7│İzleri Silmek

135 0 12 Ağustos 2024

Galaxy Apartmanı’ndan döndükten sonra pencerenin önünde saat dokuz olmasına rağmen hala dönmeyen Sanjeet amcamı bekliyordum. Yorgunluktan sızlayan bedenimi veya ağrıdan çatlamak üzere olan başımı umursamadan ayakta duruyordum. Sanjeet amcamı bir kez daha hayal kırıklığına uğratmak yeterince rahatsız edici değilmiş gibi, bir de Salman’ın beni yolcu ederken sarf ettiği sözler kulağımda yankılanıyordu.

“Seviyormuş gibi, öyle mi? Bunu senden beklemezdim, Meena. Senin öyle bir kız olmadığını düşünmüştüm, ya da düşünmek istememiştim. Benim aptallığım.”

Salman, artık benim tarafımdan kandırıldığını düşünüyordu. Ancak ona kandığımı öğrenmesinden, garip bir şekilde daha doğru geliyordu kulağa. Gülünç bir durumdan kurtulmuş olsam da yalancı olarak damgalanmıştım. Aynı durakta buluşmuş iki yolcu gibi farklı yönlerde ilerleyeceğimizi biliyordum. Ama içimde, ona dair güzel anılarla yola devam etmeyi ummuştum, bugün gelmiş olduğumuz noktadan farklı olarak.

“Nasıl bir ilişkiniz var, anlayamıyorum. Sevgi ya da nefret, hiçbir tanıma uymuyorsunuz. Böyle giderse kavga gürültüden aşka fırsat bulamayacaksınız.”

“Ona aşık olduğumu kim söyledi? Öyle bir şey yok, Bijal yenge.”

“Yaşadığın ıstırap gözlerine yansıyor, aşkına karşılık bulamamaktan korkuyorsun. Meena, duygularını saklayarak nereye kadar dayanabilirsin?”

“Gerekirse sonsuza kadar, ama gururumu ayaklar altına almasına asla izin vermeyeceğim!”

Kollarımı göğsümde bağladım ve Bijal yengeye döndüm. İçimdeki karmaşık duyguların sesleri yükselirken, gözlerimde kararlı bir bakış belirdi. Sonunda yollarımızın ayrılacağını, hikayemizin burada son bulacağını biliyordum. Herkes kendi yoluna devam edecek, bu kaçınılmazdı. Ancak gerçekten istediğim şeyin bu olup olmadığını bilmiyordum.

“Her şeyi bir hiç uğruna iteceksin, öyle mi? Sen ona karşı savaşırken bile onun yaralarını sarmaya koşuyorken, söylesene, bu savaşı nasıl kazanacaksın?”

Kollarım çözülürken kararlı duruşumu kaybetmiştim, ancak Bijal yengeyi haklı çıkaracak kadar da dağılmamıştım. Yola devam etmeye hazırdım, ama içimdeki karmaşık duygularla baş etmek zor olacaktı.

“Ben sadece iyiliklerine karşılık vermeye çalıştım, yoksa ona katlanmak bir zulümdü. Artık kazanmak ya da kaybetmekle ilgilenmiyorum.”

“Madem öyle, bir daha görüşmemeniz ikiniz için de daha hayırlı olacaktır.”

“Kesinlikle, hatta dünyanın öbür ucuna bile-“

Yine de o kadar uzağa gitmesine ne gerek var ki? Soluduğum havayı, üzerime doğan ayı ve ona dilediğim kayan yıldızları paylaşmaya razıyım. Yeter ki bana ihtiyaç duyduğunda koşup gidebileceğim bir adresi olsun.

“Gün geçtikçe onun dünyası sen oluyorsun, Meena, hala farkında değil misin?”

Bijal yenge haklı olabilirdi, ancak o bilmiyordu ki, onun yanındayken hem mutluluğu hem de mutsuzluğu bir arada yaşıyordum. Bu ikisi birbirini sürükleyip götürüyor, geriye ise yıkılmış hayallerimle birlikte ben kalıyordum. Bu çelişkili duyguların ortasında, kendi içsel savaşımı sürdürüyor ve gerçek mutluluğu bulmaya çalışıyordum.

“O nasıl bir dünya ki, Bijal yenge, sonu hep gizlice geliyor. Kıyamet sadece benim için kopuyor, ama yine de ölemiyorum.”

Konuşacak halim kalmadığında, Bijal yengenin bana seslenmesine aldırmadan salondan çıktım. Kendimi odama atmaya karar verdim, ancak kapıyı kapatmak istediğimde, peşimden gelerek kapının kolunu yakaladı. Elleriyle kapının kolunu tutuyor, yüz ifadesinde endişeli bir bakış beliriyordu. Ben ise içsel çatışmaların pençesindeydim ve duygusal bir karmaşanın içinde kaybolmuştum. Bijal yenge sessizce durarak beni anlamaya çalışıyordu, ama benim içimdeki fırtınaya o da çare bulamıyordu.

“Birazcık zaman verin birbirinize, hemen böyle kestirip atmayın. İnatlaşmaktan sıkıldığınızda gerçek aşkı birbirinizde bulacaksınız.”

“Bijal yenge, buna gerçekten inanıyor musun? Çünkü ben ihtimal bile vermiyorum. O bana âşık olacak biri değil, ben de ona uygun biri değilim. Biz ancak kavga eder dururuz.”

“Büyük aşklar kavgayla başlar, derler. Belki de sizin hikayeniz böyle yazılmıştır.”

Sonunda, kapının kolunu bıraktı ve sessizce odadan çıktı. Gözlerimde hala kararlılık vardı, ama kalbimdeki karmaşa durulmuyordu. Odanın içinde sessizlik hakimdi, duygusal bir çıkmazın içinde tek başıma kalmış gibi hissettim ve odama yansıyan yıldızlı gökyüzünün manzarasında Bijal yengenin söylediklerini düşündüm.

Bana gerçekleşmesine imkan vermediğim vaatlerde bulunuyordu, beni Salman’la benzer duygular paylaştığıma inandırmaya çalışıyordu. Ancak gerçekler onun sandığı gibi değildi. Bu yüzden Salman’la yeniden karşılaşmak, adımı seslendiğini duymak ya da gözlerinin ferinde kendimi aramak istemiyordum.

Ben aşka yenilmekten korkuyordum, henüz kendimle savaşım bitmemişken.

Sabahın köründe, aniden bangır bangır çalan müzik sesiyle yataktan fırlayarak kalktım. Gözlerim hala kapalıydı, ancak müziğin oldukça yakından geldiğini anlayabiliyordum. Sokaktan geçen bir arabadan geliyor olamazdı çünkü ses o kadar net ve yüksekti ki, sanki odamın içinde çalıyordu. Bijal yengemin bu tarz bir müziği dinleyeceğini de düşünmüyordum, bu durumda bu yüksek sesli konseri kim veriyordu odamda?

“Bu gürültü de ne? Burada uyumaya çalışıyoruz!”

Müzik sesinin kesilmemesi üzerine kulaklarımı kapattım ve söylenerek başımı yeniden yastığa bıraktım. Yastığımın altından çalıyormuş gibi bir anda yükseldi müzik. Dinledikçe daha çok tanıdık gelmeye başladı ve beynim telefonumun zil sesini sonunda algılayabildi.

“Of, beni bu saatte hangi münasebetsiz rahatsız ediyor?”

Elimle yoklayarak telefonumu yatağın yanındaki komodinin üstünde buldum, ancak gözlerim, uykudan yeni uyanmış olmanın etkisiyle, ekrandaki numarayı göremeyecek kadar kısık bakıyordu. Telefonumun çalmasını durdurmak için sadece sessizliği ve huzuru arzulayarak aramayı cevapladım. O an, odamda yankılanan gürültü sona erdi ve sessizlik hüküm sürdü.

“Kimsiniz ve beni niye rahatsız ediyorsunuz?”

“Meena, günaydın. Ben… Salman Khan.”

Dün gözyaşlarımla ıslattığım yastığımda uyuyakalmadan önce yarın yeni bir şafağa uyanmayı dilemiştim. Bugün ise Salman’ın sesiyle güne başlıyordum. Dualarımın kabulü müydü bu, yoksa geri çevrildiği anlamına mı geliyordu?

“Size de günaydın.”

“Sanırım seni uyandırdım, istersen kapata-“

“Salman Bey, beni neden aradınız?”

“Seninle konuşmam gerekiyordu. Buna dün gece cesaret edemediğim için seni sabahın köründe aramak zorunda kaldım.”

Salman Khan ve cesaret edememek… Ya beni güldürmek için söyledi ya da ortada gerçekten ciddi bir durum var.

Onu dinlerken uykum açılmıştı, ancak hala esnemeye devam ediyordum. Odama sabahları gün ışığı almadığı için serin bir hava hakimdi. İçim ürperdiğinde, yorganı boynuma kadar çekerek bedenimi ısıtmaya çalıştım. Sadece telefonu tutan elim açıkta kalmıştı, titreyen parmaklarım hafifçe soğukluğu hissetti.

“Meena, orada mısın?”

“Evet, sizi dinlemek için can atıyorum.”

Salman, haksız olduğunu kabul ederken bile gururundan ödün vermiyordu. Doğru kelimeleri seçmekte zorlandığı sessizliğinden anlaşılıyordu, fakat yine de sabırla bekledim. Oda içerisindeki gerilim hissedilir bir şekilde yükselirken, bir süre sonra boğazını temizleyerek söze girdi. Salman’ın zorlu bir karar verme sürecinde olduğunu anlayarak, sessizce dinlemeye devam ettim.

“Öncelikle senden özür dilerim, Meena. Hepsi sinirle söylenmiş sözlerdi, gerçeği yansıtmıyorlardı. Ben…”

“Evet, siz?”

“…hiçbir sebebe sığınmadan sana güvenmeyi seçiyorum.”

Güven, kimseye, hatta kendime bile, vadedemediğim yabancılaşmış bir duyguydu. Bu yüzden olsa gerek, gülünç bir tercih gibi gelmişti bana.

“Lütfen, Salman Bey, bana güvenmeyin. Beni aramayın, merak etmeyin. Hatta bana dair anıları silmekten çekinmeyin.”

“Senin için bu kadar kolay mı, Meena? Ben insanların hayatına dokunduktan sonra bıraktığım izleri silmeyi beceremem. Bana öğretmek ister misin?”

“Nasıl olacak ki o?”

“Seninle gerektiği gibi vedalaşmak istiyorum. Üstelik halletmemiz gereken yalan bir haber var.”

“Haberi umursamadığınızı sanıyordum.”

“Haberi değil, Meena, seni umursuyorum.”

Telefonu kulağımdan çektim, duyduklarım karşısında ne yapacağımı bilemeyerek. Şaşkınlık içinde parmaklarım dudaklarımın üzerinde gezinirken içimde bir çığlık yükselmeye başladı, ancak bir şekilde kendimi tutmayı başardım. Yatakta, hızla dizlerimin üzerine doğrulmaya çalışırken yorganın arasında sıkışıp takılarak dengemi kaybettim ve sonunda yere düştüm.

“Meena, o ses neydi?”

“Ah!”

“Sen iyi misin? Orada her şey yolunda mı?”

Her şey yerinde desek daha doğru olur.

Üstüne düştüğüm sol kalçamı ovalayarak zorlukla ayağa kalktım. Sinirimi çıkarmak için yorganımı tekmeleyerek gardırobuma doğru hızla koştum. Gardırobun kapaklarından birini açmaya çalıştım, ancak menteşelerini yağlamayı unuttuğum için zorlandım. Diğer kapaktaki kulp ise çekerken elimde kaldı. Gardırobun hemen yanına yaslanarak yere oturup bir süre dinlendim.

“Cevabını bekliyorum. Israr etmiyorum ama gelirsen çok sevinirim.”

“Daha önce yemeğin ortasında beni bırakıp gittiğinizi hatırlatmak isterim, Salman Bey. Size evet demek öyle kolay değil.”

“Lütfen, bana bir şans daha ver.”

Talepkarlığın baskısı altında kendimi köşeye sıkışmış hissediyordum. Hem ben hem de o, bir vedayı hak ediyorduk, ancak çiçeksiz dalları kesip atabileceğimiz bir noktadayken tekrar tomurcuklandırmaya çalışmak fuzuli bir çaba gibi görünüyordu.

Peki, ya kalbime zaruri geliyorsa? Yine baharı çiçeksiz geçirmeyi göze alıyorsam elden ne gelirdi?

“Sizin için, aileniz için ve bana yaptığınız iyilikler için son bir kez sizinle buluşmayı kabul ediyorum.”

“Ben de sana bir söz veriyorum. Son buluşmamız, ilk buluşmamız gibi olmayacak. Seni kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim.”

Sen kimse değilsin, Salman. Beni en çok bu üzüyor.

Ona uzattığım kibritin ucunda yanan cılız bir alevden farksızdı güvenim; her seferinde tek nefeste söndürüp geri çevirmişti. Bu kez yeniden yakmayı deniyordu ve gerçekten pişman görünüyordu. Belki eskisi kadar harlı yanmayacaktı ateşi, belki hiç tutuşmayacaktı bile. Eğer beni yangına verecek olursa, geriye sadece bir avuç kül kalacaktı.

Yanmak mühim değildi, küllerim savrulacaksa onun nehrine…

Telefon görüşmesini sonlandırıp telefonu yatağıma fırlattım. Başımı gardıroba dayayarak odamdaki rüzgarın etkisiyle dans eden perdeleri izlemeye başladım. Tam o sırada, Bijal yenge odama girdi. Gözleriyle dağınık yatağımdan sarkan yorganı takip ederek beni yerde otururken buldu.

“Bijal yenge, hiçbir şey söyleme. Zaten her şeyin farkındasın, değil mi? Benden daha çok inanıyorsun bu aşkın mümkün olduğuna, ama artık inancım kalmadı.”

“Seni üzecek bir şey mi söyledi, yoksa? Şimdi onu-“

“Bilakis, her şey için özür diledi ve beni akşam yemeğine davet etti.”

“Bunda üzülecek ne var, sevinmen gerekmez mi?”

“Çünkü… Bu, onu son görüşüm olacak.”

Bahçedeki geniş paduk ağacının gövdesine yaslanarak oturmuştum. Zencefilli çayımı sessizce yudumlarken, doğanın melodileri arasında huzurlu bir anın keyfini çıkarıyordum. Gökyüzünde dans eden ve rüzgarla savrulan sararmış yaprakları izlerken, Ahmedabad’dan Mumbai’ye uzanan yolculuğumun izleri belleğimde canlanıyordu. Otobüse binerken, nereye ve nasıl varacağıma dair belirsizlikler içinde tereddütler yaşıyordum. Her ne kadar her şeyin daha kötüye gitmeyeceğini umut etsem de, daha iyiye gideceğine dair garanti vermek mümkün değildi.

Şimdi umut varsa bunu hayatıma giren insanlara borçluyum. Benim için karanlığıma doğan bir güneşten farksızlardı, aydınlıkları beni yeniden inançlı kıldı. Onlardan biri de Salman’dı.

“Salman… Keşke beni sevebileceğine dair bir işaret gönderebilsen; belki inanırdım ve senin için çabalardım.”

Beklenmedik bir anda yüzüme düşen yaprak ile düşüncelerim bölündü. Turuncu yaprağı parmaklarımın arasında çevirirken, bu anın bir işaret olup olmadığına karar vermeye çalıştım. Yavaşça yaprağı inceledim, dokusunu hissettim ve renklerini seyrettim.

“Arrey, Meena! Pratap diye birisini tanıyor musun?”

Bijal yenge, mutfağın küçük penceresinden bana seslendiğinde yaprağı okumak için yanıma aldığım, ancak kapağını dahi kaldırmadığım G.O.R.A adlı kitabın arasına koyarak içeriye girdim. Bijal yengenin sesi, mutfaktan gelen kokular ve evin sıcak atmosferi arasında kendimi bulurken, kitabı masanın üzerine koyarak Bijal yengenin yanına yaklaştım.

“Salman mı geldi?”

“Hayır, sadece şoförü. Sana bir paket bıraktı.”

Yemek masasının üzerinde gümüş rengi, yaldızlı, kağıt bir çanta duruyordu. Çantanın üzerinde kabartmalı bir şekilde markası yazıyordu. Çantanın parlak yüzeyi masanın üzerinde ışıldıyor ve odanın atmosferine zarif bir dokunuş katıyordu.

“Pahalı bir şeye benziyor. Ne bekliyorsun, açsana!”

“Bijal yenge, onun hediyesini kabul edemem.”

“Öyleyse Prem’i de atman gerekmez miydi?”

Yatağımın üzerine oturttuğum Prem’e baktım, mahzun bir şekilde. Onu Salman’a geri vermeye kıyamamıştım, çünkü bana onu hatırlatıyordu. Ancak bu pahalı hediyenin benim için hiçbir değeri yoktu.

“Yine de açmayacağım. Salman’a daha fazla borçlanmak istemiyorum.”

“Gerçekten içindekini merak etmiyor musun?”

“Merak etmek gurursuz davranmaktan daha iyidir, değil mi?”

Anandi, Salman’la akşam yemeğine çıkacağımı öğrendiğinde kelimenin tam anlamıyla çıldırdı. O kadar heyecanlıydı ki bastırdığı çığlık tüm mahallede yankılanmıştı. Bu sesi duyan Rishi, hemen koşup geldi ama kuaför salonuna girmesiyle çıkması bir oldu; çünkü kadınlar burada erkek görmeyi beklemedikleri için Anandi’den daha çok bağırmaya başladılar.

Rishi, telaş içinde eliyle gözlerini kapatmış, kapıyı bulmaya çalışırken, Anandi ise onu izleyerek karnını tuta tuta gülüyordu. Kadınların çığlıkları ve gülüşmeleri arasında, Rishi’nin yardımına koştum. Aniden yükselen kargaşa ve karmaşa içinde, adımlarımı dikkatlice atarak Rishi’ye doğru ilerledim. Etraftaki keşmekeşin ortasında, birlikte çıkış yolunu bulmaya çalıştık.

“Rishi, buradan çıkacaksın. Git ve bir daha geri geleyim, deme.”

Rishi’yi yönlendirerek dışarıya çıkardıktan sonra salondaki sükunet geri geldi. Kadınlar, yoğun tempolarına geri dönerken, Anandi beni arkadaki odaya çekti. Girdiğimiz oda küçük bir odacıktı ve duvarlarında ahşap dolaplar yer alıyordu. Dolapların içi, çeşitli kuaför ürünleri ile doluydu. Odanın havası, bu düzensizliğin ve karışıklığın getirdiği samimiyetle doluydu, sanki her ürünün ayrı bir hikayesi vardı ve Mehar teyzenin bu dağınıklığı düzenlemeye gerek duymadığı bir yer gibi hissettiriyordu.

Odayı incelemeyi bırakıp Anandi’ye döndüğümde yüzündeki heyecan dolu bir gülümsemeyi fark ettim, gözlerindeki ışıltı ne anlatacağını merak etmeme sebep oldu.

“Meena, gerçekten yemeğe mi çıkıyorsunuz?”

“Öyle görünüyor.”

“Bu kadar ruhsuz olduğuna inanamıyorum. Eğer Shahrukh Khan bu teklifi bana yapmış olsaydı, sevinçten havalara uçardım. Şans yanlış insanların elinde…”

“Anandi, bu şans değil. Ben sadece onun hayatından gelip geçecek birisiyim ama o-“

“Hayatının ta kendisi olacak, diye korkuyorsun.”

Anandi’nin haklı olduğunu bilmek sinirime dokunmuştu. Gözlerim dolarken, derin bir iç çekişle işaret parmağımı göğsüme sertçe bastırdım.

“Benim hayatım yalnızca bana ait olabilir. Salman’ın bunu değiştirmesine izin veremem.”

Anandi’nin elleri, omuzlarıma dokunarak sıcaklığını hissettirdi. Nazikçe beni arkamdaki sandalyeye yerleştirip önümde diz çökerek bana yaklaştı. Elleri, omuzlarımda hafif bir basınçla varlığını hissettirirken, yüzünde sakinlik ve anlayış vardı.

“Böyle düşünüp kendini kahretme, behenji. Seni buna kimse zorlayamaz.”

Benim dışımda kimse…

“Anandi! Meena! Neredesiniz, kızlar?”

Anandi’nin annesi Mehar teyze, seslenerek bize sıranın geldiğini bildirdiğinde, koşar adım odadan çıkmaya başladık. Heyecanla hareket ederken, Anandi birden duraksadı ve ben de ona çarparak durabildim. Bir anlık duraksamanın ardından etrafıma dikkatlice bakarak ne olduğunu anlamaya çalıştım.

“Şey, ıııı, o be-beyaz araba…”

Anandi, şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibi sessiz kaldı ve titreyen parmağıyla bir noktayı işaret etti. Tozlu ve çocukların fırlattığı taşlarla yer yer çatlamış olan camekan, saçaklı bir perde ile süslenmiş olan pencere, içerisinin dışarıdan görünmesini engelliyordu. Ancak Anandi’nin parmağını takip ettiğimde bakkalın önüne park etmiş olan beyaz jipi fark etmem uzun sürmedi.

“…Salman Khan’ın şu meşhur arabası, değil mi?”

“Evet, hatta Rishi’nin bakkalına giren de Salman’ın şoförü Pratap.”

“Buraya seni almaya mı geldi, yoksa?”

“Sanmam, şoförünü göndermiştir.”

Mehar teyze, müşterisini yolcu ettikten sonra beni pistonu bozuk olan kuaför koltuğuna yönlendirdi. Ancak bir türlü yükseltilemeyen bu koltuk yüzünden, kendimi doğru düzgün göremedim bile. Aynaya bakarken, yalnızca Salman’ın arabasının yansımasını görebiliyordum.

“Mahallede görüp görebileceğin en pahalı araba Rishi’ye gelen toptancıya ait. Bunu ben de ilk kez görüyorum.”

“Umarım tekerleklerini çalmazlar.”

Bekleme koltuğunda oturan iki kadın, saç modeli seçmek için katalog inceliyor gibi görünüyordu; ancak gözleri Salman’ın arabasına takılmıştı. Konuşmaları dalga dalga yayılarak kulaklarıma ulaşırken, makyajımı yapmakta olan Anandi’ye seslendim.

“Biraz acele edebilir misiniz? Araba beni bekliyor da…”

“Lütfen, endişelenmeyin. Sizi yetiştirmek için elimizden geleni yapacağız.”

“Bunu duyduğuma sevindim.”

Anandi, oyunu sürdürmeye kararlı bir şekilde önümde saygıyla eğildi. Diğer kadınlar, yüzlerini kataloğun arkasına saklayarak gözlerini üzerimde gezdirdiler ve aramızda olanları sessizce konuşmaya devam ettiler. Aniden, birlikte sessizce ayaklanıp kuaför salonunu terk ettiler. Saçlarıma maşa yapmakla meşgul olan Mehar teyze, etrafta dönenleri tam olarak anlamasa da, meraklı ve şaşkın bir ifadeyle bakışlarını üzerimize çevirdi.

Anandi, göz temasını sürdürdü ve ben de ona hafifçe göz kırptım. Anandi’nin kıkırdamaları ve güler yüzü, o anı daha da özel kıldı. Ardından Mehar teyze ve Anandi, saçımı ve makyajımı ustalıkla tamamladı ve giyinmek üzere arka odaya geçtim.

Elbisem, şık ve akşam yemeği için uygun bir seçimdi. Siyah dantel detayları olan, kısa ve vücudu saran bir elbiseydi. Omuzları açık ve bel kısmı kemer detaylıydı, eteğinin ise hafif bir kuyruk detayı vardı. Anandi, ablasının müşterisine diktiği özel elbiselerden birini ödünç almıştı ve ayakkabılar da kendisine ait, zarif ve yüksek topuklu ayakkabılardı.

 Anandi, ablasının müşterisine diktiği özel elbiselerden birini ödünç almıştı ve ayakkabılar da kendisine ait, zarif ve yüksek topuklu ayakkabılardı

Giyinip odadan çıktığımda, Anandi coşkuyla beni karşıladı ve elimi tutarak aynanın önüne getirdi. Anandi nazikçe beni etrafımda döndürürken gülüşerek birbirimize sarıldık. Bu an, samimiyet ve mutluluk dolu bir anıydı. Son olarak, Mehar teyzeye teşekkür ederek kuaför salonundan çıktım.

Anandi, camekanın diğer tarafından beni dikkatlice izlerken, Rishi aniden benim yaklaştığımı fark etti ve hızla taburesinden kalkarak beni karşıladı. Yüzünde önce şaşkınlık belirdi ancak hemen ardından bir beğeni ifadesiyle aydınlandı. Gözleri beni aşarak kuaför salonunun içindeki Anandi’ye doğru kaydı. Ellerini beline yerleştirirken gülümseyerek ona baktı. Anandi de karşılık olarak başını hafifçe salladı ve içeriye doğru dönüp işine devam etti.

Rishi, Anandi’nin gülümseyen ve çalışırken meşgul görünen halini izlerken, gözleri bir an için uzaklara daldı. Ancak hızla kendine gelip ciddileşti ve tekrar bana odaklandı. Yüzündeki ifade değişirken, gözlerindeki samimiyet ve dikkatini üzerimde toplama çabası hissediliyordu.

“Arrey waah! Meena, sen hep bu kadar güzel miydin?”

“Hayır, Rishi. Ben senin gözünde her zaman çirkin olarak kalacağım.”

Rishi’nin ikram ettiği sütlü çayı bitirmek için Pratap, telaşla son yudumlarını aldı ve içten bir teşekkürle Rishi’ye minnettarlığını ifade etti. Rishi’nin gülümseyerek tekrar teşekkür etmesinin ardından bana eşlik etmek üzere beyaz jipe doğru yola koyuldu. Rishi ise geride kalarak bizi izlemeye başladı.

Pratap, hızlı adımlarla jipe doğru ilerlerken, benim yanıma gelerek arka kapıyı açmak için hamle yaptı. Ancak ben nazikçe öne geçip kapıyı açtım ve arka koltuğa yerleştim. Pratap da benim ardımdan kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçti.

“Sana karşı saygıda kusur etmemesi için onu tembihlemiştim, ancak sen yine bildiğini okuyorsun.”

“Hay Allah!”

Salman’ın arabada olduğunu fark ettiğimde ani bir korku hissettim ve hızla koltukta geriye doğru sıçrayarak kendimi cama yapıştırdım. Salman, bu beklenmedik hareketimi komik buldu ve coşkulu bir kahkaha patlatarak Pratap’ın omzuna vurdu ve gülmeye devam etti. Ben ise şaşkınlıkla ve biraz utangaçlıkla başımı çevirip etrafa bakındım, bu durum karşısında ne yapacağımı bilemeyerek kısa bir an donakaldım.

Bu karşılaşmanın bu kadar şen şakrak geçeceğini tahmin etmemiştim. Bu, bir son gibi hissettirmiyordu hiç.

Yanağımı ve avuç içlerimi camdan ayırarak duruşumu düzelttim. Camda bıraktığım üç büyük lekeyi görünce mahcup oldum ve nefesimle cama buğu yaparak lekeleri silmeye çalıştım. Ancak tam o sırada, Salman beklenmedik bir şekilde bileğimi yakaladı ve beni kendisine çevirdi. Salman’ın sürpriz hamlesi karşısında şaşkınlıkla baktım ve hafif bir korkuyla ne olacağını merak ettim. Salman’ın yüzünde bir gülümseme vardı ve gözlerinde oyunbaz bir ifade beliriyordu.

“İzlerini silmeye hevesli görünüyorsun ama bırak, Meena, kalsınlar.”

“Salman Bey, ne ima etmeye çalışıyorsunuz?”

“Bana hala böyle hitap ediyorsun demek. Ben de sanmıştım ki-“

“Aramızda bir samimiyet olduğunu mu? Dün benim öyle bir kız olduğumu düşünmeniz o samimiyeti bitirmeye yetti.”

Salman yutkunmakta zorlanırken dudakları aralandı, ancak konuşmaktan vazgeçti. Titreyen göz bebeklerimdeki hayal kırıklığını görmeye cesaret edemedi ve önüne döndü. Ben ise gevşek parmaklarının arasından bileğimi çekerek etrafına elimi sardım ve kucağımda dinlendirdim.

Dokunuşu, bir ateş çemberi gibi sarıyordu dört bir yanımı ve yakıp kül ediyordu kalbimin sırlarını. Rüzgar, işbirlikçisi olup ona doğru savuruyordu küllenen aşkımın tozlarını.

Peki, benim sadece ona yandığımı anlayacak mıydı?

Salman’la birlikte adım adım ilerledik, tavandan yere kadar uzanan camın önünde yer alan masaya doğru. Yuvarlak masa ve karşılıklı konumlandırılmış sandalyeler, masanın etrafında ahenkle yerleştirilmişti. Masa düzeni, zarif mumlar ve bir buket kamelya çiçeği ile süslenmişti, romantik detaylar göz kamaştırıcı bir atmosfer yaratıyordu.

Bu güzellik karşısında hayranlıkla izlerken, içimde karmaşık duygular dalgalandı. Masanın zarafeti ve şıklığı beni etkilese de, bu lüks ve romantik ortamın içinde kendimi hala biraz yabancı hissediyordum. Masaya oturmaya çekinerek ayakta kalmayı tercih ettim, çünkü bu özel anın ağırlığını hissediyordum. Salman ise yanımda durarak, nazik bir şekilde benim için çektiği sandalyeye oturmamı bekliyordu.

“Meena, herkes bize bakıyor. Oturmayacak mısın?”

“Bana değil, size bakıyorlar, Salman Bey.”

“Yanımda güzel bir kadın var, bu çok normal.”

Gözlerindeki sevgi dolu bakışlar, beni sakinleştirirken, bu anın tadını çıkarmam gerektiğini bana hatırlatıyordu. Ancak üzerimde hissettiğim meraklı gözlerin baskısıyla, utangaç bir şekilde elimi alnıma götürüp, sanki saklanmaya çalışır gibi bir hareket yaptım.

“Ama… Beni sizin sevgiliniz sanacaklar.”

“Zaten öyle değil misin?”

Hakkımızda çıkan yalan haberleri kastediyorsun, fakat bu sahte itiraf bile kalbimi hızlandırmaya yetti, Salman.

Masaya oturmadığımızı fark eden bir garson, kibar bir tavırla yanımıza yaklaşarak durumu kontrol etmek için yanımıza geldi. Zarif kıyafeti ve gülümseyen yüzüyle, o da bu özel anın tadını çıkarmamızı istiyordu.

“Efendim, eğer rezervasyonunuzla ilgili bir sıkıntınız varsa, sizi başka bir masaya alabilirim.”

“Masamızdan gayet memnunuz. Biz… Zaten oturmak üzereydik. Değil mi, hayatım?”

Hayatım… Senin için hiçbir anlamı olmasa da, bu kelimeyi senden duymak çok güzel.

Garson, hızlıca masamızın düzenini kontrol etti ve sandalyelerimizi çekerek bize yer açtı.

“İzninizle, menüleri getirmem gerekiyor.”

Salman, garson yanımızdan ayrıldığında, yavaşça sandalyeyi bana doğru iterek oturmama yardım etti. Ardından, yuvarlak masanın etrafını dolaşıp karşıma oturdu. İkimiz de gergin bir sessizlik içinde beklemeye başladık.

Ben, kamelya çiçeğine uzanarak yapraklarını severken, Salman masadaki mumları ortaladı. İkimize de rahatsızlık veren sessizliği doldurmak için meşgul görünmeye çalıştık. Tam o sırada garson, menüleri getirerek masaya koydu. Ancak Salman, nazik bir şekilde garsonu geri çevirdi.

“Şefin spesiyalini denemek istiyoruz. Ayrıca bir kırmızı şarap da getirebilir misiniz?”

Gözlerim, garsonun cebine sıkıştırdığı sipariş defterine takılı kaldı, tereddüt ve heyecan arasında gidip gelirken. Derin bir nefes aldım ve cesaretimi toplayarak konuşmaya başladım.

“Lütfen, öncelikle trüf mantarlı risotto ve yanında karides kokteyli ile başlayalım. Ana yemekte ise ızgara wagyu biftek ve yanında trüf soslu ıspanak olsun.”

Bu sözlerle hem garson hem de Salman şaşkınlıkla bana baktı, içimde hissettiğim coşku ve heyecanla su dolu kadehimi havaya kaldırdım.

“İçeceğim var. Teşekkürler.”

Salman’ın yüzünde beliren şaşkınlık, kısa bir anın ardından hızla yerini keyifli bir ifadeye bıraktı. Gözlerinde parlayan bir ışıltıyla arkasına yaslanıp, bacak bacak üstüne attı ve gülümseyerek bana baktı. O an, gökyüzündeki yıldızların ışığıyla aydınlanan şehir manzarasında, lüks yemeklerin ve büyülü atmosferin bir araya geldiği olağanüstü bir deneyimin içinde bulduk kendimizi.

“Gerçekten de harika bir seçim yapmışsınız, yemek konusundaki bilginiz takdire şayan.”

Garson, yemek konusundaki bilgim karşısında etkilenerek gülümsedi. Ardından ileri gitmiş olduğunu fark edip özür dileyerek geri çekildi.

“Özür dilerim, bu konuda fazla detaya girdim. Siparişinizi getirmek için hemen mutfağa gideyim.”

Garsonun arkasından utangaç bir gülümsemeyle baktım, yüzümdeki sıcaklık ve içimdeki hafif heyecanı gizlemeye çalışarak. O sırada, Salman’ın dikkatli bakışları üzerimde hissedildi ve başımı ona çevirdim. Gözlerimiz buluştuğunda, aniden sessizlik hakim oldu etrafa. O an, zamanın durduğunu ve sadece bizim aramızdaki derin bağın varlığını hissettiğimizi düşündüm. Salman’ın bakışlarındaki derinlik ve ciddiyet, beni bir an için etkisi altına aldı ve içimde karmaşık duygular uyandırdı.

“Salman Bey, bana niçin öyle bakıyorsunuz?”

“Beni her defasında farklı bir açıdan şaşırtıyorsun. Söylesene, bunu nasıl başarıyorsun?”

“Hayır, benimle dalga geçtiğinizi bili-“

“Yanılmışım, Meena, sen kimseye benzemiyorsun…”

Salman, bana öyle bir kız benzetmesi yaptığı için içten içe pişman görünüyordu. Yüzündeki ifade, bir duygu karmaşasını yansıtıyordu; özür dilemek istese de tam anlamıyla cümlesini devam ettiremeyecek kadar tutuktu. Çekingenliği anlaşılabilir olsa da beklenmedik bir durumdu.

Bu sırada, sıcaklamış gibi ceketini çıkarıp sandalyesine giydiren Salman, gömleğinin yakalarını ve kol manşetlerini açtı. O sırada sahneye yerleşmekte olan müzisyenler dikkatleri üzerine çekti. Salman’ın ilgisi oraya kaydığında, yeniden ilgiyi üzerime çekmek için onun görüş alanına girdim. Bu ani hareket karşısında Salman irkilerek geri çekildi ve sırtını sandalyenin tahtasına çarptı. Bu beklenmedik olay, etraftaki insanların dikkatini çekerken, aramızdaki gerginliği ve karmaşayı artırdı.

“Cümlenizi henüz bitirmediniz, Salman Bey.”

“Ha-hangisini?”

“Bence gayet iyi biliyorsunuz.”

Tam o sırada, garson özenle hazırlanmış yemekleri taşıyan tepsiyi ellerinde ustalıkla tutarak masaya yaklaştı. Tepsi üzerindeki yemekler, renkli ve göz alıcı sunumlarıyla dikkat çekiyordu. Garson, her detayı titizlikle yerine koyduktan sonra hafifçe gülümseyerek masadan uzaklaştı.

Salman yemeğe başladığında, ben hala elimi bile sürmeyerek soğukkanlılığımı koruyordum. Yemeklerin kokusu masayı doldururken, bir yandan, yemeklerin lezzetini tatmak ve akşamın tadını çıkarmak istiyordum; ancak diğer yandan, Salman’ın beni inciten sözleri hala zihnimde dolaşıyordu.

Garsonun özenli servisi ve yemeklerin göz alıcı sunumu bile beni yemeğe dokunmaya ikna edememişti. Elim, hala çatalıma uzanmıyor, yemeğe olan ilgimi göstermiyordum. Salman, bu durumu fark etmiş olmalı ki çatalı ve bıçağını bırakıp dirseklerini masaya dayayıp ellerini birleştirdi.

“Özür dilerim, Meena, özür dilemeyi bile beceremediğim için. Seni her karşılaşmamızda hayal kırıklığına uğrattım. Bana hayranlıkla bakan gözlerin, artık tüm duygusunu kaybetmiş gibi bakıyorsa, bunun tek sorumlusu benim.”

“Hayır, Salman Bey. Karşımda oturan adam…”

Duraksadım anlamlı bir sessizlikle, Salman’ın merak dolu bakışlarını anlayışla karşılayarak hafifçe gülümsedim. Gözlerinin içine derinlemesine baktım, o derinlikte kaybolurken bir yandan da içimdeki duyguların melodisini dinliyordum. Göz temasımızdaki sessiz iletişim, sözcüklerden öte bir anlam taşıyordu. Sonunda, içimdeki duyguların en saf halini yansıtarak cümleme devam ettim.

“…Her şeye rağmen benim kahramanım olarak kalacak.”

“Sen de her daim sana benzeyeceksin, sadece sana.”

Acaba bu kadarı yeterli olacak mı aşkımın karşılık bulmasına?

Zaman ilerledikçe sohbetimiz daha da derinleşti ve yemeklerimizi son lokmalarına kadar keyifle yedik. Her bir lezzetin tadı damağımızda dans ederken, Salman sürekli olarak yemek seçimlerime övgüler yağdırarak beni mahcup etmeye çalışıyordu. Gözlerindeki ışıltı ve samimiyet, sözlerinin içtenliğiyle birleşince, içimde garip bir mutluluk hissettim.

“Şimdi sıra benim iddialı olduğum konuda, tatlılarda. Sana unutulmaz bir tatlı deneyimi yaşatacağımı garanti ederim.”

Salman, garsonla tatlı siparişi verirken ansızın sahnede büyülü bir atmosfer belirdi. Alkışlar ve ıslıklar yükseldi, olağanüstü bir coşku sahneyi sardı. Ben, merakla arkama dönerek sahnedeki o muhteşem manzarayı gözlerimle kucakladım. Sonu Nigam‘ın sahneye adım attığını görünce kalbim sevinçle coştu ve bir sevinç çığlığıyla kutladım.

“Salman Bey, siz de benim gördüğümü görüyor musunuz?”

“Evet, Sonu yine sahne teklifini kıramamış, anlaşılan.”

“Bendeki de soru… Bazen sizin ünlü olduğunuzu unutuyorum.”

Salman, Sonu Nigam’ın sahneye çıkışını sakin bir gülümsemeyle karşıladı. Sonu’ya saygıyla başını eğip el salladığında, ben de içimdeki heyecanı dizginleyemedim ve neşeyle el salladım. Sahnenin ışıkları Sonu’nun yüzüne düştüğünde, mikrofonu eline alarak kalabalığa döndü ve duygusal bir vurguyla söze başladı.

“Değerli misafirler, bu gece özel bir konuğa daha sahibiz. Sahneye sevgili dostum Salman Khan’ı davet etmek istiyorum.”

Bu sözlerle birlikte restoranda coşkulu alkışlar ve ıslıklar yükseldi. Ardından, sahneye davet edilen Salman kalktı ve ceketini giymeye başladı.

Salman, hazırlıklarını tamamlayıp önüme geldiğinde, alkış yapmayı bıraktım ve şaşkınlıkla ona bakmaya başladım. O an, Salman yanıma yaklaşarak havada kalan elimi nazikçe tuttu ve beni sahneye doğru yönlendirdi. Bu beklenmedik hareket karşısında, etrafımdaki insanların şaşkın bakışlarını hissettim.

Göz kamaştıran ışıklar altında dans pistine adım attığımızda, kalabalığın coşkulu alkışları ve sevinç çığlıkları arasında kaybolduk. Salman, seyircilerin yoğun sevgi ve hayranlık dolu bakışları arasında onları saygıyla selamlarken, Sonu sahneden inerek yanımıza geldi. Salman, bizi tanıştırırken, Sonu’nun samimi gülümsemesi yüreğimi ısıttı. Ardından, Sonu sahneye geri döndü ve o muhteşem sesiyle tekrar izleyicileri büyülemeye devam etti.

Heyecanımı fark eden Salman, kolunu koluma yaslayarak kulağıma eğildi.

“Söz ver, en çok hayranlık duyduğun kişi olarak kalacağım.”

Bu anlamlı sözler, içimde duygusal bir fırtına başlattı. Gözlerim dolup taşarken, buraya birbirimize veda etmek için geldiğimizi hatırlayarak ve tabii ağlayarak başımı salladım. Tam o sırada, piyanonun tuşlarına dokunan parmaklarla tanıdık bir melodi yükselmeye başladı. Gitarın eşlik ettiği bu melodik sesler, restoranı bir masal diyarına dönüştürerek ruhumu kucakladı.

Bugünlerde gece gündüz seni düşünüyorum.

Nasıl söyleyebilirim sana, aşktan delirdiğimi?

Aşktan delirdiğimi…

Seni düşünmeden edemiyorum.

Sonu’nun melodik sesi salonun içinde yankılanırken, piyano ve gitarın muhteşem harmonisiyle birlikte duygusal bir dansın başlangıcı, ruhumu bulutların üzerine çıkardı. Salman, benimle romantik bir dansa kucak açtığında, temas ettikçe zamanın durduğunu hissettim. Adımlarımızın uyumuyla, melodinin bizi sardığı o büyülü anın içinde kaybolduk.

Salman’ın kollarında dönerken, parfümünün kokusu bedenimi sardı ve ruhumu okşadı. O kokunun beni ne kadar etkilediğini tarif etmek neredeyse imkansızdı. Keskin ve taze tütün kokusu, vanilyanın tatlılığıyla birleşerek beni adeta büyüledi. Bu eşsiz kokunun etkisiyle, dansın ritmi ve melodinin büyüsü içinde kendimden geçtim, zamanın ve mekanın sınırlarını unutarak sadece bu anın tadını çıkardım.

“Aklını okumak çok zor, Meena.”

Ve kalbimi de…

“Size veda etmeye hazırlanırken, hiçbir şey düşünmek istemiyorum.”

“Tüh, hüzünlü vedaları pek sevmem. Ne yapacağız şimdi?”

“Sizin için gülümseyeceğim, Salman Bey.”

Dudaklarımda buruk bir gülümseme beliriverdi, gözlerimden süzülen yaşları saklamak için ellerimi omuzlarından boynuna doğru kaydırdım ve parmak uçlarıma yükselip sıkıca Salman’a sarıldım. Salman’ın belimi kavrayan elleri, bir an için sıkılaştı ve sonra gevşedi, iki yanına düşerek bedenimde derin bir iz bıraktı.

“O gün hastane bahçesinde rastladığınız bu yaralı kızın yardım çığlığını duymazdan gelmediğiniz için size minnettarım.”

“V-vedalaşır gibi… Konuşma benimle.”

“Özür dilerim, Salman, gülümseyemediğim için.”

Histeriyi yakalanmış gibi titreyen bedenimi Salman’dan ayırdım ve yüzüne son kez bakmak için durdum. Gözleri boşluğa dalmış, ıslak kirpikleri bir ok gibi kalbime saplanmıştı. Yanağına düşen gözyaşını silmek için elimi uzattım.

“İzlerini silmeye hevesli görünüyorsun ama bırak, Meena, kalsınlar.”

Ancak son anda elimi kendime çevirerek parmaklarımı avucuma kapattım ve anılarımızı, kutsal bir hazine gibi, içinde muhafaza etmeye karar verdim. Sonra, sessizce dönüp uzaklaştım, parmaklarımın arasında sıkıca kavradığım anılarımızla birlikte.

Şarkı sona erdi.

İlk ve son ayrılığımız, işte, bu şekilde gerçekleşti.

BÖLÜM SONU

Dipnot:

Paduk Ağacı: Tropikal bölgelerde yetişen ve Hindistan’a özgü olan bir ağaç türüdür.

Mehar: Farsça kökenli olup “iyilik, lütuf” anlamına gelmektedir.

Arrey waah: Hintçe kökenli olup şaşkınlık, hayranlık veya beğeni ifade etmek için kullanılan bir deyimdir.

Bandra: Hindistan’ın Maharashtra eyaletinde bulunan Mumbai şehrinin bir semtidir.

Sonu Nigam: Hint müziğinin ünlü playback şarkıcılarından biridir ve birçok Hint filmi için şarkılar seslendirmiştir.

Ab Mujhe Raat Din: Sonu Nigam tarafından seslendirilen ve Hindistan müzik endüstrisinde büyük bir hit haline gelen duygusal bir şarkıdır. Şarkı, aşk ve özlem temalarını işlemektedir.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla