1│Benim Kaderim

209 2 12 Ağustos 2024

“Call It Fate: An Indian Love Story”ya hoş geldiniz.

Bu, Novelhan’daki ilk kitap deneyimim olduğu için elbette bazı hatalarım olabilir. Amacım, hayallerimi zihinlerinize aktarabilmek ve bunu yaparken size yeni hayaller kurdurabilmektir. Hatalarımı mazur görüp anlatmak istediklerime odaklanırsanız, sizi güzel bir yolculuğa çıkarıp Hindistan’a ulaştıracağım.

Eğer bu yolculuğa çıkmak için hazırsanız, ben de başlamak için can atıyorum.

jangmisshii

Kader… Bu kelime benim için bir kelimeden fazlası oldu hep. Hayatımın her anında bir gölge gibi benimleydi. O, bazen bir rehber, bazen de bir sınav ama en çok da benim için yazılmış bir kitap gibiydi; her sayfasında yeni bir ders, yeni bir mücadele… Ne yazılmışsa, onu yaşamam gerektiğine inandım. İsyan etmeyi hiç düşünmedim, çünkü kaderin bana öğrettikleriyle büyüdüm.

Büyürken, annem ve babam sık sık kaderden bahsederdi. Annem, ‘Kader, Allah’ın bize verdiği bir yol haritasıdır’ derdi. Babam ise, ‘Kader, bizi biz yapan her şeydir’ diye eklerdi. Bu sözler, zihnime kazındı ve kalbime işledi. Kader, benim için sadece bir yol haritası değil, aynı zamanda bir aynaydı. Her adımım, her kararım, kaderimin bir yansımasıydı.

Kaderimin yazılmaya başlandığı Ahmedabad’ın tozlu sokakları, çocukluğumun en canlı hatıralarını barındırırdı. Bu şehirde doğmuş, büyümüş ve hayatı öğrenmiştim. Renkli çarşıları, dar sokakları ve her köşesinde bir anı bırakan o samimi atmosferiyle Ahmedabad, benim için sadece bir şehir değil, aynı zamanda kimliğimin bir parçasıydı.

Ancak, beni bu şehre bağlayan daha derin bir sebep vardı. Çocukluk arkadaşım, sırdaşım, belki de ilk ve tek aşkım. Hayat, bizi birbirimize sıkı sıkıya bağlamıştı. Onunla geçirdiğim zamanlar, bu şehri benim için daha da özel kılmıştı. Ama hayat, bizi başka yollara sürükledi ve ben hem bu şehri hem de onu geride bırakmak zorunda kaldım.

Onu terk ettiğim gün, kalbimde bir şeyler kırıldı ve bir daha asla tamiri mümkün olmadı. İçimde hissettiğim bu boşluk, sanki hiç dolmayacak gibiydi. O da beni unutamıyordu; bunu kalbimin derinliklerinde hissediyordum. Ama yaşananlar yüzünden kendimi suçlamaktan geri duramıyor; ona geri dönmek istememe rağmen, ona daha fazla acı vermekten korkuyordum.

Onsuz geçen iki yıl boyunca, her gece başımı yastığa koyduğumda gözyaşlarıma boğuldum. Onun yokluğunun yarattığı boşlukla baş etmeye çalıştım. Gözlerimi kapattığımda, onun sıcak gülümsemesini ve dokunuşunu hayal ediyordum. Bu hayallerde, her şey eskisi gibi güzel ve huzurluydu. Ama gözlerimi açtığımda, gerçeklerin sert yüzüyle karşılaşıyor ve kendimi yeniden suçlamaya başlıyordum.

Onunla geçirdiğimiz zamanlar, zihnimde sürekli yankılanıyordu. Yaşananların gölgesi, her an peşimdeydi. İçimdeki fırtına, her geçen gün daha da şiddetleniyor ve beni bir çıkmazın içine sürüklüyordu. Annemin korku dolu çığlıkları hala kulaklarımda yankılanıyor, babamın uzattığı kanlı eli ise gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu.

“Sen benim kızım değilsin!”

Bir an için, onun gözlerinde gördüğüm o soğuk bakış, beni olduğum yerden sarsmıştı. İçimdeki sevgi ve güven, bir anda yerini derin bir boşluğa bırakmıştı. Bu haykırış, kalbimde onarılamaz yaralar açmıştı. Artık onun gözünde sadece bir yabancıydım, bir yükten ibarettim. Bu yüzden gitmeyi, daha doğrusu gerçeklerden kaçmayı seçtim.

Bu kararı almak, o an için mantıklı gelmişti. Belki de hayatımda aldığım en doğru karardı. Otobüs terminaline doğru adımlarımı hızlandırırken, içimde hafif bir rahatlama hissediyordum. Ancak derinlerde bir yerde, bu kararı ne kadar ani ve düşüncesizce aldığımı da biliyordum. Saniyeler içinde, rastgele bir otobüse binmeye karar vermiştim.

Otobüsün gürültüsü ve sallantısı arasında, içimdeki karmaşa dinmek bilmiyordu. Bir yandan, bu kaçışın bana yeni bir başlangıç sunacağına inanmak istiyordum. Diğer yandan, bu kararın ne kadar aptalca olduğunu düşünmeden edemiyordum. Her şey öylesine hızlı gelişmişti ki, sonunda ne olacağını hiç düşünmemiştim. Sadece oradan uzaklaşmak istemiştim, hepsi bu.

Mumbai’ye vardığımda, şehir beni kollarıyla karşılarken içimdeki belirsizlik daha da büyüdü. Tanıdık hiçbir şey yoktu ve kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum. Küçük valizimle birlikte, önüme çıkan ilk konuk evine yerleşmeye karar verdim. Ancak cebimdeki paranın sadece birkaç gün yetebileceğini biliyordum. Bu yüzden, hemen çalışmaya başlamam gerekti.

İlk başlarda umutluydum. Yeni bir başlangıç için her güne taze bir umutla uyanıyordum. Ancak işler hiç de umduğum gibi gitmedi. Çalıştığım yerlerde sürekli zorluklarla karşılaştım ve geçinmek her geçen gün daha da zorlaştı. Eski hayatımı, ailemi ve hatta babamın öfke dolu bağırışlarını bile özler oldum. Ama artık geri dönüşü yoktu; o köprüler çoktan yıkılmıştı.

Her akşam, konuk evindeki küçük odamın penceresinden dışarı bakarken, yıkık dökük evleri ve kaldırımda yatan insanları izliyordum. Mumbai’nin kalabalığı ve kaosu içinde, kendimi daha da yalnız hissediyordum. Kendi içimdeki bu karanlıkla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Her gün, adeta bir savaştı. Ama bu savaşta en büyük düşmanım, kendi vicdanımdı.

Artık, içimdeki umutlardan geriye pek bir şey kalmamıştı. Şimdi, önümde bir yol ayrımı vardı. Geri dönmek bir seçenek değildi, fakat bu yolda ilerlemeye devam etmek de gittikçe daha imkânsız hale geliyordu.

Yine böyle bir akşam, pencereden dışarı bakarken, zihnimdeki fırtınalar dinmiş gibi hissettim. Belki de bazı yolların sonu, yeni başlangıçlara açılmıyordu. Belki de bazen, sadece durmak gerekiyordu.

Sonunda, bir karar aldım. Kelimelerle ifade edilemeyen bir rahatlama, derin bir nefesle geldi. Artık bu yolda yürümeye devam etmeyecektim. Kendi içimde bir çözüm bulmuştum; bu, belki de son bir adım atmak demekti. Belki de, nihayetinde, huzuru bulabileceğim bir yere varmanın zamanı gelmişti.

Aslında beni bu kararımdan kimsenin vazgeçiremeyeceğini düşünüyordum, ama biri vardı.

Her şey bir fren sesiyle başladı.

Bir anlık boşluk, düşüncelerimin arasında kaybolduğum bir an, beni arabanın önüne sürükledi. Fren sesi kulaklarımı sağır ederken kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı. Şoför camdan sarkarak elini havaya kaldırdı ve bağırmaya başladı.

“Ne yapıyorsun be kızım, kör müsün?!”

Öfke dolu sözler kulaklarımda yankılanırken, bir an için donakaldım. O an fark ettim ki, neredeyse bir arabanın altında kalacaktım.

Yolun ortasında hareketsiz bir şekilde dururken, zihnimde bin bir düşünce belirdi. Gerçekten bunu mu istiyordum, hayatımı sonlandırmak mı? Etrafımdaki dünya bulanık bir şekilde dönüyordu. Korku ve kararsızlık içimi kemirirken, yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide duruyordum.

Tam o anda, siyah bir taksi kenara çekti ve içinden bir adam çıktı. Bu adam, taksici, hiç tereddüt etmeden beni korumak için şoförle tartışmaya başladı. 

“Kızın üzerine neden bu kadar gidiyorsun? İnsanlık halidir, dalgın olabilir. Sen de dikkat etseydin.”

Şoförle arasındaki hararetli tartışmayı izlerken, taksicinin sesi bana tuhaf bir şekilde tanıdık geldi. Kafamın içinde bir yerlerde, onun sesini daha önce duymuş gibi hissettim. Bu ses, içimde bir rahatlama ve güven duygusu yarattı.

Taksici, şoförü ikna ettikten sonra bana doğru döndü ve nazikçe kolumdan tutarak beni yolun kenarına götürdü. 

“İyi misin? Biraz dalgın görünüyordun.” 

O an, boğazımda bir düğüm oluştu. İçimdeki karanlık düşünceler, intiharın eşiğinde dolaşan ruh halim, bir an için kaybolmuş gibiydi. Onun varlığı, o tanıdık ses, bana kendimi güvende hissettirdi. Kim olduğunu bilmiyordum, ama ona güvenebileceğimi biliyordum.

“Teşekkür ederim… Gerçekten teşekkür ederim.”

Taksici, hafifçe kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bana doğru eğildi. Sesi, sanki yılların tecrübesini aktaran bir bilgenin ses tonu gibiydi; her kelimesinde bir ağırlık, her cümlesinde bir ders vardı. 

“Bak kızım, hayat bazen zor olabilir, ama her zaman dikkatli olmalısın. Dalgınlıkla, üzüntüyle, karamsarlıkla kendini tehlikeye atma. Hayat, her şeye rağmen yaşamaya değer.”

Sözleri, içimde bir yankı buldu. Taksicinin nasihat dolu sözlerine karşılık vermek istiyordum ama az önceki ruh halimden henüz kurtulamamıştım. İçimde hala bir boşluk ve karamsarlık hissediyordum. Taksici, konuşmasını sürdürdü.

“Kendine dikkat etmelisin. Hayatta her zaman bir çıkış yolu vardır, sadece onu bulmak için biraz çaba göstermen gerekiyor. Senin gibi genç birinin umutlarını yitirmesi çok üzücü olur.”

Birden gökyüzü kararıverdi ve uzaklardan gelen gök gürültüsü duyuldu. Aniden bastıran yağmur, büyük damlalar halinde yere düşmeye başladığında, taksici endişeyle bana döndü. 

“Seni evine bırakmamı ister misin? Bu muson yağmurları tehlikeli olabilir.”

Evimin nerede olduğunu bile bilmiyorum ki… Onu terk edeli çok uzun zaman oldu.

“Bak, parayı dert etme. Önemli olan sağ salim bir yere varman.”

Büyük damlalar halinde yağan yağmur, bir panik havası yarattı. Satıcılar tezgahlarını kapatmaya çalışırken, kaldırımda yürüyenler hızla bir yerlere kaçışıyordu. Triportörler ve bisikletliler, yağmurdan korunmak için aceleyle hareket ediyordu. Trafik neredeyse tamamen durma noktasına geldi; korna sesleri ve insanların koşuşturmacası arasında bir kaos hâkim oldu.

“Ben…”

Sesim neredeyse duyulmayacak kadar kısık çıktı. 

“…Size borcumu bir şekilde ödeyeceğim.” 

Taksici, anlayışla başını salladı. 

“Tamam, önce taksiye bin. Yağmurdan kurtulmamız yeterli.”

Bu sözler içimde bir umut ışığı yaktı. Gülümsedim, bir çocuk gibi sevinçle taksiye bindim. Yağmur yeni başlamış olmasına rağmen sırılsıklam ıslanmıştım. Üzerimden damlayan su, soğuk bir ürperti gibi tenime işliyordu. Kollarımı bedenime sararak ısınmaya çalıştım.

Taksici, arkasına dönüp kolunu yanındaki koltuğa yasladı. 

“Hasta olmazsan bu Allah’ın sevgili kulu olduğunu gösterir.”

Taksicinin Müslüman olduğunu anladım ve kendimi daha güvende hissettim. Sıcak bir tebessümle ona baktım.

“Nereye gitmek istersin?”

“Dürüst olmak gerekirse, bilmiyorum.”

“Merak etme, Bebe ile seni istediğin yere götüreceğiz.”

“Bebe mi?”

Taksici eliyle torpidoya vurdu ve dudaklarında gururlu bir gülümseme belirdi. 

“Bebe, benim emektar taksim.”

Gülümsedim ve başımı salladım. 

“Tanıştığıma memnun oldum, Bebe.”

Dikiz aynasından taksiciye bakıp, ne kadar yardımsever bir adam olduğunu düşünürken aynanın kenarında asılı duran siyah beyaz bir fotoğraf dikkatimi çekti. Genç ve güzel bir kadın, kucağında tatlı bir kız çocuğunu tutuyordu. Kadın bana tuhaf bir şekilde tanıdık geldi; yüzündeki sıcaklık ve sevgi, geçmişten bir anıyı canlandırdı sanki.

“Bu havada niye dışarıya çıktın? Ailen merak etmiştir seni.”

Gözlerim doldu, içimde ağır bir boşluk hissettim. Artık benim adıma üzülmeyecekleri bir yerdeydiler. Belki de hayatta olsalardı, bu hayatı hak etmediğimi bile düşünürlerdi. Bir anlık sessizlikten sonra, konuyu değiştirmek istedim. 

“Fotoğraftakiler kim?”

Sesimde merak ve biraz da çekingenlik vardı. Taksicinin gözleri dikiz aynasına kaydı. Başlangıçta gülümsedi, ama sonra gözlerine derin bir hüzün çöktü. 

“Karım ve kızım.”

“Çocuğunuz çok tatlı. Şimdi kaç yaşında?”

Yaşlarımızın yakın olabileceğini düşündüğüm için bu soruyu sormuştum. Ancak taksicinin yüzündeki acı ifadesi, içimde bir şeylerin yanlış olduğunu hissettirdi. Duygularını bastırmaya çalışırken titreyen bir sesle fısıldadı. 

“2 yaşındaydı.”

O küçük kız çocuğunun artık hayatta olmadığını anlamıştım. Sessizlik, taksinin içinde ağır bir yük gibi asılı kaldı. Gözlerim doldu, bir şey söylemek istedim ama kelimeler boğazıma düğümlendi. Taksicinin acısını hissettim ve o an, onun ne kadar güçlü bir insan olduğunu bir kez daha anladım.

Kahverengi, deri koltuğun hafif rahatsız dokusuna rağmen arkama yaslandım ve dışarıyı seyretmeye başladım. Taksici haklı çıkmıştı; yağmur iyice hızlanıyor, damlalar arabanın tavanına ve camlarına vurdukça ritmik bir melodi oluşturuyordu. Sokak lambalarının solgun ışıkları, ıslak yollarda parlayarak birer hayalet gibi dans ediyordu.

Gözlerim, yağmurun camda oluşturduğu ince su şeritlerinden dışarıya bakarken, git gide ağırlaştı ve yavaşça uykuya daldım. Yağmurun melodisi, beni başka bir dünyaya, belki de daha huzurlu bir yere taşımaya yetmişti.

Sanki bu yolculuk hiç bitmeyecekmiş gibi…

Bir süre sonra, derin bir uykuya dalmışken, taksicinin seslenişiyle irkildim. 

“Kızım, uyandın mı?”

Gözlerimi açtığımda, taksinin durmuş olduğunu ve taksicinin yerinde olmadığını fark ettim. İçimde bir panik dalgası yükseldi. Çevreme bakınırken, arka kapının açık olduğunu ve taksicinin eğilmiş halde içeriye baktığını gördüm.

“Sakin ol, kızım. Sadece durup bir şey kontrol etmem gerekiyordu. Her şey yolunda.”

Derin bir nefes aldım ve kalp atışlarımın yavaş yavaş normale dönmesini bekledim. Ne kadar süredir uyuduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu, ama içimi dolduran huzurdan rahat bir uyku çektiğimi anladım. Sanki kötü hatıralar, kıyafetimdeki yağmur suları gibi kuruyup gitmişti.

“Nerede olduğumuzu sormamda bir sakınca var mı?” 

Sesim hala biraz uykulu ve merak doluydu. Taksici, yüzünde hafif bir tebessümle cevap verdi. 

“Bir yere gelemedik, kızım. Yol burada bitti.”

Taksinin içinden dışarıyı seyretmeyi bırakıp, dışarıya adım attım. Ayağımın altındaki toprak, yağmurun etkisiyle çamura dönüşmüştü. Yağmur durmuştu ama bulutlar hala dağılmamış, gökyüzünü gri bir örtü gibi kaplamıştı. Havadaki nem, derin bir nefes alırken ciğerlerime doldu.

“Beni bu izbe yere getirip gasp etmeyeceksin, değil mi? Yoksa senden korkmaya mı başlamalıyım?” 

Gülümseyerek başımı iki yana salladım. 

“Hayır, kesinlikle hayır. Amacım sizi buraya kadar yormak değildi. Siz geri dönün artık, ben başımın çaresine bakabilirim.”

Taksici, yüzünde ciddi bir ifadeyle konuştu.

“Burası tekin görünmüyor. Seni buraya bırakamam. En iyisi, seni aldığım yere geri götüreyim.”

“Ben… Nereye gittiğimi biliyorum.”

Koltuğun üzerinden çantamı alıp omzuma astım ve kararlı bir şekilde yürümeye başladım, ama taksici hızla önüme geçerek yolumu kesti. 

“Lütfen, bir kez daha düşün. Burası güvenli değil.”

Gözlerinde benim için endişe görüyordum, ama içimdeki ses bana doğru yolda olduğumu söylüyordu. Derin bir nefes aldım ve taksiciyi geçerek, ormana doğru uzanan dar ve kıvrımlı patika yola adım attım. Patika, tik ağaçları arasında uzayıp gidiyor, beni bilinmeze götürüyordu, ama bu bilinmezlik garip bir şekilde huzurlu hissettiriyordu.

Ağaçların arasında ilerleyerek, ormanın derinliklerinde kayboldum. Her adımda, beni çevreleyen sessizlik daha da yoğunlaşıyor, doğanın derinliklerine doğru çekiliyordum. Birden, ağaçların arasından süzülen ışık huzmeleri arasında uçurumun üzerinde yükselen gökkuşağını fark ettim. Gözlerim bu güzel manzaraya takıldı ve istemsizce buruk bir şekilde gülümsedim. Gökkuşağı, yaşadığım tüm acıların ardından gelen bir umut gibiydi, ama benim için artık çok geçti.

Bu, belki de son gördüğüm güzellik.

Önce çantamı çıkarıp bir ağacın altına bıraktım, ardından boynumdaki dupattayı dikkatlice çözüp çantanın yanına koydum. Adımlarım beni uçuruma doğru yönlendirirken, içimde bir rahatlama ve aynı zamanda tarifsiz bir korku vardı. İntihar düşündüğümden daha ciddi ve ürkütücü bir olaydı, ama iki yıldır süregelen kederli hayatıma son vermeyi kafama koymuştum.

“Beni bulamazlar. Bulsalar bile kim olduğumu öğrenemezler.” 

Zaten yıllardır gerçek kimliğimi kaybetmiş biri olarak yaşamıştım; bu şekilde ölmek, yaşadığım o boş hayattan çok da zor olmasa gerekti. Uçuruma doğru birkaç adım attım, kalbim hızla çarpmaya başladı. 

“Bunu yapabilirsin, Meena. Bu, acının sona ermesi için tek yol.” 

İçimdeki korkuyu bastırmak için kendimi zorluyordum. 

Ayağımın altındaki yumuşak toprak hafifçe çöktüğünde, bir anlık bir korku hissettim. Tam o anda, güçlü bir el kolumu yakaladı. Şaşkınlıkla geri döndüğümde, taksiciyi gördüm. 

“Ne yapıyorsun? Kendine gel!”

Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı, önce yavaşça, ardından hızlanarak yanaklarımdan aşağı akıyordu. Başımı hafifçe öne eğdim, gözlerim bulanıklaşmıştı ve görüşüm neredeyse tamamen kaybolmuştu. İçimde bir volkan patlıyor gibiydi; acı, korku ve çaresizlik birbirine karışarak içimi kavuruyordu.

“Rahat bırak beni! Yapmam gerekeni yapmama engel olma!”

Bağırdım, sesim tiz bir çığlığı andırdı. Her kelimeyi söylerken, boğazımda düğümlenen hıçkırıklar sesimi zorluyordu. Gözyaşlarım hızla akmaya devam ederken, taksiciye bakmayı bile zor buluyordum. Gözlerinde tedirginlik vardı, beni kurtarmak için her şeyini ortaya koymuş gibiydi.

“Aileni düşün! Onlar seni kaybetmek istemez!” 

“A-ailem, onlar öldü! Kimsesizim, anlıyor musun? Umutlarım tükendi! Artık dayanacak gücüm kalmadı!” 

İçimde kopan fırtınaları daha fazla bastıramayarak, kalbimin derinliklerinden yükselen acıyla birlikte, tüm gücümle haykırdım. Sanki içimdeki her bir duygu, her bir kırık parça sesimle birlikte dışarı çıkmak için çırpınıyordu.

Taksici, kolumu kavrayan parmaklarını daha da sıkılaştırdı.

“Lütfen, kızım. Bu senin çözümün değil! Hayatta her zaman bir umut vardır!”

Ayağımın altındaki toprak bu kez kaymaya başladığında, yüreğimdeki korku dalgaları bedenimi sarmıştı. Geri çekilmek için çabalarken, taksicinin farkında olmadan daha da yaklaştığını gördüm. Panik içinde nefes alıp verirken, kalbim adeta göğüs kafesime sığmayacakmış gibi atıyordu.

“Bırak beni!” 

Sesim tüm çaresizliğimi ve kararlılığımı yansıtarak yankılandı. O an içimde patlayan adrenalinle, bütün gücümü toplayarak ellerimle onu ittim. Taksici bir anlığına dengesini kaybedip geri sendeledi. Ayakları kaygan zeminde tutunmaya çalışırken, gözlerinde kararlılık ve şaşkınlık karışımı bir ifade vardı. 

Sonunda, taksici ayaklarının altındaki dengeyi tamamen kaybedip yere düştü. Ancak tam o sırada, ayağımın altındaki toprak tamamen kaymaya başladı. Dengesizleşen zemin beni de sürüklemeye çalıştı.

Toprağın akışı sanki sonsuz bir boşluğa çekiliyormuşum gibi hissettirdi. Gözlerim bir an için karardı ve zihnimde sadece tek bir düşünce yankılandı: “Tutunacak bir şey bulmalıyım.” Panikle ellerimle etrafı yokladım, tutunacak bir şey aradım. Ancak toprak, sanki beni içine çekmeye kararlıydı. Bu anın getirdiği dehşet, kalbimin hızlı atışlarıyla birleşti, tüm bedenimi titretmeye başladı.

“Hayır, Meena! Hayır!”

Gözlerim son bir kez taksiciyi gördü; yüzü endişe ve çaresizlikle doluydu. Sanki bu bakış, birbirimize vedamızdı. O an, dünya yavaşça solmaya başladı. Çevremdeki sesler ve görüntüler, birer gölgeye dönüşerek silikleşti. Zaman adeta durdu ve dünya kaskatı bir sessizliğe büründü. Her şeyin anlamını yitirdiği bu anda, sadece karanlığın soğuk kollarını hissettim.

Sonunda, karanlık ağır bir perde gibi üzerime çöktü ve her şeyi yuttu. Ben, bilinmezliğin derinliklerine doğru çekilirken, içimdeki son umut kırıntıları da bu karanlıkta kayboldu.

Gözlerim kapalı, derin bir karanlığın içindeydim. Bilincim yavaş yavaş geri gelirken, kulağıma çalan sesler bulanık ve uzak bir uğultu gibiydi. Birden, o tanıdık sesi duydum. 

“Kızım…” 

O anda, babamın sesine ne kadar benzediğini fark ettim ve yüreğimde bir sızı hissettim.

Babam mı? O burada mı?

Gözlerimi açmaya çalıştım, ama ağır bir perde gibi üzerime çöken yorgunluk buna engel oluyordu. Tam o sırada, saçlarımın arasında nazik bir elin dolaştığını hissettim. Bu dokunuş, içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Bu sefer emin oldum, bu kişi babam değildi. Çünkü o bana karşı her zaman soğuk ve mesafeliydi.

Gözlerimi biraz daha zorlayarak açtım, bulanık bir görüntüyle karşılaştım. Tavandaki beyaz ışıklar gözlerime doluyor, görüşümü daha da kısıtlıyordu. Bir yüzün yavaşça ışığı kestiğini fark ettim. Görüntü netleşmeye başladığında, bu yüzün taksiciye ait olduğunu anladım.

“Merhaba Meena, beni hatırladın mı? Ben, taksici Sanjeet. İki haftadır hastanedesin. Vücudunda birkaç kırık ve ezilme var, ama doktorlar iyileşeceğini söylüyor.”

Konuşmak istedim; ona teşekkür etmek, ne olduğunu sormak istedim ama ağzımdaki oksijen maskesi buna engel oluyordu. Maskeyi çıkarmak için elimi kaldırmaya çalıştım, ancak vücudum ağır ve hareketsizdi. Sessizce ona baktım, gözlerinde endişe ve şefkati aynı anda gördüm.

Biliyorum, çok zor bir dönemden geçtin. Ama artık güvendesin. Buradayız ve sana yardım edeceğiz.”

O an, içimde bir sıcaklık hissettim. Bu adam, beni kurtarmak için her şeyi yapmıştı ve şimdi burada yanımdaydı. Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü; bu kez acıdan değil, minnettarlıktan.

“Bu şekilde tanıştığımız için üzgünüm. Keşke farklı bir durumda tanışabilseydik.”

Tam o sırada, odanın kapısı yavaşça aralandı ve içeriye bir kadın girdi. İlk bakışta onu tanıyamadım, ama sonra dikiz aynasındaki fotoğrafı hatırladım. Evet, bu kadın Sanjeet amcanın karısıydı. Yüzünde yılların bıraktığı çizgiler vardı, ama hala oldukça güzel görünüyordu. Saçları, tıpkı fotoğrafta olduğu gibi, zarif bir şekilde topuz yapılmıştı ve gözleri, ağlamaktan kızarmış olsa da, derin bir sevgi ve endişe barındırıyordu.

Kadın, gözleri benimle buluştuğunda, adeta bir an donup kaldı. O an, sanki dünyanın geri kalanı sessizliğe büründü ve sadece biz vardık. Gözlerinden yaşlar boşaldı, omuzları titrerken derin bir nefes aldı. Adımlarını yavaşça attı, sanki anın kutsallığını bozmaktan korkarcasına yanıma yaklaştı.

Sanjeet amca, kadının tereddüt ettiğini fark ederek yumuşak bir sesle konuştu.

“Kızından mı utanıyorsun, Bijal?”

O an, adının Bijal olduğunu öğrendiğim kadın, Sanjeet amcanın bu sözlerinin ardından gözlerimden süzülen yaşları silmek ister gibi, parmaklarıyla yüzüme hafifçe dokundu. Bijal teyzenin bu basit dokunuşu, içimde yıllardır eksikliğini hissettiğim bir boşluğu doldurur gibiydi. Annemden beklediğim ama asla göremediğim sevgi ve destek, şimdi hiç tanımadığım bir kadının nazik bir hareketinde vücut bulmuştu.

“Sanjeet bana her şeyi anlattı. Senin için çok endişelendim, ama şimdi iyileştiğini görmek… Bu, bir mucize gibi.”

Bijal teyzenin sözleri ve şefkati, içimde derin bir huzur ve güven duygusu yarattı. Onun sıcaklığı, sanki yıllardır hasret kaldığım anne sevgisini bana geri getiriyor; içimdeki tüm korkuları ve endişeleri bir an için bile olsa silip süpürüyordu.

“Sana yardım etmek için burada olduğumuzu bilmeni istiyorum. Artık yalnız değilsin, Meena.” 

“Her şey düzelecek, biz… Birlikte başaracağız.”

Ellerini Bijal yengenin omuz başlarına yerleştiren Sanjeet amca, gözlerinde yaşlarla ama yüzünde hafif bir gülümsemeyle bana baktı. Bu sözler, içimdeki tüm kırılganlığı ve belirsizliği yok etti.

Hayatım boyunca hep bir yerlerde kaybolmuş gibi hissettim. Ama şimdi, her şeyin değiştiğini biliyorum. Kaderim bambaşka bir yöne doğru ilerliyor.

Eskiden yaşadığım zorluklar, çektiğim acılar ve kederler… Hepsi geride kaldı. Artık yepyeni bir hayata başlıyorum. Üstelik, bu yeni hayatta yalnız değilim. Artık benim de bir ailem var. Bu, hiç hayal etmediğim kadar büyük bir mutluluk kaynağı.

Bu yeni başlangıç, hayatımda açılan yepyeni bir sayfa. Ve ben, bu sayfayı sevgi, umut ve kararlılıkla doldurmak için sabırsızlanıyorum. Geçmişin gölgeleri ardımda kaldı, önümde ise aydınlık bir yol açıldı. Bu yol, beni hayatımın en güzel günlerine doğru götürecek. Bu yolculuk, bana sevmeye kendimden başlamam gerektiğini öğretecek.

Çünkü kader, aşkı çağırdı ve ben bu çağrıya kulak vermeye hazırım.

BÖLÜM SONU

Dipnot:

Ahmedabad: Ahmedabad, Hindistan’ın Gujarat eyaletinde yer alan ve 1411 yılında Sultan Ahmed Şah tarafından kurulan tarihi ve kültürel zenginliklere sahip bir şehirdir. Tekstil endüstrisi ile ünlü olan şehir, aynı zamanda hızla büyüyen bir ekonomik merkezdir.

Mumbai: Mumbai, Hindistan’ın Maharashtra eyaletinde yer alan ve ülkenin en büyük şehri olan önemli bir finans, ticaret ve eğlence merkezidir. Bollywood film endüstrisinin kalbi olan şehir, aynı zamanda Hindistan’ın en büyük limanına sahiptir.

Meena: Cennet.

Sanjeet: Mutluluk.

Bijal: Aydınlık.

Dupatta: Asya kültüründe boyun bölgesini kapatmak için kullanılan geniş eşarp, şal.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

  1. muratpedia

    Romantizm sevdiğim bir tür değil ama tarzı çok sevdim. Okurken acaba yazar Hindistan’da mı yaşadı diye bir sorguladım

    1. jangmisshii
      @muratpedia:

      Yıllardır emek verdiği bir konu olunca Hindistan’da yaşamış kadar bilgi edindim. Yorumun için teşekkür ederim 💕

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla