1.Bölüm “Merhaba”

228 0 16 Ağustos 2024

Beğenirseniz oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın lütfen 🎀

Keyifli okumalar ✨

—————————————————————————————

Annem uyanmam için uyardığında, ben zaten yatakta oturuyordum. Karşımdaki aynadan kendimle bakışıyordum. Göz kapaklarımda ezik ve buruk bir his vardı. Sanırım iyi dinlenemediklerine işaretti. Nasıl iyi dinlenmiş olabilirlerdi mi? Adamakıllı uyuyamıyordum.

Eskiden anneme beş dakika daha uyumak için yalvarırdım. Gelip yorganı üzerimden çekmek zorunda kalırdı. Üç çocuğuna da aynı şeyi yapmak zor gelmişti, emindim buna. Şimdi böyle bir şey yapmaya ihtiyaç duymuyordu. Çünkü ben, eskinin uyuyan güzeli, artık kabuslarımın kaçırdığı uykularımdan annemin uyarısına sıra gelmeden çalar saatimin ilk alarmında zıplayıp kalkıyordum yatağımdan. Vakti gelince de kardeşlerimden uyanmayan olursa kaldırıyordum onu.

Henüz Ilgaz ve Tolga uyanmamışlardı. Fırsat bilip sıra beklemeden banyoya girmiştim. Elimi yüzümü yıkamış ve biraz kendime gelmiştim. Odama döndüm. Aynaya baktım. Ilık su biraz da olsa solgun yüzümü ve altları kararmış gözlerimi rahatlatmıştı. Yenilenmiş hissediyordum.

Saçımın üst kısmını toparladım. Hafif dalgalı açık kahve saçlarım pürüzsüz bir at kuyruğuna isyan etmezlerdi. Şimdi de temiz bir yarım at kuyruğunu tokayla tutturdum. Kalan saçlarımla da aynı şeyi yaptım. İki kuyruğu bir arada getirip tek bir tokayla bağladım. Daha dün nasıl yapacağımı öğrendiğim model, normal at kuyruğuna göre hem daha güzel görünüyor hem de çok daha rahat hissettiriyordu. Canımı yakarsa çözerdim. Şimdilik böyle kalmasına karar verdim.

Ilgaz, kapıma vurup geçerken bir yandan da “Günaydın!” diye bağırdı. Ona aynı şekilde cevap verdikten sonra pjamamı saçımı bozmadan çıkarıp attım. Askıdaki gömleklerimden birini sırtıma geçirdim. Düğmelerini iliklemeye koyuldum.

Bugün büyük gündü. Tiyatro seçmelerine katılacaktım. İlk defa insanların gözü önünde performans sergileyecektim. İlkokuldayken bayramda şiir okuduğum gün hariç tabii. Şimdi, o zamanki öz güvenime sahip değildim.

Babam ve Tolga çok ısrarcı olmuşlardı. Yapabileceğime inanıyorlardı. Yaptıkça alışıp eskisi gibi en azından sözlüde gerilmeyen biri olacağıma… Partnerim de Tolgaydı sahnede. Onunla daha kolay olacağını hissediyordum.

Dün gece onu canından bezdirene kadar beni çalıştırmasını istemiştim. İyi bir aktördü gerçekten.

Okula ilk başladığında Ilgaz gibi basket takımında oynamak için çok uğraşmıştı ama bunun için çok çelimsizdi. Belki de yeteneği oyunculuğaydı. Taşlar bir şekilde yerine oturuyor gibi hissettiriyordu onun ilk seçmesinde başrol olması. Bu sefer de seçileceğine emindim. Ancak kendim için bir şey düşünemiyordum.

Emre abinin -psikologum- dediğine göre ise bende bir tür sosyal sorun varmış. Fobi gibi. Ne diyordu ona.. anksiyete! Kendimde yeterli gücü bulamazsam ve işler kötü giderse daha kötü hissedebileceğimi ama farklı şeyler de denemenin önemini anlatıp durmuştu.

Öte yandan sahnenin orta yerinde nefesimin kesilmesi ve donakalmam da sosyal statüm için pek iyi olmayabilirdi. Lise hiyerarşisinden okulun en popüler kişisi abin -abi demem için can atardı Ilgaz ama aramızda 2 yaş var neredeyse- olsa da kaçamıyordun bazen.

Kravatımı bağladım. Gömleğimin cep kısmındaki mürekkep lekesini göz ardı edip okul süveterini üzerime geçirdim. Pantolon mu giysem etek mi diye bakıyordum.

“Abicim hadi in aşağı!”

“Sadece 2 yaş var Ilgaz.”

“Hadi abicim hadi!”Bu sefer daha vurgulu bir şekilde söylemişti. Abicim.

***

Oturmakta olduğum koltuğu bir türlü düzeltemiyordum. Her an beni içine katlayacakmış gibi hissediyordum. Farklı bir yere geçmek istiyordum ancak en önde oturduğum için birkaç sıra geride oturmakta olan hocanın dikkatini dağıtmak istemiyordum.

Seçmeler devam ediyordu. Tolga lavaboya gittiği için hoca sıramızı erteledikçe erteliyordu. Normalde direkt elenmemiz gerekirdi ancak Tolga’nın aylardır geçmeyen bir rahatsızlığı vardı ve öğretmenler bu duruma anlayış gösteriyorlardı. Tolga dönene kadar bizim sıramız kayıp duracaktı.

Hafif soğuk almış olmalıydım. Burnum tıkanıp duruyordu. Oturduğum yerde biraz doğruldum ve çantamı elime aldım. Çantamda burun spreyimi ararken yanık kreminin bende kaldığını fark ettim.

“Sözüm daha bitmedi!” Gereksiz yükselen sesle irkildim. Elimdeki krem yere düşünce sahneye kötü bakışlar attım.

Olmuyor canım, diyordum içimden. Hocanın vaktini harcamasan mı Sedat? Tiyatro için fazla kabasın.

“Çocuklar, yeterli. Teşekkürler..” dedi Nurgül hoca notlarına eklemeler yaparken.

Hocadan izin isteyip Tolganın yanına gitmenin tam zamanıydı. Her zamanki gibi içimdeki bir şey, oturduğum koltuktan bile kalkmama engel oluyordu.

Yapamıyordum yine işte. Yapmam gereken bir şey vardı ancak sonucunda asla kötü bir şey olamayacak olan bu basit şeyi bile yapamıyordum. Kalkıp öğretmenden izin alıp çıkamıyordum salondan. Bana kızacak diye mi korkuyordum? Hayır. Biliyordu Tolganın yardıma ihtiyaç duyabileceğini.

Tolga niye kremi almadan gitmişti ki? Bunu düşünmeliydi. Sürekli arkasını toplayacak bir kız kardeşi olmayabilirdi.

Her zaman olduğu gibi yine müsait bir anı kullanamamıştım. Emre abinin bahsettiği rahatsız his buydu işte. Yine küçük bir canavar gibi içimi kemiriyordu.

Hoca ara vermek istememişti ve notlarını düzenlediği o bir dakikada çıkmak için izin istemeliydim, ancak yapamadım.

Kapı açıldı ve Tolga başını uzattı.

“Hocam bölüyorum ama Mira’yı alabilir miyim? Kısa süre içinde döneceğiz seçme için.” Hocaya baktım. Sahnedekilerin performansı bölündüğünden mi yoksa bizim bu sürekli izin isteyip çıkmalarımızdan mı sıkılmıştı, bilemiyordum. Çıkmama hafif devrik bir göz hareketiyle onay vermişti. Sessizce eşyalarımı toparlayıp tam anlamıyla açılamayan aptal koltuğu tamamen kapatmanın ferahlığıyla salondan ayrıldım. Arkama yaslanacağım ve koltuk beni yutup katlayacak diye gerilmekten kurtulmuştum. Tolga gelip beni içimdeki küçük canavarla savaşmaktan kurtardığı için de rahatlamıştım. Kaçtığım bir savaş daha, diyordum.

“Kremi almadan niye çıktın?” dedim salonun kapısını kapattıktan sonra.

Tolga’nın yüzü sararmıştı sanki. Çok gergindi ve canının yandığını görebiliyordum. Gömleğinin üzerine neredeyse parmaklarına kadar uzanan ve onu sıska haliyle tombik biriymiş gibi gösteren sweatshirtünü giymişti.Aslında şöyle bir bakınca Tolga’nın biraz kilo aldığını fark ettim. Sanki irileşmişti yazdan beri. Annem ona hasta diye gözü gibi bakıyordu. Kilo almak dışında da pek bir etkisi olmamış gibi görünüyordu.

Kollarını sıvadı ve bana yaralarını gösterdi. Bu da neydi böyle? Dün gördüğüm yanıklar şimdi sanki üzerine ütü basılmış kadar derinleşmişti.

Bir yaz günü, İztuzu sahilindeki tatilimizden dönmüştük. Eve girdiğimiz günün gecesinde Tolga ateşler içinde yanmaya başlamıştı. Boynunda ve gövdesinde yoğunluklu olarak tüm vücudunda yanık izleri vardı. Güneş altında yanmış ve fark etmemiş olduğunu düşündük. Annem evdeki kremlerden sürdü ancak hiçbir etkisi olmayınca acile gittik. Orada ne kadar kaldı emin değildim. Acildekiler bir çözüm bulamayıp uzman doktorları çağırmaya başladıklarında çok korkmuştum. Onun bizi bırakacağından, kötü bir hastalığa yakalanmış olabileceğinden ölesiye korkmuştum.

“Giderek kötüleşiyor anlamıyorum.” Sesi titriyordu. Korkmuştu. Dalgın dalgın bakıyordum. Kendime geldim ve ne yapabileceğime baktım. Koridorun sonunda koltuklar vardı. Kibarca koluna sarıldım ve götürdüm.

“Gel hadi oraya oturalım, kremi sürelim.” Otururken sweatshirtü çıkarmasını istedim. Fazla kalın olmayan beyaz gömleğinin altındaki geniş yaraları görebiliyordum. Gözlerimdeki şaşkınlığın onu daha da ürperttiğini fark ettim. Panikle gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı ve göğsünün altından göbeğine kadar açılan geniş bir alandaki su kabarcıklarını, oluşan kan toplamış yarayı gördü. Midemle kusmaması için pazarlık ettiğim sırada Tolga hızlı kesik nefesler alıp verirken merdivenle koltuklar arasında volta atmaya başlamıştı bile. Okul dağılalı saatler olmuştu en azından diye düşündüm. Aksi halde ne kadar rahatsız olurdu bu yaraların görülmesinden.

Sonunda midemle anlaşmaya vardığımda ve kendimi bu korkunç yaralara bakmaya alıştırdığımda, Tolgayı elinden tutup tekrar oturttum. Korkunun etkisiyle ter içinde kalmıştı.

“Mira ne oluyor bana? Daha ne kadar devam edecek..” Gözleri dolu doluydu. Ağlamamak ya da herhangi bir tepki vermemek için kendimi sıkıyordum. Zaten korkuyordu bir de ben panikleyemezdim. Annem okulun kapısında bizi bekliyordu. Seçmeler bitince bizi alacaktı ve doktora gidecektik. Neredeyse her hafta Tolgayı doktora götürüyordu zaten. İyi olduğu zamanlar bile.

“Bilmiyorum.. Belki de seçmeye girmemeliyiz Tolga. Hemen doktora gidebiliriz.” Benim ilk seçmem olacaktı. Annem hiç gönüllü değildi ancak Tolga ısrar edince sesini çıkarmamıştı. Nitekim ben de Tolga’nın ısrarlarının etkisinde kalarak buraya gelmiştim. Katılmasam da olurdu. Tolga kulüpte aktif olarak çalışmıyor olsa ne ben katılmaya cesaret edebilirdim -hala çok cesaretli olduğum söylenemez- ne de annem izin verirdi buna.

“Hayır seçmelere gireceğiz.” Gömleğinin düğmelerini ilikliyordu bir yandan. Benim için yapmaya çalışıyordu. Zorluyordu kendini.

“Buna gerek yok gerçekten. Hem krem sürmedik. Kapatma yaralarını.” Gözünden bir damla yaş düştü ve elinin tersiyle sildi. Kendini bir süre koltuğa bırakıp derin nefesler alıp rahatlamaya çalıştı. Bu kadar hızlı toparlanması beni şaşırtmıştı çünkü çok vakit geçmeden ayağa fırladı. Elimdeki sweatshirtü benden çekip aldı ve üstüne geçirdi.

“Her hafta kontrole gidiyoruz. Yapabilseler şimdiye bir tedavi bulurlardı. Acele etmemize gerek yok yani. Gel şu işi yapalım.” Derin bir nefes aldı ve gücünü toparladı. Cebinden bir mendil çıkarıp yüzünü temizleyip tekrar cebine attı. Beni koruyucu bir edayla omuzlarımdan kavradı. Salona geri götürdü. Ayaklarım geri geri gidiyordu ancak resmen zorla götürülüyordum. Sesimi çıkaramıyordum.

Kapıyı tıklattık ve girip salonun bir köşesine oturduk. Son grup sahneden indiğinde hoca bize seslendi.

“Hazırsanız buyrun çocuklar. Sadece siz kaldınız.”

Tolga çalıştığımız kağıtları bulup birini bana uzattı. Sahneye uzanan her basamakta nabzım biraz daha yükseliyordu. Soluma dönüp bizi izleyenlere bakmaya korkuyordum. Orada olmadıklarını hayal etmeye çalışıyordum.

“Doktor Hanımla konuştuğunuzu gördüm. Sana ne söyledi?” Tolga olması gerektiği şekilde repliğini okudu.

Gözlerime odaklanmıştı. Destek vermeye çalışıyordu. Heyecanımı hala bastıramamıştım. Elimde metine bir türlü kendimi odaklayamıyordum. Hepsi bulanıktı. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes alıp verdim.

Salondan birinin homurdandığını duymuştum. Bununla beraber güç bela bastırmaya çalıştığım heyecanım, strese dönüşmeye başladı. Çok bekletmiştim. Herkes sıkılmıştı bile. Rezil olmuştum çoktan. Çok pişmandım, çok saçmaydı burada olmam. Ancak çıkmıştım işte. Saçmalayacak bile olsam bir şeyler yapmak zorundaydım. Kaşlarımı çattım, sanki bunu yapınca yazıları daha net görecek gibi hissediyordum ve garip bir şekilde işe yaradı. Tam ağzımı açmış bir şey söylüyordum ki, Tolga da benimle birlikte konuşmaya başladı. Hocadan baştan almak üzere izin isteyecekti galiba ancak ben başlayınca sustu.

“Tekrar okumamı ister misin?” diye sordu. Derin bir nefes alıp, hafifçe gülümseyip başımla onayladım. Salonu umursamamam gerekiyordu. Kimse yokmuş gibi. Evde çalıştığımız gibi olmalıydı.

Repliğini tekrar okudu.

“Doktor Hanımla konuştuğunuzu gördüm. Sana ne söyledi?” Aynı tonlama, aynı jest ve mimikler ile tekrarladı. Yutkundum.

“Evet, konuştuk. İki saate yakın onun ofisindeydim sanırım.” Olmamıştı işte. Kekelememiştim ama duygusuzdum. Belki tonlamalarım doğruydu, sesimi kullanabiliyordum ancak vücudumu kullanamıyordum. Vücut dilimi kullanabilmek için utangaçlığımla büyük bir savaş vermem gerekecekti. Yüzümün kızardığını hissettim. Tüm vücudum utançtan alev topuna dönüşmüştü. Süveterimi çıkarabilmeyi çok isterdim ancak hareket bile edemiyordum. Herkes bana bakıyordu.

“Sana ne anlattı?” diye sordu Tolga. Gerçekten ne sorduğunu merak eder gibi.

“Hayadın..” Dilim sürçmüştü. Panikle düzeltip devam ettim.

“Hayatın bir oyun olduğundan bahsetti.. ve kurallarına göre oynamam gerektiğinden.” Diyalogu ben yazmıştım. Bir psikiyatri hastası ile yakınının arasında geçen bir konuşmaydı. Tabii burada hasta bendim.. Belki de heyecanlı oluşumu, karakteri oynama şeklim olarak görürlerdi diye düşünmüştüm.

Sahnemiz bittikten sonra hiç o değilmişim gibi, öz güvenli bir insanmış gibi kocaman bir gülümseme koymuştum yüzüme. Tolga ile izleyicilerimize hafifçe eğilerek selam verdik. Pekte kalabalık olmayan salondaki insanların ifadelerini tek tek tarıyordum. Arka sıralarda birini gördüm. Bana kafasını hayır anlamında sallıyor ve gülümsüyordu. Arka tarafın ışıkları kapalı olduğu için yüzünü net seçemiyordum. Yutkundum. Kimdi bu? Saatlerdir salondaydım ve hiç görmemiştim. Kaçırmam mümkün değildi. Belki de ben sahnede gerilirken salonun arka kapısından girmişti içeri.

“Evet.” Nurgül hoca konuşuyordu. Gözlerimi ona kilitledim. Aslında tüm salon ona bakıyordu. Sadece izlemek için gelen kimse kalmamıştı. Hoca notlarını yazmayı bitirdiğinde devam etti.

“Katılan herkese teşekkür ederim. Sonuçları iki gün sonra salonun panosuna asacağım.” Herkes bir yorum, ya da başka bir şey bekliyordu. Onun yerine kocaman bir bilinmezliğin içine itilmiştik. İki gün.

Beğenilmemiştim işte. Bizim için yorumda bile bulunmamıştı. Ben izlerken insanlara ufak da olsa eleştiri ya da takdir içeren bir yorumda bulunmuştu. Bize -yani bana- sadece ‘evet’ demişti. Evet.

Arka koltuklardaki yüzü aradım. O hayır demişti. Sonucu söylemişti bana. Gözlerim onu aradı ancak göremedim, çıkmıştı. Sahneden indim, çantamı sırtlandım. Kapıya yöneldim. Tolga arkamdan gelirdi nasıl olursa. Salondan hemen çıkmak istiyordum. Koridorun sonundaki koltuklarda eşyalarımızın bir kısmını unutmuştuk. Onların yanına gittim. Kollarımı koltuğun sırtına dayadım. Öne doğru esnedim. Sırtımdaki gerginlikten gelen ağrının hafiflemesini umut ederek. Kendime gelmem gerekiyordu. Ne olduysa oldu. Tolga için endişelenmeliyim artık diye düşünüyordum.

“İlk sahnen mi?” Tolganın sesi değildi bu. Salondaki çocuktu. Tanıyınca gözlerimi yere indirdim. Utanmıştım. Yine.

“Evet öyleydi. Sanırım son olacak.” Güldü. Tekrar yüzüne baktım. Biraz kızmıştım. Fark edince sustu.

“Üstüne gitme. Önemli olan denemendi. Ben o sahneye hiç çıkmazdım mesela.” Moral mi veriyordu, beceriksizliğimi mi yüzüme vuruyordu anlayamadım.

“O kadar mı kötüydüm yani?”

“Pek iyi sayılmazdın.” Gülümsüyordu hala. Sinirleniyordum.

“Sen karar vermiyorsun neyse ki.”

“Mira.” Tolga sesleniyordu. Yanımdaki yabancıya kaydı gözleri.

“Demir?” Adını öğrenmiş oldum. Selamlaştılar.

“Nasılsın Tolga?”

“İyiyim. Sen?”

“İyi ben de.”

Tolga soran gözlerle bakıyordu.

“Müdür, velimi çağırdı da. Çıkmalarını bekliyorum.” diye ekledi Demir. Tolga da başıyla onaylayıp gülümsedi.

“Başın belada galiba?” dedi Tolga.

“Galiba.” Demir gülümsedi. Tolga benim çantamı aldı.

“Montunu giy. Gidelim Mira.” Dermatologumuz normalde bu saatlere kadar çalışmamasına rağmen Tolga için şuan hastanede bizi bekliyordu. Saçlarımın üzerine geçirdiğim montu öylece bıraktım.

“İyi akşamlar.” dedi Tolga Demire. Gıcığa bakmak bile istemiyordum ama nezaketen başımı salladım ben de.

Biz hastaneye ulaştığımızda Sema Hanım akşam yemeği için ayrılmıştı. Bir süre onun gelmesi için muayenehanesinde bekledik. O sırada Tolga seçmeleri anlattı anneme. Annem kızıyordu Tolgaya. İyi değilken bu saçmalıkla uğraşmamalıydı ona göre. Tolga anlattığına pişman olmuştu. Sema Hanım gelince annemin beni demoralize eden konuşması yarıda kesilmişti. Sanki yeterince kötü bir gün geçirmemişim gibi üstüme geldiği ve beni beceriksiz ilan ettiği konuşması. Halbuki kimse ona seçmelerde paniklediğimi söylememişti bile.

“İyi akşamlar, kusura bakmayın beklettim.” dedi Sema Hanım eldivenlerini geçirirken ve ekipmanlarını hazırlarken.

“Hiç olur mu Sema Hanım. Bu geç saate kadar bizi beklediniz kusura bakmayın. Çocukların işi bitmek bilmedi.” Bana ters bir bakış attı.

“Seçmeler nasıl geçti Tolga?” Haberi vardı. Ancak benim de olduğumdan haberi yoktu.

“İyiydi, Mira ile beraber girdik. İki gün sonra belli olacak sonuçlar.” Gülümsedi Tolga.

“Ya, öyle mi? Mira heyecanlı mısın? Sanırım ilk defa katılacaksın tiyatroya. Tolganın daha önce oyuna çıktığını biliyorum ama.”

“Ben..” Konuşmam annem tarafından kesildi.

“Miranın pek merakı yoktur aslında böyle şeylere. O akademiye yönelik çalışmayı tercih ediyor. Kardeşi ona eşlik etmesini isteyince kıramadı.” Annemin isteği buydu benim için. Sema Hanım cevap vermeye yeltenmemiş, işine koyulmuştu çoktan.

“Evet Tolga, yaralarına tekrar bakalım.” Tolga gömleğini çıkarttığında annem bakmaya dayanamamıştı. Odanın en uzak köşesindeki koltuğa oturdu. Muayene bitene kadar bakamayacak gibiydi. Sema Hanım mikroskop görevi gördüğünü düşündüğüm bir aletle yaralara yakından bakmaktaydı. Tolga durmadan yüzünü kaşıyordu. Hışırtı sinirimi bozmuştu. Elini tutup indirdiğimde kaşıdığı yerde kırmızı tırnak izini görmüştüm. Ancak sadece bu değil izin etrafında da hafif bir pembelik vardı. Yüzünde de çıkıyordu. Neydi bu hastalık? Tüm vücudu yaralar içinde kalana kadar devam mı edecekti? Tolga’ya bir şey olmasından çok korkuyordum. Sema Hanım’ın bilgisayarında açık duran bir makaledeki fotoğraf ilişti gözüme. O muayene ederken sessizce gidip makaledeki fotoğrafı incelemeye başladım. Aynısıydı. Hatta daha fena yayılmış yaralar vardı. Aşağı kaydırdım. Gördüğüm şeyler… Gözlerimi beyaz duvara kilitledim. Fotoğrafların gözümün önünden silinmesi için dua ettim ancak olmuyordu. Gözlerimi sıkıca kapattım işe yarayacakmış gibi. Üzüntü ve korku içimi kavuruyordu. Bir damla sol gözümden indiğinde laptopun kapağı kapanmıştı. Sema Hanımdı. Gözleriyle susmamı söylüyordu bana. Çeneme akan yaşı sildim.

“Giyinebilirsin Tolga.” Çalıştırdığı cihazları kapatıyordu. Hepimiz bir şey söylemesini bekliyorduk. Kapattığı makaleyi okumak istedim. Gözüme ilişen birkaç kelimeyi aklımda tutmaya çalışıyordum, makaleyi araştıracaktım.

EskiekinAcikgoz, Sebebi bilinmeyen ikinci.. Masaya yaslandım.

“Dur canım.” dedi Sema Hanım beni nazikçe masanın önünden çekerken. Laptobını çantasına koydu. Masadan uzaklaşmamı istiyordu belli ki. Tolgaya döndü.

“Birkaç gün hastanede kalman iyi olabilir. Gözlem için. Yaraların çok hızlı bir şekilde kötüleşmiş. İlaç vereceğiz sana muhtemelen. Kısa sürede düzelecek ancak neyin kötüleştirdiğini anlamak için seni yakından takip etmemiz gerekiyor.” Bulamıyordu. Nedenini bulamıyordu. Hepimizin yüzü düşmüştü.

“Okulu var ama.. evde ilaçlı tedavi edemez miyiz?” diye sordu annem.

“Şöyle.. ilaçlar yüksek dozda uygulanacak. Terslik olması durumunda müdahale edebiliyor olmalıyız.” Şimdiye kadar defalarca hastanede kalmıştı ve kullandıkları ilaçlar zaten işe yaramamıştı.

“Zararı dokunabilir mi yani?”

“Gözetimimizdeyken hayır.”

Tolgayı özel bir odaya aldılar. Annem babamla konuşuyordu telefonda. Çok geç olmuştu saat. Odada geniş ve oldukça konforlu bir koltuk vardı. Biraz kirli gibiydi ama yine de idare ederdi.

Hemşire kullandığımızdan farklı bir kremi Tolganın yaralarına uygularken ben de ayakkabılarımı çıkarıp koltuğun üzerine kıvrılmıştım. Üniformayla uyumak çok zor olacaktı ancak kararlıydım, Tolganın yanında kalacaktım.

“ Mira uyan.” Annemdi. Ne çabuk uykuya dalmıştım? Saate baktım. Çok geçmemişti henüz geceyarısı olmuştu. Midemde bir burukluk hissettim. Acıkmıştım. Adamakıllı bir şey yememiştim ki.

“Mira baban geldi. Seni eve götürecek hadi.” Eve mi?

“Anne ben kalmak istiyorum, sen git.” Annem sinirlenmişti.

“Beni uğraştırma Mira. Kalk çabuk.” Babam girdi odaya. Tolga uyuduğu için kısık sesle konuşuyorlardı.

“Mira hadi gidiyoruz.” Babam Tolganın yüzünde çıkmakta olan yarayı inceliyordu bir yandan.

“Zeynep bu ne böyle?”  diyordu anneme. Korkuyorlardı. Hepimiz korkuyorduk.

Kalmaya ikna edemeyeceğimi biliyordum. Eşyalarımı topladım. Çıkarken Tolgaya sarıldım.

Babam beni eve bıraktığı gibi geri döndü. Ilgaz uyuyordu. Ne gamsızdı. Direkt odama geçtim. Çantamı odanın köşesine fırlattım ve üstümü değiştirdim. Biraz yatağın üzerimden günün yorgunluğunu çekmesi için uzandım. Aklımda dönüp duran üç anahtar vardı. Uyumayacaktım. Kalktığım gibi bilgisayarımı açacak ve küçük bir sandviç hazırlayıp Sema Hanım’ın görmemden rahatsız olduğu o makaleyi bulacaktım.

Hazırladığım sandviçi koydum masaya. Ne yazarsam yazayım arama motoruna, makaleler yerine garip sitelere ulaşıyordum. Makaleleri nasıl bulacağımı araştırdım. Meğer onun için ayrı bir arama motoru varmış. Hemen onu açtım ve anahtar kelimelerimi denedim.

Ne uzun sürmüştü!

Sebebi bilinmeyen ikinci derece yanık vakasında etkili tedavi yöntemleri.

Acikgoz. Makalenin yazarlarından biriydi.

‘..genellikle yüksek ısı maruziyeti sebebiyle oluşan yanıklar araştırma konusu olan hastada görülmemiştir…’

Araştırmanın yapıldığı hastanenin olduğu yerden de bahsediliyordu. Muhtemelen hasta da o bölgede yaşıyordu. Bunu zaten biliyordum. Eskiekin, Çorum.

Sayfayı biraz kaydırınca klinikte gördüğüm resim düştü önüme.

‘..dermis tabakasındaki hasarlar şekil 4.a da gösterilmiştir.’ Çok fenaydı. Midem kalkmıştı. Daldırıp ancak yarısını yiyebildiğim sandviçi bile çıkaracaktım neredeyse. Tolga’nınkinden çok daha beterdi. Sıyırılıp temizlendiği belli olmasına rağmen irinleri görebiliyordum. Ekrana bakmadan sayfayı aşağı kaydırdım.

Tedavi. Uygulanan tedavi yöntemlerini anlatmışlar ancak her bir paragrafın son cümlesinde başarısız olduğu belirtilmiş. Biri hariç.

‘..hasta oksijen seviyesinin düşüklüğü kan değerleri yerinde olsa dahi yine sebebi saptanamayan bir kan hastalığı olabileceği ihtimalini doğurmuş olup, hastaya kan replasman tedavisi uygulanmıştır.’

Hiç bitmeyecek gibiydi. Sanki bir yerlerde nokta koymayı unutmuşlardı. Cümleyi birkaç defa daha okumuştum.

‘Yanıkların epidermis seviyesine değin iyileştiği ve enfeksiyonun azaldığı gözlenmiştir. 3 aylık düzenli kan nakli sonucunda hastada tam iyileşme gözlenmiş ancak tedavi kesildiğinde durum yinelemiştir.’

Anlayamadığım kelimeleri araştırıp uzun cümlelerde yerlerine koymak ve anlamak çok zor oluyordu. Neredeyse 3 saattir masanın başındaydım.

‘Vaka tıp araştırma literatüründe kan bağımlı yanık olarak belirtilmiş olup tam tanım, sebep ve kesin tedavisi bilinmemektedir. Araştırmaya açıktır…’ ve devam ediyordu. Görebildiğim tek çözüm buydu. Kan nakli. Bu tedavi neden uygulanmıyordu Tolgaya merak ediyordum.

Nadir bir vakaydı belli ki. Yoksa çoktan çözüm bulurlardı. Milyonda bir yaşanabilecek bir hastalığın kardeşimin başına bela olması içimi sızlatıyordu.

Acaba hastayı bulabilir miydim? Durumunu merak etmiştim. Haber sitelerini taramalıyım diye düşündüm. ‘Eskiekin, yanık vakası’ yazdım. Bir patlama sonucu iki yaralı. Bu değildi. Yanığın sebebi bulundu. Tıkladım. Ancak Çorum değildi. Haberi sonuna kadar taradığımda ise kadının sürdüğü kremden kaynaklandığından bahsediyordu. Yaralarının ve morluklarının iyileşmesi için sürdüğü kantaron kremi güneşte yaranın yanığa dönüşmesine sebep olmuş meğer.. Tolganın ki bu değildi.

Çok fazla sekme vardı hepsini kapattım. Çorumun yerel gazetelerine bakacaktım.

Sandviçim bitmişti sonunda. Su almak için odadan çıktığımda bir ses duydum. Sanki cama bir şey çarpmıştı. Ardından kanat sesleri. Bir kuş muydu? Usulca birkaç adım geri atıp odamın açık kapısından pencereme gözlerimi diktim. Bir süre sonunda ürkerek gidip kibarca penceremin perdesini aralayıp dışarı baktım. Hiçbir şey göremedim. Perdeyi kapattım.

Müstakil evimizin ikinci katında kardeşlerimle odalarımız yan yanaydı. Ortadaki oda benimkiydi. Belki de onların odalarında birine gelmişti. Çarpıp gitmişti belki de..

Su aldım ve tekrar odama çıktım. Haberleri taramaya devam ediyordum. Tekrar aynı sesi duyunca sarsıldım. Bu sefer ses çok yakındı. Benim penceremden gelmişti. Taş ya da kuş çarpması gibi değildi, sanki bir şey inatla kendini cama çarpıyor gibiydi. Korkarak perdeyi araladım. Konuşmaya çalıştım ama sanki dilim dolanmıştı. Güçlükle yutkundum. Pencere yer yer kuş tüyleri yapışmış kıpkırmızı bir sıvıyla boyanmıştı. Havada uçuşan hiçbir şey de yoktu. Çığlığımı bastıramadım.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla