“Meena! Salman! Ne yapıyorsunuz siz orada?”
Sanjeet amcanın sesi, akşamın dinginliğini bir hançer gibi yararak kulaklarımıza ulaştı. Salman ile göz göze geldiğimizde, bakışlarımızda hem şaşkınlığın hem de telaşın izleri vardı; zaman, ne yapacağımızı bilememenin getirdiği o kısa an için sanki durmuştu. Sanjeet amcanın sabırsızca tekrar eden seslenişi, bu gerilimi daha da artırdı. Salman’ın omzunun üzerinden bakabilmek için parmak uçlarıma yükseldim ve Sanjeet amcanın birkaç basamak indiğini, merak ve hafif bir endişeyle etrafı kolaçan ettiğini gördüm.
Bir an için kalbim hızla çarptı, ancak hemen Salman’ın gölgesine çekildim. Onun geniş omuzları, farkında olmadan beni Sanjeet amcanın dikkatinden koruyan bir siper olmuştu.
“Salman Bey, şimdi ne yapacağız?”
Salman, parmağını dudaklarına götürerek düşüncelere daldı, gözlerinde beliren parıltı, bir planın filizlenmekte olduğuna işaretti. Aniden, rolüne tamamen bürünmüş bir oyuncu gibi içtenlikle bağırdı.
“İyi misin, Meena? Canın çok acıyor mu?”
Salman, önümden çekilerek kolumu tutmak için uzandı. Bu hareketiyle bana destek olurken, ben de rolümü hemen benimsedim; hafifçe eğilip ayak bileğimi tuttum, yüzümde acının gölgesi belirdi.
Sanjeet amca, merdivenlerden hızla inerek yanımıza geldiğinde, ihtiyatlı bir şekilde yere çömeldi, diğer kolumu nazikçe kavradı ve gözleriyle beni tarayarak, derin bir panikle sordu.
“Meena, ne oldu? Neyin var, kızım?”
Salman, Sanjeet amcayı sakinleştirmek için sakin bir gülümseme eşliğinde konuştu.
“Birdenbire ayağı kaldırımdaki çukura takıldı. Tam düşmek üzereyken son anda yakaladım. Neyse ki, ciddi bir şey olmadı.”
Sanjeet amca derin bir nefes alarak içindeki endişeyi yatıştırmaya çalıştı. Yüzündeki gerilim yavaşça dağıldı, yerini şefkat dolu bir ifadeye bıraktı.
“Meena, seni bu sokaklarda adımlarını daha temkinli atman konusunda uyarmıştım; özellikle akşamları.”
“Haklısın Sanjeet amca, ancak bir anlık dalgınlığıma geldi. Neyse ki, Salman Bey yanımdaydı ve beni son anda düşmekten kurtardı. Gerçekten çok şanslıydım!”
Sanjeet amca, minnettar bir şekilde başını eğdi, gözleri yere düşen bir yaprak kadar yavaşça indi. Salman ise mahcup bir şekilde gülümsedi, utangaç bir çocuğun masumiyetiyle.
“Peki, içeriye kadar yürüyebilecek misin?”
Dudaklarımı aralayıp kelimeleri serbest bırakmaya niyetlendiğim o anda, Salman benden önce davranarak sessizliği kendi sesiyle doldurdu.
“Ya bileğini zorlarsa… Yarın bu halde işe nasıl gidecek?”
“Doğru söylüyorsun, oğlum, fakat ben onu taşıyabilecek kadar güçlü sayılmam ki.”
Salman, yüzünde muzip bir gülümsemeyle, Sanjeet amcanın sözlerindeki ciddiyeti hafifletmeye çalıştı.
“Ama ben sayılırım, değil mi?”
Bir elini maharetle bacaklarımın altından geçirip diğer eliyle sırtımı nazikçe kavrayarak beni havaya kaldırdı. Bu beklenmedik hareket, sokakta esen rüzgarın bile aniden yön değiştirmesine sebep olmuş gibiydi; sanki etrafımızdaki dünya bir an için duraklamış, yalnızca bizim etrafımızda dönmeye başlamıştı.
“Rica etsem, bana yolu gösterebilir misiniz?”
Sanjeet amca, bir anlık şaşkınlığı üzerinden atar atmaz harekete geçti. Salman, kollarında beni taşırken, onun arkasından sessizce ilerledi. Sokaktaki huzur, Sanjeet amcanın açtığı bahçe kapısından geçtiğimizde, geceye karışan ince bir heyecanla yer değiştirdi. Bahçenin serinliği ve çiçeklerin büyüleyici kokusu, ay ışığının altında bir senfoni gibi etrafımızı sararken, sesim hafif bir fısıltı gibi geceye karıştı.
“Salman Bey, bu kadarına gerek var mıydı?”
“Her şeyden önce, sen rolüne yürekten inanmalısın ki, Meena, seyirciler de bu gerçeği tüm benlikleriyle hissedebilsinler.”
“Anladım, hayata daima bir oyuncunun bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz.”
“Buna mesleki deformasyon diyelim.”
Salman, benim ağırlığımın yükünü daha derinden hissederek merdivenleri ağır adımlarla tırmandı. Tam o anda, Bijal yenge giriş kapısını açtı. Beni Salman’ın kucağında gördüğünde gözlerindeki şaşkınlık ifadesi, geceyi bir anlığına aydınlattı. Ancak Sanjeet amca, Bijal yengenin merakla dolu sorularına fırsat vermeden, bilge bir ses tonuyla araya girdi.
“Onları lafa tutayım deme, Bijal. Ben sana içeride her şeyi anlatacağım.”
Bijal yenge, nazik bir tebessümle kenara çekildi ve Salman’a yol verdi. Ardından, yavaşça ilerleyip odamın kapısını ardına kadar açtı. Kapının menteşelerinden gelen hafif bir gıcırtı, odanın sessizliğine karıştı. Odanın loş ışığında, gölgeler duvarlarda dans ederken, Salman bir dizini yatağa koydu ve beni nazikçe serin çarşafların üzerine bıraktı.
“Yani, burası senin odan, öyle mi?”
Salman, odanın merkezinde bir an duraksadı; bakışları, odanın dört bir yanını dikkatlice tarıyordu. Duvarların solgun desenlerinden, hafifçe aralanmış perdelerin arasından sızan loş ışığa kadar her detayı inceliyordu. Bu an, onun gözlerinde, bir sanatçının tuvaline ilk fırça darbesini atmadan önceki dikkatli gözlemi gibiydi.
Ben ise, baş başa kaldığımızdan emin olduğum an, rolün dışına çıkıp hızla ayağa kalktım. Odam her zamankinden daha dağınıktı çünkü sabah işe geç kalmamak için toplamaya zaman ayıramamıştım. Salman’ın dikkatini çekme endişesiyle odanın dağınıklığını gizlice toparlamaya başladım. Etrafa saçılmış kıyafetleri aceleyle kavrayarak arkamda sakladım. Gardırobun önüne geldiğimde, elimdekileri fark ettirmeden içine attım ve kapakları sessizce kapatırken derin bir nefes aldım.
Salman, odanın içindeki anlık telaşımı ya fark etmemiş ya da göz ardı etme nezaketini göstermişti. Bir adım attığında, ayağı yatağımın altından çıkmış olan kurdeleli ve yaldızlı kaplamasıyla parıldayan hediye kutusuna çarptı. O anın sessizliği içinde, dikkatini bu küçük engele yöneltti. Bakışları değişti; kutuyu tanımıştı. İçinde, bana hediye ettiği ama benim açmadığım bir armağan yatıyordu.
“O zamanlar, bana yaptığınız bir iyiliği daha kabullenmekte zorlanıyordum, Salman Bey. Bu yüzden hediyenizi açmamıştım.”
Salman, sözlerimin her birini dikkatle dinledi, ardından, yavaşça eğilerek hediye kutusunu yerden aldı. Bu basit hareket, zamana meydan okuyan bir zarafetle yapılmış gibiydi. Kutuyu bana doğru uzattığında, gözlerinde derin bir anlayış ve içten bir sıcaklık parlıyordu.
“Peki, Meena, şimdi bu hediyeyi bizzat teslim etme fırsatını bulmuşken, geç de olsa kabul eder misin?”
Neşeyle başımı sallayarak, içimde yükselen coşkuyu gizleyemeden kutuya doğru ellerimi uzattım. Parmaklarımızın birbirine hafifçe temas ettiği o büyülü anda, sanki koca bir evren nefesini tutmuş, zaman durmuş ve yalnızca bu anın saf güzelliği kalmıştı geriye. Gözlerimiz, sessiz bir anlaşmanın imzasını atarcasına, derin bir bağla birbirine kilitlenmişti.
“Hiç olmazsa, ayıcık hâlâ baş ucunda duruyor. Onu da atacağından korkmuştum.”
“Prem…”
Salman, kaşlarını hafifçe kaldırarak anlamaya çalışırken, bu sessiz soruya cevaben bakışlarımı yavaşça yatağımın üzerinde duran o sevimli peluş ayıya çevirdim.
“…Onun adı.”
Salman, gözlerinde geçmişin tatlı anılarını taşıyan bir gülümsemeyle, derin ve yankılanan sesiyle kelimeyi bir kez daha telaffuz etti.
“Prem.”
Sadece Prem değil, Salman; o aynı zamanda her kapıyı açabilecek güce sahip olan sevginin ta kendisi.
☙
Bijal yenge, üzerinde sütlü çay dolu ince porselen fincanların dizili olduğu tepsiyi taşıyarak salona girdi. Çayların buharı, etrafa yayılan tarçın ve zencefil kokusuyla birleşerek, salondaki nostaljik atmosferi daha da yoğunlaştırıyor, adeta geçmişin sıcak anılarını yeniden canlandırıyordu. Fincanları zarif bir hareketle bize sunduktan sonra, yumuşak bir tebessümle benim yanıma, ayağımı bir yastığın üzerine uzatarak oturduğum kanepeye yerleşti.
Sanjeet amca, bir elinde fincan, diğerinde ise tabak tutarak, her zamanki alışkanlığıyla çayı fincandan tabağa döktü ve keyifli bir yudum aldı. Bu ritüel, onun için çayın tadını en iyi şekilde çıkarmanın yoluydu ve yüzüne yayılan huzurlu ifadeden bunu anlamak mümkündü. Salman ise sıcak çayından küçük yudumlar alarak Sanjeet amcanın anlattıklarına kulak verirken, gözleri de salonda geziniyordu; her köşe, her detay onun ilgisini çekiyor, adeta zaman içinde bir yolculuğa çıkıyordu.
Bu sırada Bijal yenge, yavaşça bana doğru eğildi ve kulağıma fısıldadı.
“Bak, Meena, sana demiştim; kavga etmeyi bıraktığınızda, aşkın kendine yer bulacağını göreceksiniz.”
Bijal yengenin sözleri, kalbimde tatlı bir telaş yaratırken sehpadaki fincana uzanmaya çalıştım, ancak parmaklarımın ucuyla bile dokunamadım. Salman, bu durumu hemen fark etti ve nazik bir hareketle fincanı bana doğru uzattı.
Fincanı alırken Salman’a minnetle teşekkür ettim ve ardından Bijal yengenin üzerimde gezinen anlamlı bakışlarıyla karşılaştım. Onun gözlerinde, haklı çıkmanın getirdiği derin bir tatmin ve gururun ince bir ışıltısı vardı.
“Bu fotoğraflar da Ahmedabad’da yaşadığımız dönemde çekildi.”
Sanjeet Amca, duvardaki fotoğraflara dalgın gözlerle bakarken, zamanın sessizce geriye aktığını hissetti.
“Sene 1972 olmalı; zaten birkaç sene sonra buraya taşındık.”
Salman, fotoğraflara daha yakından bakmak için kibarca izin isteyerek yerinden kalktı. Sessiz adımlarla duvarın önünde yürürken, ahşap döşemeler her adımında hafifçe gıcırdadı. Birkaç adım daha attıktan sonra bir fotoğrafın önünde durdu.
“Burada ne kadar küçüksün Meena, ama gözlerindeki ışıltı ve gülüşündeki sıcaklık hiç değişmemiş.”
Sanki yıllar sadece bir anlık bir fısıltıymış gibi, o eski fotoğrafın içindeki küçük kızla beni birbirine bağladı. Ancak, bu yanlış anlaşılmayı hemen düzeltmek istedim.
“Salman Bey, aslında o kız çocuğu ben değilim. Görünüşteki benzerlik yanıltıcı olabilir, ama o karedeki anılar ve hikâyeler başka birine ait.”
Sözlerim odada kısa bir sessizlik yarattı. Salman, kaşlarını düşünceli bir şekilde çatarak dikkatlice bana baktı, ardından gözlerini tekrar fotoğrafa çevirdi.
“Bu nasıl mümkün olabilir? O çocuk sana senden daha çok benziyor.”
Salman’ın yüzündeki kafa karışıklığını gören Sanjeet amca, derin bir anlayışla Bijal yengeye baktı. Bijal yenge, içinde büyüyen duyguların ağırlığını taşıyarak, sakin ve düşünceli bir şekilde ayağa kalktı.
Salman, Bijal yengenin yaklaştığını fark ederek, saygıyla kenara çekildi ve ona fotoğrafın önünde durması için yer açtı. Bijal yenge, adeta zamanın durduğu o anın içine doğru adım attı. Parmakları, eski bir tanıdığın yüzünü okşar gibi nazikçe fotoğrafın yüzeyinde dolaşırken, gözlerindeki yaşlar, yılların birikmiş acısını ve özlemini sessizce dışa vuruyordu.
“O çocuk bizim… Yıllar önce kaybettiğimiz evladımız.”
Tam o anda kapı, beklenmedik bir kararlılıkla çalındı; sanki bir alacaklının sabırsızlığıyla yankılanan tok sesi, ortamın huzurunu birdenbire bozdu. Gözlerim, Sanjeet amca ile Bijal yengenin yüzlerine kaydı; endişe, her ikisinin de yüzünde ani bir gölge gibi belirginleşti.
“Bu saatte kapıyı neredeyse yerinden sökecek gibi çalan bu densiz de kim?”
“Kimseyi beklemiyorduk, Sanjeet, gerçekten bilmiyorum.”
Sanjeet amca, ağır bir iç çekişle yerinden kalkarak kapıya yöneldi. Bijal yenge ise onun peşi sıra, sessiz ama endişeli adımlarla salondan çıktı. Ben de onları takip etmek üzere harekete geçtim, ancak Salman kolunu önüme uzatarak beni durdurdu.
“Sen burada kal, Meena. Ben onlara eşlik ederim.”
Sesi, sakin ama bir o kadar da otoriter bir tona bürünmüştü. Sert ve dikkatli bakışları, odanın ötesine, kapıdan gelen bu davetsiz ve belirsiz varlığa odaklanmıştı.
Salondan çıkarken, Salman’ın duruşu bir anda dikleşti; omuzları adeta bir savaşçının zırhı gibi gerildi ve göğsü, kararlılıkla dolu bir nefesle kabardı. Onun ardından bakarken ben de kapının kirişine yaslandım; bu hareket, bir yandan beni ayakta tutarken, diğer yandan da olan biteni daha iyi görebilmemi sağlıyordu.
Sanjeet amca kapıyı açtığında, eşikte beliren ev sahibinin yüzü, istenmeyen bir misafirin getirdiği soğuk bir rüzgar gibi içeri sızdı.
“Bu saatte hangi cüretle kapımıza dayandınız?”
Bu ani ve beklenmedik ziyaretin ardındaki nedeni öğrenmek istercesine, bakışları davetsiz misafire adeta meydan okuyordu. Ev sahibi ise, kapının önünde adeta öfkeyle alev almış bir halde duruyordu.
“Bir hafta önce size kira konusunda son kez ihtarda bulunmuştum. Ancak hala ödeme yapılmadı.”
“Bu konuda size yeterince mahcup olduk, bunun farkındayım. Parayı toparlamaya çalışıyoruz, elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Ancak bu durum, gece vakti kapımıza dayanmanızı haklı kılmaz.”
Ev sahibi, eşiği tek bir hamlede aşarak içeriye adımını attı; bu hareketi, hakimiyetin kimin elinde olduğunu kanıtlayan sessiz bir beyan gibiydi.
“Bu uğurda daha fazla çabalamanıza gerek yok. Sonuçta, birkaç güne evi boşaltmak zorunda kalacaksınız.”
Bu sözler Sanjeet amcanın içinde bir volkan gibi patladı. Gözleri öfkeyle parlayarak ev sahibine doğru bir adım attı. Tam bu sırada, Bijal yenge araya girerek elini Sanjeet amcanın göğsüne koydu, onu durdurmaya çalışıyordu.
“Ne olur, Sanjeet, sakinleş. Kalbinle ilgili sorunlar var, sağlığını tehlikeye atmandan korkuyorum.”
Bijal yenge, odanın sessizliğini bozan ayak sesleriyle, tedirgin ama sarsılmaz bir kararlılıkla ev sahibine doğru ilerledi. Ellerini önünde nazikçe birleştirdi; parmakları, zihnindeki karmaşık düşünceleri gibi, birbirine kenetlendi. Gözleri, ev sahibine yalvaran bir bakışla kilitlendi ve bu bakış, derin bir rica ve anlaşılma arzusunu ifade ediyordu.
“Eğer bizi bu evden çıkarırsanız, nereye gideceğiz, nasıl hayatta kalacağız? Lütfen, bize biraz daha süre tanıyın. Borcumuzu size en kısa zamanda ödeyeceğiz.”
Ev sahibi, Bijal yengenin içten gelen yakarışlarına aldırış etmeden, sabrının sonuna geldiğini gösteren bir tavırla onu geri itti. Onun için artık bahanelere ve gecikmelere yer yoktu; kararını çoktan vermişti.
“Sizi yakanızdan tutup kapı dışarı etmediğime şükretmek yerine hâlâ burada dil döküyorsunuz.”
Daha fazla sabredemeyip, içimde biriken öfkeyle bir ok gibi yerimden fırladım. Bijal yengenin dengesini kaybedip düşmeye başladığını gördüğüm anda, reflekslerim devreye girdi ve onu son anda tutarak düşmesini engelledim. Ardından, ev sahibine doğru döndüm ve onun karşısında dimdik durarak varlığımı hissettirdim.
“Sen ne vicdansız bir adamsın!”
Haykırdım, sesimdeki kararlılık ve sitem, duvarlarda yankı buldu.
“Bu insanlar yıllardır senin kiracın, değil mi? Onca haksız kira zammına rağmen, her seferinde parayı eline eksiksiz saymadılar mı? Şimdi bir kez dara düştüler diye bu yaptığın insanlığa sığar mı?”
Ev sahibi, söylediklerimi ciddiye almak bir yana, yüzüne yerleşen alaycı bir sırıtışla bana karşılık verdi ve ağır bir hareketle elini kaldırıp avucunu bana doğru uzattı.
“Ben lafa değil, icraata bakarım, küçük hanım. Eğer şimdi paramı vereceksen, çıkar ver, yoksa boşuna nefes tüketme. Paran yoksa, başka yollarla da hesaplaşabiliriz.”
Sözleri, odanın içinde yankılanırken, her bir hecesi taş gibi ağır ve keskin bir şekilde üzerime geliyordu. Bu, onun için bir pazarlık değil, açık bir meydan okumaydı; ahlaktan yoksun bir dünyanın çıplak gerçeğiydi.
“Oye, insanlıktan nasibini almamış varlık! Bir kadına böyle bir teklifi yaparken hiç mi utanmıyorsun?”
Salman’a döndüğümde, gözlerindeki hiddetin alev alev yandığını gördüm. İçindeki öfke, kontrol edilemez bir güç gibi bedenine yayılmıştı. Bir rüzgarın ani ve keskin esintisi misali, yanımdan geçti ve ev sahibinin karşısına dikildi.
Bir anda, her şey o kadar hızlı gelişti ki, ev sahibi neye uğradığını anlamadan Salman’ın demir gibi güçlü elleri yakasına yapıştı. Ev sahibi, parmak uçlarına kalkmaya zorlanırken, panikle gözleri sağa sola kaçıyor, kendini bu beklenmedik durumdan kurtarmaya çalışıyordu. Ancak Salman’ın kararlılığı, her türlü direnci kıracak denli sert ve sağlamdı.
“Senin gibi vicdansızlar, ancak güçten anlar! İnsanları köşeye sıkıştırarak kazandığın paranın asıl bedelini ödemeye hazır mısın?”
“Efendim, lütfen! Durun, gerçekten kötü bir niyetim yoktu. Yanlış anlaşıldım, özür dilerim!”
Bir anda, Salman ev sahibinin yakasını daha sıkı kavrayarak onu bana doğru sürükledi. Salman’ın ani ve kararlı hamlesiyle adam, kontrolsüz bir şekilde savrularak önüme düştü.
“Özür dileyeceğin kişi ben değilim.”
Bu sözlerle, ev sahibi bir an bile tereddüt etmeden emekleyerek ayaklarımın dibine geldi. Yüzündeki pişmanlık ve çaresizlik, bir maskenin ardına gizlenmiş samimiyetsizliğin açık bir göstergesiydi. Özrünü dile getirdikten sonra, Salman, sessiz bir otoriteyle kapıyı göstererek, adamı dışarı çıkmaya zorladı.
Giriş kapısı kapandığında, ardında bir fırtınanın yıkıcı etkilerini andıran bir atmosfer bıraktı. Ortalık sakinleşmişti, ancak geriye derin bir sessizlik ve dağınıklık kalmıştı. Sanjeet amca, yüzünde derin düşüncelerin izleriyle, başını ellerinin arasına almış bir şekilde yemek masasında oturuyordu. Yan odadan, Bijal yengenin mutfakta sessizce ağladığı duyuluyordu; hıçkırıkları, odanın duvarlarına çarpıp geri dönüyordu. Ben ise yaşananların ağırlığı altında tamamen sarsılmıştım. Olayların Salman’ın gözü önünde cereyan etmesi, içimdeki sarsıntıyı daha da derinleştirmişti. Nereden başlayarak işleri yoluna koyabileceğimi bilememenin çaresizliğini yaşıyordum.
Bu ağır atmosferi, Sanjeet amcanın yorgun sesi bozdu.
“Sadece… Seni evimizde ağırlamak istemiştik ama bizim yüzümüzden böyle bir karmaşanın içine sürüklendin. Lütfen, bizi af-“
Ancak Salman, nazik ama kararlı bir el hareketiyle onu durdurdu.
“Amca, sözlerinizi sürdürürseniz, beni bir yabancı gibi gördüğünüzü düşüneceğim. Oysaki ben, burada kendimi ailenizin bir parçası gibi hissetmiştim.”
Sanjeet amca, bu sözlerin ardından, yüzünde beliren hafif bir tebessümle başını salladı.
“Öylesin, tabii ki.”
“Madem beni ailenize kabul ediyorsunuz, o halde size yardım etmeme izin verin, amca. Çünkü aile olmak bunu gerektirir.”
Bijal yenge, gözyaşlarını nazikçe kurulayarak mutfağın kapısında belirdi. Sanjeet amca, onu kontrol etmek amacıyla dikkatini ona yöneltti; bakışlarında hem endişe hem de şefkat vardı. O sırada ben, bir adım öne çıkarak Salman’ın sözlerinin derinliğini kavramaya çalışıyordum.
“Salman Bey, tüm bunlar ne anlama geliyor?”
“Aile apartmanımızda bir daire boşaldı. Kabul ederseniz… Sizi komşum olarak görmek beni onurlandırır.”
İşte, Galaxy Apartmanı böyle bir gecede yuvam oldu; ben mutluluğun ve kederin iç içe geçtiği bu yerde öğrendim, gerçek anlamda yaşamın ne demek olduğunu.
☙
Sabahın erken saatlerinde, uykusuz geçen bir gecenin ardından belirsizlikle dolu yeni bir günün eşiğinde duruyorduk. Mobilyalar toparlanmış, koliler itina ile kapatılmış ve hepsi kamyonetin kasasına yerleştirilmişti. Bijal yenge, boş antreden son bir kez içeriye bakarak kapıyı usulca kapattığında, yanaklarından süzülen gözyaşlarıyla bahçenin taşları üzerinde yürümeye başladı.
Onu izlerken, omzumda hafif bir dokunuş hissettim. Yanımda Anandi duruyordu. Yüzümü ona çevirdiğimde, her zamanki gibi delidolu ve çocuksu arkadaşımı gördüm, fakat şimdi evliliğin getirdiği olgunlukla sarılmış bir haldeydi. Klasik bir sari zarafetle bedenini sararken, saçları arkada sıkı bir topuzla toplanmıştı ve saç ayrımında bir tutam sindoor, yeni hayatının sembolü gibi parlıyordu. Bu yeni haliyle, belki eskisi kadar çocuksu bir enerjiye sahip değildi, ama gözlerinde hala o yaramaz ve hayat dolu parıltıyı görmek mümkündü.
“Behenji… Yeni yuvana taşındığında bizi unutmazsın, değil mi? Lütfen, sık sık gel. Her gelişinde, sana pani puri ısmarlarım.”
“Fakat, Anandi, biliyorsun ki ben pani puri sevmem…”
“Haklısın, Meena. Artık sevdiğin şeylere de dilediğince ulaşabiliyorsun.”
Anandi’nin gözlerinde ince bir yaş perdesi, kristal damlalar gibi parıldarken, dudaklarında beliren buruk gülümseme, kelimelerinin altındaki gizli anlamı ele veriyordu. Salman’ı kastettiğini anladığımda, yüzümde beliren sıcak bir tebessümle karşılık verdim ve ona sımsıkı sarıldım. O sırada, Rishi yanımıza yaklaştı; bir zamanlar dağınık ve uyuşuk olan hali, evliliğin nazik eliyle derlenip toparlanmıştı. İçimi huzur kapladı; zira onları birbirlerine emanet edebileceğimi bilmenin verdiği güvenle kalbim sükûnet bulmuştu.
Rishi, Anandi’nin omuzlarına nazikçe dokunarak ona destek olmaya çalışırken, bana dönüp neşeli bir tonda laf attı.
“Yüzünden gülümsemenin eksik olmaması gereken karımı nasıl ağlatmayı başardın, söylesene?”
“Umarım hayatında gözyaşlarına sebep olan tek kişi ben olurum.”
Ben de aynı şakacı tavırla karşılık vererek, Anandi’ye iyi bakması gerektiğini, aksi takdirde işlerin pek de iyi gitmeyeceğini ima ettim ve alışkanlıkla koluna hafifçe bir dirsek attım. Ancak bu kez, Rishi’nin tepkisi beklediğimden farklıydı; her zamanki gibi avazı çıktığı kadar bağırmak yerine, gözleri doldu, duygularının derinliği sessiz bir sel gibi yüzüne vurdu.
“Yani, o kadar da sert vurmadım ki.”
“Canım yanmıyor, Meena; asıl acıtan, dostuma veda etmek.”
Sonrasında, beni nazikçe göğsüne bastı; bu beklenmedik hareket karşısında kısa bir an için hareketsiz kaldım. Anandi de bu anı paylaşmak istercesine bize katıldı, kollarını etrafımıza doladı. Üçümüz, dostluğun ve vedanın iç burkan anında, kalplerimizin aynı ritimde attığını hissederek sessiz bir uyumla birbirimize sarıldık.
“Hadi kızım, vakit geldi, artık yola çıkıyoruz.”
Sanjeet amca, kamyonetin şoförüne adresi tarif ettiği kısa bir konuşmanın ardından bana doğru seslendi ve ardından ağır adımlarla taksiye yöneldi. Bijal yenge, ön koltukta oturmuş, dalgın gözlerle hala evi izliyordu. Arkadaşlarıma son bir kez bakarak, içimdeki hüzünle arka koltuğa geçtim. Taksinin arkasından el sallayan dostlarımın görüntüsü, bulanık gözlerimin önünde bir siluet gibi kalırken, araç yavaşça hareket etti.
Kamyonet arkamızdan gelirken, Indra’nın tenha sokakları geride kalıyor, yerini yavaş yavaş Bandra’nın canlı ve hareketli caddelerine bırakıyordu. Şehrin kalabalığı ve koşturmacası arasında ilerlerken, nihayet, yolculuğumuzun son durağı olan Galaxy Apartmanı’na ulaştık. Taksi ve kamyonet arka arkaya durur durmaz, koruma çevik adımlarla yanımıza ulaştı ve yüzünde beliren sıcak bir gülümsemeyle bizi karşıladı.
Bu kez, daha önceki sorgulamalarından eser yoktu; büyük kahverengi kapıyı tereddütsüz bir kararlılıkla görevlilere açtırdı. Taksi ve kamyonet geniş, taş avluya girdi ve araçların motor sesleri, eski taş duvarların arasında yankılanarak kayboldu. Araçlar durduğunda, etrafta derin bir sessizlik hüküm sürdü; yalnızca rüzgârın hafifçe savurduğu yaprakların hışırtısı duyuluyordu. Görevliler, dikkatli ve uyumlu bir şekilde mobilyaları ve kolileri taşımaya başlarken, biz de korumanın rehberliğinde apartmana doğru ilerledik.
Aslında, Salman ile bağımı kopardığım, ya da öyle sandığım o gece, bu apartmana son kez girdiğimi düşünmüştüm. Ama şimdi, geldiğimiz nokta bambaşkaydı. Korumanın yönlendirdiği dairenin kapısına ulaştığımda, bakışlarım karşımdaki dairenin tanıdık kapısında sabitlendi; burası, Salman’ın yaşadığı daireydi. Zihnimde, elinin başımın üzerine usulca uzandığı o anın silueti belirdi.
“Madem ki bu bağ seni bana mecbur kılmaya devam edecek, ben de o bağı koparıp seni özgür bırakıyorum.”
“Salman… Bey.”
“Ne hoş, artık senden teşekkür ya da özür duymayacak olmak.”
Kalbimde yankılanan bu sözler, o geceyi ve sonrasında aramızda oluşan yeni bağı hatırlatıyordu. Gözlerimin önünde canlanan anılar, yüzümde hafif bir esinti gibi dolaşıyordu.
“Salman Bey evde değiller, efendim.”
Korumanın nazik ama kesin ifadesiyle gerçeğe döndüğümde, kapının açıldığını ve Bijal yenge ile Sanjeet amcanın çoktan içeri girdiğini fark ettim. Onların peşinden adımlarımı hızlandırarak geniş, ferah ve henüz boş olan salona adım attım. Salonun sessizliği, yeni başlangıçların umut dolu yankılarıyla doluydu, sanki duvarlar bile bu taze başlangıcı kutluyordu. Bijal yenge, bir kuş gibi mutfağa yönelirken, ben de Sanjeet amcanın koluna girip başımı onun güven veren omzuna yasladım.
“Bijal yenge yeni mutfağını görmek için nasıl da sabırsız… Peki ya sen, Sanjeet amca, sen de heyecanlı mısın?”
“Elbette heyecanlıyım. Ama birilerinin de bu çılgın kalabalığa göz kulak olacak kadar aklı başında olması gerekiyor, değil mi?”
Görevliler, mobilyaları gelişigüzel yerleştirip kolileri odalara taşırken, ben de bana ait koliyi taşımaları için uygun bir oda arayışına koyuldum. Sessizce koridorun sonuna kadar ilerledim ve son kapıyı yavaşça araladım.
“Burası… Be-benim odam mı?”
Şaşkınlık içinde odanın içinde ilerlerken, zemine serilmiş olan halıya adımlarımı attım. Yumuşak dokusu, her adımda beni nazikçe karşılarken, üzerine rastgele ama bir o kadar da özenle yerleştirilmiş minderlerin renk cümbüşü dikkatimi çekti. Pastel tonlardaki bu minderlerin arasından geçerek, pencerenin önünde davetkar bir şekilde konumlanmış yatağa doğru yöneldim. İçeriye süzülen gün ışığı, odanın atmosferine büyülü bir hava katarken, yatak örtüsünün üzerinde elimi gezdirdim. Örtünün ince işçiliği ve dokusundaki zarafet, odanın huzur veren ambiyansını yansıtıyordu.
Yatağın karşısında duran makyaj masasının aynası, ışığı ustalıkla yansıtarak gözlerimi aldı. Birkaç adımda oraya ulaştım ve masanın üzerindeki parfüm şişelerinden birinin kapağını nazikçe açarak burnuma yaklaştırdım. İçinden yayılan bergamot ve narenciye kokusu burnumu gıdıklarken, odaya derinlik katan aynanın yansımasında kendi gülümsememi gördüm. Ardından gardıroba doğru ilerledim ve kapaklarını iki yana doğru açtım. O kadar geniş ve ferah bir alana sahipti ki, eşyalarımı yerleştirdiğimde bile fazlasıyla boşluk kalacaktı; bu boşluk, yeni anılar ve deneyimlerle dolmayı bekleyen bir geleceğin habercisiydi sanki.
Avuç içlerimi yatağın yumuşak yüzeyine yasladım ve arkaya doğru yaslanarak rahatça oturdum. Odanın bütününe bir kez daha bakarken, komodinin üzerinde duran kamelya çiçekleri dikkatimi çekti; eğilip onların narin kokusunu içime çekerken, zihnimde yalnızca bir isim belirdi: Salman…
Odanın her köşesi, her dokusu ve her kokusu senin ismini fısıldıyor adeta.
Telefonumu elime alıp onu aramak istedim; fakat ekranda beliren mesaj beni duraklattı.
“Günaydın, Meena. Umarım bu sabah, yeni karşı komşum olarak güne başlamışsındır. Orada olup seni karşılamayı çok isterdim, fakat beklenmedik bir işim çıktı. Bu yüzden annem ve kardeşim size eşlik edecekler, eminim sizi yalnız bırakmayacaklardır.
Eğer henüz odanı bulamadıysan, koridorun sonundaki odaya gitmeni tavsiye ederim; orada seni hoş bir sürpriz bekliyor olabilir.
Şayet şu an odanın içindeysen ve belki de yatağın üzerinde oturmuş kamelya çiçeklerine bakıyorsan, o zaman görev başarıyla tamamlanmış demektir.
Lütfen nedenini sorgulama, bunu sadece içimden geldiği için yaptım. Amcanların evindeyken odanda sana ait çok az eşya vardı ve sanki başkasına ait bir hikayeyi yaşıyor gibiydin. Ayrıca yatağın yayları rahatsız ediciydi, masa yıpranmıştı ve gardırobun kapakları düşmek üzereydi.
Burada sana özel bir dünya oluşturmak istedim ki kendi hikayeni özgürce yazabilesin.”
Salman’ın mesajını okurken, kelimeler kalbimde derin bir yankı buldu. Her bir satır, içimdeki özlem ve minnettarlık duygularını daha da yoğunlaştırdı. Mesajın sonuna geldiğimde, gözlerimde biriken yaşlar daha fazla tutunamayıp ağır ağır ekrana doğru süzüldü.
Tam bu duygusal anın ortasında, birden içeriden Bijal yengenin sesi duyuldu. Sesi, odanın sakin atmosferini altüst edercesine canlı ve coşkulu bir enerjiyle doluydu.
“Arrey, Meena! Salma Hanım ve kızı Arpita geldiler.”
☙
Evi yerleştirdikten sonra, günün yorgunluğunu üzerimizden atarak Bijal yenge ile pazar alışverişine çıkmaya karar verdik. İçimizi kaplayan tatlı bir heyecanla, akşam ağırlayacağımız misafirler için en taze ve en güzel malzemeleri seçme arzusuyla doluyduk.
Pazar yerinin enerjisi, hemen bizi sarıp sarmaladı. Tezgâhlar, doğanın tüm renklerini barındırıyordu; kırmızı, yeşil, sarı ve turuncunun bin bir tonunda meyve ve sebzeler göz alıcı bir şekilde sergilenmişti. Satıcılar, ellerinde terazilerle, mallarını överek kalabalığın dikkatini çekmeye çalışırken, her köşeden yükselen sesler birbirine karışıyordu. Baharatların egzotik kokuları, havayı dolduruyor; taze otların serin esintisi ise bu kokulara eşlik ediyordu. Rüzgar, hafif bir dokunuşla sergilerin üzerindeki ince örtüleri dalgalandırıyor, renkli kumaşların arasından geçerek insanın ruhunu okşuyordu.
Bijal yenge, her zamanki titizliğiyle en iyi sebzeleri seçerken, akşam yemeği için planlar yapmaktan geri durmuyordu.
“Salma Hanım gerçek bir hanımefendi, bunu her haliyle belli ediyor. Kızı Arpita’yı da aynı özenle yetiştirmiş. Her ikisi de bize karşı oldukça nazik karşıladı. Onları en iyi şekilde ağırlamak boynumuzun borcu.”
Ben de seçilen sebzeleri dikkatle poşetlere yerleştirirken, onunla hemfikir olduğumu belirttim.
“Onlar beni misafir ettiklerinde kendimi hemen aileden biri gibi hissettim, hiç yabancılık çekmedim. Bu yüzden, onları ağırlarken aynı sıcaklığı ve samimiyeti hissettirmek istiyorum.”
Bijal yenge, bir sergiye doğru eğilerek kırmızı, parlak domatesleri dikkatle seçerken, ben de elimde dolup taşan poşetleri dengede tutmaya çalışıyordum. Pazarın renkli ve hareketli atmosferinde, bir bisikletlinin aniden üzerime doğru geldiğini fark ettim. Uyarı niteliğinde sürekli çalan zilin sesi, kalabalığın uğultusu arasında giderek yükseldi.
Bisikletlinin hızla yaklaşmasıyla birlikte, kenara çekilmeye çalıştım. Ancak o anın telaşı içinde, poşetlerden biri tezgâha çarptı ve ince plastik kolayca yırtıldı. Mangolar, pazarın taşlı zemininde yuvarlanırken, bisikletli yanımdan sıyrılıp geçti. Kalbim hâlâ telaşlı bir ritimle çarparken, etrafa saçılan meyveleri toplamak için eğildim. Gözüm biraz ötede bir çift postalın önünde duran parlak turuncu bir mangoya takıldı, ancak önümdekileri toplamaya devam ettim. O sırada, postal giyen kişi eğilip mangoyu yerden aldı ve yavaşça bana doğru yaklaştı.
“Sanırım bunlar senin.”
Teşekkür ederek başımı kaldırdığımda, tanıdık bir yüzle karşı karşıya geldim.
“Vikram, sen?”
“Evet, benim. Yoksa, benimle bir pazarda karşılaşmayı beklemiyor muydun?”
Sesi, beklenmedik bir karşılaşmanın getirdiği tatlı şaşkınlığı yansıtıyordu.
“Doğrusunu istersen, hayır.”
Vikram, nazikçe eğilip yere saçılan her bir mangoyu sanki değerli birer hazineymiş gibi dikkatle poşete yerleştirdi. İşimiz bittiğinde ve birlikte ayağa kalktığımızda, pazarın canlı telaşı içinde kısa bir an için durakladık.
“Seni bu civarda ilk kez görüyorum, Meena.”
“Henüz yeni taşındık da ondan. Sen buralara sık sık mı uğrarsın?”
“Yalnız yaşayınca yemek işini üstlenecek biri gerekiyor ve o kişi de ben oluyorum.”
Kendi kendine yetmenin getirdiği sorumlulukları hafif bir gülümsemeyle kabullenip başını nazik bir tevazu ile eğdi. Tam o esnada, Bijal yengenin elleri dolu bir şekilde yanımıza doğru yaklaştığını fark ettim. Yüzünde alışverişin getirdiği hafif bir yorgunluk, ama aynı zamanda tanıdık bir sıcaklık vardı.
“Bu delikanlı kim, Meena?”
“Vikram, iş yerinden bir arkadaşım.”
Vikram, ellerini göğüs hizasında birleştirip hafifçe eğilerek Bijal yengeyi selamladı. Bijal yenge de ona başıyla karşılık verdi. Bu nazik selamlaşmanın ardından, Vikram’a dönerek Bijal yengeyi daha yakından tanıtmak istedim.
“Bijal yenge, kendisi manevi annemdir.”
Bijal yengenin gözleri, bir an için bana odaklandı; sanki zamanın akışını durduran derin bir duygunun tesiriyle irileşip doldu. Vikram, bu duygusal anın farkına vararak nezaketle Bijal yengenin elindeki poşetlere uzandı.
“İzniniz olursa, size evinize kadar eşlik etmek isterim.”
Bijal yenge, hafif bir tebessümle poşetleri Vikram’ın ellerine bıraktı. Böylece, pazarın canlı ve hareketli kalabalığından sıyrılarak yola koyulduk. Yol boyunca Vikram, neşeli bir sohbetin kapılarını araladı. Kelimeleri, sanki etrafımızdaki dünyayı daha aydınlık ve renkli kılıyormuşçasına içimizi ısıttı. Bijal yenge, onun anlattıklarına kayıtsız kalamayıp sık sık kahkahalarla karşılık verdi; bu kahkahalar, sanki yoldaki taşları yumuşatıp adımlarımızı daha hafif hale getiriyordu.
Apartmanın tanıdık kapısına ulaştığımızda, Vikram’ın yüzündeki şaşkınlık ifadesi belirgin bir hâl aldı; sanki beklenmedik bir sırla karşılaşmış gibi gözlerini kapıya dikti.
“Sen buraya yeni taşındığını söylediğinde, Galaksi Apartmanı’nda oturduğunu hayal etmemiştim.”
“Ben de hâlâ bu duruma inanmakta güçlük çekiyorum.”
Kahverengi kapı, ihtişamla ağır ağır aralandı; sanki ardında sakladığı dünyayı nazikçe sergilemek istercesine bizi içeriye buyur ediyordu. Koruma, profesyonel bir ciddiyetle bizi karşıladı ve çağırdığı görevli poşetleri Vikram’dan teslim alarak içeri yöneldi. Bijal yenge, kapının ardında yavaşça kaybolurken, ben de Vikram’a içten bir teşekkür ve sıcak bir veda ile taş avluya girdim, onu gözlerinde hoş bir anının yansımasıyla geride bırakarak.
Bijal yenge ile birlikte, poşetleri taşıyan görevlinin peşinden asansöre doğru ilerledik.
“Şu Vikram ne sempatik bir çocukmuş, Meena, beni epey güldürdü.”
“Ayrıca çok yardımsever biridir, Bijal yenge. İş yerimdeki ilk günümü onun sayesinde atlattım, adeta kurtarıcım oldu.”
Dairenin kapısını araladım ve Bijal yenge ile birlikte içeriye adım attık. İçeride, taşınma telaşının yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışan Sanjeet amca, vardiyasını başka birine devretmiş olmanın rahatlığıyla salonda sessizliğin huzurunda gazetesini okuyordu.
“Bijal, pazarı adeta yağmalamışsınız. Zavallı insanlara alacak birkaç şey bıraksaydınız keşke.”
“Aman Sanjeet, zaten başımı kaşıyacak vaktim yok.”
Görevli, Bijal yengenin peşinden adeta bir gölge gibi ilerleyerek mutfağa dek poşetleri taşıdı ve ardından sessizce ayrıldı. Bunun üzerine, biz de akşam yemeği hazırlıklarına başlamak üzere kollarımızı sıvadık, mutfağın sıcak ve davetkâr atmosferine dalarak. Bijal yenge, elinin lezzetiyle efsaneleşmiş rogan joshu hazırlamaya koyuldu, ben ise basmati pirincini safran ve karanfilin büyülü aromasıyla harmanlayarak pişirmeye başladım. Pilavı tamamladıktan sonra, zorlu ama bir o kadar da tatmin edici bir tatlıya, basundiye geçtim. Tencerede saatlerce kaynayan süt, kardamom ve safran ile birleşerek sonunda altın rengini aldı ve kadifemsi dokusuyla göz kamaştırdı.
Sofrayı büyük bir özenle kurduktan sonra, günün yorgunluğunu üzerimden atmak için sıcak bir duşun rahatlatıcı kollarına bırakmak istedim kendimi. Burada, bodrum katında, bir su deposu olmalıydı; bu da günün herhangi bir saatinde su kesintisi derdi olmayacağı anlamına geliyordu. Bu düşünce içimi rahatlatırken, duşun ardından hazırlanmak üzere odama yöneldim.
Gardırobumun kapağını aralarken, elim bembeyaz bir shalwar kameeze uzandı. Bu kıyafet, sadeliği ile göz kamaştırırken dokusu zarif bir meltem gibi tenime değiyordu. Kıyafeti üzerime geçirip aynanın karşısına geçtiğimde, bir an için yansıyan görüntümde bir eksiklik fark ettim.
O an, Salman’ın sesinin yankısı, zihnimin derinliklerinden su yüzüne çıktı.
“Peki, Meena, şimdi bu hediyeyi bizzat teslim etme fırsatını bulmuşken, geç de olsa kabul eder misin?”
O anın sıcaklığını yeniden yüreğimde hissederek, titreyen parmaklarımla parlak kurdeleyi çözüp hediye kutusunu açtım. Kutunun içinden, lila renginde, zarif bir dupatta nazikçe dışarıya doğru süzüldü. Uç kısımlarına işlenmiş büyük çiçek motifinin merkezinde mor tonlarında, asaletin simgesi olan lotus çiçeği yer alıyordu; etrafında ise simetrik yapraklar, doğanın kusursuz dengesini ve uyumunu gözler önüne seriyordu.
Dupattayı özenle kutudan çıkarıp boynuma doladım, kumaşın hafifliği tenimi okşarken bir kez daha aynaya baktım. Bu zarif parça, sanki eksik bir yapbozun son parçası gibi görünümüme kusursuz bir şekilde uyum sağladı.
Tıpkı Salman, hayatıma girdiğinden beri hissettiğim o tamamlanmışlık hissi gibi…
☙
“Sanjeet, misafirlerimiz neredeyse burada olacak. Bir gömlek giymen neden bu kadar zaman alıyor, hayatım?”
Bijal Yenge, sofradaki her detayı titizlikle gözden geçirirken, sesini yatak odasına doğru yükseltti. Sanjeet Amca, gömleğinin son düğmelerini aceleyle iliklerken, salona doğru adımını attı ve yüzünde tatlı bir gülümsemeyle cevap verdi.
“Bayram çocuğu gibi süslenmemi sen istemiştin, Bijal.”
Tam o esnada, kapının zili evin sessizliğini bozarak yankılandı. Bijal Yenge, misafirleri karşılamak için aceleyle kapıya yöneldi. Ben de dupattamı dikkatlice düzelterek ona eşlik ettim, içimdeki heyecanı bastırmaya çabalayarak. Kapı açıldığında, Salim amca, Salma teyze ve Arpita’nın sıcak gülümsemeleriyle karşılaştık. Fakat Salman’ın yokluğu, içimde ince bir hayal kırıklığı rüzgarı estirdi; yine de bu duyguyu bastırarak misafirleri güler yüzle içeri davet ettim.
Salona girmek üzere olan Arpita’ya yetişip koluna girdim ve bir köşeye çekip, hafifçe kulağına eğildim.
“Şey, ıııı… A-abin nerede?”
“Meena, hangi abimi kastediyorsun?”
“Sence, Arpita? Salman abini, başka kim olabilir ki?”
Küçük bir hayal kırıklığı içinde kollarımı göğsümde kavuşturarak arkamı döndüm. Arpita, bu duruma kıkırdayarak karşılık verdi ve dostça bir tavırla elini omzuma koyarak beni teselli etti.
“Hâlâ işi bitmemiş, ama gelmeye çalışacakmış.”
Arpita, koluma girerek beni neşelendirmeye çalışırken, dudaklarıma hafif bir tebessüm yerleşti; fakat gözlerim hâlâ derin bir özlemin izlerini taşıyordu. Birlikte salona geçtik ve kısa bir hasbihalin ardından akşam yemeği için sofraya yöneldik. Herkes masadaki yerini aldığında, yemek servisi başladı ve tabakların ve çatal-bıçakların tınısı, salondaki neşeli sohbetlere karıştı.
Ancak zihnim, bu hoş sohbetin ve leziz yemeklerin ötesinde, kapının her an çalabileceği düşüncesiyle meşguldü. O tanıdık sesin yankılanmasını ve Salman’ın yüzünü görmeyi umut ediyordum. Her geçen dakika, içimdeki huzursuzluk ve umut arasında sürekli bir gelgit yaratıyordu. Bu yoğun beklentinin içinde, zaman adeta yavaşlıyor, her saniye bir öncekinin üzerine ince bir tül gibi örtülüyordu.
“… değil mi, Meena?”
Salim amca bir soru sordu, fakat derin düşünceler içinde kaybolduğumdan, yalnızca cümlenin sonunu duyabildim.
“E-efendim?”
“Demek istediğim, gramofon dinlemek istediğinde bize uğramaktan çekinme. Salma teyzen artık bana eşlik etmiyor, bu yüzden tek başıma dinlemekten pek keyif almıyorum.”
Bu sözlerin ardından Salma teyze, dudaklarında beliren zarif bir gülümsemeyle karşılık verdi; Bijal yenge de ona katılarak bu sıcak anı paylaştı. Ben de başımı hafifçe sallayıp onlara eşlik ettim, bu samimi anın içtenliğini içimde hissederek.
“Ah, ne günlerdi o günler!”
Sanjeet amca, dirseklerini masanın kenarına dayayarak ellerini birleştirdi ve gözleri geçmişin tatlı hatıralarına daldı.
“Henüz Ahmedabad’dayken, Raj Kapoor’un film şarkılarının olduğu 45’likleri biriktirirdim. Bir kandilin titrek ışığında Bijal ile o ezgilere kulak verirdik. Hatta, bazen ona bu şarkıları mırıldandığım da olurdu.”
Sanjeet amca, Bijal yengenin masanın üzerinde duran elini nazikçe tuttu, Bijal yenge de bir an duraksadıktan sonra diğer elini yavaşça Sanjeet amcanın elinin üzerine kapattı.
“En çok da en sevdiğim şarkıyı, Chhod-“
“Gaye Balam’ı…”
Bijal yengenin dudaklarından dökülmeye başlayan cümleyi ani bir içgüdüyle tamamladım. Bu beklenmedik müdahale, Bijal yenge ve Sanjeet amcanın bir anda dikkatlerini bana çevirmesine neden oldu. Gözlerinde beliren şaşkınlık ve derin duygusal yansıma, anın yoğunluğunu artırdı. Masanın üzerindeki bir noktaya dalan gözlerim, o anın duygusal yoğunluğuyla dolarken, yavaşça başımı kaldırdım ve onlara baktım. Gözlerimden kalbime akan duygular, sessiz bir nehir gibi içimde birikiyordu.
“Annemin de en sevdiği şarkı buydu, babam da ona söylerdi.”
Bijal yenge derin bir iç çekişle kendini tutamazken, ani duygusal dalgalanmanın etkisiyle elini dudaklarına kapattı. Yanında oturan Sanjeet amca, Bijal yengenin elini daha sıkı kavrayarak ona destek olmaya çalıştı. Onları böylesine huzursuz eden şeyin ne olduğunu içimde sorgularken, bir cevaba ulaşamamak, ruhumda derin bir çaresizlik hissi uyandırdı.
“Bu…”
O anın yoğunluğu, kelimelerimi yavaşlattı; her biri dikkatlice seçilmiş gibi, tek tek döküldü dudaklarımdan.
“Yalnızca sıradan bir tesadüf mü?”
Kaderin ince bir alayışı mı, yoksa?
BÖLÜM SONU
Dipnot:
Oye: Hintçede, özellikle günlük konuşma dilinde birine seslenmek veya dikkat çekmek amacıyla kullanılan yaygın bir ünlemdir.
Rogan josh: Kuzey Hindistan’ın Keşmir bölgesine özgü bir yemektir. Bu yemek, yumuşak ve zengin baharatlarla pişirilen kuzu veya keçi etiyle yapılır.
Basmati: Hindistan ve Pakistan’a özgü uzun taneli bir pirinç çeşididir.
Basundi: Hindistan’ın batı eyaletleri olan Maharashtra, Gujarat, ve Karnataka’da popüler olan geleneksel bir tatlıdır.
Kardamom: Zencefilgiller familyasından gelen, hem tatlı hem de tuzlu yemeklerde yaygın olarak kullanılan aromatik bir baharattır.
Kaderin ince alayışı: Bir kişinin hayatında karşılaştığı beklenmedik ve ironik olayları veya durumları ifade eden bir deyimdir.
Yorumlar