Diwali kutlamalarının coşkusuyla renklenen caddede ilerlerken, etrafımdaki görkemli manzaraya hayran kaldım. Renkli ışıklarla süslenmiş dükkanlar, adeta birer mücevher gibi parıldıyordu. Hafif sisin oluşturduğu gizemli atmosfer, ışıkların yansımalarıyla caddeyi sihirli bir ortama dönüştürüyordu. Kutlamaya katılan herkesin yüzünde bir tebessüm vardı, sevinçleri ve coşkuları her birine yansımıştı.
Sokak lambalarının altında dans eden gölgeler, gecenin büyülü havasına ayrı bir dokunuş katıyordu. Tezgahlarda sergilenen renkli sariler, göz alıcı desenleriyle adeta büyülenmiş gibiydi. Kadınlar, kumaşların büyüsüne kapılarak renk cümbüşünde kayboluyor, her dokunuşta bir hikaye buluyorlardı.
Köşedeki pani puri satıcısı ise bir başka hikaye anlatıyordu. Baharat kokuları arasında standında çalışan satıcı, lezzetli atıştırmalıklarını müşterilere sunmak için çaba sarf ediyordu. Uzun kuyruk, lezzet dolu bir mola için bekleyenleri yansıtıyordu. Satıcının çabası, insanların bu özel gecede lezzetli bir mola vermesine yardımcı oluyordu. Kutlamaların en güzel yanı, bir arada olmanın verdiği mutluluk ve birlikte geçirilen keyifli zamanlardı.
Ancak, Diwali kutlamalarını izlerken, taksinin camına başımı yaslayarak içsel bir çatışma yaşadığımı hissediyordum. Sokaklar renkli ışıklarla süslenmiş, coşku ve neşe her yeri sarmışken, içimdeki kederin ağırlığı beni sarıp sarmalıyordu. Gözlerim dolaşırken, renkli sarilerin ve ışıl ışıl dükkanların arasında kaybolup gidiyordu bakışlarım. Kalabalık arasında yalnız hissediyor, neşeli çığlıkların arasında kendi iç çekişlerimi duyuyordum. Kutlamaların gürültüsü arasında kendi iç sesimi duyuyor, neşenin gölgesinde kederimi saklıyordum.
Bu çatışma, ruhumun derinliklerinde yankılanırken, taksinin direksiyonunda sigarasını bitirip dışarıya fırlatan şoför, bizimle birlikte duraklayan motosikletli genç adama seslendi.
“Trafik açılacak gibi durmuyor mu, bhai?”
“İnsanlar kutlamalara katılmak için sokaklara döküldü. Bütün yollar kapalı.”
Genç adam, trafiğin yoğunluğuna göz atarak cevap verdi. Ardından taksici, parmaklarıyla direksiyonu ritmik dokunuşlar yaparken sabırsız bir görünüm sergiledi, gecenin büyüsüne kapılmış kalabalığın arasında bekleyişin uzunluğunu hissederek.
“Daha çok bekler miyiz, acaba?”
“Öyle görünüyor. Henüz polis trafiği açmaya gelmedi.”
Taksici, parmaklarını alnına götürüp saygıyla selam verdi ve camı kapattı. Dirseğini yanındaki koltuğa yaslayıp arkasını döndüğünde yüzünde mahcup bir ifade vardı.
“Çocukları kutlamaya götürmek için erken döneceğime söz vermiştim. Sizi müsait bir yerde indirsem, sorun olur mu?”
Taksicinin içsel çatışmalarıyla boğuştuğunu hissederek, başımı anlayışla sallayıp ücretimi ödedim. Taksiden indiğimde, kutlamaların yapıldığı cadde beni karşıladı. Renkli ışıklar ve coşkulu kalabalık arasında kendimi kaybetmek üzereyken, yanımdan hızla geçen bir bisikletliyle neredeyse çarpışacaktım. Son anda adımımı geri çekip nefesimi tutarak yolu kontrol ettim ve güvenle karşıya geçtim.
Renkli ışıklarla süslenmiş sokak lambaları, geceye sihirli bir hava katarken, etraftan yükselen neşe ve coşkulu sesler ruhumu hafifletti. Cadde boyunca yayılan koku ve müzik, beni kendine çekiyordu. Kalabalığın arasında kaybolmuş gibi hissettim, farklı renklerden oluşan giysilerle süslenmiş insanlar arasında gezinirken, bir an için içimdeki hüzün yerini biraz olsun mutluluğa bıraktı.
Caddenin insan kalabalığından kaçarak ara sokaklara girdim ve geniş bir meydana ulaştım. Meydan, rengarenk rangolilerle ve parıldayan kandillerle süslenmişti. Evlerin ışıkları hafifçe titriyor, Diwali kutlamalarının heyecanı havayı sarıyordu.
Meydanda, kadınlar rengarenk sari ve shalwar kameez kıyafetleriyle dans ediyor, geleneksel Hint müziği eşliğinde neşeyle şarkılar söylüyordu. Yasemin çiçekleriyle süslenmiş saçları, kadınların zarafetini ve güzelliğini vurguluyordu. Erkekler ise geleneksel kurtalarını giyip dans ediyor, gizemli figürleriyle dikkat çekiyordu.
Meydanın ortasında, egzotik ve lezzetli yemeklerin sunulduğu bir masa bulunuyordu. Renkli baharatlarla süslenmiş pilavlar, türlü lezzetler taşıyan köriler, nefis tadıyla damakları şenlendiren tanduri tavuklar ve sebzeler masanın baş köşesinde yer alıyordu. Tatlı ladduların yanı sıra, Hindistan’ın meşhur tatlıları arasında yer alan gulab jamun ve jalebi gibi özel Diwali lezzetleri de masayı süslüyordu.
Masadan gizlice laddu almaya çalışan çocuklar, annelerinin gözünden kaçmaya çalışıyordu, ancak bir anda yakalandılar. Annelerinin uyarılarına aldırmadan, laddularla birlikte koşmaya başladılar. Çocuklar bacaklarımın yanından koşarak geçerken, bir tanesi bana çarparak durdu. Eğilip iyi olup olmadığını kontrol etmek istedim, ama çocuk gülümsemeye devam etti ve bana laddusunu uzattı. Ben de ona gülümseyip saçını okşadım. Çocuk, arkadaşları tarafından çağrıldığında koşarak onların yanına gitti. Ben ise elimde ladduyu tutarken, çocuğun ardından bakarak gülümsemeye devam ettim.
Yürümeye devam ederken, havai fişeklerle aydınlanan gökyüzü geride kaldı. Kırmızı, yeşil ve sarı renkli ışıklar yanıp sönerek gökyüzünü süslerken, kutlamaların neşesi tüm meydanı sardı. Ancak, havai fişeklerin ışıltısı söndüğünde tekrar karanlık hüküm sürdü geceye.
Hayatımı kısa bir süreliğine şölene çeviren Salman’ı anımsamıştı bana, aklımdan çıktığı varmış gibi.
“Sen elveda dediğinde bitecek mi, Meena, ben henüz veda etmemişken sana?”
Salman’ın son sözleri kulaklarımda yankılanırken, gökyüzü yıldızların altında ve derin bir huzura büründü. Adımlarımın sesi yankılanırken, neşeli sesler geride kaldı ve geceye hükmeden sessizlik ve karanlık içinde kendi kendime mırıldandım.
“Kaderde olan hangi veda ertelenebilir? Şimdi ya da daha sonra, ayrılık çanları bir gün elbet çalacaksa, ben razıyım şimdiden elimi uzatmaya.”
Böyle olması gerekiyordu ve oldu, Salman. Ama sana olan hislerimi alıp götürmedi benden, kalbime ekti bir sonraki bahar filizlensin diye yeniden.
☙
Mahalleye adım attığımda, caddedeki coşkulu kalabalığın aksine sokaklar bomboştu. Gözlerim, süslenmiş ve ışıklandırılmış evlerin muhteşem görüntüsüne takıldı. Ancak, insanların Diwali kutlamaları için tapınağa gitmiş olması nedeniyle sokaklar sessiz ve tenhaydı. Sadece evlerin ışıklarıyla aydınlanmış sokaklarda, insanların geride bıraktığı çöpler sessizce bekliyordu.
Çıplak ayağımın altında çıkan seslerle yavaşça ilerledim, çöpleri iterek yol alırken hissettiğim o sıcak ve nemli toprak kokusu duygularımı harekete geçirdi. Bozuk kaldırıma çıktığımda, ayaklarımın altındaki taşların sertliğini hissederek adımlarımı sıklaştırdım. Bahçe kapısına ulaştığımda, elimdeki anahtarı titizlikle kilide yerleştirmeye çalıştım. Ancak, acele ettiğimde ve heyecanla titreyen ellerimle bir türlü kilidi açamadım.
Her defasında anahtarı dikkatlice yerine oturtmaya çalışsam da, başarılı olamayışımın verdiği hüsran ve hayal kırıklığı içinde buldum kendimi.
“Bu kadarını bile beceremiyorsun. İşte, sen bu kadar işe yaramazsın!”
Sinirimi yatıştırmak için parmaklarımdan sıyırdığım ayakkabıları yere fırlattım, onların yumuşakça yere inmesini izledim. Ardından yavaşça dizlerimin üzerine çökerek oturdum, ellerim kavuşmuş bir şekilde kucağımda dinlenirken, derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapatarak, içimdeki huzursuzluğu ve öfkeyi yavaş yavaş serbest bıraktım. Ayaklarımın altındaki soğuk taşları hissederek, sessizliğin ve dinginliğin beni sarmasına izin verdim.
“Meena, sen misin?”
Tanıdık bir sesin yankılandığını duyduğumda gözlerimi araladım. Bulanık görüşüm yavaş yavaş netleşirken, görüş alanıma Banarasi ipeğiyle işlenmiş turuncu bir sarinin etekleri girdi. Eteklerin altında zarif ayaklar yavaş adımlarla yaklaşıp önüme kadar geldi. Başımı kaldırarak, o turuncu ipek kumaşın sahibi olan Anandi’yi gördüm. Anandi’nin arkasında ise Rishi duruyordu, eliyle ensesini ovuştururken bana bakmaktan kaçınıyordu. Anandi, nazik bir gülümsemeyle Rishi’ye döndü.
“Bize biraz müsaade eder misin, Rishi?”
Rishi, başını hafifçe sallayarak onayladı ve ellerini pantolon ceplerine sokarak yavaşça uzaklaştı. Ancak, Anandi’yi beklemeye devam ettiği belli olacak şekilde bir an duraksadı. Anandi, Rishi’nin uzaklaşmasının ardından bana dönüp yavaşça yere çökerek benimle aynı hizaya geldi. Gözlerimiz buluştuğunda, sessizlik aramızda bir köprü gibi duruyordu.
“Burada ne yapıyorsun, behenji? Senin Salman Bey ile yemekte olman gerekmiyor mu?”
Gözyaşlarımın süzüldüğünü hissederek yanağımı avucumun içiyle sildim ve başımı hafifçe iki yana salladım. Anandi, bu hareketim üzerine kollarını iki yana açtı, ben de kendimi onun kucağına doğru yatırdım. Gözyaşları içinde, hıçkırarak ve hüngür hüngür ağlayarak göğsüne sıkıca sarıldım.
“Yoksa… Sana bir şey mi yaptı? Eğer düşündüğüm şey-“
“Hayır, Anandi. Aksine, çok güzel bir akşamdı. Masamızın manzarasını görmeliydin, bütün Bandra ayaklarımın altında gibiydi. Salman, aklımı başımdan alacak kadar yakışıklıydı, baktığım her yerde sadece o vardı. Hatta…”
Birden duraklayıp göğsünden kalktım ve buruk bir gülümsemeyle yüzüne baktım.
“Hatta ne?”
“Beni dansa kaldırdı. İnanabiliyor musun?”
“Ne güzel işte! Madem öyle, sevinçten ağlıyor olman gerekmez miydi?”
Anandi, bu habere sevinçle karşılık verirken, benim hüzünlü bir ifade takındığımı fark ederek şefkatle yaklaştı. Eliyle yüzümün önüne düşen saçları kulağımın arkasına itti ve tatlı bir gülümsemeyle bana baktı.
“Son kez yaşandığını bile bile… Maalesef, ben o kadar güçlü değilim.”
Mahalleye giren aracın gürültülü motor sesini duyduğumda hızla ayaklandım. Bebe’nin tanıdık sesiyle, o yorgun motorun çırpınışlarıyla dolmuştu kulaklarım. Anandi de benimle birlikte kalktı ve nazikçe vedalaşıp Rishi’nin yanına doğru ilerledi. Ardından, taksiyi park eden Sanjeet amca, ciddi bir ifadeyle yanıma yaklaştı.
“Sanjeet amca, hoş geldin. Ben de seninle konuşmak-“
“Önce eve girelim, Meena.”
Ellerini arkasında birleştirerek sessizce bahçeye doğru ilerledi. Sessiz adımlarla onu takip ederek, evin kapısına doğru yürüdüm. Sanjeet amca, kapıyı anahtarıyla açıp içeri girdi ve ben geçene kadar kapıda sabırla bekledi. Çantamı vestiyerin askısına asıp, ayakkabılarımı özenle vestiyerin önündeki boşluğa yerleştirirken, o da kapıyı yavaşça kapattı.
“Sa-Sanjeet amca, şey…”
“Şimdi git, benim tanıdığım Meena’ya dönüş ve öyle gel.”
Sanjeet amcanın kastettiği şeyi anlayarak odama doğru ilerledim. Üzerimdeki elbiseyi dikkatli bir şekilde çıkardım ve beyaz renk bir shalwar kameez giyerek, elbiseyi astığım askıyı gardırobun kapağına taktım. Ardından banyoya giderek makyajımı çıkardım ve yüzümü havluyla kurulayarak dışarı çıktım. Sanjeet amca antredeki yuvarlak yemek masasında beni bekliyordu.
“Gel bakalım buraya. Madem bana anlatacakların var, seni dinliyorum.”
Havluyu ellerimde buruşturarak masaya yaklaştım ve Sanjeet amcanın yanındaki sandalyeye oturdum. Havluyu kucağımda bırakarak ellerimi masanın üzerinde birleştirdim ve gözlerimi ellerimden çekmeden konuşmaya başladım.
Nereden ve nasıl başlayacağımdan emin olamıyordum ama kimden başlayacağımı gayet iyi biliyordum.
“Salman Khan… Bu akşam beni son kez yemeğe davet etti. Kabul etmeden önce senden izin almalıydım, ama-“
“Haberim vardı. Bijal bana her şeyi anlattı.”
Sesi hiçbir duygu barındırmadığı için tereddütlüydüm. Göz ucuyla yüzüne bakarak, ifadesizliğinin beni daha da endişelendirdiğini hissettim.
“Bana kızmış olmalısın, sözünü dinlemediğim için. Gözünden düştüğümü biliyorum ama sana yemin ederim, her şeyi düzelteceğim.”
“Meena, boş yere yemin etmek büyük günahtır. İkimiz de çok iyi biliyoruz ki sen sadece kalbinin sesini dinleyeceksin.”
Başımı Sanjeet amcaya çevirdim ve kızarmış gözlerle acı dolu bir bakışla bana baktığını fark ettim. Bu bakışları, beni ilk kez gördüğü uçurum kenarında ya da bütün kemiklerimin kırık olduğu hastane odasında bile sakınmıştı benden. Belki de bu seferki halim, daha aciz ve çaresiz görünüyordu.
“Ne zamandır farkındasın, Sanjeet amca?”
“Demek ki… Doğruymuş.”
“İnkar etmek neyi değiştirir ki?”
Ben, imkansızı arzulayan aptal bir aşık değil miyim?
Sanjeet amcaya karşı hissettiğim mahcubiyet, yüzüne bakmama engel olurken, masaya yasladığım kollarıma sıkıca sarıldım. Bu şekilde gözyaşlarımı saklayabilirdim belki, ancak hıçkırıklarımı bastıramıyordum. Acı dolu sessizlik, odanın içinde yankılanarak kalbimdeki çaresizliği daha da derinleştiriyordu.
“Duyguların da senin kadar saf ve masum, buna yürekten inanıyorum. Bu yüzden benden utanmana gerek yok. Sen kötü bir şey yapmadın, sadece… Aşık oldun, kızım.”
“Hayır, Sanjeet Amca. Lütfen, bu konuda merhamet etme bana.”
“Sen söyle, Meena, seni en iyi ben anlarken kalbini kilit altında mı tutayım? Ben o kadar acımasız mıyım?”
Beni nasıl anlayabilirdi ki? Sonuç olarak, Bijal yengeyle evliliği yıllar önce gerçekleşmişti. Artık imkansız bir aşk bile sayılmazdı.
Yoksa… Başka bir kadını mı kastediyordu?
Sanjeet amca, elini başımın üzerine koyarak saçlarımı nazikçe okşadı. Başımı kollarımdan kaldırmadan yüzümü ona çevirdim. Göz çukurlarımda biriken yaşlar şakağıma doğru süzülürken, koluma düşen damlaların acısını hissettim.
“Keşke bana kızıp bağırsan, hatta bu aşkı kalbimden söküp alsan… En azından vazgeçmek zorunda kalırdım.”
Daha önce de olduğu gibi…
“Hangi mecburiyet seni bu aşktan vazgeçirebilir ki, Meena? Aksine, seni daha çok bağlayacaktır ona.”
Haklıydı; aşk uğruna gözden çıkardıklarım ve bir daha asla sahip olamayacaklarım, bir kez aşkın masumiyetine gölge düşürmüştü. Bu yüzden kararı bana bırakıyordu, ama bilmiyordu; insan en çok kalbine karşı yeniliyordu.
“İmkansız olduğunu kendim yaşayarak görmeliyim, değil mi?”
“Çünkü… Seni bu aşktan kurtaracak yegane kişi yine sensin.”
Bu sözler içimde derin bir yankı uyandırdı ve ardından sessiz bir kabullenişe dönüştü. Bir çocuğun sahip olduğu masumiyeti andıran sızlanmalara son vererek doğruldum. Gözyaşlarımı silerken burnumu çektim, duygularımı kontrol altına almaya çalıştım. Sanjeet amcanın elini iki elimin arasına alarak, onun sıcaklığını ve desteğini hissettim.
“Bana karşı her zaman şefkatliydin ama bugün… Kızının hassasiyetine saygıyla yaklaşan, onun duygularını incitmekten korkan bir baba oldun bana.”
“Ben zaten senin ba-“
Yatak odasının kapısı ansızın açıldı ve Sanjeet amcanın cümlesi yarım kaldı, havada bir anlık sessizlik oluştu. Bijal yenge, yataktan fırlamış gibi duruyordu; gözleri nemliydi, yüzünde şaşkın bir ifade vardı, ancak kaşları çatıktı. Odanın içindeki atmosfer aniden gerildi, Bijal yenge karşımızda dikilirken sessizlik tüm mekanı kapladı. Saatin tik takları, sessizliği bozarak odanın içinde yankılanmaya başladı.
“Seni uyandırdık mı, yoksa?
“E-evet, Meena… İçeriden gelen sesler beni korkuttu.”
“Haklısın, sabah konuşmalıydık. Düşüncesizlik ettiğimiz için bizi affet.”
Bijal yenge, odadaki atmosfer değişirken kendini toparlama çabası içindeydi. Gözlerindeki şaşkınlığı gizlemeye çalışarak, gülümsemeye zorlanıyordu. Sanjeet amcanın sessizliği ve endişeli bakışları arasında, iç dünyasında bir denge kurmaya çalışıyordu. Bedenindeki gerginlik, gülümsemesinin ardında saklanmış duygularını yansıtıyordu.
“Mühim değil. Aranızın düzeldiğini görmek uykusuz kalmaya bedel.”
“Bizim aramız kötü müydü? Benim bundan niye haberim yok, Sanjeet amca?”
Sanjeet amcanın bana uyum sağlamasını beklerken, Bijal Yenge ile göz teması hiç kesilmedi. Bakışlarım, ikisinin arasında gizemli bir dansa dönüşürken, Bijal yengenin olumsuz bir baş hareketini yakaladım ve tepkisini merak ederek Sanjeet amcaya döndüm, onun sadece başını hafifçe eğdiğini gördüm. Derin bir düşünce ve duyguların yüreğinde biriktiğini hissettirdi. Ardından gülümseyerek bana kollarını açtı, içimdeki endişe ve merak yerini huzura bıraktı.
Babasına bir kez bile sarılamayan o küçük kız çocuğu, sonunda ona ait bir kucak bulduğu için çok şanslıydı.
“Sana güvenmekle doğru bir karar vereceğimi biliyordum, Sanjeet Amca. Beni yine yanıltmadın.”
Bijal yenge, yaşlı gözlerle bizi sarılırken izledi. Ancak dayanamayıp yanımıza yaklaştı ve adeta bizi kanatlarının altına aldı. Sevgi ve şefkat dolu bir dokunuşla, içimizi ısıtan bir sığınak oluşturdu. Bijal yengenin kucaklayıcı sıcaklığı, bizi bir arada tutan o anlamlı bağı daha da güçlendirdi.
“Çünkü, Meena, aile olmak güven vermektir.”
☙
Diwali’nin ışıltılı gecesinden iki hafta sonra, hayatım adeta yeni bir sayfa açmıştı. Bu süre zarfında Salman ile hiç karşılaşmamış, Galaxy Apartmanı’nın sakin sokaklarından uzak durmuştum. Sürekli değişen gündem, zamanla kapımda nöbet tutan basın mensuplarının da kaybolmasına sebep olmuştu.
İlk günlerde eski hayatıma geri dönmüş olmanın hafifliği içindeydim. Artık herkes gibi olmuştum, bir ayrıcalığım kalmamıştı. Sokaklarda özgürce dolaşabilmenin verdiği huzur, tanınma korkusuyla kaçıp saklanma zorunluluğundan kurtulmanın mutluluğunu getiriyordu. Bu sayede geçmişteki hatalarımı telafi etmek için yeni yollar aramaya karar vermiştim.
Bu yollardan biri ve en önemlisi, bir iş bulmaktı. Sanjeet amca, gerçek amacımın maddiyat olmadığını anladığı için beni destekliyordu. Benimle birlikte CV hazırlıyor, iş başvurularında bulunuyor ve beni Bebe’yle iş görüşmelerine getirip götürüyordu. Ancak iş başvurularım bir bir reddedilirken, yüzümü güldüren ve umut veren tek kişi Bijal yengeydi.
Bijal yengenin teşvikiyle, kısa bir süre Mehar teyzenin kuaföründe çalıştım, ancak başarılı olamayıp ayrıldım. Son günlerde Rishi, işleri çıktığında bakkalı bana emanet etmeye başladı. Bakkalda eksik malları tedarik edip müşterilerle ilgilenirken, gün içinde Anandi ve Rishi’nin eksikliğini hissetsem de, onların yoğun iş temposunun farkındaydım.
“Rishi, işin bittiğinde kardeşinin laptopunu alıp bakkala gel. Anandi’ye de haber vermeyi unutma. Peki, bakkalda sizi bekliyorum.”
Kordonu birbirine dolanmış kırmızı telefon ahizesini yerine bırakarak, sonlandırdım aramayı. Sedir tütsüsünden yükselen orman kokusunu içime çekerek, ruhumu olumsuz enerjilerden arındırmaya çalıştım. Birkaç müşteriyle ilgilenirken, ansızın kapıda sıkışıp kalan Rishi ve Anandi’nin hışmına uğradım.
Rishi, beklenmedik bir şekilde geri çekilerek Anandi’ye yol verdi. Bu anın şaşkınlığıyla gözlerimde bir kıvılcım belirdi ve müşteriyi uğurlayarak hızla yanlarına doğru adımladım. Anandi ve Rishi’nin karşısına geçip, derin bir merakla bakışlarımı onlara çevirdim.
“Siz… Birlikte mi geldiniz?”
Bu sözlerimle aralarındaki sıra dışı durumu dile getirerek, anın büyüsünü daha da derinleştirdim. Anandi, panikle başını diğer tarafa çevirip işaret parmağını dudağının üzerine koyarken, Rishi geri adım atarak elini ensesine götürmeye çalıştı, durumu kurtarmak için çabalarken.
“B-biz yolda karşılaştık. Kesinlikle tesadüf.”
“Tesadüf olduğuna emin misiniz?”
Anandi, heyecanlı bir şekilde başını sallayarak onayını belirtti, fakat şüpheli bakışlarım, ikisinin arasında gezinirken, içime doğru yayılan gizemli bir hisle sarsıldım.
“Kedi köpek gibi olduğunuzu bilmesem, aradığımda birlikte miydiniz, diye sorardım…”
Bakkalın içinde aniden soğuk bir rüzgar esmeye başladı, sanki doğanın öfkesiyle titreyen yapraklar arasında duruyorduk. Cümlemi tamamlamamı beklerken, Anandi ve Rishi adeta taşlaşmış gibi donup kaldılar.
“…Ama sizin didişmeden durmanız mümkün değil.”
İkisi de kahkahalarla coşkulu bir şekilde gülerken, başta garip gelse de, bir kolumu Rishi’nin omzuna, diğerini Anandi’nin sırtına atarak onların neşesine ortak oldum.
“Sahi, bizi buraya neden toplandın? Senin bilgisayarla ne işin var?”
“Rishi, sabırlı ol. Her şeyi öğreneceksin. Öncesinde bir şeyler atıştırmaya ne dersiniz?”
☙
“Behenji, burası nereden aklına geldi? Sen pani puri bile sevmezsin ki.”
Diwali gecesinin ışıltılı atmosferinde, gözüme takılan pani puri satıcısına getirmiştim arkadaşlarımı. Tezgah, parlak renklerle süslenmiş, çeşitli baharatlarla dolu küçük cam kavanozlarla çevriliydi. Yuvarlak ve ince hamur kabukları, içlerindeki lezzetli dolgularla birlikte adeta birer sanat eseri gibi sergileniyordu.
Satıcının yardım eden oğlu, masumiyeti ve sevecenliğiyle tezgahın yanında duruyor, babasına destek oluyordu. Satıcı ise geleneksel kıyafetleri içinde, göz alıcı renkler ve desenlerle süslenmiş tezgahının başında gururla duruyordu. Elleri, ustalıkla pani puri hazırlarken, yüzünde her daim bir gülümseme vardı. Müşterilere samimi bir şekilde hizmet sunuyordu.
“H-holo… Sov-moyorum.”
Ağzım dolu bir şekilde konuştuğumda, Anandi başını laptoptan kaldırdı ve bana doğru dönerek birbiri üzerine yığılmış boş tabaklara baktı. Gözlerinde şaşkınlık ve hayret vardı, sanki benim o kadar çok pani puri yediğime inanmakta zorlanıyordu. Ancak benim umurumda değildi, son pani puriyi de hızla ağzıma tıkayarak lezzetini hissettim.
Tabak yığınına bir yenisini daha ekledim ve konuşmakta zorlanarak satıcıya seslendim.
“Bor tobok doho!”
Satıcı, beni duyduğunu belli etmek için başını hafifçe sallayarak işine devam etti, müşterisiyle ilgilenmeye odaklandı. Ben ise iştahlı bir şekilde ellerimi ovuşturarak önüme döndüğümde, Anandi’nin tuhaf bakışlarını üzerimde hissettim.
“Madem öyle, neden bu kadar çok yiyorsun?”
“Çünkü… Sevdiğim şeylere sahip olamıyorum.”
“En azından sevdiğin işi yapabilirsin, Meena.”
Tam o sırada, satıcının oğlu geniş tabağı ustalıkla elinde dengeleyerek masaya yaklaştı. Nazikçe tabağı alarak masaya yerleştirdim ve çocuğun yanaklarını sevgiyle okşadım. Çocuk, laptopa meraklı gözlerle bakarken, babasının seslenmesiyle hemen işine yardımcı olmaya gitmek zorunda kaldı.
Masanın üzerindeki tabak, pani purilerin, garnitürlerin ve sosların iştah açıcı görüntüsüyle göz kamaştırıyordu. Küçük, çıtır çıtır hamur kabuklarının içleri renkli ve aromatik soslarla doluydu. Anandi’nin artık daha fazla pani puriye dayanacak hali kalmamıştı. Bu yüzden tabağı önüme çekerek ona yardımcı olmaya karar verdim.
“Anandi, cast ajansında çalışmamı mı istiyorsun? Ben bir oyuncu değilim, bu yolda yürümek için yaratılmadım.”
“Söz konusu iş ilanında pazarlama ve reklam departmanında çalışacak birini aradıklarını belirtiyorlar. Sen işletme yönetimi mezunu değil miydin?”
Tabaktaki pani puriye uzanırken, başımı hafifçe olumsuz anlamda salladım. Sitedeki tüm iş ilanlarını titizlikle değerlendirmiş, her birine büyük bir özenle hazırladığım CV’imi göndermiştim. Şansımı bu ilanlardan birinde kullanmak istiyordum, fakat Anandi’nin sözleri yavaşça zihnimde yeşermeye başlıyordu.
“İşletme yönetimi okumayı hiç istemedim, dolayısıyla mesleğimi de sevmiyorum. Ancak şimdi çalışmak zorundayım. Ve bu zorunluluğu cast ajansında değil, kendi alanımda çalışarak sürdürmeyi tercih ederim.”
“Tek sebebin bu değil, yemin edebilirim.”
Ani bir şekilde konuya dahil olan Rishi, içinde taze sıkılmış mango suyu bulunan bardakları çalkalayarak masaya bıraktı ve umursamaz bir edayla Anandi’nin yanına oturdu. Bu durum karşısında sinirlerime hakim olamayarak masaya doğru eğildim ve kararlı bir ses tonuyla konuştum.
“Rishi, beni ne zaman bir sebebe sığınırken gördün ki? Geçmişte yaşadığım kötü tecrübeler, geleceğimi şekillendirirken bana rehberlik ediyor. En azından artık ne yapmamam gerektiğini bildiğim bir yolda ilerliyorum.”
“Bunlar sadece birer tahmin, gerçekleşip gerçekleşmemesi senin elinde. Ama eğer Salman Bey’i dert ediyorsan-“
Salman’ın adını telaffuz ettiği anda, hiddetli bakışlarım Rishi’ye yöneldi ve hava birdenbire soğumuş gibi hissedildi. Günler sonra adını ilk kez duymak, zihnimde kısa bir süre için heyecanı canlandırmışsa da, öfkenin alevleri hızla yükseldi ve bu heyecanı bastırdı. Anandi, Rishi’nin bu patavatsızlığı karşısında şaşkınlığını gizlemeye çalışarak elini alnına götürüp derin bir iç çekti.
Rishi ise, gözlerimdeki ateşi hissederek dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı ve geri çekildi. Adeta korkak bir tavırla Anandi’nin arkasına saklandı, yüzünde endişe ve pişmanlık ifadesi belirirken.
“Bu kararımın onunla hiçbir alakası yok.”
“Var, behenji. Salman Bey hala senin hayatında, sana yön vermeye devam ediyor. Ama ya o? Senin için hassasiyet gösterdiği bir konu var mı?”
Yok, hiç olmadı. Eğer olsaydı, son bir hafta içinde üç farklı kadın görmezdim yanında.
“Anadi, lütfen…”
“Bana bu defteri kapattığını söyleme. Onun hakkında konuşmaman, onu düşünmediğin anlamına gelmiyor.”
Anandi, yalnızca dışarıya yansıttığım yüzümü değil, içimde derinlere gömdüğüm duyguları ve sırları da açığa çıkaran bir aynadan farksızdı. Onun keskin bakışları ve incelikli sözleri, ruhumun en karanlık köşelerine bile ışık tutuyordu. İçimde sakladığım korkular, sevinçler ve hayal kırıklıkları, onunla konuşurken adeta birer birer gün yüzüne çıkıyordu. Anandi, benim için bir dosttan öte, iç dünyamın aynasıydı; beni ben yapan her şeyi, en çıplak haliyle ortaya koyabilen bir yansıma.
Bu yüzden olsa gerek, ona yalan söyleyerek kendimi kandırmak istemedim daha fazla.
“Hatırlıyor musun, Meena? Hayatının yalnızca sana ait olabileceğini söylemiştin. Neden bunu kanıtlamak için bugünü seçmiyorsun?”
Neden kalbime yenilmek için bugünü seçmiyordum? İlk kez yenilir gibi, son bir defa daha…
☙
Arka bahçede, paduk ağacının gölgesinde serili olan hasır örtünün üzerinde, taze zerdeçal yaprakları yığılıydı. Bağdaş kurarak oturdum ve yaprakların uçlarını dikiş iğnesiyle delip ipe geçirmeye başladım. Her bir yaprağı dikkatle ipe dizerken, tamamladıklarımı özenle örtünün üzerine serip kurumaya bıraktım. Son günlerde hava oldukça sıcaktı, bu yüzden Bijal yenge, bu durumu fırsata çevirmek istemişti.
Bir ara Bijal yenge, içeride çalmakta olan telefona bakmak için yerinden kalkmıştı. Ancak, arayanın reklam metni okuyan bir telesekreter olduğunu anlayınca, söylenerek mutfağa doğru geri dönmüştü. Bahçeye döndüğünde ise, elinde bir tepsiyle içecekleri taşıyarak yanıma geldi. Tepside, Hindistan’a özgü serinletici içecekler olan nimbu pani bardakları vardı. Tepsiyi dikkatlice yere bıraktı ve o da yerine oturdu.
Kendi nimbu panimden bir yudum aldım. Serinletici içecek boğazımdan akıp giderken, bir anlığına ferahlık hissi verse de, içimdeki huzursuzluk beni rahat bırakmıyordu. Düşüncelerim zihnimi kemiriyor, kalbimin ağırlığını daha da artırıyordu. Daha fazla dayanamayıp, içimdeki düşünceleri dile getirdim.
“Bijal yenge, sence doğru olanı mı yaptım?”
Sözlerim, bahçede esen hafif rüzgarla birlikte paduk ağacının yaprakları arasında yankılanıyordu.
“Niye yanlış olsun ki? Sen de bunun olmasını istemedin mi?”
“Tek hatırladığım, Anandi’nin gazına gelip o aptal ajansın başvuru formunu doldurduğum… Sonrası, mide fesadı geçirdiğim için tam bir muamma.”
Bijal yenge, söylediklerimi duyunca birden kahkahayla gülmeye başladı. Kahkahası bahçeyi şenlendirdi, paduk ağacının yaprakları bile sanki bu neşeye eşlik edercesine hafifçe sallandı.
“Ah, canım! Her şey bu kadar karmaşık olmak zorunda değil. Bazen hayatın akışına kendimizi bırakmak en iyisi.”
Onun neşesi bana da bulaşmıştı. Zihnimde dönen belirsizliklerin etkisiyle, istemsizce bir tebessüm belirdi yüzümde. Belki de Bijal yenge haklıydı; bazen olayları gereğinden fazla irdelemek, sadece huzursuzluğu artırıyordu.
Bijal yenge, gülmekten gözünden akan yaşları parmağının ucuyla silerken, ben de kucağımdaki zerdeçal yapraklarını bir kenara itip ona döndüm.
“Bijal yenge… Bu işi alsam bile kabul etmemeliyim, değil mi?”
“Sana layık görülmüşse neden mütevazilik yapasın ki, Meena?”
Başımı hafifçe salladım.
“Bu mütevazilik değil, bu tek kelimeyle korkaklık.”
Bijal yenge, gözlerimin içine bakarak devam etti.
“Kimden ve niçin korktuğunu biliyorum, ama kaderini geciktiremezsin. Olacaksa zaten olur, buna müdahale etmek elde değil.”
Haklıydı; kaderi değiştirmeye çalışmak, akıntıya karşı yüzmekten farksızdı. Bu düşünce zihnimde yankılanırken, bedenimi ele geçiren gerginliğin pençesinden kurtulmak umuduyla omuzlarımı düşürüp derin bir nefes aldım. Zerdeçal yapraklarının arasına sırt üstü uzandım ve başımı yavaşça Bijal yengenin dizine bıraktım.
Güneş, gökyüzünde tam tepedeydi ve gözlerimi açık tutmak neredeyse imkansızdı. Ancak, tenimde hissettiğim bu yakıcı sıcaklık beni tuhaf bir şekilde mutlu ediyordu. Gözlerimi kapatıp, güneşin sıcaklığını ve Bijal yengenin varlığının huzurunu içime çektim. Bu anın içinde, belki de uzun süredir hissetmediğim bir rahatlık buldum.
“Bijal teyze! Meena abla!”
Bağırırken çatallaşan sesini duyduğum an, Rishi’nin küçük erkek kardeşi Lohit’in geldiğini anlamıştım. Hemen yerimden doğrulup oturur vaziyete geçtim ve ön bahçede oyalanan çocuğa seslendim.
“Lohit, arka bahçeye gel!”
Sesim, paduk ağacının gölgesinde yankılanırken, köşeyi dönen Lohit’in minik silueti göründü. Bizi bulduğu an gözleri sevinçle parladı ve küçük bedeni, neşeyle dolu bir rahatlıkla hasır örtünün üzerine bıraktı.
“Buradasınız! Sizi her yerde aradım.”
Lohit’in coşkusu, bahçenin huzurlu atmosferine bir canlılık katarken, Bijal yengenin yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi.
“Hayırdır Lohit, ne oldu böyle? Neden bu kadar heyecanlısın?”
Lohit, heyecanla yerinde duramayıp ayağa fırladı.
“Bir müjde vermeye geldim! Çok güzel bir haberim var!”
Bijal yenge ve ben, Lohit’in bu coşkulu hali karşısında merakla birbirimize baktık. Lohit, heyecanla nefesini toparlayarak sözlerine devam etti.
“Meena abla, işe alındığına dair bir mail geldi! Tebrikler!”
Bu haberi duyar duymaz, sevinç çığlıkları atarak Bijal yengeye sarıldım. Kalbim mutlulukla dolup taşarken, gözlerimden yaşlar süzüldü. Ardından hemen Lohit’i kucakladım, onu havaya kaldırıp döndürdüm.
Bijal yenge, yüzünde büyük bir mutlulukla, hızla içeriye koştu.
“Hemen Sanjeet’e haber vermeliyim!”
Bu arada, Lohit yere inip zerdeçal yapraklarıyla oynamaya başladı. Minik elleriyle yaprakları etrafa saçarken, bahçede bir an için kaotik ama bir o kadar da neşeli bir görüntü oluştu. Yapraklar, rüzgarın da etkisiyle sağa sola savrulurken, içimdeki sevinç dalgaları bahçeye yayıldı.
O sırada, bir ayrıntıyı atladığımı fark ettim. Yüzümde meraklı bir ifadeyle Lohit’e seslendim.
“Lohit, hangi şirketten geri dönüş aldığımı biliyor musun? Yoksa yenilenebilir enerji kaynağı şirketi mi?”
Lohit, hatırlamaya çalışarak başını kaşıdı.
“Sanırım… Mukesh ile başlayan-“
“Mukesh Chhabra Cast Ajansı mı?”
O an içimde bir soğukluk hissettim. İşte bu, korktuğum şeydi. Yüzümdeki sevinç bir anda yerini durgun bir endişeye bıraktı. Lohit, bu ani değişimi fark edemeyecek kadar kendi dünyasında meşguldü. Paduk ağacının geniş gövdesine parmaklarını dokundurarak dönmeye başladı, yaprakların hışırtısı ve çocuğun masum neşesi, içimdeki karmaşayı daha da derinleştiriyordu.
Sırt üstü hasır örtünün üzerine kendimi bıraktım, kollarım iki yana açıldı. Saçlarımın arasında zerdeçal yaprakları dolaşıyordu. Paduk ağacının gür yaprakları arasından sızan güneş ışıkları yüzüme vurdukça başımı yana çevirdim. O anda, Bijal yengenin bahçe kapısında öylece durduğunu gördüm. Gözlerimiz buluştu ve Bijal yenge, derin bir anlayışla dolu bakışlarını bana yönelterek bahçeye adım attı.
“Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?”
Yüreğimdeki kararlılığı hissettim ve içimdeki tüm tereddütleri bir kenara bırakarak cevap verdim.
“Adımlarımı sürekli geri çekmekten, yolun yarısına bile gelememekten bıktım artık. Bu yolun beni nereye ulaştıracağını düşünmeden sadece ilerlemek istiyorum. Çünkü biliyorum, beni ben yapacak olan bu yolun ta kendisi.”
Bir an sessizlik oldu, ardından hafifçe gülümsedim ve ekledim.
“Sanırım, Bijal yenge, bugün mütevazı olamayacağım.”
☙
Bebe’nin arka koltuğundan çantamı ve mülakat için gerekli belgelerin bulunduğu kalın kapaklı dosyayı aldım. Kapıyı sert bir şekilde kapattım, metalin tok sesi sessizliği böldü. Sanjeet amca, elleri belinde, karşımızda yükselen binaya bakıyordu. Bina, etrafındaki eski yapıların arasında adeta bir yabancı gibi duruyor, modern mimarisiyle dikkat çekiyordu. Ön cephesi tamamen camla kaplıydı, güneş ışınları bu geniş cam yüzeyde parıldayarak bir yansıma cümbüşü yaratıyordu. Mimari çizgiler zarif ve keskin, yapı sanki gökyüzüne doğru uzanıyordu.
Sanjeet amcanın yanına yaklaştığımda, dalgınlığından sıyrılarak bana döndü. Yüzünde düşünceli bir ifade vardı, ama gözlerindeki sıcak bakışlarla bana destek verdiğini hissettirdi. “Her şey yolunda gidecek,” der gibiydi.
Bir süre sessizce durduk, ardından Sanjeet amca taksiye bindi. Taksi uzaklaşırken arkasından uzun uzun baktım, içimde bir teşekkür ve minnet duygusuyla. Derin bir nefes alarak binaya doğru döndüm, kararlı adımlarla modern yapının girişine yöneldim.
Yanımdan aceleyle inen insanların telaşı arasında, merdivenleri sakin adımlarla çıktım. Otomatik kapının önüne geldiğimde, beni algılaması için elimi hafifçe kaldırdım ama kapı ansızın açıldı. İçeriden çıkan biriyle çarpışmamak için hızlıca kenara çekildim. Derin bir nefes alıp kendimi toparladıktan sonra, hızlı adımlarla içeriye girdim.
Gözlerim modern bir sanat eserini andıran iç mekanla buluştu. Zemini kaplayan beyaz mermerler, üzerlerinde parlayan ışıklarla adeta birer ayna gibi parıldıyordu. Mavi ve gri tonlarının uyum içinde dans ettiği duvarlar, mekana dingin bir hava katıyordu. Büyük ve zarif bir danışma masası, odanın merkezinde yerini almış, üzerine dikkatlice yerleştirilmiş çiçek aranjmanlarıyla göz dolduruyordu.
Danışma masasının arkasında, geniş ve ferah bir lobiyi çevreleyen duvarlarda modern sanat eserleri asılıydı. Üst kata uzanan merdivenler, göz alıcı bir şekilde tasarlanmış, basamakları kaplayan koyu mavi halı, adımları yumuşak bir şekilde karşılıyordu. Merdiven korkulukları, mat gri metalden yapılmış ve modern çizgilerle bezenmişti.
Kapının yanında duran güvenlik görevlisine iş görüşmesi için geldiğimi söylediğimde, beni nazik bir el hareketiyle danışmaya yönlendirdi. Danışmada oturan kadın, gözlüklerinin arkasında sert bir ifadeyle, dikkatle telefon konuşmalarını yönetiyordu. İki eliyle birden telefon tutuyor, birini kapatıp diğerini açıyordu. Oldukça meşgul görünüyordu; adeta zamanla yarışıyordu.
Dikkatini çekmek için kısık bir sesle seslendim. Kadın, parmağıyla bir dakika beklememi işaret etti ve telefon konuşmalarını bitirdiğinde bana döndü. Gözleri bana dikildiğinde, dudakları hafifçe üzüntüyle kıvrıldı.
“Ben… İş görüşmesi için geldim.”
Kadın, kontrol etmek için klavyeye bakarak sordu.
“Adınızı alabilir miyim?”
“Meena Dhwani.”
İnce, zayıf parmakları klavyenin tuşları üzerinde harfleri ararken bir an durakladı. Gözlüklerini burnunun ucuna indirip bana baktı, şaşkın bir ifadeyle.
“Meena Dhwani mi dediniz? Gerçekten adınız bu mu?”
“Size neden yalan söyleyeyim ki? İsterseniz kimliğimi göstereyim.”
Çantamı gelişigüzel karıştırırken birkaç parça eşya yere düştü. Bunları toplamayı düşünmeden, hızla kimliğimi bulup çıkardım ve kadına uzattım. Ancak o, kimliğimi kontrol etmek yerine birdenbire ayağa fırladı.
“Salman Bey. Hoş geldiniz, efendim.”
Elim kimliğimi göstermek için ileriye doğru uzanmışken, kadının ani hareketiyle şaşkınlığımı gizleyemeyerek arkama döndüm. Gözlerim, tanıdık bir silueti ararcasına odanın derinliklerine daldı.
Ve işte oradaydı; günler sonra ilk kez onu gördüm. Kalbim bir an için durdu; zaman, onun varlığıyla tekrar akmaya başladı. Her şeyin ötesinde, sadece onun varlığı, anın tüm gerçekliğini ele geçirmişti. Çantamdan düşen eşyalar, danışma masasının üzerindeki çiçekler, her şey bir an için arka planda silikleşmişti.
“Mee-na…”
Adımı söylediğinde, bu tek kelime sanki bir şiirin en güzel mısrasına bedeldi. Sesindeki her nota, kalbimin derinliklerine işleyerek, içimde yankılandı.
Kendine hakim ol, Meena. Sakın bayılma. Ona bir iyilik daha yapması için imkan tanıma.
Kahverengi bir okyanusu andıran gözlerinde kaybolurken ve bu derin abiste boğulmayı arzularken, Salman bir yüzüme, bir de kimliğimi uzatmakta olan elime baktı. Gözlerinin köşelerinde hafifçe kıvrılan çizgiler, gülüşüne sıcaklık ve derinlik katıyordu. Bu anın büyüsü o kadar yoğundu ki, nefesim kesildi.
Bu büyüleyici bakışların etkisiyle bedenimi yeniden danışmaya çevirdim, kalbim hâlâ o gülümsemenin yankısıyla çarpıyordu.
“Siz de görüyor musunuz? O… Gerçekten burada mı?”
Titreyen parmağımla gizlice onu işaret ettiğimde, Salman’ın dudaklarından hafif bir kıkırdama döküldü. Bu ince kahkaha, odanın sessizliğini zarif bir şekilde böldü. Danışmadaki kadın, gözlüklerini düzelterek sessizce yerine geçti.
“Benim Mukesh ile görüşmem var. Söyle bakalım, asıl sen neden buradasın?”
Bana ve arsız duygularıma kalkan olması umuduyla dosyayı sıkıca göğsüme bastırdım. Alnıma dökülen perçemleri zarif bir hareketle geriye attım. İçimde kopan hasret fırtınasına rağmen, yüzümdeki ifadesizliği koruyarak Salman’a doğru adım attım. Her adımımda, kalbimin çarpıntısını bastırmaya çalışırken, onun dikkatli bakışları altında kendimi daha da güçlü hissettim.
“Ben-“
“Ah, Salman’cığım! O da her eski sevgilinin yaptığı gibi şöhret basamaklarını tırmanmayı arzuluyor olmalı.”
Benim yerime, Salman’ın birkaç adım gerisinde duran kadın cevap verdi. Fuşya rengi, vücuduna oturan elbisesi, onun zarif kıvrımlarını belirginleştiriyor ve bir eli belinde kibirli duruşunu daha da vurguluyordu. Uzun, dalgalı saçları omuzlarına dökülüyordu ve hafifçe yukarı kalkık kaşları, alaycı bir ifadeyle birlikte siyah, köşeli gözlüklerinin üstünden bana bakıyordu. Sanırım, buraya layık görülmemiştim.
Ya da Salman Khan’a.
“Sizi tanıştırayım. Meena, bu menajerim Nisha. Nisha, Meena’yı-“
“Kim olduğunu gayet iyi biliyorum, hayatım.”
Nisha’nın söyledikleri karşısında ağzımı dahi açamadım; o kadar sessiz kaldım ki adeta dumura uğradım. Bunun üzerine elbisesiyle aynı renge boyanmış dudaklarında, kendini beğenmiş bir gülümseme belirdi. Salman, bu tavır karşısında biraz rahatsız görünse de, alışkın olduğu için olsa gerek, umursamadı ve dikkatini yeniden bana yönlendirdi.
“Meena, görüşmeyeli nasılsın?”
“Ben gayet iyiyim. Sizin nasıl olduğunuzu sormama gerek yok, sanırım.”
Bu sözlerim üzerine Salman’ın kaşları hafifçe çatıldı ve gözlerinde anlamsız bakışlar belirdi.
“Böyle düşünmene sebep olan şey ne? Merak ettim.”
“Son günlerde pek bir sosyal kelebeksiniz. Keyfiniz yerindedir, diye umuyorum.”
“Eğer o magazin haberlerini-“
Kendini açıklamaya başlamıştı ki, Nisha’nın şuh kahkahası Salman’ın cümlesini yarıda kesti. Bu kahkaha, odanın atmosferini adeta bıçak gibi keserken, Nisha özgüvenimi, ya da ona göre hadsizliğimi, alkışlayarak kendi kendine eğleniyordu.
“Sen de o haberlerden birine malzeme olmuştun, unuttun mu Meena’cığım?”
“Asla…”
Gözlerimi Salman’ınkilerden ayırmadan devam ettim.
“Salman Khan’ın sevgilisi olmak benim için bir lütuftur.”
Bu sözlerim, odanın içinde yankılanırken, Nisha’nın yüzündeki kendini beğenmiş ifade bir an için dondu. Salman, bu beklenmedik cevabım karşısında hafifçe irkildi ve gözlerinde beliren sıcaklık, anlık bir gülümsemeyle birleşti. Nisha’nın kahkahası, bu kez boğazında düğümlenmiş gibiydi.
“Haklısın, hayatım. Her gün biraz daha geri planda kalıyorsun ve yerini sürekli birileri dolduruyor. Artık önüne bakmanın zamanı gelmedi mi?”
Sesi zehirli bir bal gibi tatlı ve keskindi.
“Siz önümde durmaya devam ederken… Kolay olmayacak.”
Nisha’nın alaycı tavrına inat, onun gözlerinin içine bakarak konuştum. Gözlerimdeki kararlılığı görmesi için bir an bile tereddüt etmedim.
Salman, bu sözcükler arasında sıkışıp kalmış gibiydi, bakışları bir an için Nisha’dan bana kaydı. Nisha’nın yüz ifadesi ise, alaycılığın ötesinde bir şaşkınlık barındırıyordu. Onun bu kibir dolu duruşu karşısında, içimdeki güç ve kararlılık daha da pekişti. Artık, Nisha’nın gölgesinde kaybolacak biri olmadığımı biliyordum.
“Buraya Nisha Hanım’ın sandığı gibi bir iş için gelmedim. Zaten ünlü olmak gibi bir niyetim de hiçbir zaman olmadı. Buyurun, kendiniz bakın.”
Eğer birine bir şey kanıtlamam gerekiyorsa, bu kişi Salman olurdu; çünkü ona Nisha’dan çok daha fazla değer verdiğim aşikârdı.
Salman, dosyayı ona uzattığımı görünce bir an duraksadı. Gözlerinde beliren mahcubiyet, dudaklarına yansıyan hafif bir titremeyle kendini belli etti. Eliyle dosyayı nazikçe geri çevirdi.
“Buna gerek yok Meena. Sana inanmayı tercih ediyorum.”
Bu sözler, içimi ısıtan bir meltem gibi ruhumu okşadı. Salman’ın gözlerinde gördüğüm sadakat ve güven, her şeyden daha değerliydi. Nisha’nın alaycı bakışları bile bu anın saflığını gölgeleyemezdi.
“Ama ben görmek istiyorum, Salman’cığım. İzninle…”
Nisha, dosyayı elimden bir çırpıda çekip aldı. Sayfaları hızlıca karıştırırken gözlerinde beliren telaş, odanın gergin atmosferini daha da yoğunlaştırdı. Aradığını bulamamanın hayal kırıklığı gözlerine yansıdığında, dosyayı öfkeyle bana geri fırlattı.
Bu ani darbe ile geriye doğru sendeledim, ama Salman’ın kolumu tutmasıyla düşmekten kurtuldum. Dosyayı yakalamaya çalışsam da içindeki belgeler yere döküldü, sayfalar etrafa savruldu. Yere saçılan belgeleri toplamaya çalışırken, bir çift topuklu ayakkabı görüş alanıma girdi.
“Gururlu kız imajı… İşte, buna bayılıyorum.”
Başımı kaldırıp ona baktığımda, gözlerinde parlayan kibirli ifadeyi net bir şekilde görebiliyordum. Kollarını göğsünde bağlamış, sanki zaferini ilan ediyormuş gibi duruyordu.
“Nisha, sözlerine dikkat et lütfen.”
Salman’ın sesi sakin ama bir o kadar da otoriterdi. Ancak Nisha’nın pişmanlık duymadığı her halinden belliydi; saçlarını omzunun üzerine toplarken yüzündeki alaycı gülümseme hiç kaybolmadı.
Belgeleri toplamayı bırakarak yavaşça ayağa kalktım. Nisha, Salman ile aramdaki boşluktan geçerken omzuma kasıtlı bir şekilde çarptı ve yürümeye devam etti. Bu küçük ama anlamlı darbe, onun kibir dolu zafer nidaları gibiydi.
“Meena, iyi misin?”
Nisha’nın arkasından bakmayı bırakıp Salman’a döndüğümde, duvardaki büyük saat dikkatimi çekti. Zamanın nasıl geçtiğini fark edememiştim; iş görüşmesini kaçırdığımı anladım. Daha doğrusu, burada çalışmaya dair hevesimi kaybettiğimi hissettim. Korktuğum gibi Salman ile karşılaşmıştım ama Nisha yüzünden hislerimi bile anlamakta güçlük çekiyordum.
“Galiba… Ben gitsem iyi olacak.”
Salman’a son bir kez bakarak, içimdeki haykırışın dışa vuran sessizliğiyle başımı önüme eğdim. Yanından geçerken kolunu kaldırıp yolumu kesti; sitem dolu sözleri, ruhumu dalgalandıran bir rüzgar gibi beni şaşkına çevirdi.
“Sana söylediğim gibi, ben henüz vedalaşmadım seninle. Buna rağmen arkanı dönüp gidecek misin?”
Gözlerimin derinliklerinde biriken duyguları saklamaya çalışarak, cesaretimi topladım ve ona cevap verdim.
“Gideceğim ama yine geleceğim. Çünkü beni size bağlayan bir şey var. Bu şey her neyse, sizin tarafınızdan bana verildi.”
Yan yana durmaya devam ederken, kolu yavaşça aşağıya indi. Çünkü beni burada tutan onun fiziksel varlığı değil, burada kalmayı seçen bendim.
“Neyi kastediyorsun, Meena?”
Birkaç adımla aramızdaki mesafeyi tamamen kapattım ve başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Salman’ın yüzünde canlı ama bir o kadar da dingin bir ifade belirdi. İlk karşılaşmamızdan beri sürekli geri çektiğim adımlarımın aksine, bugün ona karşı attığım bu ikinci adım karşısında sevinçli görünüyordu.
Ama uzun sürmeyecekti.
“Lütfen, beni bekleyin Salman Bey. Yakında size onu getireceğim.”
Böylelikle sana olan borcumu sonunda ödeyebilir ve bu bağı ilelebet koparabilirim.
BÖLÜM SONU
Dipnot:
Diwali: Hinduların, Jainlerin, Sihlerin ve bazı Budistlerin en önemli festivallerinden biridir. “Işık Festivali” olarak da bilinir ve ışığın karanlığa, iyiliğin kötülüğe, bilgeliğin cehalete galip gelmesini sembolize eder.
Pani puri: Hindistan’ın sokak lezzetlerinden biri olan popüler bir atıştırmalıktır. Pani puri, genellikle küçük, yuvarlak ve çıtır hamur toplarının (puri) içinin baharatlı su (pani), haşlanmış patates, nohut, soğan ve çeşitli baharatlarla doldurulmasıyla yapılır.
Sari: Hindistan ve Güney Asya’nın diğer bölgelerinde geleneksel olarak giyilen bir kadın giysisidir. Sariler, genellikle bir bluz ve bir iç etek ile kombinlenir. Kumaşın bir ucu bel etrafında sarılırken, diğer ucu omuz üzerinden serbestçe bırakılır.
Shalwar kameez: Hindistan, Pakistan ve diğer Güney Asya ülkelerinde hem kadınlar hem de erkekler tarafından giyilen geleneksel bir giysidir. “Shalwar,” geniş ve rahat pantolonları, “kameez” ise uzun ve genellikle diz hizasına kadar uzanan tunik tarzı üstü ifade eder. Genellikle bir eşarp veya dupatta ile tamamlanır.
Laddu: Hindistan’a özgü geleneksel bir tatlıdır. Genellikle bayramlar, düğünler ve diğer özel etkinliklerde yapılır ve dağıtılır.
Banarasi ipek: Hindistan’ın Varanasi (eski adıyla Benares) kentinde üretilen ünlü bir ipek kumaş türüdür. Banarasi ipek, özellikle zarif ve detaylı işlemeleriyle bilinir ve genellikle düğünlerde ve diğer özel etkinliklerde giyilen sarilerde kullanılır.
Nimbu pani: Hindistan’da popüler bir serinletici içecektir ve limonata benzeri bir içecektir.
Lohit: Hint kökenli bir isimdir ve Sanskritçe “kızıl” veya “kırmızı” anlamına gelir.
Mukesh Chhabra Cast Ajansı: Mukesh Chhabra, Hindistan’ın önde gelen casting yönetmenlerinden biridir ve Bollywood film endüstrisinde birçok önemli projede çalışmıştır.
Nisha: Hint kökenli bir isimdir ve Sanskritçe’de “gece” anlamına gelir.
Yorumlar