Leo Drevin, kasvetli bir sonbahar gününün sona erdiği saatlerde okuldan çıkmıştı. Gri gökyüzü, şehrin üzerine ağır bir örtü gibi çökmüş, günün geri kalanını hüzünlü bir karanlığa teslim etmişti. Leo, içine kapanık biri olarak bilinse de, aslında bu dünyanın ona sunduğu her şeyden uzun zaman önce kopmuştu. Onun için yaşam, anlamını yitirmiş bir zorunluluktan ibaretti. İçindeki karanlık, gün geçtikçe daha da derinleşiyor, ama bir şekilde yüzeye çıkmasına izin vermiyordu. Hâlâ içinde bir yerlerde iyiliğin kırıntıları vardı, ama bu kırıntılar gün geçtikçe daha da soluyordu.
Adımlarını hızlıca atarken, yolda gördüğü küçük bir kız çocuğu dikkatini çekti. Sekiz yaşlarındaki bu tatlı kız, neşeyle elindeki topu oynatıyordu. Ancak bir anlık dalgınlıkla topu elinden kaçırdı ve top, hızla caddeye doğru yuvarlandı. Kız, hiçbir şey düşünmeden topun peşinden yola atladı. Aynı anda, caddeye yaklaşmakta olan kamyonun farları, karanlığın içinden aniden parlayarak kızın üzerine doğru hızla yaklaştı.
Leo, kızın tehlikede olduğunu anladığında bir an bile tereddüt etmedi. Zihninde hiçbir düşünce belirmeden, içgüdüsel bir hızla yola atıldı. Küçük kızı kavrayıp kaldırıma ittiği anda, kamyonun acı fren sesi kulaklarında çınladı. Ama Leo için artık çok geçti. Kamyon, büyük bir gürültüyle ona çarptı ve Leo’nun vücudu yere savrularak acı dolu bir sonla buluştu.
Leo’nun bilinci yavaşça kaybolurken, düşündüğü tek şey “Neden kahramancılık oynadım ki?” oldu. Gözleri kararmaya başladığında, içinde garip bir huzur hissetti. Fakat bu huzur uzun sürmedi. Gözlerini bir kez daha açtığında, kendini tamamen farklı bir yerde buldu.
Etrafını kaplayan karanlık ve soğuk duvarlarla çevrili bir odadaydı. Yalnızca masanın üzerinde asılı duran tek bir lamba, odanın karanlığını kırıyordu. Leo, başını elleri arasına alarak, bir an önce neler olup bittiğini anlamaya çalıştı. “Lanet olsun… gerçekten öldüm mü?” diye kendi kendine mırıldandı.
Tam bu sırada, karşısındaki masada, sırtında dört kanadı olan, cinsiyetsiz bir varlık belirdi. Yüzü ifadesizdi, ama gözleri Leo’nun ruhunu delip geçiyormuş gibi hissediyordu. Soğuk ve duyarsız bir sesle konuştu:
Melek: Bay Leo Drevin, öldünüz. Mesele şu ki, sizin değil, o kızın ölmesi gerekiyordu.
Leo, neye uğradığını şaşırmış halde sorular sormaya başladı. *”Neredeyim? Öldüm mü?”* dedi, ama olanları hatırlayınca başını tekrar elleri arasına alarak, *”Lanet olsun… neden kahramancılık oynadım ki?”* diye kendini sorguladı.
Melek:Lütfen seçtiğiniz kelimelere dikkat edin, Bay Leo Drevin. Şu anda araftasınız, evet, öldünüz.
Leo’nun zihni, olup bitenleri kavramaya çalışırken, bu ilahi varlıkla daha fazla tartışmanın anlamsız olduğunu fark etti. Ancak içinde hâlâ bir umut kırıntısı vardı.
Leo:Hata yaptığımı söyledin, öyleyse beni geri gönder. Kızı buraya getir, hata düzelir o zaman.”* diye önerdi, ama melek soğuk ve duygusuz bir şekilde cevap verdi.
Melek:İmkansız. Ölen bir ruh, öldüğü dünyaya geri dönemez. Kurallar var, Bay Leo Drevin. Arafta olduğunuza göre, sorgumuza başlayalım.
Melek, Leo’ya beş soru sormaya başladı. Her soru, Leo’nun geçmişiyle, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla ilgili derin sorular içeriyordu. Her cevabı kaydediyor, Leo’nun gözlerinin içine bakarak ruhunu analiz ediyordu.
Sorgunun sonunda, melek düşünceli bir şekilde konuşmaya başladı:
Melek: “Bay Leo Drevin, sizin gibi ölmesi gerekenden erken ölen insanlar için uyguladığımız bir prosedür var. Siz insanlar bu prosedüre ‘reenkarnasyon’ diyorsunuz.”
Leo:”Beni reenkarne mi edeceksin? Ama imkansız demiştin!” diye şaşkınlıkla sordu Leo, hâlâ olanlara inanamıyordu.
Melek:”Eğer ölmeniz gereken zamanda ölmüş olsaydınız, evet, reenkarne olmak imkansız olurdu. Ama siz erken öldünüz. Bu yüzden ikinci bir şans verme yetkim var. Sizi fantastik bir orta çağa gönderebilirim… Tabii isterseniz.”* dedi melek, soğuk ve duygusuz bir tonla.
Leo, içinde büyüyen bir umutla *”İstiyorum… lütfen bana ikinci hayat şansını verin. Lütfen.” dedi.
Melek, Leo’nun cevabını bekliyormuş gibi, hafifçe başını salladı. *”Bende öyle tahmin etmiştim, Bay Leo Drevin. Lütfen ayağa kalk ve bana doğru adım at.”*
Leo, titreyen bacaklarıyla meleğe doğru birkaç adım attı. Melek, Leo’nun önünde durduğunu görünce, ellerini birleştirip yüzüne yaklaştırdı. İlahi bir ses tonuyla dua etmeye başladı:
Melek: Ey Yüceler Yücesi, ey Yüceler Yücesi, bu aciz kulunun ve bu aciz meleğin sesini duy lütfen. Bu acizler acizi kuluna ikinci yaşamı bahşet ki senin yüceliğinin gölgesinde huzur bulsun ve şükür etsin. Ey Yüceler Yücesi, bu kulun için ikinci bir şans ver.
Odanın karanlığı çözülmeye başlarken, meleğin duası yankılandı ve Leo’nun etrafını parlak bir ışık sardı. Diğer meleklerin de ilahiye katılmasıyla birlikte, Leo, bu ikinci şansın ne anlama geldiğini düşündü.
Son bir parıltıyla ışık odadan tamamen kayboldu ve Leo, kendini başka bir yerde, fantastik bir orta çağ dünyasında buldu. Yeni hayatı ve yeni zorlukları, onu bekliyordu.
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Kapaktaki RISE’in I’sı neden İ
@Craniunm fark etmeden yanlış yazmışım söylediğin için teşekkür ederim
selam arkadaşlar şimdiden okuduğunuz için teşekkür ederim yorumlarınızı eksik etmeyin
Eline sağlık