Hastaneden taburcu olalı tam tamına on altı gün oldu. O gün hastaneden ayrıldıktan sonra Sanjeet amca, ilk olarak taksiyi kaldığım pansiyona sürdü. Pansiyonun, küflü menteşeleri yüzünden rüzgâr estikçe gıcırdayan ve hemen penceremin altında yer aldığı için geceleri bana uykuyu haram eden, tabelasını gördüğüm an adeta kalbim sıkıştı. Tabelanın solgun, titrek ışıkları, soğuk bir kış akşamında titreyen bir mum alevi gibiydi. Bir anlığına da olsa yollarımızın sonsuza dek ayrıldığına inandım ve koltuğun üzerinde Bijal yengenin elini aradım. O, beni sakinleştirmek için omuz başlarımı kavradı, parmaklarının sıcaklığı ve şefkati içimdeki fırtınayı yatıştırmaya yetti.
Sanjeet amca aşağıya inip kapısını çarparak kapattığında gözlerimi sıkıca kapattım, kapımı açıp beni indireceğinden korktum ama dakikalar uzadı ama kapım hiç açılmadı. Kapalı göz kapaklarımın ardında, pansiyonun karanlık koridorlarını, nemli duvarlarını ve içimi ürperten sessizliğini düşündüm. Zaman, sanki o anlarda ağır çekimde ilerliyordu. Taksinin içine dolan sessizlik, yalnızca Sanjeet amcanın dışarıdaki ayak sesleri ve uzaktan gelen hafif bir rüzgâr hışırtısıyla bozuluyordu.
“Sanjeet amcam… O nereye gitti, Bijal yenge?”
“Resepsiyondaki çocukla görüşüyor, odandan eşyalarını aldıracak.”
Yumuşak ve sakinleştirici sesi içimi biraz rahatlatmış olsa da, gelecekle ilgili belirsizlikler zihnimi allak bullak ediyordu.
“Benim gidecek başka hiçbir yerim yok ama… Ne yapacağım?”
Bijal yenge, omuzlarımdaki ellerini biraz daha sıkılaştırdı ve bana sevgi dolu gözlerle baktı.
“Artık evin var, Meena, çok konforlu değildir ama sana sıcak bir yuva olur en azından… Eğer bizimle yaşamayı kabul edecek olursan.”
Sanjeet amca merdivenlerden inerken taşıdığı bavulu görür görmez tanıdım; bu benim bavulumdu. Yıllarca benimle birlikte oradan oraya savrulmuş, her yolculukta biraz daha yıpranmıştı. Yüzeyinde derin çizikler, köşelerinde göçükler ve kumaşı yırtıldığı için üzerine yamalar vardı. Benim aldığım hasarlar ise, onunkilerin aksine, hep içimde yaralar açmıştı.
İntihar teşebbüsüme kadar…
Sanjeet amca, bavulu bagaja yerleştirip kapattıktan sonra yeniden şoför koltuğuna geçti. Dikiz aynasından göz göze geldiğimizde, gözlerinin derinliklerinde bir umut ve şefkat gördüm. O an, hayatımın dönüm noktasında olduğumu hissettim. Bu aile, bana ikinci bir şans sunuyordu ve bu şansı değerlendirmek benim elimdeydi.
“Meena, kontağı çevirmek için kararını duymayı bekliyorum. Kızımız olmayı kabul etmekle sadece bizi değil, Bebe’yi de sevindireceksin.”
“O gün Bebe’nin yoluna çıkmasaydım ve sen bana itimat etmeseydin ya da ben bir başkasının taksisine binseydim, acaba nasıl olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ama yolumuz bu şekilde kesiştiyse şükür etmekten başka ne gelir ki elden?”
“Sanırım bu, yanımızda kalmayı kabul ediyorsun demek oluyor. Sözlerinden bu anlamı çıkarmak istiyorum.”
Pansiyonda işimiz kalmayınca kendimizi Indra’nın varoş mahallelerinden birinde bulduk. Evin dış cephesindeki beyaz boya, zamanın etkisiyle solmuştu ve yer yer dökülmüştü. Ahşap kapılar ve pencereler, yılların getirdiği yorgunluğa rağmen hala sağlam duruyordu. Evin önünde küçük bir bahçe vardı; çiçeklerle bezenmiş, biraz dağınık ama sevimli bir bahçe. Bijal yengenin de söylediği gibi konforlu bir ev değildi.
Ancak bu ev, Sanjeet amcamın kucağı kadar sıcak ve rahat hissettirmişti.
☙
Sabah olduğunu baş ucumdaki pencereye çektiğim perdeye rağmen içeriye sızan gün ışığıyla anladım. Birkaç ışın doğruca kirpik diplerimi aydınlattığında gözlerim kırpıştı ve yorganı başıma çektim. Yorganın altında uyuklarken sıcaklayıp terlemiştim ve bunu ancak uykum tamamen açıldığında idrak edebildim. Yataktan kalkıp perdeyi açtım ve mahalle sakinleri için çok daha erken başlamış olan günü kucakladım. Sokağa yayan, bisikletli ya da hurda sayılabilecek arabalar kullanan bir kalabalık hakimdi. Bebe’nin iki tekerleği kaldırıma çıkmış bir şekilde park halinde olduğuna göre, Sanjeet amca hala evdeydi.
Pencerenin önünden ayrıldıktan sonra egzersiz yapmak için sandalyeden destek aldım, bu hareketler bacağım tamamen iyileştiği halde geçmeyen eklem ağrılarıma iyi geliyordu. Egzersizim bittiğinde Bijal yengenin yanına gitmek için odamdan çıktım. Üstelik su kesintisi yaşanmıyorsa, duşa bile girebilirdim.
“Günaydın, Meena. Kahvaltı neredeyse hazır. Elini yüzünü yıka da masaya otur.”
“Sana da günaydın. Madem sular akıyor, kesilmeden duşa girsem iyi olacak.”
“Bugün kesinti yok, kahvaltıdan sonra girersin.”
Yüzüme çarptığım su beni kendime getirirken yanaklarıma havluyu bastırdım ve banyodan çıktım. Yuvarlak masanın ortasındaki tabağa uzanıp sıcak bir puri aldım ve ellerim yana yana parçalara ayırdım. Bir parçasını zencefil, köri yaprakları ve kişniş ile hazırlanmış patates püresine banarak ağzıma attım.
“Ah, kurt gibi acıkmışım.”
“Dün karnın ağrıyana kadar jalebi yiyip akşam sadece süt içmek zorunda kaldığın için aç olmayasın.”
“Anandi ile iddiaya girmiştik, o pes etmeyince ben de yemeye devam ettim.”
Salona girdiğimde, büyük bir coşkuyla Anandi’nin kırk ikinci jalebiyi yutmakta nasıl zorlandığını anlatıyordum. Sanjeet amca da buradaydı ve masala çayını yudumlarken gazetesini okuyordu. Onu fark edince alçalan sesim bir süre sonra tamamen kesildi. Yavaşça oturduğu kanepenin karşısındaki tekli koltuğa çöktüm, ellerim dizlerimdeydi.
“Öyleyse, sen mi kazanmış oluyorsun?”
“Efendim, Sanjeet amca? Anlayamadım.”
“Son jalebiyi Anandi değil de sen mi yedin? “
Gazetenin arkasına saklanarak otoriter bir ses tonuyla sordu. Bu Anandi ile en çok jalebiyi kimin yiyeceğine dair tutuştuğumuz çocukça bir iddia hakkında konuşuyormuşuz gibi hissettirmiyordu, daha çok Hindistan’daki genel seçimler hakkında konuşmak gibiydi.
“Yoksa kazanamadın mı? Eğer kaybettiysen sorun değil.”
Salondaki sessizlik bir süre daha devam etti. Bunun üzerine Sanjeet amca, gazeteyi burun hizasına kadar indirip kuşku dolu bakışlarıyla beni kontrol etti.
“İkiniz de bu kadar şaşırmayın artık. Sadece baba-kız olmayı öğreniyorsunuz.”
Sanjeet amca, bu kez gazeteyi yavaşça dizlerinin üzerine indirdi, anlaşılan duyguları açığa çıktığına göre saklanmasına gerek kalmamıştı. O henüz iki yaşındayken kızını kaybettiğinden dolayı ergenliğe girmiş bir gence ya da olgunlaşmış bir yetişkine nasıl babalık yapması gerektiğini hiçbir zaman öğrenememişti. Şimdi bütün bunları benimle birlikte deneyimlerken bocalaması çok normaldi.
Ben bocalamıyor muydum, peki?
Sadece başarıya odaklanan, başarısızlığa zinhar tahammülü olmayan bir babayla büyümüş bir zamanlar genç bir kız ve şimdi yetişkin bir kadın olarak ben de bu duygulara yabancılık çekiyordum. Bu yüzden o basit sorular bile zihnimde cevap bulamadı, hemen kendisini savunmak için bahaneler üretmeye hazırlandı.
Üstelik iddiayı kazandığım halde… Sanırım bu yetinmeyi bilmeyen babamın ruhumda bıraktığı izlerden bir tanesi sadece.
☙
Kahvaltıdan sonra Bijal yengenin karşı çıkmasına aldırmadan mutfağı toplamasına yardım ettim ve ardından suların ne zaman kesileceğini dert etmeden duşa girdim. Banyoda kurulanıp giyindim ve çıktığımda kimseciklerin olmadığını fark ederek odama çekildim. Sanjeet amca, öğlen sıcağına kalmadan taksiye çıkmıştı anlaşılan. Peki ya, Bijal yenge neredeydi? Yine benden habersiz pazara gitmiş olmalıydı, aksi halde ona eşlik etmek için ısrar edeceğimi biliyordu. Hala üzerime titriyor, iyileştiğime bir türlü ikna olmuyordu. İster istemez evin küçük, şımarık kızı gibi hissediyordum. En son ne zaman böyle sevilip şımartılmıştım, onu dahi hatırlamıyordum.
“Bu hayatta beni bir tek o sevdi ve ben de kıymet bilmezin teki olarak onun kalbini parçalara ayırdım. Sevilmeyi hak etmediğimi bir kez daha kanıtladım kendime, beni sevgiye layık görmeyen babamı haklı çıkardım.”
Kalbimde hissettiğim özlemi bastırmak her zamankinden daha zordu çünkü hayatım hiç olmadığı kadar yolunda giderken bazı ihtimalleri düşünmeden edemiyordum. O korkunç gece hiç yaşanmasaydı, biz ayrılmasaydık, ben Ahmedabad’ı terk etmek zorunda kalmasaydım ve daha birçok ihtimal sadece aklımı bulandırmaya yarıyordu. Odanın altını üstüne getirip aradığım o kutuyu gardırobun derinliklerinde bulduğum an yaşadığım sevinç başka türlü nasıl açıklanabilirdi?
Düzgünce katlanmış kıyafetleri arkaya doğru savurarak attım ve ahşap kutuyu açığa çıkardım. Bu kutuyu bana annem hediye etmişti, nişan hediyesiydi. Çocukluğumdan beri kapağındaki bitkisel motiflere hayrandım ve içini kaplayan siyah kadifeyi yumuşacık bulurdum.
Bazen gizlice yatak odasına girer ve kutuyu alarak gardırobunun içine saklanırdım. Her defasında anneme yakalanıp azarlanırdım çünkü o kutuya değil, içindeki mücevherlere önem veriyordu ve benim de onları istediğimi sanıyordu. Zaten hiçbir zaman neyi istediğimi sormadı, ben de zamanla söylemekten vazgeçtim. Peki, o gün değişen neydi? Annem bu ahşap kutunun içinde bir çift yakut küpe hediye ettiğinde beni asıl mutlu eden şeyin ne olduğunu asla öğrenemedi.
Gardırobun önünde, dizlerimin üzerinde otururken ahşap kutuyu kucağıma aldım. Yüzeyi, sahibi bilinmeyen hünerli ellerin yarattığı karmaşık ve ince oymalarla süslenmişti. Parmaklarım bu oyma desenlerin üzerinde gezinerek kutunun köşesini buldu ve kapağı kaldırdığımda hafif bir ahşap kokusu havaya karıştı. Geçmiş zamanlardan kalan bir iz gibi anında kayboldu. Artık o siyah kadifenin üzerinde koyu kırmızı taşlar parlamıyordu. Küpeler birkaç aydır bir rehin dükkanının vitrininde ya da benden borcunu tahsil edemeyen rehinci tarafından satıldıysa herhangi bir kadının kulaklarındaydı. Küpelerin bıraktığı boşluğu onunla doldurdum çünkü onu sadece parmağımda değil, yüreğimde taşımaktan da yoruldum.
Mera junoon…
Beni Suneel’e bağlayan tek şey bu nişan yüzüğüydü. Onun da hiçbir hükmü kalmamıştı artık. Kendi sonumuzu hazırlayacağımızı ön göremezdik ya da her şey ortadaydı ve biz son ana kadar kendimizi kandırmaya devam ettik.
“Kazanamayacağımız bir savaşa girdiğimizin farkındaydım ama bu kadar ağır bir yenilgi… Nereden bilebilirdim, Suneel, bu savaşta hepimizin kaybedeceğini?”
Gözyaşlarım, acının mürekkebiyle yazılmış bir şiir gibi aktı yanaklarımdan. Mürekkep her yere bulaştı, kelimeler ise darmadağınıktı. Sahi, o öznesi olduğu bu satırları okuyamadıktan sonra ne anlamı vardı?
“Dinle beni dikkatlice. Hayatının hatasını yapmak üzeresin. Ben bir baba olarak seni uyarmak zorundayım. Bir ailenin daha senin yüzünden mahvolmasına izin vermeyeceğim. Bu yüzden, sevgili kızım, ya ondan ayrılırsın ya da hayatını cehenneme çeviririm.”
Odamı dolduran güneş ışınlarının altında parıldayan yüzüğü kutuya geri bıraktım. Kutunun kapağı güçlü bir sesle kapandığında, babamın kulaklarımda yankılanan kindar sesi de nihayet silindi. Bir bacağımı karnıma doğru çekip dizimi göğsüme yasladım. Kolumu dizimin üzerine yerleştirdim ve başımı, alnım koluma dayanacak şekilde eğdim. Nefesim nihayet düzene girdiğinde, derin düşüncelere dalmış bir halde etrafa rastgele fırlattığım kıyafetleri toplamaya başladım.
Son olarak çalışma masasının üzerinden yere sarkmakta olan dupattayı almak için uzandım. Bir zamanlar bu masa Sanjeet amcaya aitti. Bir keresinde, memleketinde etnik takılar sattığı bir dükkânı olduğundan ve o takıları bu masanın üzerinde tasarladığından bahsetmişti. Bu yüzden, masanın üzerinde zamanla oluşmuş yanıkları, kesikleri ve karalanmış tasarım çizimlerini görmezden geldim. Her bir iz, Sanjeet amcanın geçmişine dair değerli bir anıyı barındırıyordu.
Elimi masanın üzerindeki derin çiziklerde gezdirirken, kapının bozuk zili aniden ciyak ciyak çalmaya başladı ve sessizliği acı bir şekilde böldü. Ahşap kutuyu aceleyle masanın üzerine bırakıp, susmak bilmeyen zili kimin çaldığını görmek için hızla kapıya yöneldim. Sanjeet amcamın vardiyasının bitmesine daha çok vardı, Bijal yenge ise anahtarını yanına almıştı. Kapıyı sonuna kadar açtım ve görüş alanıma girdiği kadarıyla bomboş görünen mahalleyi bakışlarımla taradım.
“Anlaşılan, komşu çocukları yine zillere basıp kaçıyor. Oysa anneleriyle konuştuğumda, bir daha böyle bir şey olmayacağına dair garanti vermişti.”
“Arrey yaar, çocuklar sadece eğleniyor!”
Anandi, aniden önüme atlayarak beni hazırlıksız yakaladı ve korkuyla irkilmeme neden oldu.
“Ah, Anandi! Sen aklımı kaçırmam için her türlü yolu deniyorsun.”
“Çünkü çocukların aksine sen hiç eğlenmiyorsun.”
“Korkutarak mı eğlendireceksin beni?”
“Daha iyi bir yol biliyorum, behenji. Ama önce içeriye geçelim mi?”
☙
“Bak, neler buldum?”
Anandi, elindeki biletleri gururla sallayarak karşımda duruyordu. Gözlerimi kısmış, biletlerde ne yazdığını görmeye çalışıyordum. Küçük boyutlu yazıları okuyamayınca Anandi’ye doğru bir adım attım. Ancak onun bu gizemli havayı dağıtmak gibi bir isteği yoktu; kafa karışıklığım ona keyif veriyordu. Bunun üzerine biletleri sıkıca tutarak geri çekildi ve göz kırparak yanımdan uzaklaştı.
“Anandi, küseceğim ama.”
“Öyleyse… Küçük bir ipucu verebilirim. Bir film yirmi yıl sonra yeniden gösterime giriyorsa-“
“Özel gösterim mi? Ama çok pahalıdır bu biletler. Sen nasıl aldın… Ya da kimden aldın mı, demeliyim?”
Yüzünde muzip bir gülümsemeyle yatağıma oturup bağdaş kurdu.
“Sırlarını hemen paylaşan biri değilim, biliyorsun. Ama bu gece seninle çok özel bir filme gideceğiz. Hazırlıklı ol, behenji.”
Anandi, girdiği her ortamda enerjisiyle dikkat çeken neşeli ve hayat dolu biriydi. Gözleri, sürekli parıldayan birer neşe kaynağı gibiydi, etrafındakilere hep bir umut ışığı yayardı. İncecik, dalgalı saçları omuzlarına serbestçe dökülür ve her adımında hafifçe sallanırdı. Yüzündeki çocuksu masumiyet, sık sık gülümsemesiyle birleştiğinde, kimse ona kızgın kalamazdı.
Ancak Anandi’nin sabrı taşarsa, o sevimli yüzü birden ciddileşir ve gözleri adeta ateş saçardı. Çocuklar gibi şen şakrak olabilir, ama bir anlık öfke patlamalarıyla çevresindekileri şaşırtabilirdi. Bu zıtlık, onu hem çekici hem de biraz korkutucu kılardı. Onunla vakit geçirmek, bir an lunaparkta eğlenmek gibiyken, bir sonraki an fırtınalı bir denizde yol almak gibiydi.
“Hangi film bu kadar özel olabilir ki?”
“Bu sürprizi bozamam. Ama emin ol, uzun süre unutamayacaksın.”
“Peki, öyleyse. Ne zaman gidiyoruz?”
“Bu akşam saat sekizde sinemanın önünde buluşalım. Ama önce sana güzel bir kıyafet seçelim. Bu gece unutulmaz olacak.”
Anandi sırlarını kolayca paylaşmayacağını bildiğimden, hemen ona ayak uydurdum ve gardırobun kapaklarını açarak kıyafet aramaya başladım. O da arkamdan geliyordu ki birden çalışma masasına yöneldi.
“Ne kadar hoş bir kutu. Senin mi?”
Anandi’nin parmakları nazikçe ahşap kutunun yüzeyinde gezindi, oymalı desenleri hayranlıkla incelerken kutuyu avucuna aldı. Bu düşünce içimde soğuk bir ürperti dalgası yarattı. Elimden kurtulan gardırop kapağı, kulakları sağır eden bir gürültüyle kapandı, bu ses onu yerinden sıçrattı. Kalbim çılgınca çarparken, telaşla yanına koştum ve kutuyu nazik ama kararlı bir hareketle elinden çekip aldım.
“Bana kıyafet seçeceğimizi söylememiş miydin? Basit bir kutuyla zaman kaybedeceğimize, bu dupatta hangi kurta ile uyumlu olur, onu söyle.”
Annemin tanık olması halinde kulağımı çekeceği bu kaba davranışım karşısında sersemlemişti. Benim hakkımda derin bir hayal kırıklığı yaşıyor olmalıydı. Beni eşyalarına el sürülmesinden hoşlanmayan bir zorba sanmıştı, oysa niyetim sadece sırlarımı korumaktı.
Anandi’nin yüzündeki şaşkınlık yavaş yavaş kaybolurken, eski neşesine geri döndüğünü görmek içimi rahatlattı. Bu olayı göz ardı etmeye karar vermiş gibiydi; gerginliği silinip gitmiş, yerine tanıdık bir canlılık gelmişti. Gardırobun önünde birlikte kıyafet seçmeye başladık. Anandi, renk uyumlarını ve desenleri heyecanla tartışırken, odanın atmosferi giderek daha coşkulu bir hal aldı. Onunla bu anı paylaşmak, hem rahatlatıcı hem de keyif vericiydi.
☙
Akşam olduğunda, Sanjeet amca yorgun adımlarla vardiyadan döndüğünde, sinemaya gitmek için izin istedim. Onun gözlerinde bir anlığına şaşkınlık ve ardından gelen sevinç parıltısını görmek, içimi ısıttı. Nihayet evden çıkıp hayata karışmaya karar vermiş olmam, onun için büyük bir mutluluk kaynağıydı.
Oturma odasının sıcak ışığı altında, Sanjeet amca bana dikkatle baktı. Gözlerindeki endişe ve sevgi karışımı, sorumluluk duygusunu yansıtıyordu.
“Elbette gidebilirsin ama kendine dikkat et, tamam mı? Kalabalıkta kaybolma ve geç kalma.”
Bu sırada, Bijal yenge kanepede oturmuş eski bir sariyi onarıyordu. İğne ve iplikle dikkatlice çalışırken, yüzünde sabırlı bir ifade vardı.
“Aman Sanjeet, kızcağız sinemaya gidiyor, savaşa değil!”
Sanjeet amcanın yüzündeki endişe bir nebze olsun hafifledi. Bijal yenge, yamadığı sariden başını kaldırarak bana bakıp gülümsedi.
“Meena, sinemada her şeyin tadını çıkar. Ama dikkatli olmayı da unutma.”
Gülümseyerek Bijal yengeye teşekkür ettim ve yanına gidip yamadığı sarinin ne kadar güzel göründüğünü söyledim. Sanjeet amca hala biraz endişeliydi ama Bijal yengenin nüktedanlığı onun duygusallığını dağıtmıştı.
“Merak etmeyin, dikkatli olacağım.”
Evden çıkarken, Sanjeet amca ve Bijal yenge arkamdan bana bakıyordu. Hayata karışma cesaretimi toplamak, onların desteğiyle daha anlamlı hale geliyordu. Kapının ardından gelen hafif bir esinti, yüzümü okşarken, içimde yeni bir başlangıcın heyecanını taşıyordum.
Sokaklar, akşamın serinliğinde hafifçe aydınlanmıştı. Sokak lambaları ve dükkân ışıkları, kalabalığın üzerine altın sarısı bir örtü gibi serilmişti. Her adımda, sokak satıcılarının bağırışları, çocukların neşeli kahkahaları ve trafiğin uğultusu kulaklarımı dolduruyordu. Renkli sari ve kurta giymiş insanların arasında, şehrin canlılığını hissediyordum.
Kısa bir yürüyüşten sonra, Anandi ile buluşma noktasına vardım. Anandi, her zamanki enerjik haliyle beni kucakladı.
“Behenji! Nihayet çıkabildin, harika!“
Anandi ile birlikte, eski sinema salonunun kapısından içeri adım attık. Koltuklar, yılların izini taşısa da, bu eski salonun büyüsü her şeyin ötesindeydi. Film başlamadan önce, Anandi ile göz göze geldik ve birbirimize gülümseyerek, bu anın tadını çıkarmaya karar verdik.
Salonun ışıkları karardığında, kalbimin hızla çarptığını hissettim. Film başladı ve büyük ekranda hiç beklemediğim bir yüz, Salman Khan’ın genç ve masum yüzü belirdiğinde, dudaklarımdan istemsizce bir mırıldanma döküldü.
“Salman…”
Yanımdaki Anandi, bu halime gülerek karşılık verdi.
“Ah, Salman Khan’ı bu kadar sevdiğini bilmiyordum! Andaz Apna Apna’nın özel gösterimine bilet bulduğumuz için ne kadar şanslıyız, değil mi?”
Ancak Anandi’nin sözleri kulağıma ulaşmıyordu. Gözlerim ekrandaki Salman’a kilitlenmişti, adeta transa geçmiş gibiydim. O an, dünyada sadece Salman ve ben varmışız gibi hissetmiştim.
Salman… O zor günlerde, hayatıma beklenmedik bir anda girmişti. İlk gördüğümde, içinde bulunduğum umutsuzlukla “Bana güç ver…” diye fısıldamıştım. Elimi nazikçe tutup bana güven vermiş, her adımımda destek olmuştu. Onun yanında kendimi daha güçlü hissetmiştim. Fakat şimdi, onu ekranda gördüğümde, içimdeki bu duygunun minnettarlığın ötesinde bir şey olduğunu fark ediyordum. Kalbim hızla çarpıyor, nefesim daralıyor ve gözyaşlarım istemsizce yanaklarımdan süzülüyordu.
Etrafımdaki kalabalığın, filmin büyüsüne kapılmışçasına umursamaz tavırları arasında, iç dünyam alt üst olmuştu. Bir an daha dayanamayacağımı hissederek salonu terk ettim. Anandi, peşimden koştu ve beni bulduğunda, merdivenlerde oturmuş, sessizce ağlıyordum. Anandi, yanıma oturup kolunu omzuma doladı.
“Ne oldu, behenji? Neden ağlıyorsun?”
Anandi’ye baktım, gözyaşlarımın arasında. Hızlıca bir bahane uydurmam gerektiğini biliyordum.
“Ah, şey… Sanırım film bana eski günleri hatırlattı. Bazı anılar çok yoğun olabiliyor.”
Anandi, gözyaşlarımı nazikçe sildi.
“Üzgün olduğunu görmek beni de üzüyor ama biliyorsun ki buradayım. Ne zaman konuşmak istersen, seni dinlemeye hazırım.”
Anandi’nin iyi niyeti içimi ısıtsa da, ona Salman’dan bahsetmek istemiyordum. İçimdeki karmaşa sadece bana aitti ve bunu kendi başıma çözmek zorundaydım.
“Teşekkür ederim, Anandi. Gerçekten iyiyim. Belki sadece biraz hava almaya ihtiyacım var.”
Anandi, başını sallayarak bana destek verdi.
“Tabii, ne zaman istersen dönebiliriz. Kendine iyi bakmalısın.”
İçimdeki karmaşaya rağmen Anandi’nin yanımda olması bana güç verdi. Salman’a olan duygularım hakkında konuşmak istemiyordum ama Anandi’nin desteği, bu duygularla başa çıkmamda bana yardımcı oluyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, içimdeki fırtınayı dindirmeye çalıştım. Bu, benim sırrımdı ve şimdilik, öyle kalmalıydı.
☙
Eve erken döndüğümde, Sanjeet amca ve Bijal yenge beni kapıda karşıladılar. Yüzlerindeki endişe, içimdeki fırtınayı daha da büyütüyordu. Sanjeet amca hemen yanıma gelip kolumu tuttu.
“Kızım, iyi misin? Çok solgun görünüyorsun.”
Cevap vermekteki isteksizliğim paniklemesine neden oldu, aceleyle Bebe’nin anahtarlarını almak için yatak odasına yöneldi.
“Seni hemen hastaneye götürmemiz lazım.”
Bijal yenge tarafından oturma odasındaki koltuğa oturtulduğum an, içimdeki karmaşanın ve belirsizliğin ağırlığını hissederek kamburlaştım.
“Ne oldu, Meena? Neden bu kadar kötüsün?”
“Bijal Yenge… Sadece kafam çok karışık. Salman’la ilgili bazı şeyler var ve ne yapacağımı bilemiyorum.”
Beni dikkatle dinleyen Bijal yenge, Sanjeet amcayı sakinleştirmek için yatak odasına doğru seslendi. Öncelikle onu sakinleştirmek istemesini anlayışla karşıladım.
“Meena’nın durumu o kadar da ciddi değil, Sanjeet. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacı var.”
Bijal yengenin güven verici ses tonuyla rahatlayan Sanjeet amca, yatak odasının kapısında belirdi. Başımı kaldırmadan, sessizce birbirlerine baktıklarını fark ettim. Bu bakışmalar, sanki içimde yaşadığım fırtınayı anladıklarını söylüyordu.
“Lütfen, biraz dinlen. Meena’ya ben bakarım.”
“Tamam, eğer bir şeye ihtiyacınız olursa bana hemen haber verin.”
Sanjeet amca yeniden odaya girerek kapıyı kapattı ve bizi yalnız bıraktı.
“Hadi Meena, seni biraz dinlenmen için odana götüreyim.”
Elini koltuk altımdan geçirerek beni yavaşça ayağa kaldırdı ve beraberce odama yürüdük. Odaya girer girmez, tüm yorgunluğumla yatağa serildim, Bijal yenge ise gardıroptan pijamalarımı bulup yanıma bıraktı.
“Sana sıcak süt getireceğim, içine biraz zerdeçal ve safran da karıştıracağım ki sinirlerinin yatışmasına yardımcı olsun.”
Bijal yenge, doğruca mutfağa giderken, ben de düşüncelerimle baş başa kaldım. Birden aklıma çekmecemde sakladığım nakışlı mendil geldi. Bu mendil, ince ve yumuşaktı çünkü beyaz ketenden yapılmıştı. Mendilin köşesinde, büyük bir ustalıkla işlenmiş, canlı ve parlak renklerle dolu bir nakış deseni bulunuyordu. Desenin merkezinde, altın sarısı iplikle işlenmiş bir lotus çiçeği motifi dikkat çekiyordu. Lotusun yaprakları, pembe ve morun çeşitli tonlarıyla detaylandırılmıştı ve her bir yaprak, sanki suyun üzerinde hafifçe yüzüyormuş gibi doğal bir kıvrıma sahipti. Nakışın hemen yanında, ince bir yazı tipi ile M harfi bulunuyordu ve harfin kenarları, gümüş iplikle zarifçe süslenmişti.
Yavaşça çekmeceye doğru eğilip nakışlı mendili dışarıya çıkardım. Mendili açtığımda, kurutulmuş kamelya çiçeği gözlerimin önüne serildi. Bu çiçek Salman’ın verdiği koca bir buketten geriye kalan tek şeydi.
Neden hâlâ bu kadar önemli? Benim için ne anlama geliyor ki, bu çiçek?
Kamelya çiçeğini avuçlarımın arasında hafifçe sıkarak, zihnimde Salman’la olan anılarımı canlandırdım. Bu küçük çiçek, benim için sadece bir hatıra değil, aynı zamanda içinde taşıdığım umut ve sevgiyi de temsil ediyordu. Mendile sarılı çiçeği tekrar çekmeceye yerleştirirken, yarın Salman’la konuşmaya karar verdim. Bu konuşma, belki de kalbimdeki karmaşayı sona erdirecek ve içimdeki duyguların ne olduğunu anlamama yardımcı olacaktı.
☙
Triportör, Galaxy Apartmanı’nın önünde durduğunda, içimdeki heyecan ve gerginlik had safhadaydı. Derin bir nefes alarak araçtan indim ve etrafıma bakındım. Binayı çevreleyen yüksek bahçe duvarı ve büyük, kahverengi giriş kapısı, bana hem heybetli hem de biraz ürkütücü geldi.
Kapının önünde duran koruma, beni fark etmişti ama ilgisizce başka yöne bakıyordu. Çekingen adımlarla kapıya yaklaştım, içimdeki karışık duygularla boğuşarak. Onunla yeniden karşılaşmak için kendimi hazır hissetmeye çalışıyordum ama içimde bir yerde, hala bir belirsizlik vardı.
“Şey… Merhaba.”
Nazik bir tonda konuştum, korumanın dikkatini çekmeye çalışarak.
“Ben Salman Bey ile görüşmek istiyorum.”
Koruma, burun kemiğine indirdiği güneş gözlüğünün ardından bana baktı.
“Salman Bey mi? Burada herkes onunla görüşmek ister ama maalesef, şu anda evde değil.”
“Onunla görüşmem çok önemli. Lütfen, ona haber verin.”
Koruma, omuz silkti ve alaycı bir tavırla cevap verdi.
“Sana söyledim, evde değil. Başka bir zaman dene.”
İçimdeki umutsuzluğa rağmen, korumanın ciddiyetini sorgulamadım. Arkamı dönüp apartmanın önünden uzaklaştım ve kaldırımın kenarında beklemeye başladım. Telefonum çalıyordu, arayan Bijal yengeydi. Aramayı cevaplamak için telefonu kulağıma götürdüğümde, aniden kuvvetli bir rüzgâr esti. Sararıp dökülmüş ve yol kenarına öbekleşmiş yapraklar havada uçuştu. Gözümün önünü kaplayan saçlarımı geri çekmeye çalışırken, önümde bir bisiklet durdu.
Tam o anda, koruma ani bir çıkışla seslendi.
“Salman Bey!”
Salman, yavaşça bisikletten indi ve zarif bir hareketle bisikletini korumaya emanet etti. Başındaki kaskı, çenesinin altındaki kayışı gevşeterek çıkardı ve kolunun altına sıkıştırdı. Vücuduna yapışan üstü, boynundan omuzlarına kadar terden sırılsıklamdı. Bisikletçi taytı, kaslı bacaklarını belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu.
Kalbim hızla çarparken ona doğru hafif bir gülümsemeyle yaklaştım. Beni görür görmez tanıyacağına dair olan inancım hiçbir temele oturmasa da beni bu karşılamaya cesaretlendirdi. Ancak Salman, gözlerini bana dikmeden yanımdan geçip gitti. O an, içimde bir şeyler kırıldı. Kalbimde yükselen umutlar, bir anda yere çakıldı.
“B-bana gü-ç ver…”
Beni hatırlamadığı için onu suçlayamazdım, sonuçta bana bununla ilgili hiçbir söz vermiş değildi. Buraya kadar gelerek bu kumarı oynayan bendim ve kaybetmiştim.
Ne sanmıştım ki, beni hafızasına kazıyacağını ya da sözlerimi kulağına küpe yapacağını mı? Belki de benim beklentilerim fazla yüksekti. Gözlerim yaşlarla doldu, ama onları tutmaya çalışarak birkaç adım daha attım.
“Sen-“
Salman, nefesi hala düzensiz olduğu için cümlesini tamamlayamadan önce, eli omzumdaki çantanın askısını yakaladı. Gözlerim, onun gözlerinde anlamlı bir bakışa rastlamayı umarken, kalbimin atışları kulaklarımda yankılandı.
Ben ne?
“Seni tanıyor muyum?”
BÖLÜM SONU
Dipnot:
Mera junoon: Hintçe bir ifadedir ve Türkçe karşılığı ise “Benim Tutkum” veya “Tutkum” şeklindedir. Bu ifade, bir kişinin bir şeye karşı duyduğu derin ve yoğun ilgiyi veya sevgiyi anlatmak için kullanılır.
Suneel: Hintçe bir isimdir ve genellikle “çok mavi” veya “derin mavi” anlamına gelir. Hindistan’da oldukça yaygın bir erkek ismidir ve genellikle saf, temiz ve güzel anlamlarıyla da ilişkilendirilir.
Anandi: Hintçede “mutlu” veya “neşeli” anlamına gelir. Bu isim, genellikle kız çocukları için kullanılır ve pozitif, olumlu bir çağrışımı vardır.
Behenji: Hintçe bir terimdir ve anlamı “abla” veya “kız kardeş”tir. Bu kelime, bir kadına saygı göstermek için kullanılan bir hitap şeklidir ve genellikle Hindistan’da yaygın olarak kullanılır.
Andaz Apna Apna: 1994 yapımı ünlü bir Hint filmidir. Filmin yönetmeni Rajkumar Santoshi’dir ve başrollerini Aamir Khan, Salman Khan, Raveena Tandon ve Karisma Kapoor paylaşmaktadır.
Triportör: Hindistan’ın pek çok yerinde yaygın olarak kullanılan üç tekerlekli taşıma araçlarıdır.
Galaxy Apartmanı: Salman Khan, Mumbai’nin Bandra bölgesinde bulunan “Galaxy Apartments” adlı apartmanda yaşamaktadır. Bu apartman, Salman Khan ve ailesinin uzun yıllardır ikamet ettiği bir yer olarak bilinir. Galaxy Apartments, Salman Khan’ın hayranları için de oldukça ünlü bir yer haline gelmiştir; hayranları sık sık apartmanın önünde toplanarak ünlü aktörü görmek için beklerler.
Yorumlar