19.Bölüm “Aden”

1 0 30 Ekim 2024

Merhaba sevgili okuyucular, haftanın yeni bölümü ile karşınızdayım!

Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀

Keyifli okumalar ✨

——————————————————————————————–

(Tolga’nın gözünden..)

Uzun süredir kan içememiştim. İçimdeki vampiri bastırmayı başarmıştım, kimseye saldırmıyordum ama beslenemeyen vücudum güneşe dayanamaz hale gelmiş ve yeniden yaralar içinde kalmıştı. Annemin fark edip beni yine hastaneye kapatması uzun sürmemişti.

“İstemiyorum. Eve gitmem gerek anne.” Koluma takmaya uğraştıkları branülü itiyordum. Hastanede boş boş yatmaktan bıkmıştım. Anneme anlatamıyordum ki.

Beni bir insan sanıyor ve bu tuzlu sular, vitaminlerle iyileştirebileceklerini düşünüyorlardı.

“Tolga, lütfen zorluk çıkarma. İyi değilsin. Bunlar sana iyi gelecek.”

“Ne zaman iyi geldiler anne?”

“Ne yapalım Tolga? İyileşmen için elimizden geleni yapıyoruz. Sema Hanım da gelecek şimdi.”

“Beni iyileştiremezsiniz. Bir şey bildiğiniz yok.” Bağırıyordum. Annem kırılmıştı. Gözlerinde görebiliyordum. Neden bağırmıştım ona? Anlayamadım. Açlıktan olmalıydı. Korktum. Herhangi birine saldırmaktan korktum. Annem çok üzgün görünüyordu. Beni sakinleştiren de bu oldu.

Hemşire tekrar branülü takmaya çalıştığında direnmedim. Serum bağlandıktan sonra yatağa uzandım. Hemşire bir şişe getirdi. Serumuma ilaç enjekte ediyordu. Bunu daha önce yapmamışlardı.

O kadar hızlı etki etmişti ki, sakinleştirici bir şey olduğunu anlamam kolay oldu. Etkisi kısa sürmüş olsa da, iyi gelmişti.

“Mira nerede?” Kapsülleri geri alamazsam, buradan asla çıkamayacaktım. Demir’le Kami telefonlarıma çıkmıyordu. Onları aramak istemesemde, mecburiyetten aramıştım. Barda beni soran adam her kimse onlarla olmalıydı ki, benimle iletişimi kesmişlerdi.

“Evde.”

“Gelebilir mi?”

“Ders çalışıyor.. Sınav haftasıydı biliyorsun. Senin için rapor aldım, her sınav için tekrara gireceksin. İyileşince.” Zorla gülümsemeye çalıştı. Ölümcül bir hastalığım var sanıyordu.

“Ben iyiyim anne. Hiçbir şey olmayacak. Tamam mı?” Elini tuttuğumda birkaç damla gözyaşı döküldü. Yüzündeki damlaları sildim.

“Bana bak. İyileşeceğim.” İfadesizce bana bakıyordu. Sanki.. hipnotize olmuş gibi.

“İyileşeceksin.” dedi ve gülümsedi. Sanki az önce benim için endişelenip ağlamış olan o değilmiş gibi. Annemi etkilemiştim. Ben ilk defa birini etkilemeyi başarmıştım. Vücudumdan bir ürperti geçti. Bu kadar zayıf düşmüşken, bunu becerebildiğime şaşırıyordum. Bir yandan ise gücün verdiği tehlike, damarlarımda akan kanı kımıldatıyordu.

İki gün olmuştu. Gelen giden yoktu. İyileştiğim yoktu ve açlık beni sarmaya başlamıştı. Hemşire birkaç ilaç içirmek için geldiğinde, onu etkilemeye çalışıp çalışmamak arasında kalmıştım. Ya beceremezsem ve ona ‘bana kan alıp getireceksin’ dediğimi herkese söylerse diye endişe etmeden edemedim. Aklımın yerinde olmadığını düşünüp hastaneye temelli kapatabilirlerdi.

Bana yaklaşmalarından hiç hoşlanmıyordum. Kokuları iştahımı kabartıyordu.

İlk günü atlatmayı başarmıştım. Hala her yer kararıyordu.. nefes alan her şey kızarıyordu. Anneme durmadan Mira’yı soruyordum. Bugün gelecek demişti. Umarım gelirdi. Umarım..

Hemşire biten serumu sökmeye çalışıyordu. Bana yaklaşmalarından nefret ediyordum. Daha önce de defalarca hastanede yatmıştım ancak bu hafta -neredeyse 4 gün olmuştu- beni zorluyordu. Henüz hala yapmamış olsam da kendimi kaybedip hemşirelerden birini ısıracağım diye aklım çıkıyordu. Dikkatimi dağıtmak için sürekli etrafı izliyor ya da televizyonu kurcalıyordum.

‘Ünlü oyuncu hala bulunamadı’ yazıyordu bir haber kanalında, ekranın altında.

“Kerem Gündoğdu, yeni projesi için bir Ege köyünde çekimdeydi. Set çalışanları en son Pazar sabahı çekiminde gördüklerini ve çıktıklarında sette onunla birlikte bir grup hayranın olduğunu belirttiler. Polis bu liseli grubu soruşturmaya aldı.” Yatağımda doğruldum. Yanımdaki hemşire önümü kapatıyordu, ondan çekilmesini rica ettim.

Bizimkilerden bahsediyordu. Kerem hala kayıptı. Bizimkiler ona bir şey yapamazdı emindim ancak.. belki Demir. Okulda tutuklanıp götürülmüş ama aklanınca serbest bırakılmıştı. Kendini aklamak onun için zor değildi. Bu yüzden benim için bir şey ifade etmemişti.

En son evlerine gittiğimde, zindanda biri vardı. Beslenmek için alıp getirdikleri biri olduğunu düşünüp uzak durmuştum ama belki de Kerem’di.

Mira’yı kurtarmalıydım. Demir’in sebep olduğu bir şey kardeşimin de polisle başını derde sokabilirdi. Yanıma gelmeliydi ve onunla konuşmalıydım. Güç bela yataktan kalktım. Henüz bitmiş olan serumu çıkarmayı başarmış acemi hemşireden kurtulur kurtulmaz koridora fırladım. Annemi arıyordum. Kapımın biraz ötesinde telefonla konuşurken buldum. Telaşlı telaşlı konuşuyordu. Mirayla konuşuyor olmalıydı.

“Anne..”

“Tolga, neden kalktın? Yatağına dön.” Annem telefonunu beklemeye aldı, kolumu kavradı ve beni odama götürdü.

“Mira’yı görmek istiyorum.”

“Gelicek. Biraz işleri var sadece. Sen iyileşmene bak, tamam mı?” Benim hastanede olmamın bir işe yaradığı yoktu.

“Anne, Mira’yı yanıma getirir misin?” Annem şaşırdı.

“Ben.. onu görmek istiyorum. Özledim.”

“Tamam. Getiririm.” dedi. Bu öylesine söylenmiş bir tamam gibiydi.

İyileşmeli ve buradan çıkmalıydım. Belki Mira’nın Kerem’i bulmasına yardımcı olabilirdim. Zindandaki kişinin o olup olmadığını kontrol etmeliydim.

“Anne.” Bana sinirle bakıyordu. Durmadan telefon konuşmasını bölüyordum. Ancak denemeliydim. Yanıına yaklaştım ve gözlerine baktım.

“Miranın gelmesini istiyorum.” Olmamıştı.O ışıltıyı görememiştim.

“Getireceğim dedim ya Tolga. Müsade edersen kardeşini başına açtığı beladan kurtarmaya çalışıyorum. Odana dön lütfen.” dedi ve koridorda uzaklaştı.

Hastanede başka bir koca bir gün geçmesine rağmen, gelen giden olmamıştı. Mira geleceğini, gelmek istediğini söylemişti ama demek ki ona engel olan bir şey vardı.

Neredeyse gece yarısıydı. Bir kere Demir’i aramayı denemiştim bana biraz kapsül getirmesini istemek için ancak telefonu açmamıştı. Geri de dönmemişti.

“İyiysen neden orada tutuyorlar seni?” Buğra’yla mesajlaşıyordum.

“Annem işte..”

“Yalan söylemiyorsun değil mi Tolga? Rehabilitasyona mı alındın? Saklama benden.” diye ekledi. Sorusunda haklıydı.

“Hayır, iyiyim. Yaralar çıkmıştı, iyileştiler. Boşu boşuna yatıyorum işte.” Son yazdığım şey ne kadar da hapisteymişim gibi hissettirmişti. İçim sıkıldı.

“Çıkmak ister misin?”

“Hemde nasıl.”

“Hazırlan geliyorum.” Şaşırmıştım.

“Gece ziyaretçi kabul etmiyorlar Buğra.”

“Kıyafet var mı yanında?”

“Eşyalarım burada valizde duruyor.”

“Giyin ve 10 dakikaya aşağıya in öyleyse.”

“Öylece çıkayım mı?”

“Evet öylece çık.” Buğra ne söverdi, vampir olduğumu bilseydi. Pencereden de atlayıp gidebilirdin derdi. Sessizce yataktan kalktım, kolumdaki iğneyi çıkardım. Kıyafetlerimi üzerime geçirdim ve koridora çıktım. Gerçekten kimse yoktu. Merdivenlere doğru yürüdüm. Hemşire dinlenme odasının kapısı açıldı. Saklanacak yer yoktu. Koridorun sonundaki açık pencereyi görünce acaba diye düşünmeden edemedim. Bir merdivene bakıyordum bir pencereye. Kendimi durduramadım ve bir delilik yaptım. Pencereye koşup aşağı atladım. Yapamayacağım diye çok korkmuştum ancak başarmıştım. Hemşire dinleme odasının kapısının açıldığını duyabiliyordum. Ardından kapıyı kapattı.

Üçüncü kattan atlamama rağmen tek parçaydım. Etrafıma bakındım. Gören yoktu. Zaten pek insan da yoktu. Buğra da geliyordu. Modifiye şahinin sesini duyabiliyordum. Buğra arabasını bu kadar gürültülü hale getirmemeliydi.

Beni gördüğünde kenara yaklaştı. Yan koltuğun penceresini indirdi. Şaşırmış görünüyordu.

“Sen kaçamadan burada olurum sanıyordum.”

“Daha hızlıyım.” dedim. Gülümsedim ve yan koltuğa geçtim.

“Nereye gidiyoruz?” dedim Buğra’ya. Kendime av bulmaya mı çalışmalıydım yoksa Demir’in evine gitmeye mi çalışmalıydım, diye düşünüyordum. Demir’in evine gidersek, Buğra tehlikeye girebililirdi.

Muğladaki barlar sokağına gitmeliydik. Belki.. Buğra kendinden geçince kendime bir av bulurdum. Yarın da hastaneden kurtulurdum.

“Yarışa.” Anlayamamıştım.

“Ne yarışı?” Bunu söylerken neşeli görünmeye çalışsa da, biraz tedirgin olduğunu hissedebiliyordum.

“Araba yarışı.” diyordu.

“O nereden çıktı? Kiminle? Anlatsana Buğra.” Durmadan gergin gergin eliyle ağzını ovuşturuyordu. Sinirimi bozmuştu. Elini aşağı çektim.

“Buğra anlat.” Uzunca bana baktı.

“Kızmayacaksın ama.” Güldüm.

“Anlat hadi.”

“Birine borcum var ve ödeyemedim. Şimdi de onun için yarışıyorum.” O tuhaf herif..

“Ne kadar?”

“Tolga..”

“Söyle halledelim Buğra. Bana borçlan.”

“Sana borçlanabileceğimden fazla. Sağol yine de kardeşim.”

“Neden öyle bir para aldın ki?”

“Ödeyecektim. Bir yerden para gelecekti. Gelmedi.”

“Baban mı?” Başını salladı. Babası yurtdışında çalışıyordu. Bazen para göndermeyi atlardı. Buğra da arada ufak tefek bana borçlanır, sonra geri öderdi. Babasıyla sorunları büyümeye devam ediyordu belli ki.

“Nerede olacak yarış?”

“Eski okulun orada başlayacak ve bitecek.”

“Hasarlı olan yer mi?”

“Evet.”

“Neresinde yarışıyorsunuz ki? Parkur etrafı mı?”

“Hayır. Muğla yolundaki petrol ofisine kadar gidip dönüyoruz. Orada da biri bekliyor ve yarış boyunca dronela izliyorlar.”

“Kimle yarışacaksın peki?”

“Her seferinde değişiyor.”

“Buğra, bu kaçıncı yarışın?”

“Dört olacak herhalde.”

“Dört mü? Kaçını kazandın?”

“Hepsini. Kaybetme şansım yok zaten.” Yutkundu. Kalbinin bir anlığına teklediğini duymuştum.

“Kaybedersen nolur?” Nabzı yükseliyordu. Acı bir gülümsemeyle baktı.

“Buğra. Ne kadar olursa olsun. Yardım etmeye çalışırım. Tamam mı? Benden bir şey istemeye çekinme sakın.” Cevap vermiyordu. Hoşlanmıyordu bundan biliyordum ama zarar görmesini de göze alamazdım. O benim en yakın dostumdu. Onu kollayacaktım.

“Geldik.” Okulun bahçesine girdik. Bahçenin orta yerinde, birbirinden bağımsız iki küçük kalabalık grup bizi bekliyordu. Buğra arabayı durdurdu ve indi. Ben ne yapacağımı bilemiyor, şaşkınlık içinde insanlara bakıyordum.

Kalabalıkta tanıdık bir yüz vardı. Demir. Burada ne işi vardı? Görüşemediğimiz bir haftada şekli şemali değişmişti. Yanındaki tuhaf tiplerin kim olduğunu anlamlandırmaya çalışıyordum.

Kalabalığın diğer tarafında ise en azından tanıdık bir tuhaflık vardı. Buğra’nın borçlandığı, geçen gün bizi kovalayan ağır abi tiplerdi bunlar. Başları gibi duran adam, bugün kısa saçını jöleyle önüne yapıştırmıştı. Çok komik görünüyordu. Bunun iyi göründüğünü mü düşünmüştü? Gülümsemekten kendimi alamadım.

Jöleli adam elindeki tesbihi sallaya sallaya Buğra’yı geç kaldığı için fırçalıyordu. Buğra ise onun karşısında eğilip bükülüyordu.

“Araçtan in.” dedi bana serserilerden biri. Ben de indim. Onlara yaklaşmadım ve izlemeye devam ettim. Demir, asla bana bakmıyordu. Sanki tanımıyormuş gibi davranıyordu. Yanındaki esmer kısa boylu kız ise gözlerini bana kitlemişti. Pek iyi niyetli de durmuyordu. Acaba hepsi vampir miydi?

“Ne zaman başlıyoruz?”dedi Demir. Sırtına attığı tuhaf kürkü yanındaki esmer kıza uzatırken.

“Geldiği arabaya bak. Nasıl geçebilirim onu?” Demir gıcır spor arabasına atladığında Buğra serzenişini sürdürüyordu. Modifiye şahinle bu aracı nasıl geçebilirdi?

“Öyleyse kaybedersin yeğenim. Er meydanından kaçış yok. Hadi bakalım arabana.” Dedi jöleli adam.

“Halil abi.”

“Ya borcunu öde, ya yarışa gir.” Bağırıyordu adam yemeyi durduramadığı çekirdeklerin kabuklarını da püskürtürken. Elindeki paketi beni uyaran serseriye uzattı.

“Alın oğlum şunu elimden. Duramıyom.” Paketi alıp önündeki masaya -bahislerin kaydını tuttuğunu düşündüğüm defterin yanına- koydu.

“Genç. Gel bakalım buraya.” Beni çağırıyordu. Yanına gittim. Elini omzuma attı ve bana bir tabure bulup yanına oturttu.

“Hoşgeldin. Biraz tatsızlık oldu ama yarışlar güzel geçer, eğlenirsin. Bahise katıl. Arkadaşına koyarsın herhalde, değil mi? Erdem hesap aç arkadaşa.”

“Tamam abi. Kaçlık açalım?” Ceplerimi yokladım. Boştu.

“Yanımda para yok hiç.” Halil abi beni süzüyordu ve sanırım halime göre gerçekten de beş kuruşsuz olabileceğime inanmıştı. Hastanenin verdiği mayhoş bir görüntüm olmalıydı.

“Bu seferlik böyle olsun. Bir daha parasız gelme izlemeye.” dedi tatlı sert bir ses tonuyla ve önüne döndü. Halil susmak bilmeden etraftakilere sarıyordu.

“Hadi bakalım, hadi. Hazırlanın. Başlayın yarışa.” Demir’i izliyordum. Arabasında bir şeyleri kurcaladıktan sonra yanındakilerle sohbet ede ede tekrar dışarı çıkmış, onun topluluğu için ayrılmış olan sandalyelere yönelmişti. Bir sandalyeye oturmuş dizini sallıyor ve sohbet eşliğinde bekliyordu. Oturduğu yerde yanında 3 kız, 2 erkek vardı. Onlarla konuşmayı kesip Halil’in çığırtkanlığını bir süre izledikten sonra ayaklandı ve tekrar arabasına gitti. Şoför kapısını açmasını umuyordum ancak o ön yolcu koltuğunun kapısını araladığında Halil’i bile susturmayı başaran gözlerimi alamadığım afet bir kadın indi araçtan. Sanki parlıyordu, güneş gibiydi. Şimdiye kadar aracın içinde olduğunu nasıl fark edememiştik ki?

“Vay, vay, vay..” Halil şaşkınlığını atabildiğinde ayaklanıp yanlarında bitti. Kadına elini uzatıyordu ancak kadın, Demir’in elini bırakmıyordu. Demir ve kadın arasında uyumlu bir görkem vardı. Kadın, kafasındaki şapkayı çıkardı ve ellerini saçına geçirip savurdu. Halil konuştukça konuşuyor, kadının dikkatini çekmek için bin takla atıyordu ancak kadın durmadan Halil’i süzüp hiçbir talebine karşılık vermiyordu.

Kadınla gözlerimiz buluştu. Beni bulunduğum yerden ayıran, görünmez kılan o his kaybolmuştu. O kadın, bana baktığında ben de buradaydım artık. Bir anda var etmişti beni. İzleyici koltuğumdan kaldırmıştı. Hafifçe gözlerini kıstı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında hissettim farklılığı. Vampirdi bu kadın. Diğerleri de. Demir ve vampir dostlarıydı. Buğra nasıl bir ortama düşmüştü? Halil ise kimlerle aşık attığın farkında mıydı, merak ediyordum.

Kadın sanki gözlerinin önünde uçmakta olan ve onu rahatsız eden bir kuş tüyünü elinin tersiyle iter gibi hafifçe elinin tersiyle omzundan itti Halil’i. Kimse hissetmedi, Halil ayaktaydı ancak düşmüştü. Her şey yıkılmıştı bir anda. Kadın, bana doğru geliyordu. Her adımı beni telaşa sürüklüyordu. Başka bir şeydi bu. Güzelliğinden, vampir oluşundan başka. Ağırlığı vardı.

“Selam.” dedi bana yaklaşıp, gözlerindeki değişimi görmemi ister gibi. ‘Merhaba, ben de vampirim ve hey baksana, benim gözlerim sizlerinki gibi kırmızı olmuyor.’ Bunu okuyordum sarı gözlerinden, bunu biliyordum. Neden ve nasıl anlamıyordum ama buydu işte.

“Arka bahçede.” diye kulağıma fısıldadı. Hafifçe omzuma vurdu ve Demir’in yanına dönerken kulağını işaret etti.

“Ben çıkıyorum. Böyle bir rezaleti çekemem. İşin bitince kulübe gelirsin.” dedi Demir’e ve yanlarındaki vampirlerden birine gelmesini işaret etti. Herkes işine gücüne bakmaya çalışıyor gibi davransa da, -Halil buna pek çabalamıyordu- içten içe biliyorduk ki hepimiz hayranlıkla sessizce kadını izliyorduk.

“Ne dedi sana?”Kadın okulun kapısından siyah bir araca binip uzaklaştığında Halil yanıbaşımda bitmişti.

“Burayı sıkıcı bulduğunu söyledi.” dedim.

“Bak sen.” dedi Halil. İçimden gülmek geliyordu. Halil, dakikalar önceki kontrollü ve sinirli bakışlarını bir şaşkınlığa bırakmıştı.

“Abi başlayalım mı?” dedi Erdem.

“Başlayın başlayın.” dedi ve sustu Halil, masaya bıraktığı çekirdeği alıp geldiğinde.

“Burası nasıl sıkıcı olmaz, Tolga kardeş?” Arabalar bir hizaya gelmişti ve Demir’in yanındaki esmer kız yarışı başlatmak için bir bayrakla araçların arasında dikiliyordu. Yanımızda oturan neredeyse yirmi kişilik kalabalık geri saymaya başlamıştı.

“Nasıl yani abi?”

“Hanımefendi ne olsa kalmak isterdi?”

“Belki biraz müzik, ışık. Belki daha çok izleyici. Yaşlılardan oluşmayan.” dedim arkamızda oturan moruklara bakarken. Yarış başladı ve herkes sessizliğe büründü.

“Parti lazım.” diyordu Halil, kendi kendine. Dronelar harekete geçmişti. Önümüzdeki televizyondan yarışı izliyorduk. Arada bir trafikteki başka araçlar Demir ve Buğra’nın yarışının ortasında kalıyordu. Her seferinde yüreğim ağzıma geliyordu.

Kokuyla irkildim. Kendimi bölgesine yabancı biri girmiş gibi kulağını dikip etrafını arayan köpekler gibi hissediyordum. Yarış devam ediyordu. Halil’in odağı değildim. Kimsenin görüşünü kapatmadan kalktım.

“Nereye?”dedi Erdem, beni durdurup.

“Tuvalete.”

“Okul kapalı. Tuvalet yok.”

“Arka tarafta yapacağım.”

“Önce yeri kaz, tamam mı? Köpekçik.” dedi omzuma vurarak. Uğraşacak vaktim yoktu. Kanın kokusunun davetkarlığı değişimimi tetikliyordu. Sessizce yanından uzaklaştım.

Arka bahçeye ulaştığımda hiçbir şey yapmadan dikilen bir genç kız fark ettim. Elinde bordo renkte, altın gibi parlayan sarı kabartmalı bir bıçak vardı. Sokak lambasının ışığı kızı ve bıçağı aydınlatıyordu.

Beni görünce bıçağı boynuna yaklaştırdı. Bir çırpıda kızın yanındaydım ve bıçağı elinden alıp fırlattım. Boş gözlerle bana bakıyordu. O kadın yapmıştı. Demir beni söylemiş olmalıydı. Belki de kendisi anlamıştı emin değildim. Hala bu dünyayı anlayamıyordum. Çözmem gereken çok şey vardı ancak kendimi o kadar uzun zamandır tutmaya çalışıyordum ki, kanasusamışlığım tüm düşünceleri susturdu. Hayvani içgüdülerim kızın ölümüne sebep olacak diye çok korkuyordum.

Bir kıkırtı duyduğumda beslenmekte olduğum kızı bıraktım. Etrafa baktım. Kimse yoktu. Sokaktan geliyordu ancak henüz bizi görecek kadar yakında değillerdi. Kızın bakışları düşmüştü. Nabzını yokluyordum. Zayıftı. Kızı kucakladım ve bahçe duvarının kıyısına götürüp yere yatırdım. Gözleri kapandı. Zayıfta olsa nabzı atıyordu. Kurtulması için dua etmekten başka çarem yoktu. Kabullenmek zorunda olduğum doğam buydu.

Sokaktakiler geçene kadar ben de duvarın kıyısına uzandım. Kızın nabzını tekrar yokladım. Yükselmişti. İyileşiyordu. Rahatlamıştım. Ayağa kalktım. Biraz uzağa fırlattığım bıçağı alıp kızın ceplerinden birine koydum. Sıyırdığım kolumun tersiyle ağzımı sildim. Üzerimde kan lekesi kalmadığını umarak geri döndüm.

“Sen neredesin kardeş? Yarış bitiyor.” Halil kendine gelmiş görünüyordu.

“Senin arkadaş kaybediyor.” Kaybedeceği kesindi.Demir’in aracını geçebileceğini düşünmemiştim zaten.

“Buğra’nın borcu ne olacak kaybederse?”

“İkilenecek.”

“Nasıl?”

“Katlanacak.”

“Ne kadar olacak?”

“Arkadaşına sor.” Önceden tedirgin olurdum. Şimdi ise hiçbir insan serseri beni korkutmuyordu. Hafifçe gülümsedim.

Demir gelmişti. Bahçedeydi. Buğra ise bahçeye çok sonradan girmişti. Buğra’ya bahis yatıran da pek yoktu. Halil Buğra’nın kazanacağını düşünmüş olamazdı da. Burada bir şey dönüyordu ancak ben anlayamıyordum.

“Ne bekliyorduk ki? Adil değildi.” Kıpkırmızı suratıyla yorgunluğuna rağmen kendini savunmaya çalışıyordu Buğra.

“Yenildin. Kabul et.” diyordu Demir. Ağzı kulaklarındaydı. Bir süre sonra mutluluğunun kaynağının kazanmış olmak değil, Buğra’yı kudurtmuş olmak olduğunu fark etmiştim. Demir böyle biriydi ve biz nasıl fark edememiştik, anlayamıyordum. Tanıştığımızı belli etmek istemiyordum ve bir kere bana baksa bir köşede benimle konuşmasını isteyecektim ancak asla bakınmıyordu.

“Halil abi. Kazanamazdım zaten.” dedi Buğra.

“Buğra, kardeşim. Sen şimdi yarıştın mı?” dedi Halil sakince.

“Yaptım abi ama..”

“Şş.. ama yok. Yaptın mı? Yaptın. Kaybettin mi? Ettin. Erdem kardeşim.”

“Buyur abi?”

“Katlayalım.”

“Katlayalım abi.” dedi Erdem cebinden küçük bir defter çıkardığında.

“Bir dakika.”dedi Demir sertçe arabasının kapısını çarptığında.

“Sen şimdi seni sadece arabam daha iyi diye yendim mi sanıyorsun?”

“Öyle.”dedi Buğra kendinden emin bir tavırla. Demir cebindeki anahtarı çıkardı. Havada sallıyordu.

“Takas.” Buğra şaşkın şaşkın bakarken anahtarı aldı.

“Sen de seninkini ver.” dedi Demir.

“Yeniden mi yarışacağız?”

“Evet. Haftaya. Rövanş. Bu günü saymıyoruz. Ne dersin?” Buğra anahtarı inceliyor ve düşünüyordu.

“Tamam.” dedi Halil abi’ye bakarak.

“Memnuniyetle.” Dedi Halil abi heyecanla.

“Hatta ne yapalım biliyor musunuz? Büyütelim. Daha çok izleyici çağıralım, müzik olsun ışık olsun. Değil mi, Tolga kardeş?” Gülerken yakalanmıştım. Başımı aşağı yukarı salladım.

“Ne dersin Adem?” Adem demişti Demir’e.

“Aden. Adem değil.” dedi sanki bu onu ilk düzeltişi değildi. Başımdan aşağı kaynar sular boşalmıştı. İsmi hakkında yalan mı söylemişti yoksa başka biri miydi?

Farklı biri olma ihtimali vardı! Demir ya da Aden, bana bakıp muzipçe gülümsedi.

“Parti olsun. Biraz eğlenelim Halil.” dedi Demir el sıkışırken. Aden. Demir değil. Bu uydurduğu farklı bir kişilik miydi, bilmiyordum. Kafam allak bullak olmuştu. İlk fırsatta soracaktım.

“Bu yarış iptal. Bir hafta boyunca birbirimizin arabalarını kullanacağız ve kazanırsan arabaları takas edeceğiz. Kaybedersen iki arabayı da ben alırım. Kabul mü?” dedi Aden Buğra’ya. Bir iş vardı bunda. Kazanması mümkün değildi ki. Buğra yutkundu. Fazla öz güveni onu endişelendirmiş olmalıydı ama kabul etti. En azından ikinci bir şansı olmuştu. Hem de daha iyi bir arabayla.

“Bana müsade.” dedi Demir şahinle ayrılırken. Ben de kalktım.

“Şanslısın Buğra. Katlamadık, şimdilik.” dedi Halil tehditkar ses tonuyla, Buğra’nın omzuna vururken. Buğra’yla okul bahçesindeki banka oturmuş etrafı izliyorduk. Yarışı organize edenler, eşyaları toplayıp eski bir minibüse doldurmuşlardı.

“Abi çıkabiliriz.” Erdem bahçede boş boş volta atan Halil’e sesleniyordu.

“Evinize geç kalmayın ha. Aileleriniz endişe etmesin.” Halil resmen bizimle kafa buluyordu. Çıktı gitti.

“Buğra.” Ağzını bıçak açmamıştı. Yüzünü kapatıyordu.

“Buğra iyi misin?” Hıçkırıyordu. Elini zorla tutup çektim yüzünden, yaşlı gözlerini görmek için. Kapatmak için uğraşıyordu ancak bırakmıyordum.

“Gel.”dedim sarılarak. Daha çok ağlamaya başladı. Halil’i ya da Buğra’nın babasını öldürmeliydim belki de. Bir an için bunu tertemiz halledebilecek olmak bana iyi hissettirmişti.

“Seni almaya gelirken gece spor arabayla eve döneceğim aklımda yoktu hiç.” Gülüşüyorduk. Yarış gününe kadar Demir’in arabası Buğra’da kalacaktı ve bunun için mutlu görünüyordu.

“Garip bir geceydi ama iyi geldi.” dedim. Beslenmek iyi gelmişti.

“Hazır mısın dönmeye?” dedi hastanenin önüne geldiğimizde.

“Hazırım galiba. Aslına bakarsan.. iyi hissediyorum.” İyi hissediyordum gerçekten. Birini öldürmeden beslenmiştim. Uzun süredir aç olmama rağmen.

“Sevindim.” Buğra hala gergindi. Yarışa kadar da öyle kalacak gibi duruyordu.

“Buğra. Ne olursa olsun çözeceğiz, tamam mı? Yanındayım.”

“Hadi git. Duygusala bağlama yine.” Güldük ve arabadan indim. O gittikten sonra geldiğim pencereye doğru zıplayıp tutundum. Koridor boştu. İçeri girdim ve odama geçtim. Hasta kıyafetlerimi giyip kendimi yatağa attım. 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla