İki kardeş soğuk kış gününde el ele tutuşmuş, nefesleri duman şeklinde havaya karışırken diğer 37 çocuk ile birlikte karşılarındaki korkunç, uzun ağaçlarla dolu ormana bakıyorlardı. Önlerindeki iki hafta burada hayatta kalmak zorundalardı. Bu, onların son sınavlarıydı.
Patron, onları buraya toplayan adam, yeni yaktığı sigarasından derin bir nefes çektikten sonra çocuklara göz gezdirdi. Üstündeki kıyafetler eskimiş, daralmış ve kirlenmişlerdi. Geldiklerinden beri aynı kıyafetleri giydikleri düşünülünce normaldi.
Çoğunu sokaklardan toplayıp buraya getirmişti. Sefil hayatlarından kurtararak burada tekrar bir yaşam amacı vermişti. Bu yüzden herhangi birinin ihanet edeceğini düşünmüyordu. İki kişi hariç.
Bakışları son gelen iki kardeşin üzerinde dolandı. Onlar buraya kötü bir yaşamdan gelmeyen tek kişilerdi. Diğerlerinin aksine onların sevgi dolu bir yuvaları vardı. Ve yine diğerlerinin aksine fazlasıyla şanssızlardı. O gece morali bozuk olmasaydı muhtemelen çocuğu görmezden gelebilirdi ama sinirli haline denk gelmişlerdi. Kafasını dağıtacak bir şeylere ihtiyacı varken onlarla uğraşmak biraz da olsa keyfini yerine getirmişti. Üstelik çocuk neredeyse tam istediği gibiydi. Tek sıkıntısı aklı sürekli kaçmaktaydı.
Adamlarından biri sırt çantalarını, diğeri de bıçakları dağıtıyordu. Bu sınavda herhangi bir kural yoktu. Düşünülebilecek tek kural hayatta kalmaktı. Hayatta kalabildikleri sürece bunu nasıl yaptıklarının bir önemi yoktu.
Neredeyse bitmiş olan sigarasını yere atarak ayakkabısının ucuyla ezdi. Çocuklara doğru ilerlerken ellerini pantolonunun cebine koydu. “Düdüğün sesiyle başlayacaksınız ve düdüğü tekrar duyduğunuzda sınav bitmiştir demektir.”
Tek tek çocukların yüzlerine baktı. Bazıları korkarken bazıları kazanmaya kararlıydı. Vorsius’la bakışları birleşince gördüğü nefret ve kararlılıkla yüzüne bir gülümsenin yayılmasına izin verdi. Bu çocuk hayatta kalmak ve kardeşini de hayatta tutmak için her şeyi yapacaktı. Eğer onun adamı olursa ne kadar işine yarayacağını düşünürken keyiften kahkaha atmamak için kendini zor tuttu. Kendi için yetiştirecekti onu. Arkasına geçerek omzundan tuttu.
Ellerini cebinden çıkararak düdüğü üfledi. Çıkan sesle tüm çocuklar ormanın içine koşmaya başladılar. Patron omuzunu biraz daha sıkarak Vorsius’u durdurdu. Sadece Vorsius ve Rava kalmıştı.
Patron ceketinin cebinden her zaman kullandığı metal çakmağını çıkardı. Omzunu bırakmadan çakmağı ona doğru uzattı. “Bunu bana geri getir.” Vorsius’un kafası karışsa da çakmağı alıp cebine koydu. Patron omzunu bırakınca da Rava ile beraber ormanın içine doğru koşmaya başladılar.
Patronun bakışları onları ormanın içinden izleyen Tyapa’ya kaydı. Buraya ilk gelen çocuk oydu. Vorsius’tan önce tüm umutlarını ona bağlamıştı ama yeterince iyi değildi. Ne kadar çabalasa da geri kaldığı konular vardı. Ayrıca sevgi açlığı onu kullanması kolay biri yapıyordu. Diğer yandan Vorsius’un içindeki öfke kullanılmak için hazırda bekliyordu. Kendisine duyduğu nefret onu daha güçlü kılacaktı.
Vorsius ve Rava el ele tutuşmuş koşarlarken tırmanması daha kolay bir ağaç görünce durdular ve Rava önde, Vorsius arkada olacak şekilde yapabildikleri kadar yükseğe tırmandılar.
Rava bir üstteki dala otururken Vorsius onun bir altındaki dala oturdu ve sırtını ağaca yasladı. Çantasını açıp içindekileri kontrol etti; bir ip, birkaç konserve yemek, birkaç şişe su ve kullanışlı olabilecek birkaç malzeme daha.
Konserveler tam 2 hafta yetecek şekilde ayarlanmışlardı. Sular da aynı şekildeydi. Gerçi önemli olan bu değildi. Zaten bu ormanda iki hafta geçirmeye niyeti yoktu. Vorsius henüz kardeşine anlatmasa da yarın gece buradan kaçacaklardı. Daha fazla bu iğrenç örgütün parçası olmayacaklardı. Annesine söz verdiği gibi normal bir çocukluk geçireceklerdi.
“Hey, veletler!” Aşağıdan gelen sesle ikisi de sesin kaynağına baktılar. Tyapa, onları buraya kadar takip etmişti. Vorsius rahatsızlıkla kaşlarını çattı. Örgüte getirdiklerinden beri bu iri yarı ve yaşça büyük olan çocuk onları zorbalamaya yemin etmiş gibiydi. Ne yapsalar, nereye gitseler oradaydı ve gücünü göstermekten asla çekinmiyordu. Her zaman kavga peşindeydi.
“Ben oraya gelmeden önce kendiniz aşağı inseniz iyi olur.” Vorsius alayla güldü. Tyapa yükseklikten korkuyordu. Bu ağaca tırmanmasının imkanı yoktu. “Buradan manzara daha güzel. Neden yukarı çıkmayı denemiyorsun?”
Typa’nın kalın kaşları sinirle çatılırken oflayarak kahverengi saçlarını karıştırdı. Yukarı çıkamayacağının farkındaydı. İşin kötüsü bu aptal velet de bunu biliyordu. Kehribar gözleri Vorsius’la buluşunda içindeki öfkesi katlandı. Patron bu çocukta ne buluyordu da gözleri sürekli onun üstündeydi? Çelimsiz ve aptaldı.
Ellerini ağacın gövdesine yerleştirerek olağanca gücüyle ağacı sarsmaya başladı. İkisinin de düşüp ölmesini umuyordu. Böylece çakmağı alabilirdi ve böylece eski yerini tekrar kazanırdı.
Ufak bir çığlıktan sonra Vorsius’un gözünün ucundan bir karaltı aşağı doğru düştü. Kalbi endişe ile atmaya başlarken bakışlarını yavaşça yukarıdaki dala çevirdi. Düşen Rava olamazdı, değil mi? Anne ve babasından sonra onu da kaybedemezdi.
Bakışları kardeşinin sevimli gözleriyle son bulduğunda rahatlayarak derin bir nefes çekti. “Abi…” Rava dolu gözleriyle ona bakıyordu. Ne olduğunu sormak için ağzını açtığında aşağıdan gelen zafer dolu bir kahkaha gözlerinin oraya yönelmesine yol açtı. Rava’nın çantası Tyapa’nın elindeydi.
“Aptal velet çantasını düşürdü.” Tyapa gururla çantayı elinde tutuyordu. Şimdiden kazançlı başlamıştı. “Aşağı inerseniz çantayı geri veririm.” Kurnaz bir gülümsemeyle yukarı doğru baktı. Şimdi işleri bitmişti.
Vorsius ayağa kalkarak Rava ile göz göze geldi. “Önemli değil. Zaten o çantaya ihtiyacımız yoktu.” dedi kardeşinin akmaya hazır gözyaşlarını silerken. Sonra kulağına yaklaştı ve fısıldadı. “Çünkü bu akşam buradan kaçacağız.”
Rava’nın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Kaçmak… Bunu daha önce hiç düşünmemişti. Artık ömürlerinin sonuna kadar burada kalacaklarını sanıyordu. Abisine minnet dolu gözlerle baktı. Yumuşakça gülümsedi ve ona sarılmak için kollarını uzattı. Abisi açtığı kollarının içine doğru girdiğinde ona sarıldı. O, gerçek bir kahramandı.
Vorsius geri çekilip kendi çantasındaki ipi çıkardı ve kardeşinin bacaklarına ve beline dolamaya başladı. Onu sıkıca dala bağlayacaktı ki bir sonraki düşen o olmasın.
Tyapa bir süre daha kardeşleri izledikten sonra sıkılarak gitti. Nasıl olsa tekrar bulabilirdi onları. Ağaçtan indikleri zaman yakalayacaktı. İşte o zaman bitirecekti işlerini.
Akşam olduğunda Vorsius, Rava’nın iplerini çözdü ve birlikte aşağı indiler. Kaçma zamanı gelmişti.
Etrafı kontrol ettikten sonra el ele tutuştular ve ormanın çıkışına doğru koşmaya başladılar. Vorsius önceden ormanı kontrol etmişti. Biraz daha ilerlerse arabaların geçtiği bir yola çıkacaklardı. Oradan dümdüz ilerlerseler bir yerleşim yerine ulaşmayı umuyordu. Sonrasında birilerinden yardım isteyebilirlerdi.
Yola çıktıklarında asfalt yola çıkmadan kenardaki toprak yolunda yürümeye başladılar. Her araba geçişinde eğilip, gizleniyorlardı. Patronun ya da onun adamlarının birinin arabası olması riskini göze almak istemiyorlardı.
Bir süre sonra durdular ve konserve yemeklerden yediler ve biraz su içip yollarına devam ettiler. Uzun süre yürüdüler. O kadar uzun süre yürüdüler ki ikisinin de ayakları acımaya başlamıştı. Daha fazla devam edemeyeceklerini düşünseler de ilerlemek zorundalardı.
Sabah güneşi etrafı aydınlatırken sonunda pek fazla insanın olmadığı, küçük bir kasaba gibi görünen bir yere geldiler. Çok geçmeden ufak bir karakol gördüler. Sevinçle adımlarını hızlandırarak kapıdan içeri girdiler. İçerisi epey küçüktü. Birkaç masa ve küçük bir nezarethane dışında pek bir şey yoktu.
En yakın masaya doğru yaklaştılar. Yürümekten perişan olmuşlardı. “Merhaba.” Vorsius polis memurunun dikkatini çektikten sonra konuşmasına devam etti. “İsmim Vorsius, bu da kardeşim Rava. Ormanın yanındaki fabrikada bir süredir esir tutuluyoruz.” Nefeslendikten sonra konuşmaya devam edecekti ki memur onu durdurdu.
“Tamam, şöyle geçip oturun bakalım. Çok yorgun görünüyorsunuz.” Sıcak bir şekilde gülümseyip ayağa kalktı ve çocuklara oturmaları gereken yeri gösterdi. “Ben ilgileneceğim sizinle. Biraz dinlenin.”
İki kardeş rahatlayarak masanın yanındaki koltuklara oturdular. Vorsius kardeşinin elini sıkıca tutmuş ona gülümsüyordu. Sonunda kurtulmuşlardı. Bundan sonra hayatları çok daha kolay olacaktı. Normal insanlar gibi yaşayacaklardı.
“Buraya nasıl geldiniz? Biri mi bıraktı?” Memur ceketinin cebinden telefonunu çıkarırken sordu. “Hayır.” Vorsius kafasını iki yana salladı. “Yürüyerek geldik.” Memur tek kaşını kaldırarak onu tekrar etti. “Yürüyerek demek.” İnanmıyormuş gibi bakıyordu ama sonra umursamadan bir numarayı çevirdi ve konuşmak için dışarı çıktı.
Vorsius ve Rava içerinin sıcaklığına alışmaya başlamışlardı. Tüm gece yürüdükleri için şimdi yorgunluktan ölüyorlardı. Gözleri kapanacak gibi olduğu sırada karakolun kapısı açıldı ve memur içeri girdi. Ardından tanıdık bir yüz de içeri girdiğinde çocukların tüm uykuları bir anda kaçmıştı.
Oturdukları yerden korkuyla kalktılar ve Rava parmağıyla patronu işaret etti. “İşte bu o! Bizi kaçıran kişi!” Vorsius Rava’nın parmağını indirip onu arkasına aldı. Yanlış bir şeyler vardı. Patron neden buradaydı?
“Daha dikkatli ol. Sürekli arkanı toplayamam.” Memurun sesiyle iki kardeş dehşete kapılarak ona döndüler. “Şanslısın buraya yürüyerek gelmişler. Tanık yok.”
Patron kardeşlere öfkeli bir bakış attıktan sonra memura döndü. “Kusura bakmayın. Yeterince iyi eğitemedim. Bir daha olmaz.” Ardından cebinden bir miktar para çıkararak memura uzattı. “Umarım-“
Polis memuru aniden patronun eline vurarak sözünün yarım kalmasına neden oldu. Paralar etrafa saçılırken sinirle konuştu. “Devletin memuruna rüşvet mi teklif ediyorsun? Kim olduğunu sanıyorsun sen?”
Patron yumruklarını sıkarak yere eğildi ve dağılan paraları topladı. Ayağa kalktıktan sonra tekrar uzattı. “Yanlış anladınız. Ben sadece eşiniz ve kızınızla güzel bir akşam yemeği ısmarlamak istedim.” Memurun eline uzanıp paraları sıkıştırdı. “Güvenliğimiz için çok çalışıyorsunuz. En azından bu kadarını yapmalıyız. Lütfen kabul et.”
Memur patrona bir böceğe bakarmışçasına baktıktan sonra elindeki paraları cebine koydu. “Al şu çöplerini götür buradan. Burada sizin gibi çöplere yer yok. Kirlettiniz ortalığı hep.”
“Tabii. Tekrar kusura bakmayın.” Patron hızla çocukların yanına gelerek sertçe kollarından tuttu. İkisini de çekiştirerek karakolun kapısına doğru ilerletti. “Adi eşkıya.” Arkasından duyduğu sözle tutuşu sıkılaştı. Bu ikisi yüzünden katlanmak zorunda kaldığı muamele onu çok sinirlendirmişti.
Vorsius yüzüne vuran soğuk havayla az önce yaşananların etkisinden kurtuldu. Kolunu kurtarmak için sertçe çekiştirerek bağırmaya başladı. “Yardım edin!” Tekrar oraya dönemezlerdi. Gerçi polis bile onlara yardım etmiyorsa başka kim yardım edebilirdi bilmiyordu ama denemek zorundaydı.
“Yardım ed-” Yanağına yediği tokatla yere düştü. Patron belinden çıkardığı silahını sertçe, gözleri korkuyla açılan çocuğun şakağına dayadı. “Tek kelime daha edersen beynini dağıtırım. Duydun mu beni?” Sonlara doğru sesi yükselmişti. “Anladın mı beni?” Kafasını silahla ittirerek sordu. Çocuk hızla kafasını salladıktan sonra silahını tekrar beline koydu ve onu kolundan tutarak yerden kaldırdı.
İki kardeşi arabasına tıktıktan sonra sürmeye başladı. Bu veletler onun kim olduğunu unutmuşa benziyorlardı. Benim gözetimimde kaçmaya çalışmak, ha? diye düşündü direksiyonu sıkarken. Kim olduğunu hatırlatmanın zamanı gelmişti belli ki.
Araba çığlık atarak fabrikanın önünde durdu. Patron arabadan inip ikisini de sertçe indirdi ve kaba bir şekilde fabrikanın içine kadar sürükledi. Kardeşleri içeri doğru attıktan sonra öfkeyle bağırdı. “Nankörler. Sizin yüzünüzden o aptal herifin aşağılamasına göz yummak zorunda kaldım.”
Sinirle volta atarken konuşmaya devam etti. “Bunun nasıl hissettirdiğini biliyor musunuz? Sizi besledim, eğittim ve karşılığında kaçıyorsunuz öyle mi?”
Rava ve Vorsius tozlu fabrika zemininden kalkarlarken birbirlerine sarıldılar. Kalpleri göğüslerinden çıkacakmışçasına atıyordu. Şimdi ne olacaktı? Yakalanacaklarını düşünmemişlerdi.
“Sen!” Patron gözleri öfke ateşiyle yanıp kavurulurken Vorsius’a baktı. “Sana buradaki çocuklardan daha iyi davrandım. Ama sen ne yaptın? Bana kazık attın.”
“Kimse.” Kardeşlere doğru bir adım attı. “Bana.” Bir adım daha. “Kazık atamaz.” Son adımıyla kardeşlerin önüne gelmişti. Vorsius’u sertçe yakasından kavradıktan sonra aniden fikrini değiştirip kenara doğru attı. Ona zarar vermek bir işe yaramayacaktı. Bundan önce defalarca dayak yemişti, ona rağmen kaçmaya çalışacak cesareti vardı. Yöntemini değiştirmeliydi.
Rava’yı kolundan kavrayarak ayağa kaldırdı. Tokat atmak için elini kaldırdığı sırada Vorsius ayak bileğinden bıçağını çekti ve patronun üstüne doğru koşmaya başladı. Rava’yı incitmesine izin vermeyecekti.
Bıçağıyla patronun üstüne atladı ama aldığı darbeyle yere düştü ve acıyla inledi. Patron Rava’yı bırakarak Vorsius’a döndü. “Kardeşin için her şeyi yaparsın, değil mi?” Küçük kızı yük olarak görse de belki bu şekilde işine yarayabilirdi.
“Pekala, gel o zaman.” Yüzünde keyif aldığını gösteren bir gülümsemeyle elini Vorsius’a doğru salladı. “Beni yenersen gitmenize izin veririm.”
Vorsius yerden kalkarak bıçağına sıkıca sarıldı. Fırsat bu fırsattı. Şimdi onu öldürecekti ve özgürlüklerini kazanacaktı. Her şeyi tekrardan yoluna sokacaktı. Böylece anne ve babası da onu affedeceklerdi.
Vorsius tek savunması olan bıçağı ile her bir adımında yere daha sağlam basarak patronun etrafında döndü. Patron ondan büyük ve güçlüydü ama onu bir şekilde yenebileceğine inanıyordu. Tek ihtiyacı olan biraz şanstı.
Patronun kaşları alayla kalkarken Vorsius’a yaklaştı. Vorsius’un kalbi hızla çarpsa da geri adım atmadı. Bıçağını savurdu ama patron kolayca savuşturdu ve kahkaha attı. “Elinden gelen bu mu?” dedi sesindeki küçümsemeyle. Vorsius dişlerini sıktı ve bu kez daha kararlı bir şekilde saldırdı fakat patron elini tutup onu yere doğru savurdu.
Sendeleyerek yere düştüğünde patron üstüne çıkarak kollarını yere sabitledi. “Tahmin ettiğimden daha zayıfsın.” Yüzüne doğru yaklaşarak konuştuğunda Vorsius kollarındaki tutuşun anlık zayıflamasını fırsat bildi ve tüm gücünü bir hamlede toplayarak bıçağını savurdu.
Bıçak patronun yanağının ortasından başlayıp sol kaşının üstüne kadar derince kesti. Patron acıyla inlerken geri çekildi ve elini gözüne götürdü. Kan parmaklarının arasından sızıyordu.
Vorsius ayağa kalktı ve yüzüne bir zafer gülümsemesinin yerleşmesine izin verdi. Bıçağını tekrar sıkıca kavradı ve tekrar hamlede bulundu. Bu sefer işini bitirecekti. En azından o, öyle düşünmüştü. Patronun öfkeli yumruğu suratıyla buluştuğunda zaferinin ne kadar kısa olduğunu düşündü. Bıçağı elinden fırlarken yanağında acıyla yere düştü. Henüz kalkamadan patron gelip karnına bir tekme vurduğunda nefesi kesildi ve acıyla kıvrandı.
Patron yere düşen bıçağı alarak Vorsius’un üstüne çıktı. Bıçağı gözüne doğru yaklaştırırken çocuğun korku dolu kalp atışları terk edilmiş fabrikada yankılanıyordu. Bu sefer gülme sırası patrondaydı. “Ne oldu? Artık gülümsemiyorsun.” Kesilmiş gözünden akan kanlar Vorsius’un yüzüne damlıyordu.
“Göze göz, dişe diş lafını duymuş muydun hiç?” Patronun sigara kokan nefesi Vorsius’un ciğerlerine dolmuştu. “Bu sözü sevsem de tam olarak bana uygun değil. Çünkü ben her zaman bana yapılanı misliyle öderim.”
Vorsius hareket etmeye, onu sıkıca tutan bacaklardan ve koldan kurtulmaya çalıştı ama yapamadı. Göğsü korkuyla inip kalkarken gözlerini kapattı. Ona yalvarmayacaktı. Ne yapmak istiyorsa yapabilirdi.
Korku dolu bekleyişi patronun hafif inlemesiyle kesildi. Gözlerini açtığında patronun elini kafasına götürüp sonra tekrar baktığını gördü. “Abimi bırak.” Rava’nın attığı taş hasara yol açmasa da patronun ilgisini çekmişti.
“Şu kardeşler, beni delirtiyorsunuz.” Patron Vorsius’u bırakarak ayağa kalktı. “Birbirinize olan sevginiz midemi bulandırıyor.” Rava’ya doğru döndü. Vorsius bunu gördüğünde hızla yerden kalkmaya çalıştı ama karnına yediği tekmeyle soluğu kesildi. Elleri karnına giderken tek yapabildiği patronun, kardeşinin saçlarından yakalayışını izlemekti.
Sürünerek Rava’nın yanına gitmek istedi ama patron onun işini kolaylaştırarak kardeşini ona doğru sürükledi. Canı yanan Rava çığlık atarak patrondan kurtulmaya çalışıyordu.
Elindeki bıçağı fabrikanın tozlu bir köşesine fırlattıktan sonra Vorsius’a baktı. “Bu yaptığın aptallığın bedelini kardeşin ödeyecek.” Gözlerini kocaman açmış, yüzünde delirmişçesine bir sırıtış yerleştirmişti.
Vorsius ayağa kalkmaya çalıştı ama patron ayağıyla kafasına bastırarak bu çabasını anlamsız kıldı. Kafası patlayacakmış gibi hissederken ağzından kelimelerin çıkması için uğraş verdi. “O… olmaz… ben… beni…”
Patron o sanki konuşmuyormuşçasına sözlerine devam etti. “Sana ne dediğimi hatırlıyor musun? Çakmağımı geri getirmeni söylemiştim.” Ayağını çekip fabrikanın çıkışına doğru ilerlemeye başladı. “Kardeşini tekrar görmek istiyorsan dediğimi yap.”
Vorsius öksürüklere boğulurken kalkıp onu durdurmaya çalışmak istedi ama bedeni onu dinlemiyordu. Tek yapabildiği çığlıklar eşliğinde götürülen Rava’ya bakmaktı. Kardeşinin arabaya tıkılışını gördü. Ardından arabanın hızla uzaklaşmasını izledi.
Tozlu zeminde yatmaya devam ederken şu ana kadar yaşadıklarını düşündü. O gece merakına yenik düşmesi, ailesinin onun yüzünden katledilmesi, geldiklerinden beri burada girdikleri eğitimler, sayısız dayak ve dövüş ve şimdi de bu. Kaçmaya çalışmaları ve kardeşinin ondan koparılması. Her şey onun suçuydu. Hep kendini akıllı sanıp yaptığı şeyler başlarına bela olmuştu.
Gözlerinden yaşlar akarken kalkacak gücü kendinde bulamadı. Uzun süre olduğu yerde yatmaya devam etti. Sonunda kalkmak için hazır hissettiğinde içinde bir şeyler değişmişti. Bıçağını fırlatıldığı yerden aldı ve ölü gibi bakan gözleriyle ormanın içine girdi. Zihnine bir sis bulutu çökerken hayatta kalmak için her şeyi yapacağını biliyordu.
Zamanın nasıl geçtiğini, nasıl bu kadar hayatta kaldığını anlamadan iki hafta dolmuştu. Düdük sesini duyduğunda zihnindeki sis dağıldı ve koşarak kendini ormandan dışarı attı.
Çıktığı anda gözleri fabrikanın duvarına yaslanmış, ağzında yanmamış sigarasıyla duran patronla kesişti. Yüzünde kendi yaptığı yara izi vardı. İki haftada epey iyileşmişti. Sol gözü beyaz görünüyordu. Muhtemelen görme yetisini kaybetmişti.
Yanına gittiğinde çakmağı çıkararak patrona uzattı. Patron memnun bir gülümseme ile ona baktı ve kafasını aşağı eğdi. Sigarasını yakması için bekliyordu. Vorsius da aynen istediği gibi yaptı ve çakmakla sigarasını yaktı.
Patron derin bir nefes çekip dumanı çocuğun yüzüne üfledi. Öksürüklere boğulan Vorsius yaşaran gözlerini sildi. “Rava nerede?” Kalbi sıkışırken sordu. Kardeşine bir şey olduğu düşüncesi onu mahvediyordu.
“Merkezde. Seni bekliyor.” Kafasıyla yan taraftaki siyah aracı işaret etti. “Arabaya geç.”
Arabaya oturduktan sonra camdan patrona baktı. Adamlarından bir tanesiyle konuşuyordu. Konuşması bittikten sonra arabaya geçerek sürmeye başladı. Sessiz bir yolculuktan sonra demir kapılarla kapalı bir evin önüne geldiler. Kapılar onlar için açıldıktan sonra içeri girdiler.
Büyük bir evin önünde durduklarında Vorsius hızla arabanın kapısını açıp indi. Kocaman bahçesi olan güzel bir eve gelmişlerdi. Demek ki merkez böyle bir yerdi.
Patron da arabadan indikten sonra başka bir adam gelip arabayı aldı. Evin önündeki merdivenlerden çıktıktan sonra patron ikili kapıyı açtı ve önce Vorsius’un girmesine izin verdi.
İçerisi sade bir şekilde döşenmişti. Giriş katta birkaç oda ve biraz ileride iki taraftan yukarıya çıkan merdivenler vardı. İçerisi temiz kokuyordu. Bir anda soğuk havadan sıcak bir eve girmek gardını biraz düşürmesine sebep olsa da böyle şeylerin gözünü boyamasına izin vermeyecekti.
Patron sağ taraftaki merdivenlerden çıkmaya başladığında Vorsius onu arkasından takip etti. Bu katta görebildiği kadarıyla karşılıklı 8 oda vardı. Patron odalardan birinin kapısını açıp Vorsius’a içeri girmesini işaret etti.
İki yatak, iki çalışma masası ve iki tane dolap vardı. Epey sade olsa da temiz ve düzenliydi. Güzel bir odaydı. Vorsius’un eski evindeki odasının üç katıydı. Daha önce bu kadar büyük oda görmemişti.
“Beğendin mi?” Patronun sesiyle ona döndü. Oda umurunda değildi. “Rava burada demiştin.” Adam gözünü devirdi ve odadan çıktı. “Ne kardeşmiş.” Kendi kendine mırıldandıktan sonra ekledi. “Aşağıda. Gel gidelim.”
Çıktıkları merdivenlerden tekrar indiler. O sırada evin kapısı tekrar açılmıştı. Hayatta kalan diğer çocuklar başka bir adamın önderliğinde eve giriyorlardı. Evin büyüklüğünden etkilendikleri her hallerinden belliydi.
Vorsius kısa bir anlığına Tyapa ile göz göze geldi. Onun hayatta kalacağını biliyordu zaten, o yüzden pek şaşırdığı söylenemezdi. Yine de dikkatinin dağılmasına izin vermeden patronun peşinden ilerlemeye devam etti.
Bir odanın içine girdikten sonra gri bir kapıdan geçtiler. Parlak beyaz bir ışık altında kasvetli merdivenlerden indiler. Uzun, gri bir koridora çıktılarında Vorsius’un içini bilinmez bir korku kapladı. İlerlemeye devam ederlerken sağ taraflarında birbirlerinden soğuk ve boş görünen kapıların önlerinden geçtiler. Patronun ağır adımları durdu, elini Vorsius’un omzuna koyup sessiz bir uyarı verdi ve önünde durdukları kapıyı açtı.
Kapının ardındaki boşluk karanlıkla dolup taşmıştı. İçeriden yayılan soğuk karanlık, koridora bile nüfuz ediyordu. Bir anda sessizliğin içinde güçlükle duyulan, cılız bir ses yankılandı: “Abi?” Vorsius nefesini tuttu. O an zaman donmuş gibiydi. Kalbi hızla atarken gözleri karanlığa alışmaya çalışıyordu. Adım adım içeri girdi, tereddütle seslendi: “Rava?” Kardeşi… Ne zamandır buradaydı? İncinmiş miydi?
“Sesime doğru ilerle,” dedi, fakat sesi çatallaştı. İçinde ağır ve derin bir suçlulukla karışık korku vardı. “Buradayım.” Küçük adımların yankısıyla birbirlerine doğru ilerlerken, nihayet buluştular. İki kardeş birbirlerine sıkıca sarıldıklarında, bastırılmış gözyaşları yanaklarından süzüldü. Rava gözlerinden süzülen yaşları durduramıyordu. Tüm acı ve çaresizliğiyle abisine sığındı. “Özür dilerim,” dedi Vorsius. Kelimeler dudaklarından güçlükle çıkıyordu, içindeki pişmanlık onu yerle bir etmişti. “Eğer kaçalım demeseydim… Her şey benim suçum.”
“Önemli değil abi. Senin suçun değil. Ben de kaçmak istemiştim.” Rava içtenlikle konuştu. Bu olanlar abisinin suçu değildi. Kötü insanlarla karşılaşmışlardı. O sadece buradan kurtulmak istemişti, bunu biliyordu.
İki kardeş kendilerini hazır hissettikten sonra kalkarak odadan çıktılarında Vorsius, kardeşinin gözlerindeki bandajları fark etti. Neden bu şekilde kapatılmışlardı ki? Bandajları yavaşça çözmeye başladı, kardeşinin kırılgan yüzünü aydınlığa kavuşturmayı umarak. Bandaj tamamen çözüldükten sonra Rava sonunda bir şeyler görebileceği için heyecanla gözlerini araladı- ve acıyla çığlık attı. Dizlerinin üstüne çökerken elleriyle yüzünü kapatmıştı.
Bandaj tamamen çözüldükten sonra Rava sonunda bir şeyler görebileceği için heyecanla gözlerini araladı- ve acıyla çığlık attı. Dizlerinin üstüne çökerken elleriyle yüzünü kapatmıştı.
“Rava! Sorun ne?” Endişeyle yere çökerken elini kardeşinin titreyen sırtına koydu. Gözleri mi acıyordu? Ama neden? Ona ne yapmışlardı?
Patronun soğuk sesi koridorda yankılandı. “Uzun süre karanlıkta bırakılan birini böyle ani bir ışığa maruz bırakırsan… olacak olan budur.” Vorsius kaşları çatılırken ona baktı. “Ne demek istiyorsun?”
“Gayet açık konuşuyorum.” Patron sanki sıradan bir konuşma yapıyormuş gibi omuz silkti. “Kardeşini kör ettin.”
Vorsius’un boğazı düğümlendi. Duyduklarını idrak etmekte zorlanırken Rava’nın çığlıkları tüm koridorda yankılanıyordu. Zihni bu sözleri kabul etmeyi reddediyordu, ama gerçek apaçık ortadaydı. Kardeşine farkında olmadan en büyük zararı vermişti. Ellerini sıkarken nefesi düzensizleşti, her şey onun suçuydu.
Ona bunu nasıl yapabilmişti? Karanlıkta ne kadar süre kaldığını düşünmeden… Kendi dikkatsizliği yüzünden… Kardeşini kör etmişti. Rava bunu nasıl affedebilirdi? Kafasını iki yana salladı. O, affedilmeyi hak etmiyordu. Böyle bir şeyi düşünmemeliydi bile.
Rava ellerini yavaşça gözlerinden çekti. Her şey, sonsuz bir karanlığa bürünmüştü. Panik ve umutsuzluk dolu ağlamalarının arasından sığınabileceği tek kişiye seslendi. “Abi…” O her şeyi bilirdi. Ne yapacağını, nasıl yardım edeceğini bilirdi. “Renkleri görmek istiyorum. Resim yapmak istiyorum.”
“Abi…” Ağlamalarının arasından sığınabileceği tek kişiye seslendi. O ne yapacağını bilirdi. Her zaman öyle olmuştu. Şimdi de yardım edebilirdi. Bir çözüm bulurdu mutlaka.
Vorsius’un boğazı düğümlendi. Verebileceği bir cevabı yoktu. Kardeşini sımsıkı sararken “Üzgünüm.” diye fısıldadı. Sesi karanlık bir kuyuya düşüyormuş gibi boşlukta yankılandı. Daha fazlasını söyleyecek gücü kendinde bulamadı. Rava’nın gözyaşları daha da yoğunlaştı; abisinin ona yardım edemeyecek olmasına inanmak istemiyordu. “Abi, yardım et. Görmek istiyorum.”
“Bir yolu var. Gel buraya, Rava.” Patronun soğuk sesiyle Rava abisine sarılmayı bıraktı. “Gel ve sana renkleri göstereyim.” Abisini bırakarak ayağa kalktı. Bir yolu varsa denemek zorundaydı. Tekrar görebilmek, resim çizebilmek için her şeyi yapardı.
Yalpalayarak birkaç adım attıktan sonra patronun ona uzatılmış olan elini buldu ve tuttu. Vorsius ayağa kalkarak çaresizce kardeşinin boşta kalan elini tuttu. “Rava, ona inanma. Kandırıyor seni.” Emin olmasa da ters bir şeyler olduğu belliydi. Renkleri göstereyim derken ne demek istiyordu?
Patron, Vorsius’un elini zorla çektikten sonra onu itti ve düşmesine sebep oldu. Ardından Rava ile birlikte diğer odalardan bir tanesine girip kapıyı kapattı. Vorsius kalkıp kapıya dayanmıştı bile. İçeriden kitlendiği için açılmasa da yumruklarını kapıya geçirerek Rava’nın ilgisini çekmeye çalışıyordu.
Rava odanın içinde patronla yalnızdı. Sessizliğin içinde sadece nefes sesleri duyuluyordu. “Devam et. İlerle.” Patronun sesiyle mecbur kalarak ileri doğru birkaç adım attı. Ayağı kaygan bir sıvıya bastığında dengesini kaybederek yere, kaygan sıvının içine düştü. Elleriyle sıvıya dokunarak ne olduğunu anlamaya çalıştığı sırada tekrar patronun sesini duydu.
“Dokunduğun renk kırmızı,” dedi patron. Sesi acımasız ve umursamazdı. “Kan. Tıpkı abine duyduğun nefretin gibi kıpkırmızı bir kan göletinde oturuyorsun.”
“Abimden nefret etmiyorum.” Rava hızla ellerini çekerek ayağa kalkmaya çalıştı. Ama tekrar kayarak yere düştü.
“Seni kör etmesine rağmen?” Patronun acımasız sorusuna gözlerini karanlığa dikerek karşılık verdi. “Bunu bana abim yapmadı. Sen yaptın.” Patron sabah odaya gelip Rava’nın gözlerine bir damla dökmüş, ardından da bandajlamıştı. Tam olarak ne olduğunu bilmese de durumuyla alakalı olduğunu emindi.
“Ah.” Patronun sesinin daha yakından gelmesiyle geri gitmeye çalıştı. “Demek öyle.” Olabildiğince geri giderken bacağından tutulmasıyla çığlık atması bir oldu. “Yardım… lütfen…” Yabancı birinin sesini duyduğunda çırpınarak ayağını kurtardı ve kayabildiği kadar kenara kaydı. Bu odada onlardan başka biri daha vardı, kim olduğunu bilmediği üçüncü bir kişi.
Aniden bacağında hissettiği acıyla yankılanan çığlığı, abisinin çığlıklarına karıştı. Patron, Rava’nın bacağına sertçe bastırmıştı. Onun zayıflığından aldığı keyifle, “Bunu abine söylersen onun bacaklarını koparırım.” dedi. Sesi soğuktu, tıpkı karanlık kadar soğuk. Ardından onu bıraktı ve kilitlediği kapıyı açtı.
Yumrukladığı kapı bir anda açılınca, Vorsius içeri doğru sendeledi. Patron kapının yanında duruyordu. Rava kanların içinde, yanında ölü gibi görünen bir adamla oturuyordu. Yüzünde korku dolu bir ifade vardı.
Hızla içeri girerek kardeşini yerden kaldırdı. Görebildiği kadar vücudunu kontrol etti. İncinmiş gibi görünmüyordu. Elinden tutarak odadan dışarı çıkardı. O esnada, patron çoktan arkasına bile bakmadan merdivenlere doğru yönelmişti.
Bunu gören Vorsius sinirle ayakkabısındaki bıçağını çekti. Hazır arkası dönükken onu öldürecekti. Yeterdi onlarla uğraştığı.
Patrona doğru hızla atıldı ama ne olduğunu bile anlayamadan kendini boynundan duvara yaslanmış halde buldu. Bıçağı elinden fırlamıştı. Ayakları yere değmiyordu ve yüzü patronla aynı hizadaydı. Ellerini, boğazına dolanan ellere götürdü. Çözmeye çalışsa da başaramadı.
Nefesi kesilirken patronun yüzüne baktı, gözlerinde merhamet kırıntısı bile yoktu. “Neden?” diye sorabildi zar zor aldığı nefeslerinin arasından. Neden kardeşine zarar vermişti? Neden onu değil de kardeşini seçmişti?
“Çünkü sen işime yararsın. Diğer yandan kardeşin…” Kafasını eğip gözlerini kıstı. “Onun işime yaradığı pek söylenemez. Özellikle de son haliyle fazlalıktan başka bir şey değil.”
Vorsius’un nefesi gittikçe daralsa da patron konuşmasına devam etti. “Burada olmasının tek sebebi sensin. Onu, seni kontrol edebilmek için getirdim. Yani kardeşinin hayatını mahveden sensin.”
Patronun yüzünde yapay bir acımaya bulanmış bir bakış vardı. “Bundan sonra yaptığın şeylerin bedelini o ödeyecek. Anladın mı?” Vorsius zorlukla kafasını onaylayarak salladı. Boğazındaki yılan çözüldükten sonra yere düşerek öksürmeye başladı. Gözleri acı ve pişmanlıkla doluydu.
Patron onunla birlikte yere eğilerek çenesinden sıkıca tuttu. “Yaptığın en ufak bir yanlış, en küçük bir sadakatsizlik, o çok akıllı olduğunu sandığın kafanda kurduğun en ufak bir itaatsizlik düşüncesinin bile faturası kardeşine kesilecek.”
Vorsius’un çenesini kendine doğru çekti. “Artık hata yapma lüksün yok. En iyi olmak zorundasın, yoksa cezasını çeken yine kardeşin olur. Anlaşıldı mı?” Çocuğun dehşete düşmüş bakışlarıyla kafasını sallaması, patronu keyiflendirdi. Bir gözünü kaybetmiş olabilirdi ama kendine sadık bir adam kazanmıştı.
Çocuğun çenesini bırakarak geldikleri yerden çıktı ve kardeşleri yalnız bıraktı. Toparlanmaları için biraz zaman vermesi iyi olurdu.
Rava kan dolu odanın önünde, abisinin onu bıraktığı yerde oturmuş onu beklerken artık abisinin örgütün en sadık adamı olacağından haberi yoktu.
Ve işte o günden sonra Vorsius, patronun dediği gibi örgütün en iyisi, en sadık adamı oldu. Bir süre sonra örgütün bekçi köpeği olarak anılmaya başlandı ve ismini duyanın tüyleri ürperir oldu.
İki kardeş her geçen gün, ruhlarının bu karanlık örgüte satıldığının farkına varamadan; kayboldukça güçlendiler, güçlendikçe de ruhlarını kaybettiler. Ve günler geçtikçe, ikisinin de içinde kalan son umut kırıntıları, hiçlikte kayboldu.
Yorumlar