20. Bölüm “Son Damla”

7 0 6 Kasım 2024

Merhaba sevgili okuyucular, haftanın yeni bölümü ile karşınızdayım!

Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀

Keyifli okumalar ✨

——————————————————————————————–

(Tolga’nın gözünden..)

Mira gecikmişti ama buradaydı. Pek keyfi yok gibiydi. Nedenini sormadım. Belli ki bana üzülüyordu. Durumum onu çok yormuştu.

Çantasından küçük bir poşet çıkardı ve bana uzattı. Poşetin içinde ne olduğunu tahmin edebilmiştim. Bir süre, istemiyor gibi davrandım. Mira, uyuşturucu bağımlısı olduğumu düşünmemeliydi. Son avımdan bu yana açlığım artmıştı ama elimden geldiğince iştahlı görünmemeye çalışıyordum. Mira, almam için ısrar edince paketteki kapsüllerden birkaçını bedenimi sakinleştirmek için yuvarladım. Yanı başımda durmakta olan su şişesinden birkaç yudum içtim. Mira’ya gülümsedim.

Televizyon açıktı. Kerem’den bahsediyorlardı. Mira, bir televizyona bir bana baktı ve tek kelime etmeden çıkıp gitti. Onunla Kerem meselesini konuşmak istiyordum aslında ama nedense konusunu açamamıştım. O da konuşmak istememiş olmalıydı.

Kerem’in, Demir’in evinde olduğundan ve bizimkilerin boş yere suçlandıklarından o kadar emindim ki.. Mira’ya bir şeyler sorup korkutmak ve onu strese sokmaktan çekiniyordum. Ayrıca, emin olmadan onun aklını karıştırmak istemediğimi fark etmiştim. Bu konuda her ne yapacaksam, onun başını ağrıtmadan yapacaktım.

***

Hastaneden çıkalı birkaç gün oluyordu. Odamdaydım. Her gün kapsüllerden içiyordum ve sağlığım gayet yerindeydi.

“Daha iyi misin, kardeşim?” Birinin bana kardeşim demesi, Halil’den sonra itici gelmeye başlamıştı.

“İyiyim.” Ilgaz merak ettiğinden sormuyordu.

“İyi. Yaptın gene şımarıklığını. Mira’nın başı beladayken bile seninle uğraşıyor annem. Sınavlardan da yırttın. Oturup çalışsan olmazdı, değil mi?” Sessiz kaldım. Ne diyebilirdim ki?

“Sana en çok ne zaman gıcık oluyorum, biliyor musun?”

Konuşurken yüzüme bakmıyordu. Durmadan dolap ve çekmecelerimi açıp kapatıp, göz ucuyla içlerinde neler olduğuna bakıyordu.

“Nefes aldığımda mı?”

“Evet o. Birde.. dikkat çekmek için hasta numarası kestiğinde. Halbuki bağımlısın. Değil mi?” Bir anlığına gözlerimin içine baktı. Açtığı dolabın kapağını kapatmamıştı. Kaşlarım çatıldı. Ne arıyordu?

“Bağımlı?”

“Hadi ama, Tolga. Geceleri kayboluyorsun. Demir’le ya da Buğra’yla. Hangisi torbacın? Söyle hadi.”

“Ilgaz böyle bir şey yok.”

“Bunlar ne o zaman?” diyordu dolaptaki poşetten çıkardığı, avucundaki kapsülleri göstererek. Anlaşılan beni suçlayacak bir şey arıyordu.

“İlaç onlar.”

“Adı ne? İçinde ne var?”

“Ilgaz..”

“Buğra, değil mi? Çok borcu varmış o sefilin. O yapmıştır kesin.”

“Ilgaz. Çıkar mısın odamdan?”

“Abi. Abi diyeceksin.” Gözlerini kısıp bana kitledi. Bir şeyler düşüyordu.

“Hasta olmana gönlüm elvermiyor.” dedi ve elinde kapsüllerimle hızla çıkıp gitti. Panikledim. Peşinden gittim. Merdivenlerden inmeden, koridorda elinden kapsüllerimi almaya uğraştım. Üzerine çullanmadan, o kapsülleri ele geçiremezdim. Vampirlik güçlerimi de kullanamazdım. Ilgaz da benden daha uzun olunca.. kendimizi boğuşa boğuşa mutfakta bulduk.

“Anne. Tolga’nın odasında buldum.” Kapsülleri tezgaha bıraktı. Annem, doğradığı marulları tahtaya koydu ve Ilgaz’a odaklandı.

“Bunlar hasta ediyor onu.” dedi Ilgaz, kapsülleri annemin eline tutuştururken. Annem bir süre avucuna bakakaldı. Kaşları çatıldı. Bakışlarını bana doğrulttu.

“Buğra alıştırdı seni, değil mi?”

“Neden her şeyi ona yüklüyorsunuz?”

“Kim o zaman?”

“Bunlar..” Bir şey söyleyemiyordum. Odaya bakınıyordum. Babam dışarıda kitabını okuyordu. Mira ise salonda sehpaya koyduğu kuşburnunun, suya kırmızılığını bırakmasını izliyordu. Bu kızın neyi vardı böyle? Mira da ayrı bir dertti.

Annem ve Ilgaz hariç kimse benimle ilgilenmiyor gibi duruyordu. İkisini birden etki altına alabilmeyi diledim ancak yapamıyordum. Demir benim için yapardı belki ve ben sonunda hayatımı saklamayı öğrenebilirdim.

“Evet, bunlar?”

“Boşverin. Sizde kalsınlar.” Ilgaz içten içe o kadar keyiflenmişti ki, ne kadar tutmaya çalışsa da yüzünde bir tebessüm belirmişti. Annemin bana bağırmasını umursamadan odama çıktım. Ilgaz’ın istediği gibi olmuştu.

Demir’i aradım. Açmıyordu. Neden açmıyordu, anlayamıyordum. Çok zaman geçmişti. Hala mı başları beladaydı? Bana yardım edeceklerini söylemişlerdi.

***

Küçük bir masanın başında saatlerdir ayakta dikiliyordum. Okuldan çıktığımdan beri buradaydım. Kan bağışı toplamak için ilçeye kurulan kan bağış konteynerinin önündeydik. Leyla bir akşam yemeğinde bağışçı toplamak için okuldan gönüllü olduğunda bahsetmişti ve benim de kana ihtiyacım vardı. Dün okul çıkışında konternerin yeniden kurulduğunu görünce rehberlik hocasıyla görüşüp katılmak istemiştim.

“Merhaba, bugün kan bağışı yaparak ihtiyacı olan birine yardımcı olmak ister misiniz?” Leyla, orta yaşlarında bir adama elindeki broşürü uzatıyordu. Adam duraksadı ve broşürü incelemeye başladı.

Elimdeki broşürlere baktım. Gergindim. Gerçekten yapacak mıydım? Herkes gittikten sonra içeriye sızacak mıydım?

Hava kararmak üzereydi. Dağılmamız gerekiyordu ancak içeride hala kan verenler vardı ve Leyla azimle yeni insanlar bulmaya çalışıyordu.

“Leyla saat doldu. Daha fazla insana gerek yok.”

“Önemli değil, sen istersen gidebilirsin. Ben beklerim ilgilenen olursa.” Elimdeki broşürlere yöneldi ancak vermedim. Onun gitmesi, herkesin gitmesi gerekiyordu. Broşürlerimi vermeyince tuhafına gitti. Tekrar yoldan geçen insanlara seslenmeye devam etti.

Kimseye seslenmeden öylece dikildiğim için, Leyla bana bakıp duruyordu. Zaten geldiğimden beri bir tane bile broşür vermemiştim. Sadece kendiliğinden gelip elimden broşür alanlar olmuştu. Leyla’nın gözünde işe yaramıyordum. Zaten onun topladığı kanları da kaçıracaktım. Fırsat verirse.

“Tabii.” Önündeki adam kan vermeye karar verip içeri geçmişti.

Son giren adam içeriden çıkana kadar başka ilgilenen olur mu diye bakınmaya devam ettik ancak gelen giden olmadı. O adam da çıktıktan sonra hemşirelerden biri bize seslendi.

“Çocuklar, bugünlük kapatıyoruz. Gidebilirsiniz isterseniz, emeğinize sağlık.” dedi hemşire. Yeleklerimizi çıkarttık. Leyla bana bakıyordu.

“Bırakmayacak mısın içeri?” dedi gözleriyle yeleğimi işaret ederek.

“Ben.. beni kan tutuyor da. Herkes çıkana kadar bekleyeceğim.” Garipsemişti. Kan tutan biri neden kan bağışı için çalışıyor, diyordu belli ki.

“Bana ver, ben bırakırım.” Leyla bugün başıma bela oluyordu.

“Gerek yok.” dedim. Yüzüme tuhaf tuhaf baktı.

“Eşyalarını getirmemi ister misin?” dedi.

“Ben..” Saçmalıyordum. Ne diyecektim şimdi? Kafasını salladı.

“Torbaları zaten dolaba koyuyorlar. İçeri temizse, seni çağırırım olur mu?” İçim rahatlamıştı. Gülümseyip başımı salladım. Leyla da içeri girdi ve çıkmak bilmedi. Kimse çıkmak bilmedi.

Zaten delinen damarlardan gelen kokulara dayanmakta zorlanıyordum. Girip hepsinin iliğini kurutmak fikri, hiçte kötü gelmiyordu. Sonunda kapı açıldı.

“Gel hadi.” dedi Leyla kapının eşiğinden bana. İçeri girdim. Sadece hemşireler ve Leyla vardı. İki hemşire bir köşede oturmuş sohbet ediyorlardı. Kanın kokusu iyice yoğunlaşmıştı. Neyse ki görünürde torba ya da herhangi bir şey yoktu. Leyla benim için etrafı toparlatmıştı. Odayı taradım. Dolabı gözüme kestirdim.

Geldiğimde zaten anahtarların yerini saptamıştım. Hemşirelerden biri uzayacağından korktuğum sohbetlerini kibarca bitirip oturduğu yerden kalktı. Zaten giyinmişti. Çantasını aldı. Anahtarını da aldı ve gitti. Bir tane anahtar kalmıştı. Leyla ve hemşire konuşmaya devam ederken çaktırmadan yeleği bırakırken anahtarı alıp cebime attım.

“Neyse biz de kalkalım.” dedi hemşire tam ben çıkarken.

“Tolga? Seni de eve bırakalım.” Beni hastaneden tanıyordu bu kadın. Adını asla öğrenememiştim ama birkaç defa benimle ilgilendiğini anımsıyordum.

“Gerek yok, ben kendim giderim.”

“Geç oldu, Leyla’yı bırakıyorum. Seni de götüreyim.” dedi kadın yağmurluğunu alırken. Bugün de şansına sabah hariç hiç yağmur yağmamıştı.

“Anahtar nereye gitti? Buraya bıraktığıma eminim.” Yakalanmıştım. Anlamıştı işte.

“Diğer hemşire almıştır belki, farkında değildir.” Yalan ağzımdan kayıp gidivermişti.

“Olabilir.. Neyse onu ararım eve gidince. Çıkalım.” Bizi dışarı çıkardı ve kapıyı kapattı. Kapı dışarıdan kilitlemek gerekmeden kendini kilitliyordu Anahtarsız sadece içeriden açılabiliyordu. Birkaç kere kapıyı açmak için çabaladı, kilitlendiğinden emin olunca bıraktı.

“Hadi gelin.”

“Eve geçmeyeceğim henüz. Teşekkür ederim teklifiniz için. İyi akşamlar.” dedim yanlarından ayrılırken.

“Ben de bir yere uğrayıp yürüyeceğim. Uzak değil zaten..” dedi Leyla. Bugün daha fazla bu kızın sesini duymaya tahammülüm kalmamıştı.

Yeterince uzaklaştığımda durdum. İzliyordum. Hemşire gitmişti ancak Leyla, sürekli birini arıyor, ulaşamıyor ve konteynerin önünden ayrılmıyordu. Daha fazla zaman kaybetmek istemiyordum. Okula gittim. Zemin katta kimsenin kullanmadığı ve kırık dökük eşyaların saklandığı bir oda keşfetmiştim. Kan dolu torbalarla değiştireceğim vişne suyu doldurduğum torbaları alıp bir çuvala tıktım. Üzerlerine de konteynerden yürüttüğüm etiketleri yapıştırıp, uydurma bilgiler yazdım. Kanlar merkeze gidip incelenene ve durum anlaşılana kadar, Demir’in geri dönmesini ve bana yardım etmesini umut ediyordum. Torbaları sırt çantama doldurdum ve konteynerin yanına dönüp saklandım. Etrafı kolaçan ettim. Leyla da görünmüyordu. Hızlı ve sessiz adımlarla konteynerin yanına gittim. Anahtarı deliğe sokmaya çalışıyordum ancak ellerim titriyor ve alnımdan akan terler gözlerime kaçıyordu.

Kapıyı açar açmaz kendimi içeri atıp kapattım. Buzdolabını açtım ve sırt çantamdaki torba kadarını çıkardım. Çantamdaki torbaları dolaba tıktığımda titreyen vücudum bir nebze durulmuştu. Serin nefesler alıyordum.

Kimseye yakalanmadan okula dönmeyi başarmıştım. Sığınağımda küçük bir dans gösterisi yapmıştım kendi kendime.

Torbalardan birini çıkardım. Neredeyse on taneydi. İdareli kullanırsam, uzun süre dayanırdılar. Kan toplamak için senenin belirli haftalarında gelirlerdi, o yüzden Demir benimle tekrar iletişim kurup belki de insanları etki altına almayı öğretene kadar bunlarla idare etmeliydim. Küçük bir detayı atlamıştım. Sığınağımda buzdolabı yoktu. Kanların bozulma ihtimalini hiç düşünmemiştim. Acaba bozulsalar bile, iş görürler miydi?

Yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış bir kişi beni bulmuştu. Belli ki beni takip etmişti. Yakalanmıştım. Torbayı fırlattığım gibi, çığlığını önlemek için üzerine atladım. Ne kadar korkutucu göründüğümü unutmuştum. Vampir formumdayken kızarak gözlerimi, kararan suratımı ve sivrilen köpek dişlerimi unutmuştum. Leyla, bayılıp kucağıma yığılmıştı.

Odadaki her bir toz zerresini ayaklandırmak ister gibi, bir oraya bir buraya volta atıyordum. Leyla’yı buradan çıkarmamalıydım. Ancak babası polisti. Ailelerimizde dosttu. Çok göz önündeydim. Gergin olduğumu hemen anlarlardı.

Belki de kimse anlamazdı. O, dışarı çıkmamalıydı. Vampir olduğumu kimseye söyleyemezdi.

Bu kadar kibar bir hapşırık sesinin beni irkiltebileceğini düşünmezdim. Uyanmış, sersem sersem etrafa bakıyordu. Beni gördüğünde panikledi ve oturduğu yerden kalkmak için debelenmeye ve histerik çığlıklar atmaya başladı.

“Sus, sus!” Elimle ağzını kapatmıştım ancak nafile. Yakınlarda biri olsa mutlaka duyardı.

“Sus, Leyla!” İstemsizce sesimi yükselttim. Şimdi de ben burada olduğumuzu duyuruyordum.

“Leyla! Sus!” Gözlerinde bir ışıltı gördüm. Neyi farklı yaptım, bilmiyordum. Ancak sustu. Hala panik oluyordu, ancak sustu. Tekrar bayıldı.

Onu susturmayı başarmıştım. Belki de burada olmasına gerek yoktu. Kimseye söyleyemezdi.

Emin değildim. Kafam çok karışıktı. Bana akıl verecek kimse yoktu. Konuşamayacağını umarak, onu evlerinin bahçesine bıraktım ve kaçtım.

***

Leyla’yı ilk kez okulda görmüştüm. Bir haftadır okula gelmiyordu. Onunla konuşmalıydım. O günden beri ona mesajlar atıyor ve benimle konuşması için ikna etmeye çabalıyordum.

Okul çıkışında bekliyordum. O da herkesin gitmesini bekliyor gibiydi. Yalnız kalmıştık. Okul bahçesinden çıktı ve beni izlemeye başladı. Ona doğru yürüyordum.

“Yaklaşma bana! Sakın!” Sol eliyle durmamı işaret ediyordu. Konuşuyordu. Becerememiştim.

Dua eder gibi dudakları kımıldıyordu. Derin nefesler alıyordu. Öylece olduğum yerde duruyordum. Ellerimi omuz hizamda havada tutuyordum. Sanki bir çırpıda Leyla’yı ısıramayacakmışım gibi komik bir durumdu. Yine de böyle bekledikçe, Leyla’nın kendini güvende hissedip sakinleşebileceğini umut ediyordum.

Leyla, biraz sakinleştiğinde ve ben hareketsiz kaldığım için duruma alıştığında konuşmaya başladı.

“Nesin sen?” O gece yüzümü görmüştü. Devam eden günlerde gizlice onu izlemiştim. İlk üç gününü ağlama krizleriyle geçmişti. Günleri benim gerçekliğimi kabul edememekle geçmişti.

Şimdi cesaretini toplamış görünüyordu. Bir insanın bir vampirden hesap soracak cesareti toplayabilmesi için oldukça kısa bir süreydi.

“Ne olduğumu biliyorsun zaten. Gelmediğin her gün beni araştırdın.” Leyla tekrar gerildi. Belki de böyle söylememeliydim.

“Senden duymam gerek, yoksa kafayı yediğime inanacağım.” Yüzü buruştu. Yine bir ağlama krizi geliyor gibi hissettim. En sempatik halimle konuşmaya çalışıyordum. Güvenini kazanana kadar olabildiğine açık olmaya karar verdim. Başkasına anlatacak olsa şimdiye anlatırdı, ayrıca anlatsa da kim ona inanacaktı ki? Şimdi ya akıl hastanesinde ya da evde olurdu.

“Ben bir vampirim.”dedim. Korkutucu olmamaya çalışarak, nasıl olunabilirse. Leyla eşarbının boyun kısmını başından düşmeyecek şekilde hafifçe gevşetti. Şuan onu sıkıyordu belli ki. Sindirmeye çalıştığı şey kolay değildi. Dualar etmeye geri döndü. Bir süre daha sessiz kaldık. Kollarımı indirdim ve kaldırım taşına oturdum. Leyla ellerini bir yelpaze gibi sallayarak kendini serinletmeye ve sakinleştirmeye çalışıyordu. Ben de sakince onu izliyordum. O da kaldırımın kenarına oturdu. Kolunu, çenesi ve dizi arasına bir sütun gibi dikti.

“Hiç birini öldürdün mü?” diye devam etti Leyla.

“Hayır.”

“Allahım sen sabır ver..” dedi ve sormaya devam etti.

“Kanla besleniyorsun, değil mi?”

“Evet.” dedim.

“Kan bağışlarından çalıyorum. Gördün zaten.” diye ekledim. Hastalar için topladıkları kanlarla vampir beslediklerine mi üzülseydi yoksa benim kimseyi incitmemek için torbalanmış kan çalıp içmeme mi sevinseydi? Kafası karışık görünüyordu. Elimdeki en iyi seçeneğin bu olduğunu anlamalıydı.

“Kimseye söyleyecek misin?” diye sordum. Buraya gelme sebebi buydu.

“Senin bir vampir olduğunu mu?” Güldü Leyla. İlk defa. Ben de gülümsedim. Evet, tahmin ettiğim gibi. Söyleseydi kimse inanmazdı. O da bunu biliyordu.

“Bir haftadır terapiste seninle ilgili bir kabus gördüğümden bahsediyorum. Hayatımda ilk kez terapiye gitmek zorunda kaldım. Ailemin ısrarlarından. Kimseye gerçekten gördüğüm şeyi anlatamamak beni delirtiyordu.. Ne yalan söyleyeyim, seninle yüzleşmek iyi geldi..” dedi Leyla. Demek ben onu hiç susturamamıştım ya da belki de etkisi birkaç saat sürüp kaybolan bir etkilemeydi. Leyla bir süre sessizce beni inceledi.

“Güneş, sana zarar vermiyor?” dedi. Özelliklerimi merak ediyordu. Güldüm.

“Sadece bana, zarar vermiyor. Diğerlerine veriyor. Sanırım bu yüzden hepsi bana yardımcı olmaya çalışıyor. Bendeki farklılığı merak ediyorlar.” Demir’in güneşten zarar görmemek için tükettiği kanın boyutunu tahmin edemiyordum.. Onların bile söylemeye çekindikleri bir vahşet söz konusuydu.

“Senin gibi kaç kişi daha var?” Çok fazla şey anlatıp kimseyi ele verecek halim yoktu. Her şeyi olabildiğince basit tutacaktım.

“Kaç kişi olduklarını bilmiyorum. Ben sadece birkaç aydır böyleyim ve sadece hayatta kalmaya çalışıyorum..”

Bir süre sessizce oturduk.

“Sana kim, ne için yardımcı oluyor?”

“İnsan hayatımı sürdürebilmem için, açlığımı bastırmam gerekiyor. Gerçek yüzümün ortaya çıkmaması için. Beni bunun için eğittiler, diğer vampirler…”

“Bazı duygular, açlığı uyandırabiliyor. Öfke gibi. Kontrollü olmam için beni eğittiler.” İçten içe tahmin ediyor olmalıydı. Öfke açlığı değil, öldürme arzusunu açığa çıkarıyordu.

“Açıkçası, öfkeyle baş etmek her şeyden zor oluyor.” İlk defa bir insana kendimi anlatıyordum. Leyla doğru kişi miydi, bilmiyordum ama birine derdimi anlatabilmek ve dinleniyor olmak beni rahatlatıyordu. Ailemle paylaşamadığım bu şeyin, üzerimde ne kadar büyük bir yük olduğunu fark etmiştim.

“Öfkeni bastıramazsan, ne olur?” Cevabı biliyordu ancak yine de sordu.

“Kontrolü kaybederim.. sanırım.” diye cevapladım. Demir yetişmeseydi neredeyse öldürmek üzere olduğum insanları düşündüm.

“Güçlü ve hızlı mısın?”

“Evet.” Ayrıca insan zihnini kontrol edebiliyor olmam gerekiyordu. Henüz bunu başaramamış olsam da, gelişimimi tamamladığımda yapabilecektim. Leyla’yla bu bilgiyi paylaşmaya çekindim.

“Ne seni bu hale getirdi?” Sebebi ben de bilmiyordum. Dönüşmek için hiçbir olay yaşadığımı hatırlamıyordum. Kami’nin söylediğine göre dönüşüm için bir vampirin kanını içmek ve ölmek gerekirmiş. Ancak ben bir yaz tatilinde, güneş hassasiyeti yaşamaya başladığımda dönüşmeye başladığımı düşünüyordum. Hiçbir şey içmemiştim, ölmemiştim. Bir örümcek ya da yarasa tarafından da ısırılmamıştım.

Yoksa, ölmüş müydüm? Kafamda aniden beliren parlak bir soru işaretiydi bu. O gün ölmüş ve dönüşmeye mi başlamıştım?

“Geçen yaz başladı ancak ne beni bu hale getirdi bilmiyorum. Kendiliğinden olmaya başladı işte.” Leyla şaşırdı. Bir sabah kendiliğinden vampir olarak uyanmaktan mı korkmuştu acaba? Dualarına bir yenisi eklenecek gibi görünüyordu.

“Sarımsak ya da.. dini şeyler etkiliyor mu seni?” Bu beni güldürmüştü işte.

“Sanmıyorum. Kutsal kitaplara da dokunabiliyorum, sarımsak da yiyorum. Henüz kalbime kazık saplamadım. Belki o beni öldürebilir ama bilemeyiz..” Şimdi o da benimle gülüyordu gözleri yaşlı olsa da.

“Belki bir gün sen denersin.” Kötü bir espriydi. Kötüydü. Kötüydü. Keşke geri alabilseydim. Zihin kontrolünü bir an önce öğrenmeliydim. Gözlerimi, oynamakta olduğum ellerime çevirdim. Leyla yine de esprime güldü. Onun güvenini kazanmıştım. Yeniden Leyla’ya baktım ve gülümsedim.

Şimdiye kadar kafamın içinde hep kendimi insan hissetmiştim. Kendimi sıkmıştım. Leyla üzücü gerçeğin farkına vardırdı. Ben.. artık insan değildim. Ben artık kan emiciydim. Bedenim ve ruhum, ilk defa yeni varoluşumun ağırlığı altında eziliyordu.

Leyla kalktı. Bana hafifçe gülümsedi ve gitti. Ben ise yerimden kalkamıyordum. Kaya kadar ağırdım.

***

“Çok heyecanlıyım.” diyordu Ada.

“İzledim seni provada. Heyecanlanacak bir şeyin yok.” Gerçekten de çellosuna sarıldığında, kendini kaybediyordu. Mayıs etkinliklerinin açılış gecesinde, yemek ve dans olacaktı. Ada da orkestradaydı.

“Melih ve Gizem olacak benim dışımda. Geri kalanı profesyonel. Ya uyum sağlayamazsak? Onlar kadar iyi değiliz.”

“Güzel geçecek merak etme.” Kütüphanenin kapısını açtığımda sesimi alçalttım.

“Pencere kenarına gidelim.” Ada’nın çantasını masaya, kendi çantamı sandalyeye bıraktım. Ada çantasını karıştırmaya başladı.

“Kitabım sendeydi sanırım.” Çantamı kurcaladım. Bendeydi. Ben sınavları tekrar alacağım için ders çalışıyordum. Ada da benimle birlikte kitap okuyordu. Hem yardıma ihtiyacım olduğunda bana ders anlatıyordu. Ne kadar dinleyebildiğim tartışmalıydı tabi. Bahaneyle öğle aralarını beraber geçiriyorduk.

Kitabını uzattım. Cenazeme gelme, yazıyordu kapakta. Nasıl bir kitaptı bu?

“Ne anlatıyor bu?”

“Sevdiği kızı öldürüyor biri ve kızın hayaleti peşini bırakmıyor. Yeni başladım ben de.”

“Garipmiş.” İçim ürpermişti. Sevdiğin birine zarar vermek. Delilikti.

“Öyle.” dedi Ada ve devam etti.

“Bugün ne çalışacaksın?”

“Matematik.” dedim kitabı istemsizce masaya çarptığımda.

“Hiç sormadım. Jekyll ve Clyde’ı okuyabildin mi?” Kitabı getirmeyi unuttuğumu fark edip utançla karışık şaşkınlık yaşıyordum.

“Ben de diyorum, Melike Hanım neden bana kötü kötü bakıyor.. Kitabı getirmem gerekiyordu ve tabii ki okuyamadım.” Gülümsedi.

“Süreyi aştığında sinirleniyor gerçekten.”

“Oyun için hazır mısın peki? Çok aksadı bu sene senin için her şey..” Bana acıyarak baktığında sinir oluyordum.

“Hazırım aslında.” dedim gayet keyifli bir şekilde. Hasta ve zayıf olan olmaktan sıkılmıştım. Beni, daha güçlü bulmasını istiyordum.

“Oyuna geleceksin, değil mi?”

“Tabii. Mutlaka orada olacağım.” Gülümsedi. Önce benim kaldığım yeri bulup kitabımı önüme koydu. Sonra kendi kitabını açtı ve okumaya başladı.

“Neden öyle bakıyorsun? Hadi çalışmaya başla.” Fark edipte beni uyarana kadar, ona daldığımı fark etmemiştim. O tekrar kitap okumaya döndü.

Bir süre sessizce çalıştım. Normalden daha hızlı öğreniyordum. İşimiz bitmişti ve kütüphaneden çıkıyorduk. Aynı şeylere uzun uzun bakmak canımı sıktığından, söylenmeye başlamıştım.

“Çok sıkıldım çalışmaktan. Yazılılara girsem de kurtulsam.”

“Ne zaman olacak? Tarih verdiler mi?”

“Haftaya pazartesi iki tane var. Matematik ve coğrafya. Hepsi haftaya bitecek gibi. Sadece Edebiyat sonraki salı.”

“O neden o kadar geç ki?”

“Tolga. Nasılsın kardeşim?” Ilgaz, elini boynuma sarmalamış sıkıyordu. Efe de Ada’yı farklı koridora çekiştiriyordu. Ada’nın gitmek istemediğini duyabiliyordum.

“Ilgaz. Bırak.”

“Neden? Utandın mı?” diyordu alaycı bir gülümsemeyle.

“Partiye hazırsın, değil mi? Belki Ada’yla gelirsiniz.” Dalgacı tonu sinirime dokunuyordu. Pislik.

“Ilgaz, bırak beni.”

“O kadar kolay değil.” Beni nereye götürdüğünü anlamaya çalışıyordum. Aşağı iniyorduk.

“Ilgaz nereye?”

“Yeni bir yer buldum. Bizim için.” Sığınağa gidiyorduk. Orayı keşfetmiş olmamalıydı. Torbaları bir dolaba tıkmıştım ama yine de orada olmak beni gerecekti. İçeri girdiğimizde, beni tozlu dolapların üzerine itti. Attım kendimi. Küçük bir tahta parçası yırtılan gömleğimden göğsüme batmıştı. Ölümsüz oluşuma çabuk alışmıştım ama değildim. Küçük tahtayı söktüm. Kapanmayan yarama bakıyordum. Hala ölebilirdim.

“Noldu, canın mı acıdı senin? Bakayım.” Ilgaz beni ters yüz etti ve diziyle karnıma geçirdi. Sığınak, koridordan ve bahçeye açılan dar pencerelerden yansıyan ışıklarla aydınlanıyordu. Yine de bir şeyleri net görebilmek için yeterli ışık yoktu. Özellikle Ilgaz için. Elimdeki küçük tahta parçasını yere attım.

“Ilgaz..” Durmuyordu. Neden durduk yere bu kadar öfkelenmişti bana, anlayamamıştım.

“Ilgaz dur!” Ada buradaydı. Ilgaz’ı çekiştiriyordu.

“Öldüreceksin onu!”

“Onu istiyor ya..” dedim iniltiyle.

“Derdin ne senin?” Ada bağırıyordu.

“Yürü.” dedi Ada’ya, bileğinden tutup çıkarırken. Olduğum yere oturdum. Okul benim için bitmişti.

———————————————————————————————-

Kitabın yarısını tamamladık. 🎀

Düşüncelerinizi merak ediyorum, paylaşmaktan çekinmeyin lütfen. 😇

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla