Fin ve Böke, ormanın derinliklerine ilerledikçe hava ağırlaşıyor, gökyüzü kararıyordu. Ağaçların gölgeleri arasında ilerleyen ikili, sessizce çevrelerini gözlüyorlardı. Böke’nin dikkatli bakışları ve Fin’in tetikte olması, onları olası tehlikelere karşı koruyordu.
Fin, yanındaki paslı kılıçlar dan birini çekip havada birkaç savurma hareketi yaptı. “Bu kılıçlar la ne kadar savaşa biliriz ki?” diye mırıldandı.
Böke bir an durup Fin’e baktı. “Kılıçlar pek iyi durumda değil, ama bu orman da öyle değil. Burası tehlikelerle dolu, Fin. Her an bir şeyle karşılaşabiliriz. Kılıçların durumu son düşündüğün şey olmalı.”
Tam bu sırada ormanın derinliklerinden bir hırıltı duyuldu. Ağaçların arasından büyük, kızıl gözlü bir yaratık belirdi. Devasa boyutlardaki yaratık, koyu kızıl tüylere sahipti ve her nefesinde ağzından dumanlar yükseliyordu. Ateş Kurdu, onlara doğru yavaşça yaklaşıyordu.
Böke’nin gözleri korkuyla büyüdü. “Ateş Kurdu… Bu çok tehlikeli bir yaratık.”
Fin, kılıcını sıkıca kavradı. Kalbi hızla çarpıyordu. Ateş Kurdu, dişlerini gösterip boğuk bir homurtuyla saldırıya hazırlandı. Gökyüzünde rüzgar hafifçe esmeye başladı. Böke, bir adım geri çekilip ellerini kaldırdı. “Rüzgarın kuvvetiyle bizi korumam lazım,” dedi alçak bir sesle.
Fin, bu sırada ilk hamleyi yaptı. Paslı kılıcıyla yaratığa doğru savurdu, ancak kurdun ateşle çevrili pençesi kılıcı kolayca karşıladı. Kılıç, kuvvetli bir darbenin ardından ikiye ayrılarak kırıldı. Fin geriye sendeleyerek yere düştü.
“Paslı kılıç… dayanmıyor!” diye haykırdı Finn.
Ateş Kurdu, derin bir nefes alarak göğsünden alevler püskürtmeye başladı. O anda Böke’nin büyüsü devreye girdi. Ellerini ileri uzatarak rüzgarı yönlendirdi, güçlü bir rüzgar dalgası ateşi dağıtıp yönünü değiştirdi. Böke, aynı zamanda birkaç rüzgar saldırısı yaparak yaratığı oyalamaya çalıştı. Ateş Kurdu’nun saldırısı etkisiz hale geldi, fakat yaratık daha da öfkelendi.
Böke’nin yüzü terle kaplanmıştı, ama pes etmedi. “Rüzgar, ateşi dağıtabilir ama sadece belli bir süre. Daha hızlı olmalıyız, Finn!”
Finn, yere düşen kılıcın parçalarına bakarken gözleri istemsizce yanındaki Ankou kılıcına kaydı. Bir an için sanki kılıç ona sesleniyor Muş gibi bir hisse kapıldı. “Çek beni… Benimle savaş…” Finn, zihninde yankılanan bu sesle irkildi, ama kılıcı çekmekte tereddüt etti. Bu sadece bir histi, ama yine de onu etkiliyordu.
Bu sırada Böke, büyüsünü yenileyerek tekrar rüzgar dalgalarını yaratığın üzerine yönlendirdi. Ateş Kurdu’nun alevleri, rüzgarla savrulurken yaratık öfkeyle kükredi ve daha güçlü bir saldırı için hazırlandı. Bir anda ağzından alev topları çıkarmaya başladı. Yaratık sadece fiziksel değil, büyü ile de saldırabiliyordu.
Finn tereddüt etmeyi bırakarak Ankou’yu kınından çıkardı. Kılıcın ağırlığı ve dengesi elindeki paslı kılıçlardan çok daha farklıydı, ama onu kullanmak düşündüğü kadar kolay değildi. Kılıcı eline aldığında, ağırlığına tam anlamıyla hâkim olamadı. Birkaç savurma hareketi yaptı ama kılıç, savaşın heyecanıyla uyum sağlayamıyordu.
Tam bu sırada Ateş Kurdu, hızla ileri atıldı. Finn, kılıcı doğru kullanamadan geri çekildi ve yaratığın saldırısı yüzünden yere devrildi. “Bu kılıç… gerçekten zor,” diye düşündü. “Onu kontrol edemiyorum.”
Ateş Kurdu, son darbeyi vurmak üzereyken bir anda durdu. Ormanın içinden kısa boylu, yaşlı bir adam çıkıp ikilinin önüne geçti. Üzerindeki eski cübbesi ve yaşlı yüzüne rağmen, adamın gözlerinde bir keskinlik vardı. Elinde bastonu vardı, ama bastonunu kenara koyup Finn’in elindeki Ankou’ya dikkatlice baktı.
“Ankou… Bu kılıcı kullanmak herkesin harcı değildir,” dedi yaşlı adam.
Finn, şaşkınlıkla adamın sözlerini dinledi. Yaşlı adam Finn’e yaklaşıp elini uzattı. “Ver onu bana. Kılıcın ustası değilsin.”
Finn, tereddüt etti ama adamın kararlı bakışları onu daha fazla zorluyordu. Sonunda kılıcı adama uzattı. Yaşlı adam Ankou’yu hemen kınına geri koydu, bir eli kılıcın kazasında , bir ayağı hafifçe geride durarak derin nefesler aldı. Gözlerini Ateş Kurdu’na dikti ve yaratığa doğru sanki “Yaklaşırsan seni keserim,” der gibi bakmaya başladı.
Ateş Kurdu, yaşlı adamın bakışları altında bir an tereddüt etti. O ana kadar acımasızca saldıran yaratık, adamın bakışlarından etkilenmiş gibiydi. Artık saldırmak yerine geri çekiliyordu.
Ancak, Ateş Kurdu bir anda hızlanarak saldırıya geçti. Alevlerini, hızını artırmak için kullandı ve yaşlı adama doğru atıldı. Böke ve Finn ne olduğunu anlamadan, adamın eli Ankou’nun kabzasına uzandı. O kadar hızlıydı ki, Finn ve Böke yalnızca bulanık bir hareket gördü.
Bir anlık sessizliğin ardından, Ateş Kurdu ikiye bölünmüş halde yere yığıldı. Finn gözlerini kırpıştırarak baktı, ama yaşlı adam kılıcı çoktan kınına geri koymuştu bile. Kurdu ikiye böldüğünü neredeyse fark etmemişti.
“İmkansız…” diye mırıldandı Finn, gözleri kocaman açılmıştı. Böke ise gözlerini kısıp adama dikkatlice baktı. “Aran’ı kullandınız, değil mi?” dedi şüpheyle. “Yoksa bu kadar hızlı çekemezdiniz kılıcı.”
Yaşlı adam, hafifçe gülümsedi. “Belki… Belki de sadece ustalık,” dedi kısık bir sesle.
Finn, adamın yanında dururken bir an duraksadı ve sordu: “Adınız nedir? Nereye gidiyorsunuz?”
Yaşlı adam, “Adım Aran,” dedi. “Ormanın derinliklerinde bir evim var. Eğer isterseniz, bu gece misafirimiz olabilirsiniz.”
Finn, yaşlı adama teşekkür ederek, “Bu gece orada kalabilir miyiz?” diye sordu. Aran, başını sallayarak onayladı.
Yaşlı adamın evine doğru ilerlerken, Fin ve Böke, Ateş Kurdu’nun parçalarını taşımak zorunda kaldılar. Yorulmuş ve nefes nefese kalmışlardı, ama eve vardıklarında yorgunlukları daha da arttı. Kurdu yere attılar ve kendilerini nefes nefese bir şekilde yere bıraktılar
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Arkadaşlar bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz