11│❝Dil To Pagal Hai❞

100 0 12 Ağustos 2024

“Aşkla Deliren Kalp”

Elektrik kesintisi sona erdiğinde, düğün sunağı yeniden aydınlanmış ve siyah bir perde gibi üzerimizi örten karanlık kaybolarak bizi apaçık bir şekilde ortaya çıkarmıştı. Şaşkınlığını üzerinden atmayı başaran davetliler, kaldığı yerden devam eden düğüne hızla uyum sağladı ve Anandi ile Rishi’nin evlilik ritüellerini tamamlamak üzere düğün sunağının önünde toplanmaya başladı.

Birbirine manyetik bir güçle çekilmiş gibi duran bedenlerimizi istemsizce ayırarak Salman’a arkamı döndüm. Kalbim hâlâ hızla atıyordu, ama artık bu duygusal fırtınayı gizlemem gerektiğini biliyordum.

“Bu kadar fevri hareketlerde bulunursan her şeyi açık edersin, Meena.”

“N-neyi kastediyorsunuz?”

“Aramızda gizli saklı yaşanan her neyse, onu…”

Sıcak göğsünü kısa bir süreliğine sırtıma yasladı ve bana güven veren bir dokunuş ile elini omzumdan koluma doğru kaydırdı. Dirayetimi koruyabilmek adına, Rishi’nin ayakkabısını iki elimle kavrayarak karnımın üzerine bastırdım. Sanki midemde, hoyrat bir kuş sürüsü kanat çırpıyordu; her çırpışta benliğimi daha da derinden sarsıyordu.

“Damadın ayakkabısını kim çaldı?”

O sırada, Rishi’nin sağdıçlarından biri; davetlilerin düğün hakkındaki söyleşmesini, evlenen çifte övgülerde bulunan folk müziğin canlı vuruşlarını gür sesiyle bastırdı. Nedimeler, bu çağrıyı üstüne alınmadı çünkü hiçbiri ayakkabıya sahip değildi. Hatta birkaçı, kayıtsızca ayakkabıyı aramaya devam ediyordu.

“Ayakkabının sende olduğunu söylemen gerekmez mi?”

“Bu ayakkabıyı ben çalmadım, Salman Bey, bana verildi.”

“Ne güzel işte, bunun için şanslı sayılırsın.”

“Bana ait olmayan bir başarı ya da hak etmediğim bir ödül için mi? Hayır, sayılmam.”

Salman, beni takdir eden bir gülümsemeyle yüzüme baktı ve ellerini beline koydu. Gülümsemesi, içindeki hayranlığı ve saygıyı sessizce ifade ediyordu.

“Prensip sahibi bir kadınsın, Meena, bunu görebiliyorum ama hayat hırslı insanları ileriye taşır…”

Bir anda, eteğimin kıvrımları arasına sakladığım elimi bileğimden kavrayarak havaya kaldırdı ve böylelikle ayakkabıyı da ortaya çıkardı.

“…Üzgünüm ama ben ilerlemekten yanayım. Buna alışsan iyi edersin.”

Kimse görmeden elimi aşağıya indirmek için birkaç hamlede bulunsam da, Salman’ın parmakları bileğimi sıkıca kavramıştı ve beni bırakmaya niyetli görünmüyordu. Gözlerinde muzip bir parıltı belirdi ve dudaklarının köşesi hafifçe yukarı kıvrılarak, kalabalığa doğru gür sesiyle ilan etti.

“Hanımlar ve beyler, işte damadın ayakkabısını çalan kişi burada!”

Sözleri havada yankılanırken, bir anlık şaşkınlık sessizliği salona yayıldı. Ardından, nedimeler sevinç çığlıkları atarak yanıma koştu ve beni tebrik etmeye başladılar. Huzursuzca kıpırdandım, ama onların coşkusuna karşı koymak nafileydi.

Nedimeler, beni sevinç çığlıkları eşliğinde sağdıçların yanına doğru sürüklerken, başımı arkaya çevirip Salman’a baktım. O ise, keyifli bir gülümsemeyle beni izliyordu. Gözlerinde, yaşadığımız anın tadını çıkaran bir ifade vardı; sanki bu küçük komployu başarıyla gerçekleştirmiş olmanın gururunu yaşıyordu.

Sağdıçlar, neşeyle karışık bir merakla bize doğru döndü. Nedimeler, ayakkabıyı geri vermek için çeşitli isteklerde bulunmaya başladılar. “Altın bilezikler, nakit para, ve belki de özel bir hediye!” diye sıraladılar. Her an, bana bu istekleri iletmem için baskı yapıyorlardı. Çekingen bir şekilde, sağdıçlara yönelip istekleri dile getirdiğimde, sesimin titrediğini fark ettim.

Sağdıçlar, başlarını hafifçe yana eğerek ve dudaklarının kenarında alaycı bir tebessümle teklifleri reddettiler. Tam o sırada, Salman ağır adımlarla görüş alanıma girdi. Ellerini göğsünde kavramış, vakur bir tavırla bir direğe yaslanmıştı. Gözleri, derin ve anlamlı bakışlarla beni süzüyordu. Başını usulca sallayarak, içimdeki cesaret kıvılcımını söndürmeye çalışıyormuşçasına, bu halimden hoşnutsuzluğunu belli ediyordu.

O an, içimde bir anafor gibi dönen duygular arasında kayboldum. Salman’ın gözlerindeki hayal kırıklığını görmek, yüreğimde bir yangın çıkarttı. O bakışlar, içimde saklı kalmış cesaretin kapılarını araladı ve ruhuma bir güç dalgası yaydı. Kendi kendime, bu meydan okumadan geri adım atmamam gerektiğini fısıldadım.

Derin bir nefes alıp, göğsümde biriken cesareti topladım. Sesimdeki titreşimi yok ederek, kararlılıkla sağdıçların karşısına dikildim.

“Bu istekleri kabul etmek zorundasınız. Buraya sadece eğlenmeye gelmediniz; geleneklerimizi ve onurumuzu da tanımaya geldiniz. Eğer bu talepleri reddederseniz, bir Gujarati kızının gücünü ve kararlılığını küçümsemenin ne demek olduğunu herkesin önünde görürsünüz. Şimdi, cesaretiniz varsa bu meydan okumayı kabul edin!”

Sağdıçlar, önce itiraz etmeye yeltendiler, fakat Rishi, bir adım öne çıkarak tüm taleplerimizi kabul etti. Bu ani değişim, yüzümde zafer dolu bir tebessüm oluşturdu, ancak aklımda hâlâ son bir düşünce vardı.

“Durun! Son bir isteğim daha var, ve bu şahsi bir talep. Ancak bu talep, diğerlerinden farklı olarak, yerine getirilmesi zorunlu.”

Herkesin dikkatini üzerimde topladığımı hissederek, bir anda işaret parmağımı Salman’a doğrulttum.

“Bu meydanda, herkesin önünde, bir dans kapışması istiyorum. Karşımda Salman Khan olacak. Eğer gerçekten cesaretiniz ve onurunuz varsa, bu kapışmayı kabul edersiniz.”

Salman, gözlerini hafifçe kısarak bana baktı. Yüzünde beliren şaşkınlık ve hayranlık karışımı ifade, bu ani çıkışımın etkisini yansıtıyordu. Kalabalık, bir anda heyecan ve merakla doldu; alkışlar ve tezahüratlar yükselmeye başladı. Salman bir süre sessiz kaldı, derin bir nefes aldı ve sonra gözlerini tekrar bana dikerek yüksek bir sesle konuştu.

“Müziği başlatın!”

Geleneksel müziğin ritmi, kalabalığın coşkusuyla birleşerek havada yoğun bir enerji oluşturdu. Sahne, rengarenk ışıklarla süslenmişti; her bir ışık huzmesi, dans eden bedenlerin etrafında dans ediyordu. Benim arkamda, zarif ve ince elbiseleriyle nedimeler, adeta bir çiçek bahçesi gibi açıyor, müziğin ahengine uyumlu hareketlerle dans ederken, ben de kendimi bu büyülü atmosferin bir parçası olarak hissetmeye başladım. Onların zarafet dolu adımları, beni daha da cesaretlendiriyor, kalbimdeki ritmi hızlandırıyordu.

Diğer tarafta, Salman, karizmatik duruşuyla sahneyi doldurmuştu. Sağdıçları enerjik hareketlerle onun etrafında dönüyor, her biri onunla yarışır şekilde dans ediyordu. Salman’ın gözleri, sahnedeki ışıkların altında parıldıyor, neşesi ve karizmasıyla tüm dikkatleri üzerine çekiyordu. Onunla göz göze geldiğimiz an, kıvılcımlar havada uçuştu; bir rekabetten çok, karşılıklı bir saygı ve hayranlık vardı aramızda.

Dans kapışması, geleneksel figürlerin modern bir yorumla harmanlandığı, izleyicilere görsel bir şölen sunan bir gösteriye dönüştü. Her bir adım, her bir dönüş, hem benim hem de Salman’ın ustalığını sergiliyordu. Vücutlarımız, müziğin ritmiyle uyum içinde hareket ederken, sahne adeta bir sahil gibi dalgalanıyor, izleyicilerin gözünde büyüleyici bir manzara oluşturuyordu.

Ve sonunda, şarkının son notaları havada süzülürken, Salman beni incelikle geriye doğru yatırdı. O an, zaman sanki durdu; alkışlar, bir uğultu gibi etrafımızda yankılandı ve seyircilerin coşkusu, büyülü atmosferi daha da güçlendirerek kalbimde bir heyecan fırtınası yarattı. Bir anda, Salman beni beklenmedik bir hareketle kaldırıp kendine çekti. Aceleyle elimi boynuna dolarken, kalbim hızla çarpıyordu; müziğin ritmi, kalp atışlarımın eşlikçisi olmuştu. Yüz yüze geldiğimizde gözlerine bakamadım; bakışlarım, sanki çekim gücüne kapılmış gibi, onun dudaklarında gezindi.

Bunun üzerine Salman, sıcak nefesiyle kulağıma dokunarak fısıldadı.

“Eğer fikrimi sormuş olsaydın, bu mecbur olduğum için aldığım bir karar olmazdı, Meena. Aksine memnuniyetle kabul ederdim ki bu kez dansımızı hüzün yerine sevinçle süsleyebilelim.”

O an, kalbimdeki heyecanı unuttum, çünkü bu anın büyüsü, her şeyden daha önemliydi. Ve sahnede, ışıklar altında, iki rakipten çok daha fazlasıydık; birbirimize, dansın ve hayatın sunduğu tutku dolu bir hikayenin başkahramanlarıydık.

“İlk dansımız hüzünlü bir veda ile noktalanmışsa ne olmuş?”

Seninle her an, her dans, benim için bir aşk şarkısının büyüsünü taşıyor, Salman.

Yeni bir günün ilk ışıkları, odama süzülerek girerken, düğün gecesinin tatlı yorgunluğunu üzerimden atmaya çalışıyordum. Ancak içimdeki heyecan uykuyu gözlerimden kovmuştu. İlk iş günümün getirdiği karmaşık duygular, içimi hem bir merak hem de hafif bir tedirginlikle doldurmuştu. Her ne kadar mesleğimi sevmiyor olsam da, yeni çalışma ortamımı ve iş arkadaşlarımı tanımak için sabırsızlanıyordum.

Gözlerimi yavaşça açıp, güneşin nazik dokunuşlarıyla aydınlanan odamda birkaç dakika daha kalmayı arzuladım. Fakat içimde taşıdığım coşkunun baskısıyla yataktan kalktım ve ev halkının hala derin uykuda olduğunu bilerek sessiz adımlarla mutfağa doğru yöneldim. İçimdeki enerji patlamasını bastıramadan, bir Gujarati şarkısı mırıldanmaya başladım.

“Dost al, sevilen dost,

Kimse olmasa bile,

Şimdi kalbim,

Sevilen dost, sevilen dost…”

Mutfağa adım attığımda, sabahın serinliği ve mutfağın tanıdık kokuları beni karşıladı. Tezgahın üzerine malzemeleri dizip, thepla hazırlamak için kollarımı sıvadım. Hamuru özenle yoğurup, incecik açtım ve kızgın tavada pişirmeye başladım. Theplaların tavada cızırdama sesi, mutfağı bir anda canlandırdı. Mango turşusu ve lor peynirini özenle tabaklara koyup masaya taşıdım. Her bir tabakta, sabahın tazeliğini ve güne başlama hevesini yansıtan bir düzen vardı.

O sırada, mutfakta çıkardığım gürültünün farkında bile değildim. Tavada cızırdayan theplalar ve aceleyle yaptığım hareketler, sabahın sessizliğinde yankılanıyordu.

Bijal yenge, yavaşça odasından çıkıp mutfağa doğru geldiğinde, gözlerinde hala uykunun izleri vardı. Hafifçe esnerken kapı eşiğinde durdu ve beni izlemeye başladı. Ben ise o anda, mutfakta yayılan yanık kokusunu fark eder etmez tavanın altını kapatmakla meşguldüm. Theplaları tabağa koyarken, arkamda birinin olduğunu hissettim. Döndüğümde, Bijal yengenin tatlı bir gülümseme ile bana baktığını gördüm. O an, çıkardığım gürültünün onu uykusundan uyandırdığını anladım.

“Günaydın, Bijal yenge.”

“Arrey Meena, bu saatte neden ayaktasın? Biraz dinlenmen gerekmez mi?”

Bijal yenge, yavaş adımlarla kahvaltı masasının yanına geldi ve önünde durduğu sandalyenin sırt tahtasına zarif ellerini yerleştirdi. Gözleri, dikkatle hazırlanmış kahvaltı sofrasını taradı; her ayrıntıyı, her nesneyi incelikle süzdü. Masanın ortasında, dumanı tüten theplaların yığılı olduğu tabak, sabahın ilk ışıklarıyla parıldıyor ve antreye huzur dolu bir sıcaklık yayıyordu.

Bijal yengenin yüzünde beliren memnuniyet dolu gülümseme, içimi bir anda ısıttı. Adımlarımı hafifletip yanına gittim ve yanağına nazik bir öpücük kondurdum. Bu küçük jestin ardından mutfağa doğru yöneldim.

“Heyecandan içim içime sığmıyor ki! Bugün ilk iş günüm ve aklımda bin bir düşünce var.”

“Günlerdir arkadaşlarının düğünü için koşuştururken çok yoruldun, şimdi de dinlenme fırsatı bulamadan işe başlıyorsun.”

Gözlerimde hafif bir gülümsemeyle ona dönüp karşılık verdim.

“Arkadaşlarımın mutluluğuna tanık olmak, tüm yorgunluğumu alıp götürdü, Bijal yenge.”

Kahvaltının tamamlanmış ve doyurucu hissettirmesi için masala çayı hazırlamak istiyordum, ama aradığım o özel kavanozu bir türlü bulamıyorum. Mutfağın her köşesini sabırla aradım; dolapları tek tek açtım, rafları dikkatle karıştırdım, fakat o eşsiz baharat karışımına ulaşamadım. Oysa, tarçının sıcak dokunuşu, karanfilin baharatlı aroması ve zencefilin tazeleyici etkisiyle harmanlanmış bu çayın kokusunu şimdiden hayal ediyordum. Ancak, kavanozu bulamamak, bu büyülü ânı yaşamama engel oluyordu.

Tam o sırada, Bijal yenge sessiz adımlarla tezgaha yaklaştı, gözlerinde anlayış ve şefkat vardı. Tezgahın üzerinde duran kavanozu nazik bir hareketle havaya kaldırdı.

“Sen git, Sanjeet amcanı uyandır. Ben çayı hazırlarım.”

“Ne yani, henüz uyanmadı mı?”

Odanın kapısına doğru bir bakış attım, içeriden herhangi bir hareket veya ses gelmiyordu. Saatin ilerlediğini ve zamanın hızla tükenmekte olduğunu hissediyordum.

“Böyle giderse vardiyasına geç kalacak.”

Bijal yenge, hafifçe gülümseyerek bana döndü.

“Ne zaman uyandırmaya çalışsam, uykusunun en tatlı yerinde olduğunu söylüyor ve yorganın altına daha da gömülüyor.”

Bijal yenge çayı hazırlarken, mutfağa sinen yanık kokusunu dağıtmak için küçük pencerenin kanatlarını iki yana iterek tamamen açtım. Saba rüzgarı, perdeyi havalandırdı ve tenimde bir serinlik dolaştı.

“Ben şimdi onu öyle bir uyandırırım ki, nazlanmak neymiş görür!”

Boynumdaki dupattayı omzumdan belime çapraz bir şekilde bağladım. Ellerimi belime yerleştirirken sahte bir kızgınlıkla yüzümü buruşturdum. Yatak odasına yöneldim, adımlarım kararlı ve biraz da alaycıydı. Elimi kapı koluna uzattığım an, kapı ağır ağır kendiliğinden açıldı. Sanjeet amcam, bir uyurgezeri andıran ağır ve dalgın adımlarla antreye çıktı.

“Uyandım, uyandım.”

Dün gece coşkulu müziğe kapılıp bütün dans figürlerini sergilediği için bütün vücudu tutulmuş olmalıydı. Her adımında kaslarının isyanını hisseder gibi gerindi, ama bu hareketlerin hiçbir faydasının dokunmadığı, yüzündeki ekşi ifadeden belliydi. Hala uykusunun tam olarak açılmamış olması, göz kapaklarının inatla ağırlaşmasından anlaşılıyordu.

“Rüyamın en güzel yerinde uyandırdığınız için keyfiniz yerine gelmiştir, umarım.”

“Hay Allah, ne görüyordun ki, Sanjeet amca?”

Gözlerini hafifçe kırpıştırarak, tatlı bir gülümsemeyle cevap verdi.

“Kızımın başarıdan başarıya koşan bir iş kadını olup beni gururlandırdığını… Başka ne olacak ki?”

Derin bir nefes aldım, ciğerlerime dolan hava sanki içimdeki tüm endişeleri ve belirsizlikleri bir an için silip süpürdü. Bakışlarım, Sanjeet amcamın gözlerinden nazikçe ayrılarak, mutfak kapısında beliriveren Bijal yengeye kaydı.

Sen ve Bijal yenge, zor zamanlarımda benim en büyük destekçilerim oldunuz. Ben bile kendimden vazgeçtim, ama siz benden bir an bile umudunuzu kesmediniz. Bu konudaki inat, ısrar ve kararlılığınız beni ayakta tutmakla kalmadı, adeta ileriye taşıdı.

İşte, bu yüzden…

“Bu rüya gerçekleşmeyi hak ediyor, Sanjeet amca. Belki sandığın kadar hızlı gerçekleşmeyecek ya da beklentini tam olarak karşılamayacak, ama en önemlisi, ben sana vermiş olduğum sözü tutacağım.”

Kahvaltının ardından, kalbimde hafif bir huzur ve tatmin duygusuyla odama doğru yöneldim. Gardırobumu açtım ve dikkatle seçtiğim beyaz renk, işlemeli bir şalvar kameez çıkardım. Kumaşın yumuşaklığı ve zarif desenleri, bu özel günün anlamını daha da derinleştiriyordu. Beyazın saflığı ve şıklığı, içimdeki dinginliği ve kararlılığı yansıtıyordu. Giyindikten sonra, boynuma zarif bir şekilde dupattayı attım. Aynanın karşısında son bir kez kendimi kontrol ettim. Yavaşça saçlarımı düzelttim, her bir telin mükemmel bir şekilde yerinde durduğundan emin oldum.

Saati kontrol ederken, içimdeki heyecan dalgasını yatıştırmaya çalışarak odamdan çıkıp mutfağa doğru seslendim.

“Ben çıkıyorum, Bijal yenge.”

Çantamı omzuma astım, içindeki her bir eşyanın yerinde olduğundan emin olmanın verdiği güvenle. Ardından, vestiyerin önünde bekleyen zarif, hafif topuklu sandaletlerimi giydim. Kapıdan çıkmak üzereyken, Bijal yengenin ayak seslerini duydum. Nefes nefese, ama yüzünde her zamanki sevgi dolu gülümsemesiyle bana yetişti.

“Meena, bekle.”

Bijal yenge, elindeki muskayı dikkatle tutarken, parmakları tülbentin kıvrımlarında gezindi. Parlak kırmızı rengi, altın ipliklerle işlenmiş desenler arasında parıldıyordu; her bir motif, sanki kadim bir hikayeyi anlatıyordu. Muskayı yavaşça burnuna götürdü ve derin bir nefes alarak kokladı, gözlerinde derin bir hüzün vardı.

“Bu muska, benim için çok değerli, Meena. Kızım henüz bir bebekken onu nazardan korumak için özel olarak hazırlamıştım. Her bir dikişi, ona olan sevgimin bir yansımasıydı.”

Sessizce, ama derinden gelen bir dua mırıldanarak, muskanı nazikçe boynuma taktı.

“Bu, yalnızca bir nesne değil; kaybımın bir parçası. Ancak şimdi seninle birlikteyken, sanki ona biraz daha yakın hissediyorum. Umarım bu muska, senin için de bir kalkan olur.”

Parmaklarım muskanın üzerinde gezinirken, yüzümde bir hayret ifadesi belirdi.

“Bu kadar değerli bir eşyayı bana mı vereceksin, Bijal yenge? Ben… Onu hak edecek ne yaptım ki?”

“Sen, benim yorgun gönlüme bir teselli oldun, Meena.”

Tam bu esnada, dışarıdan Sanjeet amcamın sesi duyuldu.

“Hadi kızım, geç kalacağız!”

Sabırsız ama aynı zamanda teşvik edici bir tonla yaptığı bu çağrı, beni harekete geçmeye zorladı. Aceleyle, ama aynı zamanda büyük bir zarafetle, Bijal yengenin ellerini sıkıca tuttum.

“Bu emanete gözüm gibi bakacağım ve onu kalbimin üzerinde taşıyacağım, Bijal yenge.”

Bu sözler, yalnızca bir taahhüt değil, aynı zamanda onun dünyasına duyduğum derin saygının bir yansımasıydı.

Bijal yenge, bana duyduğu güveni pekiştiren bir gülümsemeyle, nazikçe yanağımı okşadı. O an, parmaklarının hafif dokunuşuyla içimde bir sıcaklık yayıldı; sanki geçmişin yükü ve geleceğin umudu arasındaki bağ yeniden canlanmıştı.

Kalbimdeki bu duyguyla dolup taşarken, ona son bir kez bakıp kapıya yöneldim. Dışarıya çıktığımda, sabahın serin nefesi yüzüme çarptı, taze bir uyanışın habercisi gibi. Gözlerim, bir hurdacının geçmekte olduğu sokağı hızla taradı. Bebe’nin tekerlekleri kaldırımdan inmiş, yola çıkmaya hazır görünüyordu. Sanjeet amca, direksiyon başında, sabırsızca kornaya basıyordu. Kornanın yankısı, içimdeki telaşı daha da artırdı. Adımlarımı hızlandırarak taksiye doğru koştum, sanki zamanla yarışıyordum.

Taksinin kapısını açıp içeri oturduğumda, Sanjeet amcanın yüzündeki endişeli ama destekleyici ifade dikkatimi çekti.

“Bijal’in seni lafa tutmasına izin vermemeliydin. O hep böyle yapar, zamanı unutturur.”

“Merak etme, Sanjeet amca. Senin usta şoförlüğünle kesinlikle zamanında orada olacağız.”

O sırada, Bijal yengenin zarif silueti bahçe kapısında belirdi. İnce, hafif bir şal, omuzlarını nazikçe sararken sabahın serin havasında hafifçe dalgalanıyordu.

“Öyleyse, sıkı tutun. Bu yolculuk biraz hızlı olacak.”

Motora can veren bir homurtu ile taksi harekete geçerken, Bijal yengenin figürü hızla küçülmeye başladı. Sanjeet amca, usta manevralarıyla şehrin kalabalığından uzaklaşıyor, bizi kestirme yollardan geçiriyordu. Pencereden dışarı bakarken, hızla geçen manzaralar, içimdeki belirsizliği ve korkuyu yavaş yavaş silip süpürüyordu.

Sonunda, cast ajansının önüne geldiğimizde, taksi yavaşça durdu. Kalbim, adeta göğsümden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Sanjeet amca, elini omzuma koyarak bana döndü. Gözlerinde derin bir sevgi ve gurur vardı.

“Meena, bugün senin için bir başlangıç. Hayatının bu yeni sayfasında adım atarken, kalbindeki cesareti ve umudu hiç kaybetme. Seninle gurur duyuyorum.”

Gözlerim dolmuştu, ama gülümsememi kaybetmeden cevap verdim.

“Teşekkür ederim, Sanjeet amca. Senin desteğin olmadan bunu başaramazdım. Şimdi, bana şans dile.”

“Şansa ihtiyacın yok, Meena. Sen zaten hazır ve yeteneklisin. Sadece kendine inan.”

Sanjeet amcanın yanağına hafif bir öpücük bıraktım ve taksiden inmeye hazırlanırken, kalbim heyecan ve umutla doluydu. Adımlarımı yere sağlam basmaya çalışarak, derin bir nefes aldım. Taksinin kapısını kapatıp ajansa doğru yöneldiğimde, Sanjeet amcanın arkamdan seslendiğini duydum.

“Şaşkın kız seni! Çantanı almadan nereye gidiyorsun?”

Bir an duraksadım ve yüzüme hafif bir gülümseme yayıldı. Geri dönüp taksiye doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Taksinin açık camından içeriye uzanarak, arka koltukta unuttuğum çantamı aldım. Sanjeet amcanın gözlerinde, hem bir tebessüm hem de hafif bir sitem vardı.

Çantamı sımsıkı kavrayıp yeniden doğruldum. Sanjeet amcanın taksisi hızla uzaklaşırken, ben de ajansa doğru adımlarımı sıklaştırdım. Ajansın büyük cam kapısına yaklaştığımda, kapılar beni tanıyormuşçasına otomatik olarak açıldı ve içeriye bir adım attım.

İçerideki ferah ve modern atmosfer beni hemen içine çekti. Parlak ışıklar, zarif mobilyalar ve duvarlardaki çarpıcı afişler, buranın yaratıcı enerjisini ve profesyonelliğini açıkça gösteriyordu. Doğruca danışma masasına yöneldim; masanın arkasında yine aynı kadın oturuyordu. Bu kez beni hemen tanıdı ve yüzünde samimi bir gülümseme belirdi.

“Merhaba, hoş geldiniz tekrar. Bugün de mi görüşmeniz var?”

Gülümseyerek başımı iki yana salladım.

“Hayır, aslında bugün pazarlama ve reklam departmanında işe başlıyorum. İlk günüm.”

“Gerçekten mi? Tebrik ederim.”

Başımı hafifçe eğerken, o anki heyecanımı gizlemeye çalışarak içten bir gülümseme belirdi.

“İsmim-“

“Evet, biliyorum. Meena Dhwani, değil mi?”

Kadın, yüzünde nazik bir ifadeyle bana baktı, ardından bilgisayarındaki bilgileri hızla kontrol etti. İnce çerçeveli gözlüklerinin ardından bana tekrar bakarak, sıcak bir gülümsemeyle yanıt verdi.

“Asansörler sağ tarafta. Lütfen, dördüncü kata çıkın. Orada sizi karşılayacaklar.”

Kadının yönlendirmesiyle teşekkür ederek ilerledim. Asansörün parlak metal kapısının önünde durup düğmeye bastım. Beklerken, içimdeki heyecan dalgası, kalbimin ritmini hızlandırıyordu. Asansör nihayet geldiğinde, derin bir nefes alarak içeriye adım attım. Dördüncü kat düğmesine bastım ve kapıların kapanmasını bekledim.

Tam kapılar kapanmak üzereyken, ani bir hareketle bir el araya girdi ve kapılar yeniden açıldı. İçeriye giren kişi, sanki bir film sahnesinden fırlamış gibiydi. Uzun boylu, zarif ve karizmatik bu genç adam, siyah bir deri ceket giymişti ve altında beyaz bir gömlek vardı. Saçları hafifçe dağınık ama özenle şekillendirilmişti; gözleri derin ve anlamlıydı, bakışlarında bir sıcaklık ve güven hissediliyordu. Omzunda asılı duran sırt çantası, onu hem şık hem de rahat bir şekilde tamamlıyordu.

Genç adam, dostane bir tavırla başını hafifçe eğerek selam verdi ve önüne dönüp düğmelere baktı. Ancak birkaç saniye sonra, sanki içindeki bir merak onu zorlamış gibi, yüzüme tekrar tekrar bakmadan edemedi. Hafızasının derinliklerinde bir yerlerde, yüzümün ona tanıdık geldiği bir his vardı.

Bir an duraksadı ve sonunda dayanamayıp sordu.

“Sizinle daha önce tanışmış mıydık?”

“Sanmıyorum, çünkü bugün buradaki ilk günüm.”

Bunun üzerine yüzünde şaşkınlıkla karışık bir ifade belirdi, tamamen bana dönerek elini uzattı, parmakları zarif ve kararlı bir şekilde havada asılı kalırken.

“Demek bu ilk karşılaşmamız. Madem öyle, vakit kaybetmeden tanışalım. Ben Vikram.”

“Ben de Meena.”

Vikram hafifçe gülümsedi, el sıkışmamızın ardından asansör düğmelerine doğru uzandı, ancak dördüncü kat düğmesinin zaten basılı olduğunu görünce elini geri çekti.

“Görünüşe göre aynı kata gidiyoruz.”

“Evet, öyle görünüyor.”

Vikram koridor boyunca önde yürüyordu, adımları kararlı bir tempo tutturmuştu. Ben de onun arkasında, adımlarımı onun ritmine uydurarak ilerliyordum. Ara sıra Vikram, başını çevirip arkasına bakıyordu. Göz göze geldiğimiz her an, utançla başımı çeviriyor, bir an için onun dikkatini üzerimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. O da başını sallayarak, teskin edici bir gülümsemeyle öne dönüyordu. Kendimi onun izini sürüyormuşum gibi hissediyor, ama gerçekte sadece gittiğimiz yönün aynı olduğunu biliyordum. İçimdeki merak ve belirsizlikle, yürümeye devam ettim.

Departmanın kapısına geldiğimizde, Vikram etrafındaki iş arkadaşlarına canlı bir selam vererek masasına doğru ilerledi.

O an, içimde bir duraksama hissettim; kapının eşiğinde durarak, bu beklenmedik tesadüfe şaşırdım. Vikram, burada tanıştığım ilk kişi, aslında yeni iş arkadaşımdı. Düşüncelerim, ofisin sıcak atmosferinde kaybolmuşken, etrafıma göz gezdirmeye başladım. Masalar, bilgisayar ekranlarının mavi ışığıyla aydınlanırken, arkadaşça sohbetler ve kahkaha sesleri, ofisin ruhunu canlandırıyordu.

Tam bu sırada, yanımda bir hareket hissettim. Dönüp baktığımda, orta yaşlı bir kadının yanıma yaklaştığını gördüm. Saçları, hafif dalgalı ve gri tonlarında, omuzlarına kadar iniyordu. Yüz hatları belirgin; yanakları hafifçe dolgun, gözleri ise derin ve etkileyici bir bakışa sahipti. Boynunda asılı mor renkli gözlükleri, ona entelektüel bir hava katıyordu. Yüzünde beliren gülümseme, sıcak ve içtendi; sanki çevresindeki herkese bir güven ve rahatlık sunuyordu.

Kadının duruşu, kendine güvenen bir tavırla dimdikti; ellerini kollarında birleştirerek, nazikçe beni selamladı.

“Hoş geldin. Ben Radhika, departmanın başıyım. Umarım burada kendini evinde gibi hissedersin.”

Sesi, ofisin gürültüsünde bile sıcak bir melodi gibi yankılanıyordu. Kendini tanıttıktan sonra, etrafındaki kalabalığı nazikçe yönlendirdi ve beni ofisteki arkadaşlarıma tanıtmaya başladı.

“Arkadaşlar, toplanın! Sizi yeni iş arkadaşınız ile tanıştırayım.” “Bu, Meena; ekibimize katılan en son isim. Ve onlar da…”

İlk iş günümün heyecanı, içimde bir çocuğun yeni bir oyuncağı keşfetmesi kadar büyüktü. Ofisteki tanışma faslının ardından idari işleri halletmek üzere dışarı çıktım. Geri döndüğümde, boynumda asılı olan kimlik kartım, artık bu dünyaya ait olduğumu simgeleyen bir sembol gibiydi. Parmaklarımın arasında kimlik kartını nazikçe tutarak ofise adım attım. Kartın hafif soğukluğu, içimdeki sıcak heyecanla tezat oluşturuyor, bu yeni başlangıcın gerçekliğini hissettiriyordu.

Ofisin kapısından içeriye adım attığımda, ortamdaki sessizliği yalnızca klavyelerin yumuşak tıklamaları ve arada sırada duyulan hafif fısıltılar bozuyordu. İçeri dolan güneş ışığı, odanın üzerinde sıcak bir örtü gibi duruyor, herkesi işlerine odaklanmış bir huzur içinde sarıyordu. İşte bu atmosferin içinde, Radhika Hanımın melodik sesi yankılandı, odanın dikkatini nazikçe kendine çekerek.

“Vikram, bir dakika gelir misin?”

Masasına rahatça yerleşmiş olan Vikram, bu çağrıya karşılık olarak yerinden kalktı. Adımlarındaki kararlılık ve hız, ofisteki sessizliği kısa bir süreliğine canlandırdı. Radhika Hanım’a doğru ilerlerken, odanın içinde hafif bir rüzgar esiyormuşçasına bir hareketlilik oluştu.

Buyurun, Radhika Hanım?”

“Yeni arkadaşımızın ofise alışmasına yardımcı olabilir misin? Mesela… Ona ofisi tanıtabilir ya da masasını gösterebilirsin.”

“Memnuniyetle!”

Vikram, bana ofisi gezdirirken yanımda sakin ve dostane bir tavırla ilerliyordu. Vikram, bana ofisi gezdirirken yanımda sakin ve dostane bir tavırla ilerliyordu.

İlk durağımız, geniş camlarla çevrili açık ofis alanıydı. Çalışma masaları, birbirine fazla yakın olmayacak şekilde özenle yerleştirilmişti, herkesin rahatça çalışabileceği bir düzen vardı. Her masa, kişisel dokunuşlarla süslenmişti; bazıları küçük saksı bitkileriyle, bazıları aile fotoğraflarıyla, kimileri ise sanatsal objelerle bezenmişti. Masaların üstünde, düzenli bir şekilde sıralanmış bilgisayarlar, not defterleri ve kalemlikler bulunuyordu, bu da iş ortamının ciddiyetini ve disiplinini yansıtıyordu.

Ofise hâkim olan kahve kokusu, köşedeki küçük ama şık bir kahve köşesinden geliyordu. Kahve makinesinin yanında, çeşitli aromatik çaylar ve taze meyvelerle dolu bir sepet bulunuyordu. Çalışanlar, bu köşede kısa molalar vererek sohbet ediyor ya da bir fincan sıcak içecek alarak işlerine dönüyorlardı.

Toplantı odasına girdiğimizde, ilk olarak merkezdeki geniş ve uzun masa dikkatimi çekti; bu masa, etrafını çevreleyen ergonomik sandalyelerle katılımcılara konfor sunmak üzere tasarlanmıştı. Masanın üzerinde birkaç dizüstü bilgisayar, not defterleri ve kalemler yer alırken, bir köşede sunumlar için kullanılan büyük bir ekran ve beyaz tahta bulunuyordu. Tavandan sarkan modern aydınlatmalar, odanın profesyonel atmosferini güçlendiriyor, pencerelerden süzülen doğal ışık ise içeriye ferahlık katıyordu.

Son olarak, Vikram beni masama götürdü. Masam, büyük bir pencerenin kenarındaydı ve dışarıdaki manzarayı görme fırsatı sunuyordu. Üzerinde ihtiyacım olan tüm malzemeler düzenli bir şekilde yerleştirilmişti. Bilgisayarım, not defterim, ve birkaç kırtasiye malzemesiyle çalışmaya hazır bir haldeydi.

“Burası da senin masan. Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa, bana haber vermen yeterli.”

“Bana gösterdiğin hoşgörü için gerçekten minnettarım, Vikram.”

Vikram, kendi masasına dönerken göz ucuyla bana bir kez daha baktı, gözlerinde iş birliğine dair umut dolu bir ifade vardı.

“Aramıza hoş geldin, Meena. Umarım seninle güzel işlere imza atarız.”

Masama yerleşirken, çantamdan dikkatlice kişisel eşyalarımı çıkardım. Birkaç kalem, not defteri ve aile yadigarı küçük bir masa süsü, yeni çalışma alanıma yerleştirdiğim ilk şeyler oldu. Her biri benim için değerliydi, fakat içlerinden bir tanesi diğerlerinden çok daha anlamlıydı ve onu en sona saklamıştım.

Son olarak, çantamın en güvenli köşesinden bir çerçeve çıkardım. Ahşap ve altın rengi işlemelerle süslenmiş bu zarif çerçeve, içindeki fotoğrafla birlikte adeta bir zaman kapsülüydü. Her baktığımda içimi hem sevinç hem de özlemle dolduran bir manzarayı gözler önüne seriyordu.

Çantamın en güvenli köşesinden çıkardığım ahşap ve altın rengi işlemelerle süslü zarif çerçeve, içindeki fotoğrafla adeta bir zaman kapsülüydü. Her baktığımda içimi hem sevinç hem de özlemle dolduran bu fotoğraf, yıllar öncesinden gelen sıcak bir anıyı canlandırıyordu.

Fotoğrafın merkezinde, pembe bir anarkali giymiş genç bir kadın duruyordu; kıyafetin ince işlenmiş detayları ve zarif desenleri, ona kraliyet zarafeti katıyordu. Omuz hizasında dalgalanarak dökülen kabarık saçları, 80’lerin cesur modasını yansıtıyordu. Boynunda pırlanta kaplı kalın bir gerdanlık parıldıyor, her ışık huzmesiyle birlikte ihtişamını sergiliyordu. Eli, yanı başında duran erkeğin göğsünde nazikçe dinleniyordu; bu dokunuş, aralarındaki derin bağlılığın sessiz bir ifadesiydi.

Genç erkek ise siyah bir takım elbisenin içinde asaletle duruyordu. Beyaz gömleği ve siyah kravatı, klasik bir şıklığın göstergesiydi. Cebine iliştirilmiş beyaz gül, bu resmi duruşa romantik bir dokunuş katıyordu. Bir eli pantolonunun cebine gizlenmişken, diğer eliyle kadının belini nazikçe sarıyor, aralarındaki koruyucu ve sevgi dolu bağı gözler önüne seriyordu. Kameraya bakan vakur duruşu, kendinden emin ve zamanı aşan bir özgüvenle doluydu.

Hamsa ve Jawed Dhwani

Hamsa ve Jawed Dhwani… Onlar benim annem ve babamdı.

Bu fotoğraf ise ben doğmadan önceki son mutlu günlerine ait bir hatıraydı.

“Tamam, şimdi bir bakalım.”

Arjun, kendinden emin bir tonla konuşarak, gözlerini bilgisayar ekranına odakladı. Sportif yapısı ve atletik duruşuyla masanın başında eğilmiş, dirseklerini masaya yaslamış bir haldeydi. Yoğun bir dikkatle, elleri bir klavyeye, bir fareye gidip gelirken programın kurulumu üzerinde çalışıyordu.

Son birkaç dokunuşu yaptıktan sonra, derin bir nefes alarak doğruldu ve masadan bir kalem aldı.

“İşte bu kadar.”

Kalemi parmakları arasında çevirirken bir sonraki adımı göstermek için ekrana işaret etti.

“Kurulum tamamlandı, artık her şeyi tek bir tıkla halledebilirsin.”

Arjun’un uzattığı kalemi alırken teşekkür ettim, onun profesyonelliğinden etkilenmiş bir şekilde. Arjun, gülümseyerek başını salladı ve işinin tamamlanmış olmasının verdiği huzurla uzaklaştı.

Ben de bir kez daha programı kontrol ettim ve her şeyin sorunsuz çalıştığını gördüğümde içim rahatladı. Biraz soluklanmak için kahve köşesine doğru yol aldım.

“Seramik kursu gerçekten harikaydı.”

Beni fark etmeden Priya ile konuşmaya devam etti Neha, kahve makinesinin yanında dururken, yüzünde tatmin dolu bir gülümsemeyle.

“Her bir parçayı şekillendirdikçe, sanki zihnimdeki tüm karmaşayı da düzeltiyordum. Cidden, sen de gelmelisin; çok rahatlatıcı.”

Priya, Neha’yı dikkatle dinlerken, çantasından çıkardığı küçük aynasıyla rujunu düzeltiyordu. Aynanın kapağını kapatıp çantaya yerleştirdiğinde, karşısında duran beni fark etti ve yüzünde coşkulu bir gülümseme belirdi.

“Ah, Meena! Bize katılmalısın. Neha’nın seramik hikayelerini dinlerken bana eşlik edersen, belki daha katlanılabilir hale gelir. Ne dersin?”

Bu sözleriyle Priya, dostça bir şakalaşma başlatırken, Neha hafif bir gülümsemeyle omzuna doğru elini uzattı, sanki şaka yollu vurmak istercesine. Ancak Ancak Priya, bu hamleyi sezmiş gibi hızlıca yana çekildi ve neşeyle yanıma gelip koluma girdi.

Kahve makinesinin başına geçtiğimizde, Priya fincanları doldurduktan sonra bana doğru bir bardak uzattı.

“Sosyalleşmek için seramiklerle değil, insanlarla zaman geçirmelisin. Haksız mıyım, Meena?”

Omuzlarımı hafifçe kaldırıp indirerek sessiz kaldım, bu da Priya’nın yüzündeki gülümsemeyi genişletti. Neha, bu küçük kışkırtmaya karşılık vermekte gecikmedi.

“Belki de seramikler benimle daha iyi anlaşıyorduk. Ama seni de bir gün atölyeye çekmeyi başaracağım, görürsün.”

Onların bu tatlı atışmalarını izlerken kahvemi yudumlamaya devam ettim. Ancak kahve molası sona erdiğinde, masama döndüm ve öğle arasına kadar işlerimle meşgul oldum.

Priya, saçlarını elleriyle hafifçe düzeltirken, merak dolu bir ses tonuyla sordu.

“Hey millet! Yemek için nereye gidiyoruz?”

Ofisin ortasında dururken, enerjisi ve neşesi ortamı ısıtan bir hava katıyordu.

Rahul, sandalyenin arkasına özenle yerleştirdiği ceketini alıp giyerken, sakin ve kendinden emin bir sesle cevap verdi.

“Geçenlerde bir bistro keşfettim. Oraya gitmeye ne dersiniz?”

Rahul’un önerisi hepimizin ilgisini çekmişti ve kısa bir süre sonra, ajansın dışındaki canlı sokaklarda kendimizi bulduk. Havanın serin esintisi, şehrin koşturmacasına karışmış, öğle vakti kalabalığına eşlik ediyordu. Her birimizin yüzünde, yeni bir mekân keşfetmenin getirdiği heyecan ve merak belirgindi.

Bistroya adım attığımızda, karşılama görevlisi bizi ahşap ve patinalı masaya yönlendirdi. Masa tavandan sarkan antik bir avizenin yumuşak ışığı altında yer alıyordu ve sarmaşıkların sardığı geniş bir pencerenin önünde konumlanmıştı.

Neha, duvarları süsleyen ve adeta bir sanat galerisi havası veren yerel sanatçıların rengarenk tablolarını dikkatle inceliyordu; her birinin farklı hikâyesi onun merakını cezbediyordu. Arjun, arka planda yumuşakça süzülen caz müziğiyle keyiflensin, adeta melodilerin içinde kaybolmuştu. Priya, çevresindeki insanları ince bir flörtöz tavırla süzüyor, karşılaştığı bakışlarla kısa ama anlamlı göz temasları kurarak ortamın enerjisini hissediyordu.

Ben ise el yazısıyla hazırlanmış menüyü incelerken Rahul’den yemek seçimi konusunda yardım alıyordum. Onun önerileri, menünün zengin seçenekleri arasında bana rehberlik ediyordu.

Keyifli ve lezzet dolu bir öğle yemeğinin ardından, ajansın kapısından içeri adım attık. Günün tatlı yorgunluğu üzerimizde, bir yandan sohbetimize devam ediyor, diğer yandan da işimize geri dönmenin hazırlığını yapıyorduk. Tam o sırada, adımın çağrıldığını işittim. Sesin kaynağını merakla aradım ve güvenlik görevlisiyle konuşan bir kuryeyi fark ettim. İçimde beliren merakla oraya yöneldim.

Kuryenin kucağında taşıdığı özenle hazırlanmış kamelya buketi dikkatimi çekti. Buketin zarafeti, göz alıcı pembe çiçeklerin arasına serpiştirilmiş yeşil yaprakların tazeliğiyle birleşmiş, adeta bir sanat eseri gibi duruyordu. Kuryeden buketi teslim alırken, çiçeklerin ince ama etkileyici kokusu etrafı sardı. Teşekkür ederek arkadaşlarımın yanına doğru adımlarımı hızlandırdım.

Priya, çiçekleri görür görmez büyülenmiş gibi hemen ilgisini onlara yöneltti. Buketin güzelliği karşısında gözleri parlıyor, çiçeklerin her birini dikkatle inceliyordu. Ben ise o sırada, buketin içinde zarifçe yerleştirilmiş el yazısıyla yazılmış kartı elime aldım. Karttaki kelimeleri okurken, içimde tatlı bir heyecan dalgası yükseldi:

Sana güç verdiğini bilmenin verdiği mutlulukla… Salman Khan.

Çiçekleri, annemle babamın fotoğrafına nazikçe yasladım. Kamelyaların zarif pembe tonları, fotoğraflardaki yüzlerin sıcaklığına karıştı; kaybettiğim ama hep içimde taşıdığım sevdiklerim, yanımdaymış gibi. Bu köşe, özlemin ve sevginin sessizce buluştuğu bir limandı; kalbimde derin bir huzur, geçmişle bugünü kucaklayan.

Gün batımının altın ışıkları gökyüzünü boyarken, ilk iş gününü geride bırakmanın verdiği yorgunluk ve tatminle ajanstan çıkıyordum. Yanımda Priya vardı; onunla birlikte otobüs durağına doğru yürüyorduk. Sokak lambaları birer birer yanarken, şehrin hafif esintisi saçlarımızı okşuyordu. Birdenbire karşımızda Nisha belirdi, sanki karanlıktan çıkıp gelen bir gölge gibi.

Nisha, zarafetin ve etkileyiciliğin simgesi gibiydi. Siyah elbisesi, altın rengi takılarla tamamlanmış, ona asil bir hava katıyordu. Elbisenin kesimi, vücut hatlarını zarifçe vurgularken, boynundaki ince altın kolye ve bileklerindeki zarif bilezikler, asaleti ve inceliği bir araya getiriyordu. Saçları özenle topuz yapılmış, birkaç bukle yüzünün etrafında nazikçe sarkıyordu. Dudaklarındaki kırmızı ruj, yüzüne canlılık ve çekicilik katarken, siyah topuklularıyla yere kibirli bir şekilde basıyordu.

Nisha’nın beni görmesiyle birlikte adımları bir an için durdu. Güneş gözlüklerini yavaşça çıkarırken, gözlerindeki şaşkınlık dikkatimi çekti. Yüzünde beliren ifade, beni burada görmeyi beklemediğini açıkça belli ediyordu. Nisha’nın bakışlarındaki soğukluk ve küçümseme, içimde bir öfke dalgası yaratırken, onun kibirli duruşu ve tavırları bu anın ciddiyetini daha da pekiştiriyordu.

Priya’ya dönüp, geleceğimi söyleyerek onu durağa yönlendirdim. Gözlerimi Nisha’nın derin ve anlamlı bakışlarından ayırmadan, onunla baş başa kaldım. Sessizlik, aramızda asılı duran bir perde gibiydi. Nisha’nın dudakları, nihayet sessizliği bozarak konuşmaya başladığında, sesi yumuşak ama bir o kadar da iğneleyiciydi.

“Neden buradasın, hayatım?”

Ben ise onun sorusuna zıt bir tavırla karşılık verdim, sesimde hafif bir meydan okuma vardı.

“Nisha Hanım… Burada olmam sizi neden rahatsız ediyor?”

Nisha alaycı bir kahkaha attı, sesinde keskin bir soğukluk vardı.

“Rahatsız olduğumu mu düşündün? Hayır, sadece senin gibi birinin burada ne işi olduğunu merak ediyorum. Bu işin ciddiyetini kavrayabileceğinden emin değilim.”

Sözleri içimde bir öfke dalgası yarattı, ama dışarıya yansıtmamaya çalışarak sakinliğimi korudum.

“Belki de olmam gereken yer burasıdır.”

Nisha’nın yüzünde küçümseyici bir gülümseme belirdi.

“Salman’ı kullanarak buraya kadar gelebilmiş olabilirsin, ama seni ileriye taşıyacak hiçbir vasfın yok.”

Ardından kendinden emin bir gülümsemeyle güneş gözlüklerini taktı ve topuk sesleri yankılanarak yoluna devam etti.

Sözlerinin ağırlığıyla bir süre olduğum yerde kalakaldım, sanki dünya etrafımda dönmeyi bırakmıştı. Zihnimde yankılanan Nisha’nın sözleri, birer birer düşüncelerime saplanıyordu. Priya’nın otobüse binerken bana seslendiğini duydum. Kendime gelip, adımlarımı hızlandırarak otobüse yetişmek için koşmaya başladım. Ayaklarımın altındaki kaldırım taşları, her adımımda daha da sertleşiyor gibiydi.

Ancak otobüs çoktan hareket etmişti. Arka lambaları, akşamın yumuşak ışığında solgun bir parıltı gibi uzaklaşırken, ben nefes nefese kalmıştım. Eğilerek ellerimi dizlerime koydum ve derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Göğsümde biriken öfke ve hayal kırıklığı, aldığım her nefesle biraz daha hafiflerken, havanın serinliğini ciğerlerimde hissettim.

“Karşıma çıkmak zorunda mıydın, Nisha? Senin yüzünden otobüsü kaçırdım ve şimdi burada, akşamın serinliğinde tek başıma kaldım. Beni bir kez olsun görmezden gelmeyi denesen ne olurdu?”

Sokağın köşesindeki lambanın titrek ışığı altında, düşüncelerim bir an için duruldu. Kendimi toparlamaya çalışırken, kalbimdeki sıkışıklığın yavaş yavaş gevşediğini hissettim. Ancak tam o anda, yanımda kırmızı bir araba durdu. Arka arkaya çalınan kornalar, sinirlerimi daha da gerdi. Doğrulup öfkeyle söylenecekken, direksiyonda Salman’ı gördüm.

Salman, arabanın camını indirip bana gülümsedi. Gözlerindeki sıcaklık ve samimiyet, bir an için içimdeki tüm olumsuz duyguları unutturdu.

“Salman Bey, siz-“

“Otobüsü kaçırdığını gördüm.”

Yumuşak bir sesle konuştu, bakışları sanki bütün günün ağırlığını anlamış gibi.

“Kimin sebep olduğunu da gördünüz mü?”

Salman, gülümsedi ve arabanın kapısını açarak nazikçe dışarıya itti.

“Bırak, Nisha’nın yol açtığı karmaşayı ben düzelteyim. İstersen… Seni evine bırakayım, Meena.”

“Ben başımın çaresine bakabilirim, Salman Bey. Siz beni dert etmeyin, gerçekten.”

“Seni burada bırakıp gideceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun, Meena. Bu kadar kolay pes edeceğimi sanma. Hadi, bin şu arabaya.”

Salman’ın ısrarına daha fazla direnemedim ve yanına usulca oturdum. Arabanın kapısını kapatırken, içime dolan deri koltukların ve hafif bir tütün kokusunun karışımını hissettim. Salman, direksiyonun başında kendinden emin bir tavırla oturuyor, dikkatli ve kontrollü hareketlerle arabayı hazırlıyordu. Emniyet kemerimi takarken, yüzümde istemsiz bir utangaçlık belirdi ve mahcup bir sessizliğe büründüm.

Salman’ın profili, ışığın oyunlarıyla belirginleşen keskin hatları ve hafifçe çatılmış kaşlarıyla, adeta bir heykel gibi duruyordu. Direksiyonu tutan elleri, hem güçlü hem de nazik bir kontrolü yansıtıyordu.

“Sizi ilk kez direksiyon başında görüyorum, Salman Bey.”

“Nadiren araba sürerim. Bugün bana eşlik ettiğin için şanslısın.”

Salman, radyoyu açarak yumuşak bir melodiyle içimizi ısıtan bir şarkı çalmaya başladı. Radyodan yükselen melodinin tanıdık olduğunu fark ettim; bu, Bollywood’un klasiklerinden biri olan Dil To Pagal Hai idi. Lata Mangeshkar ve Udit Narayan’ın büyüleyici sesleri, arabanın içinde yankılanırken, biz de trafikte ağır ağır yol alıyorduk.

İlk başta sessizliğin hâkim olduğu bu anlar, şarkının büyüsüyle yavaşça çözülmeye başladı. Salman, direksiyon başında rahat bir tavırla oturuyor, bir yandan yumuşak melodilere eşlik ederken bir yandan da göz ucuyla bana bakıyordu. Bu bakışlar, içimdeki çekingenliği yavaş yavaş eritmeye başladı.

“Anlat, bakalım. İlk iş günün nasıldı?”

Gözlerini kısa bir an yoldan ayırarak bana çevirdi. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirerek ona döndüm ve derin bir nefes aldım.

“Oldukça heyecan vericiydi. İş ortamı gerçekten harikaydı. Herkes çok yardımseverdi ve yeni arkadaşlar edindim. Özellikle Vikram, bana çok yardımcı oldu. İlk günümde yönlendirmeleriyle beni oldukça rahatlattı.”

Tam bu sırada, Salman aniden frene bastı ve araba hafifçe sarsılarak kırmızı ışıkta durdu. Yüzündeki hafif gerginlik, direksiyonu tutan ellerinin daha sıkı kavranışıyla birleşti. Gözlerinde beliren kıskançlık ifadesini fark etmemek imkansızdı.

Salman, direksiyonu sıkıca tutarak yeşil ışığın yanmasını beklerken, gözlerini tekrar bana çevirdi. Bir an sessiz kaldı, sonra alaycı bir gülümsemeyle konuştu.

“Anladığım kadarıyla Vikram, iş yerinde sağ kolun olmuş.”

“Evet, o gerçekten çok yardımsever biri. Bir erkek kardeş kadar…”

Salman, bu cevabımın ardından kısa bir an duraksadı ve sonra hafifçe başını sallayarak tekrar yola odaklandı.

“Erkek kardeş demek… Umarım onun da senin kadar tatlı bir ablası vardır.”

Zaman, akşamın serin rüzgarlarıyla birlikte akıp geçti. Salman, beni evime bırakmak için arabayı sessizce sokağa doğru yönlendirdi. Sokak lambalarının sarı ışıkları, asfaltın üzerinde dans ederken, arabanın farları yavaş yavaş evimin önündeki kaldırımı aydınlattı. Sokağın huzur dolu sessizliği, gecenin karanlığına karışıyordu.

Araba, nihayet evimin önünde durdu. Salman, motoru kapatırken, ben çantamı toparlayarak arabadan indim. Ayaklarımın yere değdiği anda, Salman da kapısını açarak benimle birlikte dışarı çıktı. Arabanın kapısını kapatıp yaslandığımda, kalbimde hafif bir çarpıntı hissettim. Salman, ağır adımlarla yanıma geldi ve önümde durdu. Kırmızı bol gömleğinin önü açıktı, içindeki beyaz tişört ve pantolonu adeta sade bir zarafetle parlıyordu. Bu hali, içimde tarif edilemez bir heyecan uyandırıyordu.

 Bu hali, içimde tarif edilemez bir heyecan uyandırıyordu

Kolumu sıvazlarken, gözlerimi yere indirip önüme baktım. Gecenin serinliğinde hafif bir titreme hissederken, derin bir nefes alarak konuştum.

“Teşekkür ederim, Salman Bey, beni eve bıraktığınız için. Ayrıca gönderdiğiniz kamelya çiçekleri için de… Bu jestiniz beni çok mutlu etti.”

Salman, yüzünü hafifçe buruşturdu ve kaşlarını çatarken gözlerinde hafif bir hüzün ve alay dolu bir ifade belirdi. Dudaklarının kenarındaki ince çizgiler, içindeki sabırsızlığı ele veriyordu.

“Ne teşekkür etmeyi bırakıyorsun ne de bana bu şekilde hitap etmeyi.”

Gözlerini kısarak devam etti.

“Seni ikna edebilmem için ne yapmam gerek, bir evin çatısına çıkıp bütün dünyaya haykırayım mı?”

Salman’ın sözleri beni hem şaşırtmış hem de eğlendirmişti. Gözlerim parladı ve kıkırdayarak elimi ağzıma götürdüm, kahkahamı bastırmaya çalışarak. Birkaç saniye sonra, gülümsemem hafiflediğinde elimi sallayarak konuşmaya başladım.

“Lütfen durun, haykırmanıza gerek yok. Sadece… Ben böyle daha rahat hissediyorum, hepsi bu.”

“Peki ya ben rahatsızsam?”

Bir an duraksadım, Salman’ın gözlerindeki derinlikte kaybolarak. Ardından derin bir nefes aldım ve cesaretimi toplayarak ona baktım.

“O zaman ortak bir paydada buluşmak zorunda kalacağız, Salman Bey. Bunun için biraz daha zamana ihtiyacımız var, elbette.”

Salman’ın yüzündeki ifade bir an için değişti. Alt dudağını hafifçe dişledi, gözlerinde derin bir düşüncenin ve kararlılığın izleri belirdi. Bir elini arabanın kapısına dayayarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Bu beklenmedik yakınlık beni anında geriye, arabanın soğuk metaline doğru itti. Kalbim hızla çarpmaya başladı, sanki göğsümde özgür kalmayı bekleyen bir volkan patlamaya hazırlanıyordu, ve nefes almak bir anda zorlaştı.

“Keşke zamanı hızlandırabilsem…”

Gözleri, dikkatle benimkilerden dudaklarıma doğru kaydı, bakışlarında bir kararlılık ve arzunun yansıması vardı.

“…Dünyayı kendi ellerimle döndürebilsem, günleri gecelere daha hızlı çevirebilsem.”

Sen henüz bilmiyorsun, öğrenmedin. Ancak aşkla deliren bu kalp, her geçen an daha da çılgına dönüyor. Her gece yıldızların altında seni düşlerken, bu deli kalp, seninle tamamlanmayı bekliyor. Çünkü yalnızca seninle huzur bulabilir ve bu çılgın aşka teslim olabilir.

Ey aşkın yağmuru, çöl kadar kurak olan bu yürek, yalnızca seninle yeşerebilir.

Gözlerim Salman’ın yüzünde gezindi, her bir çizgiyi, her bir ifadeyi dikkatle inceledi, ardından usulca dudaklarına indi. Üst dudağı nazikçe kavislenmiş, alt dudağı ise dolgun ve çekici bir şekilde belirgindi. Dudaklarının rengi, doğal bir pembelikteydi, sanki sürekli taze bir çiçek gibi parlıyordu. Dokusu ise yumuşak ve pürüzsüz görünüyordu; sanki bir dokunuşla eriyiverecek kadar hassas ve zarifti.

Tam bu büyülü anın içinde kaybolmuşken, arka taraftan gelen sert bir ses bizi gerçek dünyaya geri çekti.

“Meena! Salman! Ne yapıyorsunuz siz orada?”

Bahçenin sessizliğinde, yaprakların hışırtısı ve uzaklardan gelen böcek sesleri arasında bir anda beliren bu ses, adeta geceyi yırtarcasına keskin ve belirgindi.

BÖLÜM SONU

Dipnot:

Vikram: Hindistan’da yaygın bir erkek ismi ve Hindu mitolojisinde bir kahraman olarak bilinir.

Hamsa: Sanskritçe’de “kuğu” anlamına gelir. Hinduizm ve Budizm’de ruhsal bilgeliği ve özgürlüğü simgeler.

Jawed: Sankritçe’de “yaşayan” veya “canlı” anlamına gelir. Bu isim, genellikle Arapça kökenli olup “sonsuz” veya “ebedi” anlamlarına da gelebilir.

Dil To Pagal Hai: 1997 yapımı bir Bollywood filmi. Aşk, tutku ve dans temalarını işler. Shah Rukh Khan, Madhuri Dixit ve Karisma Kapoor’un öne çıktığı bir yapımdır.

Lata Mangeshkar: Hint müziğinin efsanevi sesi, 1929 doğumlu. Yüzlerce filmde şarkı söylemiş ve birçok ödül kazanmıştır. “Nightingale of India” (Hindistan’ın Bülbülü) olarak bilinir.

Udit Narayan: Hint playback şarkıcısı, 1955 doğumlu. 1980’lerden itibaren Bollywood müziğinde önemli bir figür haline gelmiştir. Birçok hit şarkının seslendirilmesinde yer almıştır.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla