de tek bir acı nidası çıkarmıyordu. Paniklemiştim ve artık sönmüş olan sigarayı alıp fırlattım. Ilgaz’ı ittiğimde ne yaptığının farkına varıyor gibiydi. Demir’in maçtan sonra duştan çıkıp geldiği için üzerinde kurumamış bir tişört vardı. Sigaranın nemli cildinde çok hasar bırakmamasını umdum. Elinde gezdirdiği ceketini giydi ve yarasını örttü.
“Revire gidelim Demir. Daha kötü olmadan yanık için bir şey sürmek lazım.” dedim yarayı görmek için ceketini çekiştirdiğimde. Ancak o izin vermedi. Yarayı kapalı tutmaya devam etti.
“Kötü değil, acımadı bile. İyileşir.” dedi ve eşyalarını sırtlandığı gibi aralık bıraktığımız acil çıkış kapısına yöneldi.
“Ben de bu sigara kokusunun nereden geldiğini merak ediyordum.” dedi koç, kapıda bizi karşıladığında. Bir bana bir Demir’e baktı. Kafasını hayır anlamında salladı. Çünkü hemen arkamızda bir bankta oturmakta olan Ilgaz’ı gözüne kestirmişti.Ilgaz’ı müdürün odasına mı götürürdü yoksa bir sorun yaşadığını düşünüp durumu örtbas mı ederdi, bilmiyordum.Ilgaz’ı koç ile yalnız bıraktık, arkadaşlarımızın yanına gitmek için ayrıldık.
“Teşekkür ederim Demir.”
“Ne için?”
“Sigara içtiği yetmezmiş gibi seni yaktığını söylemedin.”
“Daha büyük sıkıntılar seziyorum Mira. Ilgaz’a dikkat etmeni öneririm.” İç çektim.
“Deniyorum.. Ulaşması zor biri. Beni sevdiğini biliyorum ama güvenmiyor. Her ne yaşıyorsa asla paylaşmıyor. Bazen hırslarının esiri oluyor.” Demir durdu. Ben de durdum. Ne olmuştu?
“Maç sırasında, Alara seni dışarı çıkardı. Yine atak mı geçiriyordun?” MaçtaTolga’nın yanında oturuyordum ve okuldaki tek arkadaşı o gibiydi. Beni görmüş olması normaldi. Bana baktığından değildi..
“Yine derken?”
“Görebiliyorum.. zorlandığın zamanları. Seçmelerde de yaşadın.” Yutkundum. Bunları bir yabancıya açmayacaktım. Yürümeye devam ettim.
“Tolga da bazen karanlık tarafa geçiyor.” diye devam etti. Evet, üç deli kardeştik biz.
“Ne yemek istersin şampiyon?” dedim konuyu değiştirmek isteyerek ama biraz utanmıştım. Soruş şeklimden. Bana garip garip bakıyordu. Gülümsedim.
“Henüz şampiyon olmadım.” dedi.
“Ilgaz’ı yendin. O şampiyondu.”
“Hiçbir zaman rakibini hafife almamalısın. Henüz turnuva bitmedi. O yüzden kendimi şampiyon ilan edemeyeceğim.” Saçlarının hala ıslak olması beni rahatsız etmişti.
“Hasta olacaksın böyle şapkanı mı taksan en azından? Hava soğuk.” Ceketinin şapkasını kafasına geçirdim. Bana dudağının kenarıyla gülümseyip muzip bir bakış attı.
“Ben kolay hasta olmam ama beni düşünmen hoşuma gitti.” Kızardım.
Neredeydi arkadaşlarımız? Alara’yı özlemiştim. Demir’e bakmamak için bahaneler arıyordum. Duvarları inceliyordum. Neden bu renkti?
“Hiç anlamıyorum. Üst kısmı daha açık ve her ikisi de krem renkler.” Demir’in kafası karışmıştı sesli düşünmemden.
“Nasıl?”
“Duvarlar diyorum.” Kaçma taktiklerim tam bir saçmalıktı.
“Haa, tabii. Duvarlar.” Güldü bana. Ona bakmadan duramadım. Nemden şekle girememiş saçları parlıyor, daha koyu renkte görünen kirpikleri daha uzun daha dolgun ve daha çekici geliyordu. Gözlerinin içi gülüyordu. Solgun yüzü bir o kadar da renkliydi bugün. Gülümsedim.
“Nerde kaldınız!” Alara boynuma atladı.
“Tebrikler Demir. Aldın sayılır şampiyonluğu.” dedi Tolga.
“Ilgaz’ı çıldırtmanı izlemek çok zevkliydi. Resmi olarak tanışmadık efendim ben Enes.” Dalga geçiyordu Enes ancak arkadaşlarımla gerçekten resmi olarak tanışmamıştı Demir. Alara ve Melisa da kendilerini tanıttıktan sonra iskender yemeye gitmeye karar verdik. Herkesin içinde bir kutlama yapma isteği vardı. Demir daha fazla dayanamamıştı. Şampiyon rolüne bürünmeye karar verdi.
Yorumlar