12.Bölüm “Bir Tüp Kan”

46 0 24 Eylül 2024

Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀

Keyifli okumalar ✨

——————————————————————————–

Alara’nın elini tutmaya çalıştım. Ancak o kendini geri çekip hızla salondan ayrıldı.

“Demir… gözal…” Meraklı öğrencilerin fısıldaşmalarını, uğultunun arasında seçemiyordum. Demir’e kelepçe takıyorlardı. Yakalanmıştık işte.

Bizi gösteren, dişe dokunur bir ipucu kalmış olmalıydı. Halbuki ‘Halledeceğim.’ dediğinde, ona şüphesiz güvenmiştim. Nasıl hala bu kadar sakin kalabildiğini merak ediyordum. Herkes katil olduğumuzu öğrenecekti.

Ne kadar gözlerimi dikip bakarsam bakayım, Demir asla ne bana ne de kalabalığa bakıyordu. Polisler, Demir’i soyunma odasına açılan giriş-çıkış kapısından götürdüler. Ben de ana kapıdan ayrıldım. Alara’yı bulmak için koridora fırladım. Alara’yı önüme çıkan tanıdığım herkese sordum. Biri soyunma odasında gördüğünü söyledi. Polislerin çoktan oradan geçip gitmiş olduğunu umarak soyunma odalarına koştum. Alara’yı orada, bir bankın ortasında oturmuş ağlarken buldum.

“Alara! Her yerde seni aradım!” Ağlıyordu. Kızlar soyunma odası boştu ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kızlar soyunma odası ile erkekler soyunma odasının arasında bir koridor vardı. Maçtan ayrılan erkekler orada olmalılardı. Alaranın sarsılmış sanki biri canını alıyormuş gibi ağlarken yakalanması iyi olmazdı.

“Git Mira nolur..” Sesi güç bela çıkıyordu. Alara’yı üzgün gördüğümü dahi hatırlamıyordum ve ne hale gelmişti.

“Demir’i tutukladılar. Değil mi?” Tepkisinden korkarak başımla onayladım. Ağlaması kesildi. Gözlerimin içine baktı. Onun çaresizliği beni de tüketiyordu.

“Olmaz. Ben yaptım. Beni almalılar.” Kapıya yeltenince onu durdurdum.

“Hayır.” dedim. Kapıyı tutuyor çıkmasına izin vermiyordum.

“Mira çekil.” Çekilmeliydim belki de ama istemiyordum.

“Mira çekil! Mira ben yaptım ben! BEN ÖLDÜRDÜM ONU!” Ağzını kapattım o ağlamaya devam ederken.

“Demir benim yüzümden.. olmaz.” İç çekmekten konuşmakta zorlanıyordu.

“Annemi arayacağım. Tamam mı? Ne bildiklerini bilmiyoruz. Önce onu öğrenelim. Demir’i neden tutukladıklarını öğrenelim. Sonra istersen gider konuşuruz. Tamam mı Alara?” Biraz olsun sakinleşmişti. Ellerimle yüzünü sarmış alınlarımızı kavuşturmuştum. Gözlerini kapattı. Derin nefesler alıyordu.

“Mira.”

“Efendim?”

“Ben.. birini öldürdüm.” Söyleyeceği şeyi içinden çıkarıp atamıyormuş gibi sıkıldı. Bir süre sonra konuşmaya devam etti.

“Bununla nasıl yaşayacağım?” Sarıldım ona.

“Düzelecek. Atlatacağız bunu.”

“Hiç affedilmeyeceğim.” Sormak istiyordum. Neden yaptın, demek istiyordum ancak çekiniyordum. Telkin etmeye hakkım da yoktu. Ortada bir can vardı. Bu birbirimizi avutabileceğimiz bir şey değildi. Sustum. Sadece sarıldım.

Alara kendini toparladığında çıktık. Okulda sessizlik hakimdi. Öğleden sonraki dersleri iptal etmişlerdi.

Gün ortasında bunu yapmaya ne gerek vardı? Hem de tüm okul maçı izlerken sahaya girmekte neyin nesiydi? Demir’i ne kadar rezil bir konuma sokacaklarını göremediler mi? Ona suçlu muamelesi yapmışlardı. Şimdi tüm okul Demir’e farklı bakacaktı. Suçlu bile değildi. Bize yardım etmişti ama.. onun suçu değildi işte. Üzerime yorgunluk çökmüştü. Omuzlarımda bir ağırlık hissettim. Sınıfımıza çıktık.

“Kızlar. Neredeydiniz?” Müdür bizi bekliyordu. Yutkundum.

“N’oldu hocam?”

“Memur beyler sizi sordular. Geldiklerini görmüşsünüzdür belki.” Sakin bir tonda konuşuyordu.

“Bir genç kayıpmış. Oyuncu. Demir’in üzerinde telefonu bulunmuş. Tutuklandı. Bilmeniz gerekir diye düşündüm. Sizin de ifadenizi talep ettiler. Mira, annen birazdan burada olur. Sizi karakola o götürecek.” Donakalmıştık.

“Kayıp mı?” diyebildim.

“Endişelenmeyin. Sağ salim bulunacaktır. Bir karışıklık olduğuna eminim. Sizinle sadece konuşmak istiyorlar.” Ne dediğini, ne yaptığını pek bilmiyor gibi bir hali vardı müdürün. Böyle bir durumla nasıl baş etmesi gerektiğine dair pek fikri yoktu. Söylediklerinin ardından zaten sadece bir bakış atıp çıkıp gitti. Umarım alakanız yoktur der gibi. Acıyan ve korkan bir bakıştı.

“Gidelim hadi.” dedi Alara. Sesi ilk defa bitkin duyulmuyordu. Toparlandık, çıktık. Annem bizi bekliyordu.

“Hoş geldiniz.” Kollarını birbirine kavuşturmuş, dikiz aynasından bizim arka koltuklara yerleşmemizi izliyordu. Keskin bakışlarının bizi yeterince yaraladığından emin olduğunda aracı çalıştırdı. Okuldan biraz uzaklaştıktan sonra arabayı bir otoparka çekti.

“Sizi dinliyorum.” Dikiz aynasından bizi izlemeye devam etti. Ancak şuan bizi öldürmek istiyor gibi değildi.

Ne demeliydik? Bilmiyorduk. Sessizce durmaya devam ettik. Annem olduğu yerde gerindi.

“Kızlar şuan avukatınız olarak soruyorum. Her ne olduysa bana açıkça anlatmazsanız size yardımcı olamam. Alara annenle de konuştuk senin avukatlığını da yapmamı istiyor.. Ayrıca biliyorsun akşama ancak yetişecek, o gelene kadar bizimle olacaksın.” Alara’nın annesi bir şirkette bölge müdürü olarak çalıştığı için düzenli aralıklarla uzun seyahatlere çıkardı. Diğer şehirlere toplantılara ve denetimlere giderdi. Alara evde yalnız kalabilmeye alıştığından beri şehir dışı seyahatleri sıklaşmıştı. Yine de bazı günler Alara bizde kalırdı. Bugün geleceğine emindim ama gelene kadar yine bizimle olacak ve benimle beraber annemin kızgınlığı altında ezilecekti. Bu sefer fazlaca hak etmiştik.

“Sette ne oldu? Neden Kerem’in telefonu Demir’de?” Birbirimize bakıyorduk. Anlatmalı mıydık?

“Kızlar sinirleniyorum artık.” Arkaya döndü. Daha çok baskı altında hissettim kendimi. Annemin sorgusunda bu kadar sıkışıyorsak polislere her şeyi belli ederdik.

“Mira, biraz dışarda bekleyebilir misin bizi?” dedi Alara. Beklememiştim bunu. Anlatacaktı ancak yine de benim bilmemi istemiyordu. Tepki vermedim. Sadece ceketimi alıp çıktım. Otoparkta araçların arasında amaçsızca yürümeye başladım. Arada onlara bakıyordum. Alara olduğundan daha sakin görünüyordu. Sindirmek ya da kabullenmek mümkün değildi ama elimizden bir şey de gelmiyordu. En azından yüzleşebilecek kadar cesur olmak zorundaydık. Önünde sonunda, insan her şeye alışırdı.

Alara arada konuşurken duraksıyordu. Biraz soluklanıp anlatmaya devam ediyordu.

Bir aracın yanında durdum. Yorulmuştum gezinmekten. Gözüme zeminde bir şey ilişti. Aynı yerde kaç tur atmıştım ancak ilk defa görüyordum. Bir küpeye benziyordu ancak kancaları kulak deliği için uygun değildi. Daha çok küçük bir anahtarlığa benziyordu. Tasarım bana bir şey çağrıştırıyordu ancak hatırlamakta zorlanıyordum. Uç kısmı o kadar sivriydi ki bastırınca parmağımı deldi. Nasıl bir metaldi bu? Göbeğinde kazılı şeklin içinden ise mor ince bir ışık sızıyordu. Birden ürperdim. Nerede gördüğümü hatırlamıştım. Evimize saldıran adamda gördüğüm botunda sallanan takıya benziyordu. Ebatları onunla uyumluydu. Hastanede gördüğüm adamda da bundan vardı. Aynı kişilerdi işte.

Hayatımda ilk defa böyle bir tasarım görüyordum. Uzun ince bir yılan gibi kıvrımı olan garip bir şekilde güçlü de hissettiren bir figürdü. Büyüleyici ve ürpertici.

Botumun fermuarına taktım. Evet, bunun için üretilmişti.

“Mira gidiyoruz.” Uzun bir sürenin ardından seslenilince arabaya koştum.

“Mira parmağına noldu?” diye sordu Alara. Garip şey. Hala botumda sallanıyordu.

“Bir şey deldi. İyi şimdi.”

“Mira, sette gezdiniz. Yemek yediniz ve arabada Demir’in gelmesini beklediniz. Söylemeni istediğim tek şey bu. Anlaşıldı mı?” Dikiz aynasından anneme bakarken başımı yukarı aşağı salladım.

“Demir’e bir şey olmayacak, değil mi?” Kendimi sormaktan geri alamamıştım.

“Olmayacak.” Annemin yüzünü sadece gerçekten beni kandırmak istemediğinde okuyabilirdim. Bana açık kapı bırakırdı. Sanki anlamamı ister gibi. O anlardan birini yaşamıştık işte. Tekinsiz, içten gelmeyen ve güvensiz sözlerden biriydi. Sadece konu ilk defa benim için bu kadar önemliydi.

***

Emre abi, kahvelerimiz hazırlanırken lavaboya kadar gitmişti. Artık Emre abinin yanına düzenli olarak gelemiyordum. O kadar meşguldüm ki. Emre abi hala endişeli göründüğümü ancak kendimi bir şeylerle meşgul etmiş olmamın ataklarımı kısıtladığını söyledi.

Sürekli tetikte olduğumdan sosyal olarak sıkıntı duyamıyordum. Kendimi sürekli çözmem gereken ve anlayamadığım durumlar içinde buluyordum. Kafamda milyonlarca soru işareti varken travmalarımı düşünmeye daha az fırsat buluyordum tabii. Emre abi her ne yaptıysam iyi yaptığımdan söz edip durdu. Keşke ona her şeyi açıkça anlatabilseydim. Acaba o zaman da iyi yaptığımı düşünür müydü?

Terapiden çıktığımda annem beni aldı.

“Kamile, Demir üzerindeki tutuklama emrini kaldırtmış. Nasıl yaptı bilmiyorum ama, bir şekilde telefonu Sedat diye başka bir oğlanın Demir’in çantasına attığına ikna etmişler. Gerçekten de Sedat’mış telefonu bulup şikayet eden.” Şaşırmıştım.

“Kanıt var mıymış ki? Sedat’ın böyle bir şey yaptığına dair?”

“Yok işte. Sorun orada. Ailesi etkili oldu herhalde. Sandığımızdan daha varlıklılarsa.. böyle şeyler olabiliyor maalesef.” Demir kendisine bir şey olmayacağından emin bir şekilde yardım etmişti. Biliyordu belki de korunacağını. Anlayamadığım şey ailesi kendini hapisten çıkartamıyorken Demir’i nasıl gözaltından çıkartmıştı?

“Sizi işaret eden tek şey telefonun sizden çıkması. Onu halledebilirlerse konu kapanır. En azından sizin üzerinizde durmazlar…” Annem düşünmek için duraksayıp devam etti.

“…sınavların haftaya başlıyor. Normalde olduğu gibi çalış, iyi notlar al ve dikkat çekme. Kamile ve Müge Hanım da aynı şeyler için gayret edecek.”

“Anne, gidip itiraf etmemiz gerekmez mi?”

“Adaletin nasıl işlediğini bilmeseydim, bunu yaptırırdım size Mira. Ancak.. sizin cezanızı vicdanınız ve Allah’ın takdiri verecek.”

Eve ulaşana kadar annemin dediklerini düşündüm. Ardından yine tüm geceyi kapanıp sınavlara çalışarak geçirdim.

***

Yemekhanede yemek istememiştik. Yemekhanemizin yemekleri çoğunlukla çok yağlı olurdu. Biz de kantine yönelirdik hemen. Bugün de kantinden bir şeyler atıştırmaya karar verdik.

Oradalardı. Koridorun sonunda. Sedat, Rabia ve diğerleri işte. Sevgili kardeşim Ilgaz ve harika arkadaşları.. zehir saçıyorlardı. Onları görünce bile tüylerim diken diken oluyordu.

Herkes bir onlara bir bize bakıyordu. Demir’i şikayet eden Sedattı ve bu duyulmuştu. Sedat da kanıt yetersizliğinden çıkmıştı belli ki. Herkes her şeyi biliyordu ve herkes bu işin burada birine patlayacağının farkındaydı. Okulda nereye gitsek fısıltılar durmuyordu.

“Bu it karıştırmış çantamı.” dedi Demir bir anlığına Enes’in yanımızda olduğunu unutarak.

“Önce telefonu koydu..” diye ekledi. Uydurduğu şeye nasıl da inanmıştı. Aralarındaki yüksek gerilimi hissedebiliyorduk. Sedat ve Rabia gözlerini bizden ayırmıyordu.

Bir masa bulup yerleştik.

“Boşverin bakmayın. Aklandın sonuçta Demir.” dedi Enes. Demir dikkatini vermeyi kestiğinde Rabia Sedat ile beraber masamıza geldi. Başımıza tünediği gibi sanki çok tatlı sözler söylüyormuş gibi yumuşak bir sesle konuşmaya başladı.

“Alara? Hangi yüzle geliyorsun hala okula? Hangi yüzle insan içine çıkıyorsun?” Kanım dondu. Ne diyordu bu?

“Rabia sıkıntı çıkarmaya çalışıyorsun anlıyorum ama bugün değil, tamam mı canım?” dedi Enes. Elini Enes’in omzuna atıp ona küçümseyen tavırlarla yaklaştı.

“Tamam değil, canım.” diye ekledi.

“Katillerle aynı havayı solumak istemiyoruz.” dedi Sedat masaya eğilip Demir’le Alara’ya bakarak. Demir fırladı. Sandalyesi devrildiğinde çoktan Sedat’ın yakasını kavrayıp karşı duvara yapıştırmıştı. Rabia ise umursamadan Alara’yla uğraşmaya devam ediyordu. Yasemin ve Melisa da gelmişti. Ada onlardan durmalarını istiyor ancak etkili olamıyordu.

“Seni duydum Alara, itiraf ettin.” dedi Melisa. Duymuşlardı. Biliyorlardı.

Etraf olayı izlemek isteyen öğrencilerle kalabalıklaşmaya başladığında Sedat’a bir şey oldu. Enes’le ben Demir’i geri çekmeye çalışırken Demir’in bir şey fısıldadığını ve Sedat’ın korkuyla titrediğini gördüm.

Gördüklerini unut, hissettiklerini hatırla.

Emindim. Bunu söylemişti. Ardından Sedat çıldırmış gibi onu bırakması için haykırmaya başladı. Ilgaz bu noktada devreye girdi. Demir’i Sedat’ın üzerinden çekip bir yumruk salladığında müdür koridorun başında belirdi.

“Ne oluyor burada? Dağılın! Azıttınız iyice her gün bir olay! Dağıl!” Sedat’ı, Ilgaz’ı ve Demir’i alıp götürdü.

***

Yorgun uyanmıştım. Gözlerim yanıyordu. Yataktan kendimi kaldırmayı başardığımda sandalyeye oturup masadaki aynaya sarıldım. Sol gözüm kızarmıştı. Çok uzun süre kitaba baktığımda gözlerim enfekte olurdu ve çapak atamazdı. Çapak atamadıkça kızarırdı. Doktorun verdiği göz damlam mutfakta olmalıydı. Bozulmamış olmasını umuyordum.

“Tolga, Ilgaz.” Bağırıyordum.

“Ne var?” Ilgaz yattığı yerden bana geri bağırıyordu. Hatta böğürüyordu. Yeterince bağırdığımızda duvarlardan ses geçiyordu. Arka bahçeye bakan odada Ilgaz ve diğer odada Tolga vardı.

“Kimse kalkmadı mi daha?” Sessizlik oldu. Kendim almak zorundaydım. Saat 11 olmuştu. Annem nasıl olmuştu da bizi kahvaltıya kaldırmamıştı? Mutfağa indiğimde etrafta kimseyi göremedim. Neredelerdi? Bize haber vermeden evden çıkmazlardı. Ilgaz’ın odasına uğradım.

“Annemle babam evde değil.”

“Nasıl yani?” Gözünü açma gayretinde bile bulunmuyordu.

“Kalk hadi!” Tolganın odasına geçtim.

“Tolga..” Yatak boştu. Korku kapladı içimi. Annemi aramak için telefonuma sarıldım.

“Alo?”

“Anne nerdesiniz?” Homurdandı annem.

“Hastanedeyiz. Tolga fenalaştı gece. Acil geldik, haber veremedim size. Derin uyuyordunuz ilk defa. Dokunmak istemedim.” Bitkindi. Midem bulanıyordu.

“Şimdi nasıl?” Oturdum yatağıma. Ellerimde başlayan uyuşma kollarıma yayılıyordu. Duygularımı kontrol etmeyi başaramamış yine strese teslim olmuştum ve küçük canavar de bedenimi ele geçirmeye başlıyordu. İlk defa hastaneye gidip Tolga’yı görecek gücü bulamadım kendimde. Bunalmıştım.

Dolabımda durmakta olan renkli haplara baktım. Demir’in verdiği uyuşturuculara. Canı çok yandığında içtiğini ve iyi geldiğini söylemişti. İçinde ne olduğunu bilmiyorduk. Bu yüzden içmesini hala istemiyordum. Elinden almıştım ama.. geçiçi bir çözüm ve en azından kısa sürede olsa Tolga’nın iyi olması sırtımdan bir yükü kaldırırdı.

“Yatıyor. Serum veriyorlar. Ilgaz’a söylesene babanın telefon ve cüzdanını getirsin.”

“Tamam söylerim. Ben de geleyim mi?”

“Gerek yok Mira. Bir şey yaptığımız yok zaten sadece bekliyoruz. Sema Hanım geldi şimdi. Kapatmam lazım.”

“Tamam. Bir şey olursa haber verin.”

Ilgaz’ı evden atar atmaz bilgisayarın başına çöktüm. Tüm pazar gününü evde aynı makaleyi tekrar tekrar gözden geçirip makaledeki fotoğraflarla bakışarak geçirdim.

Keşke hastaya ulaşabilsem ve durumunu öğrenebilsem diyordum. Bildigim tüm sosyal medya hesaplarından denk getirebildiğim tüm isimleri araştırdım. Birkaç kişi eşleşiyor gibiydi ama emin olmadan mesaj atmak istemiyordum.

Bitkin düştüğüm bir anda tüm aptalca sorularıma yaptığım gibi arama motoruna sorumu yazdım.

‘Vampirlik nasıl tedavi edilir?’

Soruyu gönderirken gülmüştüm. Kana ihtiyaç duyulan ismi belirsiz bir hastalığı bundan başka nasıl sorgulayabilirdim ki?

Her türlü sorunun sorulduğu forumda tıpatıp aynı soru başlığı açılmıştı. Site acayipti, binbir türlü fantastik yaratık hakkında başlık vardı ve karanlık, pırıltılı, yazıların çoğunun mor olduğu bir ara yüze sahipti. Teoriler hakkında konuşup duran ve onlar gerçekmiş gibi davranırken bir gün bir vampir gelip beni de dönüştürür ya da bir büyücü bana da el verir heyecanı taşıyan bir grup gencin takıldığı bir yere benziyordu. Sitede gezinmek, duyduğum saygınlığı biraz azaltmış olsa da hastalığı makalede isimlendirdikleri gibi bir başlıkla karşılaşmak beni heyecanlandırmıştı. Konu başlığına hemen tıkladım ve yorumları taradım. Başlığı açan kişi, bir sunucu bağlantısı bırakmıştı. Başka bir şey de konuşulmamıştı. Yeni bir hesap açıp kanala bağlandım. Kimse aktif değildi ve hepi topu 4 üye vardı. Sohbet odalarını kontrol ettim. Hiçbir şey konuşulmamıştı. Birine mesaj bıraktım.

“Bu hastalık nasıl tedavi edilir?”Kanal kurucusu direkt mesaj attı.

“Hangi il?” diye soruyordu.

“Nasıl?”

“Hangi ilde olduğunu bilmem gerekiyor.”

“Muğla.” dedim. Yazıp yazıp sildi bir süre.

“Tamam.”

“Neden sordun bunu?”

“Harita çıkarıyorum.”

“Ne için?”

“Boşver.”

“Soruma cevap verecek misin?”

“Kan içmesi gerekiyor ama çok fazla değil ve insan kanı olmalı.” İrkildim. Kan mı?

“Bir tüp yeter.”

“Nereden bulacağım onu?”

“10 cc enjektörle çek kendinden. Yapamayacaksan sağlık ocağında kan aldır kendinden. Tüplerden birini yürüt.” Şaka gibiydi. Kan içmek. Benimle alay ediyordu ve ben oturmuş ciddi ciddi aptal bir forumdaki ergene ümit bağlıyordum. Kendime hayret ettim ancak bir şeyi anlamıştım. İyileşmek umuduyla üçkağıtçı insanların tuzağına düşülebilirmiş. Üzüntüm katlandı.

“Neden buna ihtiyaç duyuyor?” Yazmaya devam edecektim. Beni dolandırmaya çalışmadığı sürece konuşmakta sorun yoktu. Yazıp yazıp siliyordu. Yalanını mı planlıyordu?

Gülücük. Yazdığı tek şey bu oldu. Ardından kayboldu.

“Cevap vermeyecek misin?”

“Hey”

“Bak, ona iyi gelen bazı uyuşturucular var elimde. Kan dışında bir şey duydun mu hiç?”

Tekrar aktif oldu. Yazıyordu.

“Uyuşturucu olduğuna emin misin? Böyle bir şey yok. Dediğim gibi, ona bir tüp kan ver. Fazlası değil.” Kayboldu tekrar. Beni dolandırmaya çalışmamıştı. Kan. Ona kan vermemi söylüyordu sanki Tolga bir vampirmiş gibi.

Düşünüyordum. Hızlıca olup biten anlarımdan anılar gelip geçiyordu gözümün önünden. Gözlerim kızıl gözler görmüştü. Saniyeler içinde kayboldular. Keremin cesedinin önünde dikilen genç adamın kırmızı gözleri. Demir’in kırmızı gözleri. O güne, o saate ait her şey bulanıktı. Kanlı bir beden bakan ve bana bakmaktan çekinen o kırmızı gözler ise şimdi oldukça netti.

Mesajdaki adam daha ne yazarsam yazayım bana dönmedi. Arkadaş listesinden de çıkarmıştı. Daha fazla konuşmayacaktı.

Bu kanalların kapalı kapıları ardında neler döndüğünü ve yaşandığını merak ettim birden. Ben böyle biriyle kolayca iletişim kurduysam, kim bilir insanlar neler yapıyordu. Pentagon’un belgelerinin bile buradaki bir Minecraft sunucusunda sızdırıldığını hatırlayınca, histerik bir gülme krizi sardı bedenimi. Çok kısa süre içerisinde uğraşmak zorunda olduğum sorunlar dizi dizi aklıma sıralanınca kriz durmak bilmedi ve gözyaşlarım gülüşlerime eşlik etti.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla