Geçen bölümden anladığınızı umuyorum ama yine de kısa bir açıklama geçeceğim. TOLGA’NIN gözünden okumaya başladığımızda, hikaye kaldığı yerden devam etmedi. Birkaç hafta geriye gittik ve oradan başladık. Hatta bu bölümde, daha önce okuduğunuz bir sahnenin TOLGA’NIN gözünden anlatımını okuyacaksınız.
Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀
Keyifli okumalar ✨
——————————————————————————————–
(Tolga’nın gözünden..)
Salonun ortasındaki deri koltuğa yayılmıştım. Koltuk, sanki daha önce benden başka kimse oturmamış gibi diriydi.
Üzerime zaten üşümeyeceğimi bildiklerinden söylene söylene, ince bir battaniye verdiler. Üstümü örtmeden uyumaya alışık değildim.
Rahatsız koltukta dönüp duruyor, bir türlü uykuya dalamıyordum.
Beni, altı saatlik bir sürenin ardından, o küçük mahzenlerinden çıkartmışlardı. Davranış şeklim ve yaşanan her şey aklıma geldiğinde utanmama sebep oluyordu. Ben nasıl olduysa -bunu da öğrenecektim- artık insanlardan beslenen bir canavara dönüşmüştüm. Bir damla daha fazla kan için bir kadını paramparça etme isteğiyle dolup taşmıştım. Utandığımdan henüz Demir’le bile konuşamamıştık.
Demir de vampirdi. Nasıl oluyor da bu kadar kontrollü davranabiliyordu? Bir kere bile ondan şüphe etmemiştim. Garip gelen tek şey benimle arkadaş olmak için fazla çaba göstermiş olmasıydı. Okulda herkesi ve her şeyi elde edebilecek nitelikle bir adamdı. Niye sürekli etrafımda olduğunu anlayamamıştım. Bana uyuşturucu vermeye çalıştığını düşündüm başta. Sonra Mira’ya aşık olduğunu düşündüm. Hiçbiri değildi. En azından asıl sebep bu değildi. Benim peşimdeydi.
“Benimle arkadaş olmak istemene şaşırmıştım zaten.” dedim. Demir de salondaydı. Yanı başımdaki koltukta da o uzanıyordu. Kendi odası vardı ama benimle uyumak istemişti. Yanımda olmak için mi yoksa kaçabileceğimden korktuğu için miydi, bilemiyordum.
“Sana yardım etmek için arkadaş oldum ama pişman değilim Tolga. İyi bir arkadaşsın.” dedi Demir.
“Şimdi ne olacak?”
“Yeni hayatına alışmana yardım edeceğiz.”
“Benim bir hayatım olacak mı ki? Kami.. beni deney faresi yapmak istiyor.” Hafifçe kıkırdadı. Pencereden odaya vuran ay ışığı yüzünü aydınlatmaya yetmiyordu. Benimle konuşurken nasıl baktığını, yalan mı gerçek mi konuştuğunu okuyabilmeyi çok isterdim.
“Bir hayatın olacak. Deney faresi olmayacaksın, merak etme.” Bir süre sessizliğin ardından konuşmaya devam etti.
“Sen şanslısın.” dedi bana.
“Ne yönden?”
“Gündüz yaşamak için çok fazla kan dökmene gerek olmuyor.” Ürperdim. Demek ki ona gerekiyordu.
“Ben.. nasıl böyle oldum?” Sessizliğini korudu. Cevap vermek istemediğini anlayabiliyordum.
“Uyumaya çalış Tolga.” Bana sırtını dönüp koltuğa sarılarak uyudu.
Umarım beni buna dönüştürenler bu ikisi değildi. Yapabileceğim tek şey ummak olacaktı.
Uyumam mümkün değildi. Koltuk omzumu ağrıtmış, düşünceler zihnimi yıpratmıştı. Kalkıp salonda dolaşmaya başladım. Bazı eşyalar sanki.. asırlıktı. Belki de öylelerdi. Bir kere yapı asırlıktı. Şömine, yanı başında duran, kullanılmamaktan örümcek bağlamış odunların bulunduğu demir sepet ve belki de gerçek altın olan maşa takımı da bu yapı yapıldığında buraya gelmişler gibiydi. Duvarlardaki, belki de orijinal olan tablolar ve yer yer sökülmüş kırmızı duvar kağıtları da yıllardır aynı bakımsızlığın içinde yaşayıp gidiyorlardı.
Her ne kadar yine gotik klasik tarzda olsa da, buraya ait gibi durmayan yeni koltuk takımı, eski koltuk takımını süsleyen aksesuarları odanın bir kıyısına, aşağı ve yukarı kata giden merdivenlerin kenarına itelemiş; eski perdeler, paslı şamdanlar, ne işe yaradığını çözemediğim alet edevatlar, resmi ortalıkta görünmeyen ve duvardakilerle ölçüsü örtüşmeyen kırık bir tablo ve boyası sökülmüş beyaz bir kuş kafesi üzerlerine bırakılmış tozlu ve rengi ağarmış kırmızı perde ile kapı dışarı edilmeyi bekliyorlardı.
Nerede olduğumu merak ettim. Yeni olduğu belli olan kırmızı perdeyi araladığımda görebildiğim tek şey ağaçlar oldu. Sessizce giriş kapısından çıktım. Kapıyı aralık bıraktım. Dışarıda ne başka bir ev vardı ne de bizden başka insan bulabileceğimi düşünüyordum. İnsan, diye düşünürken üzerimden bir ürperti geçti. Beni kurtarmasını isteyebileceğim yaratık, insan. Onun için tehlike oluşturan ben, vampir.
Ağaçların arasında, yakınlarda bir yerde durmadan guklayan bir baykuş vardı. Gözlerim onu aradı. Yeterince odaklanırsam belki onun yerini bulabilirdim. Vampirlerin böyle güçleri olmalıydı. Ilgaz’ın aramızda bir oda olmasına rağmen bir Rabia’yla bir başka kızla olan konuşmalarını, evin diğer ucundaki ebeveyn banyo lavabosundan akan suyu, okul koridorunun diğer ucunda moron öğretmenlerin aralarında öğrenciler hakkında yaptıkları dedikoduları bu yüzden duymuş olmalıydım. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım.
Yüksek ses. Oldukça yüksek sesler. Kafamın içinde patlıyorlardı. Her bir yaprağın hafif rüzgarda savruluşu, küçücük böcek ve sineklerin kanat çırpışları, hışırdayan bir poşetin yaşattığı uyuşmayı bana yaşatıyordu. Yakınımdaki en büyük canlı olan baykuşun guklaması kafamın içinde yankılanmaya başladığında kulaklarımı olabildiğince tıkamaya çalışmıştım. Hiçbir şey duymamayı çok istiyordum. Sanki onların sesini bastırabilecekmiş gibi bir çığlık kaçtı ağzımdan.
Kami ve Demir’in bu kadar hızlı yanımda bitmesi beni şaşırtmıştı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum.
“Tolga!”
Beni kollarımdan tutup kaldırdılar.
“Ben.. her şeyi duydum. Çok yüksekti.. sesler.” Guklamalar devam ediyordu. Onlar geldiğinde fazlaca duyduğum sesler azaldı. İnsani bir seviyeye geldi. Derin bir nefes aldım. Usulca sesleri dinledim. Bana zarar vermiyorlardı. İyiydim. Kendimi daha iyi hissediyordum artık. Beni içeri götürüyorlardı.
“Uğursuz baykuş yine kapımızda.” dedi Kami.
“Sadece baykuşsa iyi.” dedi Demir. Ne anlama geldiğini anlayamamıştım.
“Öyle. Yoksa kuşlar gelirdi. Baykuşlar sadece.. ölümün kokusunu alıyorlar.” diye devam etti Demir.
“Ölen ben miyim?” Sessizlik oldu. Bendim.
“Ne yapıyordun dışarıda?” diye sordu Kamile.
“Nerede olduğumu merak ettim.” Kahkaha attı Kami. Neye gülüyordu ki?
“Neden çığlık attın peki?” Kami.. bana güven vermiyordu. Bana ne kadar kolay eziyet etmişti öyle? Sürekli benden bir şey istediğini söyleyip durmuştu. Belki ona fazlasını anlatmamalıydım. Beni kullanmak için takip etmişlerdi sonuçta. Beni umursadıklarından değildi.
“Baykuşu gördüm.. sonra.. bilmiyorum. İyi değilim işte.” Ona gereğinden fazla iyi kontrol edemediğim duyma becerimden bahsetmeyecektim.
“Baykuştan mı korktun gerçekten?” Kami gülüyordu. Yeniden salondaydık. Kami odasına çıkmıştı. Demir ise beni tekrar salondaki koltuğa yatırmış ve kendisi de yanımdaki koltuğa uzanmıştı.
“Koltuklar rahatsız değil mi?”
“Evet.” Söylemek zorundaydım.
“Yatağımı tahta kuruları sardı. Atmak zorunda kaldık. Yenisini henüz getiremedim. Seni koltukta yatırmazdım.” dedi Demir gülümseyerek.
“Sen hep salonda mı kaldın? Bu koltuklar.. insanı uyutmuyor.” İnsanı değildi. Ağız alışkanlığı vardı. Bir anda bırakacak değildim. Vampiri mi demeliydim? Bu koltuklar vampiri uyutmuyor. Neyse.
“Öyleler ama vaktim olmadı. Misafirperver olmadığımı düşünme sakın.” Güldü yine. Rahat hissetmem için boş boş konuşuyordu. Keşke bir işe yarasaydı.
“Ben biraz uyumaya çalışayım.” diyip örtüyü boynuma kadar çekip yüzümü koltuğa döndüm. Uyumak mümkün değildi ama Demir’e belli etmeden öylece uzandım. Sabaha kadar aynı şeyleri düşünüp durdum. Sabah ise bir şey yemeden okul için arabayla çıktık.
“Normal yiyeceklerden yiyemez miyim artık?”
“Biliyorsun, yiyebilirsin.” Güldü Demir. Haklıydı, saçma bir soru olmuştu. Kaç defa beraber yemek yemiştik.
“İnsan gibi yaşayabilirsin, Tolga. Sadece arada beslenmen gerek ve biraz zaman geçtiğinde taşınman gerekecek.. Uzun süre aynı yerde yaşayamazsın. Artık yaşlanmıyorsun.” Artık yaşlanmıyordum.
“Daha güçlüsün, daha hızlısın ve daha yoğun duyuların var. Duyguların da öyle. Sakin kalmayı öğrenmen gerek. Sana yardım edeceğiz. Özellikle bugünden sonra öfkeden uzak durman gerek. Birilerine zarar verebilirsin.”
Öfke bana birini öldürtebilirdi. Bunu çok kolay yapabilirdim. Güçlü hissettim ancak aynı zamanda zayıf.. Çünkü öfkemi nasıl kontrol edeceğimi bilmiyordum. Güvenmesem bile bana öğretecekleri vardı ve onlarla birlikte olmaya alışmalıydım.
“Sabah ablanı görmedim.”
“Annem.” diye düzeltti Demir.
“Annen.. garip geliyor. Yaş farkınız yok gibi.” Demir arabayı okulun önüne park ediyordu.
“Fazla yok zaten. 20 yaş falan. Vampir olduğunda fark giderek anlamsız bir hal alıyor.” Güldüm ve durduramadım kendimi.
***
Merdivenleri tırmandık. Direnmiyordum bile ama yavaş yürüdüğüm anda, hızlanmam için omuzlarıyla beni iteliyorlardı. Sedat önden gidip bir sınıfın kapısını açtı.
“Serbest.” dedi eliyle girmemizi işaret ederken. Gülüştüler. Ilgaz sırtıma vurup beni kapıdan içeri itti. Sarsılmış gibi yapmak bazen zor oluyordu. Neyse ki iyi bir oyuncuydum. Düşecekmiş gibi yaptım ve kendimi sınıfa attım. Ilgaz’a döndüm.
“Yine ne var?” dedim ellerimi açarken. Gözü sınıfın köşesine takılmıştı. Neye baktığını görmek için arkamı döndüğümde Ilgaz beni tutup duvara çarptı.
“Burada dur.” dedi ve uzaklaştı. Bir kalemin kapağını açtığını duyabiliyordum. Sırtıma bir şekil çiziyordu.
“Ilgaz, gömlek.” dedim ve beni tekrar duvara çarptı.
“Sus. Hareket etme. Oyunu bozacaksın.” Şimdi anlamıştım. Daha önce de bunu bana yapmıştı. Sadece.. sırtıma hedef tahtası çizmemişti.
“Sedat topu getir.” Gülüyorlardı. Ne yapabilirdim ki? Aniden ona karşı çıkmaya başlayacak değildim.
Liseye geldiğimden beri beni hırpalıyordu. Evde bir şey yapmıyordu. Sadece okulda. Kimseye de anlatamıyordum. Zaten ailenin kara koyunuydu. Bir de yaptıklarını öğrense babam, Ilgaz’a nefes aldırmazdı.
Sustum. Her seferinde yaptığım gibi. Ancak hatırlıyorum. İlk başlarda zangır zangır titriyordum. Canım acıdığından ve korkudan. Beni öldürecek, diyordum. Zamanla alıştım. Kaderimi kabullendim. Şimdiyse.. öldüremeyeceğini biliyordum. Sadece istediği gibi oyunu bozmuyor ve rolümü oynuyordum.
Topu sanki metrelerce uzağa atacakmış gibi kuvvetle sırtıma fırlattı. Kendimi sarstım öne doğru. Yoksa top benden geri sekip birinin kafasını alabilirdi. Ne derece zarar görmez olduğumdan emin değildim. Darbeleri kabul etmeye çabalıyordum..
“Sormayacak mısın neden bunu yaptığımı? Eskiden sorardın. Böyle can sıkıcı oluyor.” dedi Ilgaz.
“Her zaman bir bahanen oluyor.” dedim. Nedenini biliyordum. Sormama gerek yoktu.
“Dün doğum günümdü.” dedi. Sedat üzülmüş gibi mırıldandı.
“Abine biraz özen göstersen Tolga, böyle olmazdı.” Garip hissettirdi. Sanki dalga geçmiyor da gerçekten bunu ima ediyor gibi gelmişti. Tekrar sırtıma basket topunu yedim ve sarsıldım.
“Babam parti yapmama izin vermedi. Tüm o adaylık saçmalıklarından dolayı.” dedi Ilgaz ve topu tekrar fırlattı. Top tek adımda sekip Ilgaz’ın elini buluyordu.
“Hiç sormadın diye anlatıyorum.” Dayanamadım.
“Annemle babam kutladı. Seni mutlu etmeye yetmez mi?” Gerçekten kızdığı şey buydu. Doğum gününü bildikleri halde kutlamamışlardı. Benim her doğum günümde hediye alırlardı. Ilgaz’ı delirten de buydu.
Ilgaz topu yan duvara, hızla üstüme koşup gömleğimden kavradığı gibi beni sıralara fırlattı. Sandalyeler de benimle birlikte dağıldılar. Kafamı duvara çarpmıştım. Gerçekten acımıştı. İlk defa.
Doğruldum ve yüzüne baktım. Gözlerimi, gözlerinden alamıyordum. Bu öfke, kıskançlık. Halbuki hiçbir zaman onun ailesini çalmak için uğraşmamıştım. O öyle görüyordu ve bana her saldırışında ailesini daha çok kaybediyordu.
Onu haksız da görmüyordum. Haklı da. Ben ondan nefret edemiyordum bile. Onun bana olan hiddeti ikimize de yetiyordu.
Sağ bacağımı yakaladı ve beni masaların arasından çekip çıkardı. Yere çömeldi.
“Başında bir şey var mı?” dedi bakınırken.
“Yokmuş.” dedi ve kalktı ben yerde boylu boyunca uzanmışken.
“Ilgaz, yemeğe gidelim. Acıktım.” dedi Efe. Sedat kapının önünde çıkmayı bekliyordu. Ilgaz ise çok sinirliydi.
“Sadece biraz oyun oynayacaktık. Bozdun. Her zamanki gibi.” dedi karnıma doğru bir tekme salladığında. İnledim yüksek sesle. Kapı açılıp kapandı.
“Sedat çekil.” Miranın sesiydi bu. Karışmamalıydı. İkinci bir tekmeyle canım acımış gibi inlemeye devam ettim.
“Siz naptığınızı sanıyorsunuz? Kimi dövüyorsunuz? Hemen kesin şunu! ILGAZ DIŞARI GEL HEMEN!” Mira avazı çıktığınca bağırıyordu.
Ilgaz işaret parmağını dudaklarına tutuyor, bana gözleriyle ateş ediyordu. Sonunda sınıftan çıktı. Sedat geri geldi. Bir tekme savurdu bana. Ancak ona izin vermedim. Ayağını tuttum ve sıktım. Efe varken canının acıdığını belli etmek istemiyordu ve bu yaptığımdan onlara bahsetmeyecekti o yüzden sinirimi ondan çıkarıyordum.
“Bıraksana ayağımı.”
“Ilgaz’la aramda. Sen uslu duracaksın.” Fısıltıyla konuşuyor ve maruz kaldığım bakışları Sedat’a atıyordum. Biraz ürkmüştü.
“Hadi Sedat çıkalım. Öğle arası bitiyor.” dedi Efe. Ben de ayağını bıraktım. Onlar çıkana kadar izledim. Ne kadar buna devam edeceğimi, daha ne kadar katlanacağımı düşünüyordum. Olduğum yerde doğruldum ve sırtımı duvara verdim.
Ilgaz’ın beni rahat bırakması için ne yapmalıydım? Anneme gidip ‘Biraz da öz oğlunun başını okşa. Bir vampire dönüşmemiş olsam canımı alacak.’ mı demeliydim? Yoksa evden mi kaçmalıydım? Gözümün önüne denizde olanlar geliyordu. Beni neredeyse boğuyor oluşu.. Belki de orada çoktan ölmüştüm.
Bahçeden sesler geliyordu. Miranın sesini duyuyordum. Pencereye yaklaştım. Ilgaz’a tokat atmıştı. Bu da benim başıma patlayacaktı. Geri çekildim. Gömleğimi çıkarttım. Nasıl olsa herkes ya yemekhane ya kantin ya da bahçedeydi. Rahatça soyunma odasına gider dolabımdaki sweatlerimden birini geçiririm diye düşünüyordum.
“Tolga.” Ada girdi içeri panikle. Yavru köpeğe bakar gibi bana bakmasına maruz kalabilecek durumda değildim.
“Ada?”
“İyi misin?” Beni kontrol ediyordu. Yara bere arıyordu. Ancak bulamayacaktı.
“Bir şeyim yok. Sadece bak.” dedim gömleğimi gösterirken.
“Giyecek bir şeylere ihtiyacım var sadece. Kimseye yakalanmadan soyunma odasına ulaşabilir miyim sence?”
Gülüyordu.
“Gömlekle çıkamam. Miraya yakalandık.” Gerilmişti.
“Ben olduğumu anlamadı ama.. bu gömlekle ona yakalanırsam.. sırtımda neden hedef tahtası olduğunu açıklamaktansa neden çıplak gezdiğimi açıklamak daha kolay olur.” Yine gülüyordu.
“Tamam, hadi. Senin için etrafı kolaçan edeceğim.” Koridora çıktı. Etrafa bakındıktan sonra bana çıkmamı işaret etti.
***
“Açım. Canım, dürüm çekiyor. Neden buraya geldik ki? Oyuna girecek kadar enerjim yok.” dedi Buğra ve kemirilmekten yıpranmış kamelyanın bankına uzandı. Gıcırtı beni rahatsız etmişti.
“Oyuna girmek için buraya gelmedik.” dedim.
“Neden geldik? Bu parka bayıldığın için mi? Biliyor musun, geçen gün bizimkilere biri saldırmış burada.” Bizimkiler dediği, okulundan birkaç serseri arkadaşıydı. Buğra tek çocukluk arkadaşımdı. Onu tanıyordum. Gününü yaşamayı severdi. İnsanları pek ayırt etmezdi. Kiminle vakit geçirmekten hoşlanıyorsa onunla olurdu. Özenli biri değildi. Bu yüzden o ucubelerle arkadaşlığını umursamadan sürdürmesi beni şaşırtmıyordu.
“Hak edecek bir şey yapmışlardır.” Kesik kesik gülüyordu. Buğra’nın histerik bir gülüşü vardı. Her şeyle dalga geçmenin bir yolunu bulurdu. Umursamazdı.
“Öyle deme. Çakır’ın burun ameliyatı geçirmesi gerekti. Adam sağlam girmiş.” Gülümsedim. Umurumda değillerdi. Çünkü onları tanımıştım bir kere.
Kirpinin dikenleri gibi dikilen neredeyse sıfıra vurduğu düz siyah saçlarında elini gezdirdi. Toparlak kafası bu kısacık saç modeliyle hoş duruyordu. Bir şey kafasının üzerinde geziniyormuş gibi tekrar eliyle silkeler gibi saçlarının üzerinden geçti.
“Yanlış birine çatmışlar.” Dumandan rahatsız olduğumdan durmadan elimi sallıyordum. Sigara, bugün daha fazla kokuyordu.
“Senin birader napıyor?”
“Eline düştüğümden beri aynı.”
“Sana o ilacı benim bulmadığıma inandı mı bari?” dedi Buğra. Ondan defalarca uzak durmasını söylediğim insanlarla çalışmayı sürdürüyordu.
“Biliyor. Aslında ne içtiğim umurumda da değil. Ölüp gitsem mutlu olur.” Söylerken bile hala içimde bir şeylerin kırıldığını hissedebiliyordum. Hep yok olmamı ve ailenin öz oğlunun o olduğunu söylemiş olsa da, onun abim olmasını çok istemiştim. Son zamanlarda bunu tekrarlamıyordu ancak açığımı yakaladığı için bana içinden geldiği gibi davranıyordu ve.. üzülüyordum. Bunu sadece Buğra’ya anlatabilmiştim.
“Çeksene bir kere. İyi geliyor.” dedi Buğra sigarasını uzatırken. Elimin tersiyle ittim ve kalktım.
“Hadi dürüm yemeye gidelim.” dedim Buğra’yı kalkması için elinden asılırken. En başında gürültüden uzak durmak istediği için buraya getirmiştim bizi. Sesler kafamın içinde uğultuya dönüşüyordu.
“Buğra!” Sokağın başından biri bağırıyordu. Buğra panikledi ve sigarasını yere fırlatıp beni kolumdan çekti. Gözden kaybolana kadar ara sokaklarda koşuşturduk. Durduğumuzda, Buğra soluksuz kalırken bende tık yoktu. Net bir şekilde duyabildiğim Buğra’nın nabzı ise bana bu soluk kesilmesinin sadece koşmaktan değil, korkudan da kaynaklandığını anlatıyordu. Bizi arayan adamlara dikkatle baktım. Normalde göremeyeceğim mesafeden yüzlerini seçebiliyordum. Ak düşmüş kirli sakallarına rağmen henüz 40lı yaşlarını aşmamış orta boylu bir adam, yanındaki liseli olduklarını düşündüğüm -Buğra’yı kullandığı gibi kullandığı- çocukları tazı gibi peşimizde koşturuyordu. Buğra’nın kolunu kavradım. Hala nefesini toplamaya çalışırken gözlerine bakıp gülümsedim. Buradaydım ve bir şey olursa onu koruyacağımı bilmeliydi.
***
“Tolga.” Ada bana sesleniyordu. Tiyatro provasından çıkıyordum.
“Ada?”
“Provadan mı?”
“Evet. Sen napıyorsun bu saatte okulda?”
“Rabia’yla Yasemin’i bekliyordum. Sizin oyun ne zaman olacak?”
“Mayıs etkinliklerinde. Sanırım son hafta. Son program bizimki.”
“Başarılar dilerim.” Birbirimize gülümseyerek bir süre boş boş bakıştık.
“Ada, ben..”
“Tolga, geçen gün..”
Söze aynı anda başlamıştık. Gülümsedim. Her görüşmemiz Ilgaz’la kanlı bıçaklı kavgalarımızda olduğundan, hiç adamakıllı bir arkadaşlığımız olmadığı için öyle bir anın dışında onunla konuşmak beni germişti.
Tanışmamız da Ilgaz’ın benimle uğraştığı bir anda olmuştu. Bana yardım etmişti. Bu yüzden başta ondan nefret etmiştim. Utanç vericiydi. Sonra biraz bahçede yürümüş ve sohbet etmiştik. Samimiyeti içimi ısıtmıştı.
Ilgaz’a karşı sadece rol yapmaya başladığımda Ada’nın etrafımda olması utanç verici olmaktan çıkmış, hoşuma gitmeye başlamıştı. Sürekli benim için savaşması, asla kendisine benzemeyen ve hatta Ada’ya yakıştıramadığım arkadaşlarına yaşananları anlatmaması, beni onun iyi kalpli oluşuna inandırıyordu. Çok fazla güzel kız vardı okulda ancak Ada’nın beni satmayışı bana onu özel kılmıştı. İçtendi..
Bir süredir birlikte bir şeyler yapmayı teklif etmek istiyordum ancak onun yanında kendimi yetersiz hissediyordum. Daha kısaydım mesela.
Boynuna dökülen kumral ipeksi saçlarını arkasına savurup arkadaşlarına selam vermek için döndüğünde çarptı gözüme. Ses kulağımda çınlamaya başladı.. Şah damarındaki basınçla birlikte kanın akışının dolgun, davetkar sesi. Durduramıyordum. Geliyordu.
Yorumlar