2│Bana Güç Ver

57 0 12 Ağustos 2024 2 Oy

Hastanedeki odama ilk getirildiğimde, içimde yoğun bir acı ve belirsizlik vardı. Yattığım yerden tavana bakarken, hayatımın bir anda nasıl alt üst olduğunu düşündüm. Odamın penceresi genişti ve dışarıya bakan manzarası, belki de bu zor günlerdeki tek tesellim oldu. Kırık kemiklerimin acısını hafifletecek bir şey arıyordum ve o manzara, benim için bir umut ışığıydı.

Pencerenin hemen önünde, yemyeşil bir bahçe uzanıyordu. Bahçenin ortasında büyük, yaşlı bir ağaç vardı. Dallarının arasında kuşlar cıvıldar, rüzgârın esintisiyle yapraklar nazikçe sallanırdı. Sabahları güneş ışıkları odama dolarken, bu ağaç sanki bana yaşamın devam ettiğini fısıldıyordu. Her sabah o ağacı, kuşları ve bahçeyi izlerken, içimde bir nebze de olsa huzur buluyordum.

Acaba bu bahçede kaç kişi benim gibi iyileşmeyi bekledi? Kaç kişi, bu manzaradan güç buldu? Şu yaşlı ağaç kim bilir kaç kişinin hikayesine tanıklık etti?

Bijal yenge, yanımda refakatçi olarak kalıyordu. Geceleri yanı başımda oturur, elimi tutar ve bana güç verirdi. Sanjeet amcam ise her gün vardiyasından sonra ziyarete gelir, bana en sevdiğim tatlılardan getirirdi. Onların varlığı, bu zorlu süreçte bana dayanma gücü veriyordu.

Doktorlar, kırıklarımın hızla iyileştiğini söylüyordu. Her kontrol sonrası bana umut dolu gülümsemeleri ile “Meena, sen çok güçlüsün,” diyorlardı. Bu sözler, içimdeki acıyı hafifletir ve iyileşme sürecime olan inancımı artırırdı. Gerçekten de, bedenim hızla toparlanıyordu. Ama asıl iyileşen, ruhumdu.

Bu süreçte, kendime bir söz verdim. Ne olursa olsun, pes etmeyecektim. İçimdeki gücü keşfedecek ve hayatımı yeniden inşa edecektim. Çünkü kader, bana bir şans daha vermişti. Ve ben, bu şansı en iyi şekilde değerlendirecektim.

Gözlerimi açtığımda, odanın loş ışığıyla karşılaştım. Eski, soluk duvarlar, yılların verdiği yorgunlukla hafifçe sararmıştı. Tavanın köşelerinde örümcek ağları birikmişti ve duvar kağıtları yer yer soyulmuştu. Odanın ortasında duran demir karyola, yıllardır birçok hastayı ağırlamış gibiydi. Pencereden sızan sabah ışıkları, odanın içini nazikçe aydınlatırken, penceredeki ince tül perdeler hafifçe dalgalanıyordu.

Pencerenin önündeki küçük masada, Bijal yengenin getirdiği çiçekler duruyordu. Vazo, eski ve çatlamış olsa da, içindeki taze çiçekler odaya biraz olsun canlılık katıyordu. Yan taraftaki dolap, kapakları hafifçe eğrilmiş ve menteşeleri paslanmıştı. Duvarlarda asılı olan birkaç tablo, hastane odasının soğukluğunu biraz olsun hafifletmeye çalışıyor gibiydi.

Bijal yenge odada değildi. Tuvalete gitmem gerektiğini hissettim. Yavaşça doğruldum ve yatağın kenarına oturdum. Ayağımda hala alçı vardı. Her hareketimde kemiklerim sızlıyordu, ama kalkmak zorundaydım. Ayağa kalkmaya çalışırken, dengemi kaybettim ve bir anda kendimi yere düşerken buldum. Acı bir anda tüm vücudumu sardı ve nefesim kesildi.

O esnada kapı açıldı ve Bijal yenge içeri girdi. Gözleri genişlemiş, yüzünde endişe dolu bir ifade vardı.

“Meena! Ne yaptın sen? Neden kalkmaya çalıştın?”

Hemen yanıma koştu ve bana yardım etmeye çalıştı, ama gücü yetmiyordu.

“Yenge, tuvalete gitmem gerekiyordu. Yardım edebilir misin?”

Bijal yenge, hızla kapıya koştu ve koridorda bir hemşireyi çağırdı.

“Hemşire hanım! Yardım edin, lütfen!”

Birkaç saniye içinde hemşire odaya girdi. Hemşirenin adı Pooja’ydı ve onunla geçen zaman zarfında aramızda samimi bir ilişki oluşmuştu. Pooja, dikkatle beni yerden kaldırarak tekrar yatağa yatırdı. Nabzımı kontrol ederken gözlerinde sahte bir kızgınlık belirdi.

“Meena, neden böyle bir şey yaptın? Ayağında alçı var ve bu düşmeler iyileşme sürecini daha da zorlaştırır. Bu tür hareketlerle hem kendini hem de bizi zorluyorsun.”

Bijal yenge, Pooja’ya katılarak bana dönüp başını iki yana salladı.

“Pooja haklı, Meena. Yardım istemekten çekinmemelisin. Biz buradayız ve her zaman yanında olacağız.”

Pooja, işini bitirdikten sonra hafifçe gülümsedi.

“Şimdi dinlenmeye çalış, tamam mı? Bir şeye ihtiyacın olursa hemen haber ver.”

Pooja odadan çıktıktan sonra, Bijal yenge derin bir nefes aldı ve bana döndü. O an, odadaki sessizlik içinde birbirimize baktık. Bijal yengenin gözlerinde dolan yaşları fark ettim. Endişesi ve sevgisi, bakışlarında apaçık ortadaydı.

Bijal yenge, yatağın kenarına oturdu ve ellerimi sıkıca tuttu. Parmaklarının sıcaklığını hissetmek, içimde bir rahatlama hissi uyandırdı.

“Meena, neden bana haber vermedin? Sana her zaman yardım ederim, biliyorsun.”

Gözlerini hafifçe kırpıştırarak yaşları engellemeye çalıştı. O an, Bijal yengenin ellerini daha sıkı tuttum.

“Bijal yenge, biliyorum. Ama seni yormak istemedim. Senin varlığın benim için çok önemli. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmadığın için minnettarım.”

“Sen benim canımsın, Meena. Senin acı çektiğini görmek beni de acıtır. Bu yüzden, bırak, sana gücümün yettiği kadar yardımcı olayım. “

Bijal yenge, yavaşça kollarını açtı ve beni kendine doğru çekti. Başımı omzuna yasladım ve kollarını etrafımda hissettim. Bu sarılma, bir annenin kızına duyduğu şefkat ve sevgi dolu bir sarılmaydı. Bijal yengenin kolları, bana o an dünyanın en güvenli yeri gibi geldi.

Yatağımda oturmuş, pencereden dışarıyı izliyordum. Bahçede oynayan çocukların neşeli sesleri kulağıma geliyordu. Onları izlemek, içimde bir hüzün dalgası yaratıyordu. Uzun zamandır dışarı çıkamamıştım ve sadece pencerenin arkasından dünyayı seyretmekle yetiniyordum. Derin bir iç çektim ve başımı cama yasladım.

Tam o sırada, kapının önünde bir hareketlilik hissettim. Başımı çevirdiğimde Sanjeet amcanın kapının eşiğinde durduğunu fark ettim. Yakalanmış gibi bir hali vardı ve yüzünde hafif bir telaş ifadesi belirmişti. Onun bu haline dayanamayarak gülmeye başladım.

“Sanjeet amca, ne yapıyorsun burada?”

Sanjeet amca, mahcup bir gülümsemeyle ellerini ovuşturdu.

“Şey, Meena… Ben sadece… Sana bir sürprizim var.”

“Gerçekten mi? Ne sürprizi?”

“Önce gözlerini kapat. Söylediğimi yap, tamam mı?”

Gözlerimi kapattım. Sanjeet amcanın adımlarını ve bir şeyleri yerleştirdiğini duyabiliyordum. İçimdeki merak giderek artarken, gözlerimi açmamak için kendimi zorladım.

“Tamam, şimdi açabilirsin.”

Gözlerimi açtığımda, Sanjeet amca bana doğru uzattığı bir kumanda tutuyordu. Şaşkınlıkla kumandayı aldım ve ardından Sanjeet amca önümden çekildi. Gözlerim büyüyerek odanın köşesinde duran eski tüplü televizyona baktım.

“Sen dışarı çıkamadığın için sıkıldığını biliyorum. Bu yüzden sana biraz eğlence getireyim dedim.”

“Sanjeet amca, bu harika! Gerçekten çok teşekkür ederim. Hiç beklemiyordum.”

Sanjeet amca, kumandayı elime verdi.

“Hadi bakalım, aç da birlikte izleyelim.”

Televizyonu açtım ve ekrana yansıyan ilk görüntülerle birlikte içimde bir mutluluk dalgası yayıldı. Sanjeet amca, yatağımın yanındaki sandalyeye oturdu ve birlikte eski bir Bollywood filmi izlemeye başladık.

“Gerçekten çok düşüncelisin, Sanjeet amca. Senin gibi birine sahip olduğum için çok şanslıyım.”

O an, Sanjeet amcanın yanımda olması ve bana olan sevgisi, tüm üzüntülerimi hafifletti. Televizyonun getirdiği mutluluk, onun varlığıyla daha da anlam kazandı. Beraberce, odadaki eski tüplü televizyona bakarken, içimdeki huzur ve mutluluk daha da arttı.

Geçen altı gün, odamdaki eski tüplü televizyon sayesinde eskisinden çok daha neşeli geçti. Hastanedeki diğer hastalar, televizyonu keşfettiklerinde, odam bir anda sosyal bir merkeze dönüştü. Herkes burada toplanıyor, şakalaşıyor, film izliyor ve birlikte güzel anlar paylaşıyordu. Pooja, hemşiremiz, sık sık gelip herkesi odasına gönderiyordu ama bu sadece bir süreliğineydi. Kısa bir süre sonra herkes tekrar benim odama geri dönüyordu.

Bu altı gün içinde, ayağımdaki alçının çıkması ve başlayan fizik tedavi süreci de hayatımı değiştirdi. Alçının çıktığı gün, hem bir rahatlama hem de bir endişe hissettim. Ayağımı tekrar özgürce hareket ettirebilmek güzeldi ama aynı zamanda yeniden yürümek için yapmam gereken egzersizler beni korkutuyordu. Pooja, her gün beni fizik tedavi seanslarına götürdü ve her seferinde biraz daha ilerleme kaydetmem için cesaretlendirdi. Ancak hiçbir adım, beni ilerletmeye yetmedi.

Bu sabah tekerlekli sandalyemde oturmuş, yine pencereden dışarıyı izliyordum. Ama bugün bir farklılık vardı, içimde tuhaf bir his vardı. Bijal yenge, yanımdaki koltukta uzanırken bana döndü.

“Ne düşünüyorsun, Meena?”

Derin bir nefes aldım.

“Bilmiyorum, Bijal yenge. Sanki birisini bekliyorum ama kim olduğunu bilmiyorum.”

Bijal yenge, kaşlarını kaldırarak bana baktı.

“Bu garip bir his olmalı. Peki, onu nasıl tanıyacaksın?”

Gözlerimi pencereden ayırmadan, içimdeki hisse odaklandım.

“Bunu sadece kaderim bilebilir.”

Pencerenin ötesindeki manzaraya dalıp gitmiştim; ağaçların hafif rüzgarda sallanışını, kuşların neşeyle cıvıldayışını izliyordum. Ama içimdeki bu his, bu bekleyiş, beni huzursuz ediyordu.

Tam o sırada Pooja odaya girdi, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle.

“Meena, hazır mısın? Bugün dışarıda egzersiz yapacağız.”

Bu haberle içim mutlulukla doldu.

“Gerçekten mi? Bu harika!”

Pooja, tekerlekli sandalyemi iterek beni bahçeye çıkardı. Güneşli bir gündü ve bahçede olmak, uzun zamandır ilk kez özgürlüğü hissetmemi sağladı. Pooja, sandalye ile beni o büyük ağacın altına götürdü ve durdu. Bijal yenge tam karşımdaydı, bana gülümsüyordu.

Ama ayağa kalktığımda, bir an için donup kaldım. Korku içimi sardı, adım dahi atamadım. Gözlerimle uçurumun kenarında durduğum o anı tekrar yaşadım. Toprağın altımda nasıl kaydığını, ayaklarımın nasıl boşluğa düştüğünü ve sonunda yerçekimine yenik düştüğümü hatırladım.

Kalbim hızla çarpmaya başladı. Ellerim terledi ve nefesim sıklaştı. O anı tekrar yaşamak istemiyordum ama beynim beni sürekli oraya geri götürüyordu.

Pooja, elini omzuma koyarak bana cesaret verdi.

“Meena, burada güvendesin. Korkma, biz buradayız.”

Bijal yenge de bana destek olmak için gülümsedi.

“Evet, biz senin yanındayız, Meena. Hadi, sadece bir adım at.”

Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Pooja’nın ve Bijal yengenin bana olan güveni, aşmam gereken bu korkunun üstesinden gelmemi sağladı. Gözlerimi açtım ve Bijal yengeye baktım. Ama adım atmak hala çok zordu. İçimdeki korkuyu yenmek, düşündüğümden çok daha zorlu bir mücadeleydi.

O sırada, ayakta dururken uzaktan gelen tezahürat sesleri beni şaşırttı. “Açılın, yol verin! İmza günü değil, çekilin!” gibi çığlıklar art arda yükseldi. Merakla seslere doğru döndüm ve sevgi seline dönüşmüş kalabalığı gördüm. Kalabalığın ortasında, tüm dikkatleri üzerine çeken bir figür vardı. Efsanevi Bollywood yıldızıydı bu.

Kalbim bir an duracak gibi oldu. O, insanların arasında ağır adımlarla bana doğru geliyordu. Her adımda daha da yaklaşıyor, yüzü belirginleşiyordu.

İnanamıyorum, burada, tam karşımda…

Etrafını saran kalabalık, onu neredeyse taşır gibi ilerletiyordu. Zarif ve kendinden emin adımlarla yürüyordu. İnsanlar ona dokunmak, fotoğraf çektirmek için birbirleriyle yarışıyordu.

“Onun burada ne işi var?”

Gözlerimle etrafı taradım, belki bir film çekimi ya da bir etkinlik için gelmiştir diye düşündüm. Ama burada, bu köhne hastanede böyle bir şeyin olması çok da mantıklı gelmedi.

Adım adım yaklaştıkça, bedenimi bir güç sarmıştı. İçimin ürpermesi vakitsiz esen rüzgârdan olmalıydı ama onu bana getirmeyi de başarmıştı. Gözlerim dolmuştu, onu bu kadar yakından görmek hem büyük bir mutluluk hem de tarif edilemez bir heyecan veriyordu.

“Meena, iyi misin?” Neden bu kadar heyecanlandın?”

“Anlayamazsın. O, yıllardır hayranlıkla izlediğim kişi. Onunla karşılaşmak, onu görmek… Bu benim için bir rüya gibi.”

Pooja, bana destek olmak için yanımda durdu.

“Belki onunla tanışma fırsatımız olur. Hadi, cesaretini topla, Meena. Bu anı kaçırmamalısın.

Kalabalığın uğultusu, korumaların müdahalesiyle geride kalırken, gözlerim sadece ona kilitlenmişti. Yüreğimin çarpıntısı göğsümde yankılanırken, etrafımdaki sesler bir sis perdesi ardında kaybolmuş gibiydi. İçimdeki heyecan dalgası, beni adeta savuruyordu. Onun gözleri, çevresindeki insanlara kısa kısa bakarak ilerliyordu. O an, onu durdurmam gerektiğini hissettim ama nasıl yapacağımı bilemedim. Birkaç saniye süren kararsızlığımın ardından kelimeler istemsizce dudaklarımdan dökülüverdi.

“Sa-Salman Khan!”

O an, sanki dünya durdu. Salman, çevik bir hareketle arkasına döndü ve göz göze geldik. Karşısında nefessiz kaldığımı hissettim, kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım, aptal gibi göründüğümü düşünüp kendimi toparlamaya çalıştım. Farkında olmadan bir adım attım ama uyuşukluğum henüz geçmediği için dengemi kaybettim. Kollarım iki yana açılırken geriye doğru düşmeye başladım.

Tam o sırada, güçlü elleri beni yakaladı. Saçlarım yüzüme doğru uçuşurken, onun sıcak dokunuşu tenimi sardı. İnce ve küçük dudakları, birkaç santim ötemdeydi. Salman, bir elini sırtımdan çekip saçlarımı nazikçe geriye attı. O an, gözlerimiz yeniden buluştu. Derin ve endişeli bakışları, içimdeki tüm korkuları silip süpürdü.

O anın heyecanıyla, çekinerek omuzlarına tutundum. Salman, beni kendisine doğru çekerek düzeltti. Bu ani hareket beni sersemletmişti. Gözlerimi kapattım, ama onun elleri belime kayınca gözlerim aniden açıldı. Salman’ın yüzünde ciddi bir ifade vardı, sanki beni bırakmak için bir şey söylememi bekliyordu.

“Dikkatli ol, her zaman yanında olup seni kurtaramam.”

Bu sözler, içimde derin bir yankı uyandırdı. Yutkundum, bir şey boğazımı delip geçti sanki. Bu sözlerle afallamışken, Salman ellerini yavaşça çekti, anlaşılan gitmeye hazırlanıyordu. Ama ani bir dürtüyle, elini tutup asıldım.

Salman, omzunun üzerinden bana baktı, gözlerinde şaşkınlık ve merak vardı. Derin bir nefes aldım ve gözlerimin içine bakarken fısıldadım.

“Bana güç ver…”

Salman, gözlerini kısarak bana baktı, şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.

“Gerçekten bunu mu istiyorsun? Sence de bu biraz garip bir istek değil mi?”

“İnanın, şu an imzalı bir fotoğraftan çok daha fazlasına ihtiyacım var.”

Salman’ın yüzündeki şaşkınlık yerini yavaşça bir gülümsemeye bıraktı. Mesafeyi kapatarak bana yaklaştı.

“Sana nasıl yardımcı olabilirim?”

“Yürürken bana eşlik etmeniz yeterli.”

Salman’ın elini nazikçe bıraktım ve koluna girdim. Salman, bakışlarını önce koluna ardından yüzüme kaydırdı. Şaşkındı ama ondan daha şaşkın olan bendim; bu kadar cesur davrandığıma inanamıyordum.

Birlikte Bijal yengeye doğru yavaş ve emin adımlarla yürümeye başladık. Başta biraz topalladım, aksadım, ama Salman’ın yanında yürüdükçe rahatladım ve adımlarım normale döndü.

“Her adımda daha da iyiye gidiyorsun.”

Çünkü seninle gidiyorum…

Sadece Salman’ın yüzüne baktım ve onun kaçamak bakışlarını yakaladıkça, gülme isteğimi bastırmaya çalıştım. Bana bakmak istemiyor muydu, yoksa benden çekiniyor muydu? Yolun sonuna geldiğimizde, Salman duraksadı ve bana döndü.

“Neredeyse sormayı unutuyordum. Adın ne?”

“Meena D-“

Bir an için duraksadım. Salman’ın gözlerine baktığımda, kendi soyadımın, Dhwani’nin, ağzımdan çıkmasına izin veremedim. Hem soyadımı öğrenmesini istemiyordum hem de hastane kayıtlarında Sanjeet amcanın soyadı yazıyordu. Bu yüzden hemen ardından ekledim.

“Gopal… Meena Gopal.”

Sesim hafifçe titredi, içimde bir şeylerin çatıştığını hissederek. Salman’ın yüzünde kısa bir an için bir anlayış belirdi, ama hiçbir şey söylemedi. Nazikçe elimi tuttu ve Bijal yengenin eliyle birleştirdi.

“Seni tanıdığıma memnun oldum, Meena.”

Salman, bahçede birlikte geçirdiğimiz zamanı sonlandırma vaktinin geldiğini belli eden bir bakışla bana döndü. Gözlerinde, içten bir sıcaklık ve nazik bir veda vardı.

“Kendine iyi bak. Umarım bir dahaki buluşmamızda daha sağlıklı olursun.”

Gözlerimle onun yüzündeki ifadeyi ezberlemek istercesine baktım. Salman, hafif bir gülümseme ile elini kaldırarak bana veda etti. Onun uzaklaşan silueti gözlerimin önünde küçülürken, içimde tuhaf bir boşluk hissettim.

Salman, hastanenin giriş kapısına doğru ilerlerken, ben de adımlarını izledim. Her geçen saniye, onun varlığının bana kattığı değeri daha da anlıyordum. Ve nihayet, onun silueti tamamen gözden kaybolduğunda, görüş alanım bulanıklaşmaya başladı. Gözlerimden süzülen yaşları fark ettiğimde, neden ağladığımı bile bilmiyordum. İçimde karışık duygular vardı; hüzün, minnettarlık ve belki de biraz umut.

Kim bilir, belki de Salman’ın hayatıma dokunup gidişine ya da ruhumda bıraktığı izi silemeyecek oluşuma ağlıyordum.

Akşamın karanlığı odayı sarmıştı. Bijal yenge, günün yorgunluğuyla refakatçi koltuğunda hafifçe horlayarak uyukluyordu. Odanın sessizliği, içimdeki karmaşayı daha da belirginleştiriyordu. Yatağımda dönüp duruyor, düşüncelerimden kaçamıyordum. Bu huzursuzluk, beni yatakta daha fazla kalmaktan alıkoydu.

Sessizce yataktan kalktım, Bijal yengeyi uyandırmamaya özen göstererek. Koridora çıktım, hastanenin loş ışıkları duvarlarda gölgeler oluşturuyordu. Adımlarımı temkinli atarak, hemşire Pooja’ya yakalanmamaya çalıştım. Merdivenlere yöneldiğimde, her basamakta korkuluklara sıkıca tutundum, sanki içimdeki duygusal yük beni aşağı çekiyordu.

Bahçeye çıktığımda, Salman ile birlikte durduğumuz o yere gittim, bu kez yalnızdım. Gece rüzgârı, saçlarımı savuruyordu. Ellerimle saçlarımı geriye attım, rüzgara karşı durmaya çalıştım. Gözlerim yaşlıydı ve Salman’ın bana doğru gelişini hatırladım. O anın sıcaklığı, şimdi içimde bir boşluk bırakmıştı.

Elimi kalbimin üzerine koydum, kalbim hızla çarpıyordu.

“Ben… Aşık mı oluyorum Salman Khan’a?”

Aşk, benim için karmaşık bir duyguydu. Bu duygu, içimde bir sıcaklık ve aynı zamanda bir korku oluşturuyordu. Salman’la olan her anımız, kalbimde derin izler bırakmıştı, ama bu hisleri nasıl yöneteceğimi bilmiyordum. Aşk, bana güç verebilir miydi, yoksa daha da mı zayıflatırdı?

Sabahın ilk ışıkları odama süzülürken uykunun tatlı esaretinden yavaşça sıyrıldım. Gözlerimi hafifçe araladım ve odanın loşluğunda bir siluetin hareket ettiğini fark ettim. Bijal yenge, diye düşündüm. Ancak gözlerim tam olarak açıldığında, yatağımın yanındaki komodine şık bir çiçek buketi bırakan bir kurye olduğunu fark ettim.

“Bir yanlışlık olmalı.”

Sesim hala uykunun etkisiyle boğuktu. Kurye, işine odaklanmış bir şekilde, başka buketler getirmek üzere kapıya yöneldi. Bu durum beni iyice meraklandırdı ve kendime gelerek doğruldum.

“Affedersiniz, bu çiçekler bana gelmiş olamaz.”

Kurye durdu, döndü ve elindeki tabletine baktı.

“Siz, Meena Gopal değil misiniz?”

“Evet, benim. Ama bu kadar çok çiçek… Sanırım bir karışıklık var.”

“O zaman çiçekler sizin. Hiçbir karışıklık yok.”

Kurye gülümsedi ve odadan çıkıp birkaç buket daha getirmek üzere gitti. Şaşkınlık içinde kalakaldım. Komodine bırakılan ilk buketi elime aldım ve dikkatlice inceledim. Kamelya çiçekleri, zarif ve narin görünüyorlardı. Kartı açtım ve okudum.

Sana güç vermesi dileğiyle… Salman Khan.

Kurye, birkaç buket daha taşıyarak odaya girdi. Komodini ve odanın çeşitli yerlerini çiçeklerle doldurdu. Bu kadar çok çiçek… Hepsi bana mıydı? İçimde bir yerlerde, bu kadar sevgi ve ilgiye layık olup olmadığımı sorguladım. Salman’ın bu jesti, belki de bana hayatımda ilk kez bu kadar değerli ve özel hissettiriyordu.

“Hepsi bu kadar. İyi günler, Meena Hanım.”

Kurye son buketi de yerleştirip çıkarken kapıyı arkasından kapattı. Oda, çiçeklerin kokusuyla dolmuştu. Kamelyaların narin ama güçlü kokusu, içimdeki karmaşayı yatıştırıyordu. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Aynı anda, bu duygusal dalgalanmanın içinde kaybolduğumu hissettim. Kalbim bir yandan bu sevgiyi kabul ederken, diğer yandan bu aşkla başa çıkmanın zorluğunu düşünüyordu.

“Ben âşık oluyorum Salman Khan’a. Peki, bu aşkın sorumluluğunu nasıl alacağım?”

Odanın penceresinden dışarıyı izlerken, güneşin altın sarısı ışıkları bahçeye yayıldı ve içimi hafifçe ısıttı. Nihayet taburcu olma günüm gelmişti; aylardır beklediğim, özlemle hayalini kurduğum gün. Ama içimde bir huzursuzluk vardı, bir şeyler eksik gibi hissediyordum. Bijal yenge, odadaki eşyaları toplarken, elimde Salman’ın gönderdiği ve şimdi kurumuş olan kamelya çiçeğini tutuyordum. Salman’ın on gündür hiç iletişime geçmemesi, içimdeki hayal kırıklığını daha da derinleştiriyordu. Acaba beni unutmuş muydu? Yoksa başka bir şey mi olmuştu?

Bijal yengenin durgunluğunu fark ettim ve ona yardım etmeye karar verdim. Yatağımdan kalkıp yanına gittim.

“Bijal yenge, Sanjeet amca nerede? Bizi almaya Bebe ile mi gelecek?”

Bijal yenge, soruya doğrudan cevap veremedi.

“Meena, şey… Sanjeet… O…”

İçimi bir telaş kapladı. Bijal yengeyi yatağa oturtarak önünde diz çöktüm ve ellerini tuttum.

“Lütfen, Bijal yenge, bana ne olduğunu söyle. Ne saklıyorsun?”

Gözlerinde bir hüzün vardı, bana söylemek istemediği bir şeyler olduğunu anlamıştım. Bijal yenge, gülmeye çalıştı ama gözleri onu ele veriyordu.

“Meena, her şey yolunda, merak etme.”

İçimdeki bu his, bir şeylerin yanlış olduğunu haykırıyordu.

“Bijal yenge, lütfen. Neler oluyor?”

Bijal yenge, derin bir nefes aldı ve sonunda konuşmaya karar verdi.

“Meena… Sanjeet, hastane masraflarını karşılamak için Bebe’yi sattı.”

O an, dünya başıma yıkıldı. Bu fedakârlık karşısında derin bir üzüntü hissettim. Nasıl böyle bir şey yapabilirdi? Benim için, bizim için bu kadar büyük bir fedakârlık… Bijal yenge, ellerimi daha sıkı tuttu ve gözlerimin içine baktı.

“Meena, lütfen bu sırrı saklayacağına yemin et. Sanjeet, senin öğrenmeni istemiyordu.”

Gözyaşlarımın arasında başımı salladım.

“Tamam, yemin ederim.”

İçimdeki ağırlık daha da artmıştı; bu sırrı taşımak zorunda olmak, Sanjeet amcanın yaptığı fedakarlığın yükünü hissetmek beni derinden yaralamıştı.

Tam o sırada Sanjeet amca odaya girdi. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Onun bu çabası, içimi daha da burktu.

“Hadi Meena, eve dönüyoruz. Ne kadar heyecan verici, değil mi?”

“Evet, Sanjeet amca. Eve dönmek harika olacak.”

Bijal yenge ile göz göze geldim ve Sanjeet amcaya ayak uydurmaya karar verdim. Ama içimdeki ağırlık, bu neşeyi tam anlamıyla hissetmeme engel oluyordu. Sanjeet amca, elindeki ağzı büzgülü bez çantayı bana havaya kaldırdı.

“Öyleyse… Hastane masraflarını ödemeye gidiyorum.”

“Ben de seninle geleceğim.”

Bu çanta, bizim ailemiz için ne kadar büyük fedakarlıklar yapıldığının somut bir kanıtıydı ve ben onun bu yükü tek başına taşımasını istemiyordum. Beraberce giriş katına inip hastanenin soğuk ve gri koridorlarında yürüdük. Her adımda, içimdeki ağırlık biraz daha artıyordu. Vezneye yaklaştığımızda, camların eskimiş, kirli yüzeyleri ve içerdeki soluk sarı ışık, ortamın kasvetini daha da artırıyordu.

Veznede oturan yaşlı adam, bıyıklı ve gözlüklü, sanki yılların yorgunluğunu yüzünde taşıyordu. Gözlerindeki hüzün ve derin çizgiler, hayatının zorluklarını anlatır gibiydi. Sanjeet amca, bez çantayı veznenin ortasındaki delikten içeriye uzattı.

“Hastane masraflarını ödemek için geldik.”

Adam yavaşça başını kaldırdı ve ağır bir ses tonuyla sordu. Sesindeki yavaşlık ve titreme, yaşının getirdiği bir yorgunluk mu, yoksa başka bir şey mi, anlamak zordu.

“Hastanın adı ve soyadı nedir?”

“Meena Gopal.”

Adam, hasta kayıt defterini açarak yavaşça sayfaları çevirdi. Kalbim hızla atıyordu; bu an, hastaneden çıkışımızın ve belki de yeni bir başlangıcın habercisiydi.

Ancak adam, bir süre deftere baktıktan sonra çantayı geri uzattı. Bir an için ne olduğunu anlayamadım. Memurun bunadığını, artık emekli olması gerektiğini düşünerek çantayı tekrar uzattım. Adam, burun kemiğine dayadığı gözlüklerinin arkasından bezgin bir bakış attı. O bakış, bana sanki hayatının her gününde yüzlerce kez bu tür durumlarla karşılaştığını ve artık sabrının tükendiğini anlatıyordu.

“Bana zorla ödeme yapmak istiyorsunuz, ancak bu parayı almam mümkün değil.”

“Hastane masrafları için parayı ancak denkleştirebildik.”

“Hastaneye hiçbir borcunuz yok. Bu sabah Being Human vakfı tarafından masraflarınızın karşılandığına dair makbuz geldi.”

Bu sözler, beynimde yankılandı. Ne demekti bu? Sanjeet amcaya baktım, o da şaşkınlık içindeydi.

“Salman… Khan’ın vakfı olan mı Being Human mı?”

“Ta kendisi…”

Yardımsever biri olduğunu ve iyiliklerine karşılık beklemediğini biliyordum ama yine de beni ayağa kaldıran gücü ya da yastığımın altında kuruttuğum kamelyaları düşünmek bile Salman’a karşı borçlu hissettiriyordu. Şimdi de hastane masraflarımı üstlenmişti; bu kadar parayı ona nasıl ödeyebilirdim? Ben maddi olarak hiçbir şeye sahip değildim.

Eğer kabul ederse kalbimi seve seve ona verirdim.

BÖLÜM SONU

Dipnot:

Pooja: Pooja” ismi, Hint kökenli bir isimdir ve Sanskritçe’den gelir. Anlamı “ibadet”, “dua” veya “tapınma” demektir.

Salman Khan: Salman Khan, Bollywood’un en ünlü ve etkili aktörlerinden biridir. Hint sinemasının “Bhaijaan”ı olarak bilinir. Kariyeri boyunca birçok başarılı filmde rol almış, aynı zamanda yapımcılık ve televizyon sunuculuğu da yapmıştır.

Being Human: Salman Khan, oyunculuğunun yanı sıra, “Being Human” adlı vakfıyla bilinir. Bu vakıf, sağlık ve eğitim alanlarında dezavantajlı insanlara yardım etmeyi amaçlamaktadır. Kendisinin hayırseverlik çalışmaları, milyonlarca insanın hayatına dokunmuştur. Hem Bollywood’daki büyük başarısı hem de sosyal sorumluluk projeleriyle tanınan Salman Khan, Hint sinemasının ve toplumunun önemli bir figürüdür.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla