“Araethium’un özü olan renkler Nish Samudra’da geçersizdir, bu nedenle oranın yaratıkları tamamen renksiz ve şekilsizdir. Güzellikten uzak olan bu yaratıkların dışları kadar içleri de renksizdir, damarlarında hayat akması gerekirken simsiyah kan akar. Çirkin görünümleri, renksiz ve hayattan uzak oluşları nedeniyle Araethium bu boşluk ile arasına sınır koymuştur. Fakat bundan habersiz mirvari bekçi çoktan sınırın ötesindedir.”
ー
Lykoris bir hışımla yemek salonundan çıkmış, çıktığı gibi de bulduğu ilk ağaca sert bir tekme geçirmişti sinirle. Masum ağaca bir şey olmasa da, yaptığı bu saçma hareket Lykoris’in sinirini atmasına çare olamamıştı. Tekme attığı ağacın kovuğunda elini birkaç saniye gezdirdikten sonra arkasına dönerek yürümeye başladı. Daha önce hiçbir zaman evini ciddi anlamda sorgulamamıştı, aynı şekilde saç rengini de. Buna gerek duymamıştı çünkü emindi orasının evi olduğundan. Fakat şimdi içine düştüğü ikilem onu fazlasıyla sarsmıştı. Yine de bütün hayatı oradaydı, anıları ve deneyimlediği diğer her şey. Bir kişinin basit sözleri ile bu kadar ikileme düşmemesi gerektiğini kendine tekrar edip dursa da bu çok anlamsızdı. İçindeki bu kötü his sürekli kendisini takip ediyordu, fakat onu takip eden tek şey bu kötü his değildi. Peşinden gelen Monad’dı. Adımlarını hızlandırıp ona yetiştiğinde Lykoris’in bileğini tuttu Monad. Lykoris bileğinin tutulmasıyla Monad’a dönerken, yüz ifadesi biraz sinirli gözüküyordu. Aslında bu siniri ne o kadına karşı ne de Monad’a karşıydı. Bu siniri tamamen kendisi ve eskiden de olsa ait olduğu yerden emin olamamasınaydı. Bir nevi hayatının gerçek hissettirmemesineydi. Lykoris her ne kadar düşüncelerinde boğulurken Monad ise söze girdi, “Neden bir anda öylece çıkıyorsun Lykoris?? Sorunun ne?” dedi. Lykoris nazikçe bileğindeki Monad’ın elini açarak kendisini bırakmasını sağladı, ardından ise hafif bir şekilde iç çekti. Öncekine göre daha sıkıntılı ses tonuyla, “Kadının dedikleri hoşuma gitmedi.. Ayrıca doymuştum. Uzun süredir uyuyor olmalıyım, hadi gidelim buradan..” dedi, Monad ise ona hayal kırıklığıyla bakacaktı. Yine de ona karşı ses tonu her zamanki kadar nazikti, “Aklındaki her şeyi anlatana kadar gitmeyeceğim…” dedi, Lykoris’in bu sözlere karşı ifadesi biraz bozulmuştu. Ona güveniyor olsa da yaşadığı bu zavallı durumu anlatamayacak kadar gururluydu. Lykoris’in bu halini gören Monad’ın ise vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu elbette. Onu elinden tutup çekiştirirken, az önceki ağacın yanına giderek dibine oturtur Lykoris’i. Karşı çıkmasına izin vermeden Monad’da yanına oturur kızın. Ardından ise ellerini kavrayıp söze girdi direkt, “Anlatmadan bir yere gitmek yok! Hem anlatmazsan tek başına yolculuk yapmak zorunda kalırsın.” dedi, Lykoris bu sözün üzerine pek bir şey diyemedi. Her ne kadar Corallym’da yalnız büyüse de, yalnız seyahat etmekten nefret ederdi. Ayrıca Monad’ın da yanında olmasını istiyordu, bu yüzden pes edermişçesine kafa salladı. Derince iç çekti, sonrasında ise gözlerini kapayarak derin bir karanlığa gömülmüşken hissettiği bu sorunu anlatmaya başladı.
İçindeki bu ikilem ve ait olduğu yerin dahi neresi olduğunu bilememek onu deli ediyordu. Bunu sözlere dökmek ne kadar zor olsa da, Monad’ı kırmak istemiyordu hiç. Lykoris kendi içinde savaş verirken Monad ise sabırla onu bekliyordu. Ona birkaç saniye gibi gelen, fakat Lykoris için sonsuzlukmuşçasına süren bu saniyelerin ardından söze girdi. Daha önce yaşadığı madenci gezegeni olan Corallym ve onun acı kaderinden bahsederek başlamak istememişti, her ne kadar oradaki yaşamı boyunca burnu çamurdan çıkmasa da seviyordu orayı. Corallym’ın kızıl çimenlerini, kızıl toprağıyla her zaman serin olan suyunu uzun uzun anlatmayı istese de bunu sonraya saklamaya karar verdi. Onun yerine çocukluğu boyunca yaşadığı yalnızlık ile, “Corallym en bilinen madenci gezegenlerinden biri.. Çıkarılan mücevherler öylesine eşsiz ki, evrenin her köşesinden canlılar gelirdi. Ben de orada doğdum, maden ocağına fazla yakın bir yerde terk edilmişim. En azından çocukken bana söylenen buydu, ayrıca saçlarımın beyazlığı da kimyasallar sonucu mutasyona uğramam sebebiyle bu halde. Küçükken beni bulan yetimhanenin müdürü bu konuyu uzun uzun anlatmıştı, her ne kadar ne dediklerini tam anlayamasam da yetişkinler diye onlara güveniyordum elbette…” dedi, kandırılmanın ya da kandırıldığını düşünerek evini uzak görmenin verdiği kötü bir his vardı içinde. Kısa duraklamanın ardından, “Saçlarım harici, Corallym’da yetişen güzel Noraoth çiçekleri kadar farklıydı bedenim. Daha önce hiç kanımı gördün mü?” dedi, ardından ise parmağını sertçe ısırarak kanatacaktı. Akan şey herkesin bekleyeceği üzere kızıl değildi, aksine tamamen siyah bir sıvıydı. Kolları kızıla döndüğünden belki o nedenle kan kızıl değildir diye düşünmesin diye de bu sefer dudağını ısırdı sertçe. Acısını pek belli etmeden akan siyah kanları Monad’a gösteriyordu. Monad’ın ona olan bakışları oldukça meraklıydı, normalde herkesin iğrenmesinin aksine o oldukça etkilenmiş gözüküyordu. Bunun üzerine siyah kanlarını temizlerken Monad ona sordu, “Bu harika! Hem bu normalden de iyi! Peki ama nasıl oluyor ki bu?? İnsan değil misin?” dedi. Bu masum soruyla sessizliğe gömüldü Lykoris. İnsan olup olmadığından kendisi de emin değildi, normal olmadığından emin olsa da insan olmadığını ya da daha ne olduğunu dahi bilememek büyük bir boşluk oluşturuyordu içinde. Siyah kanları artık akmazken söze girdi, “Bilmem? Fakat kendimi insan gibi hissediyorum.. Ve ne olacağına gelirsek, buna da basit bir gen bozukluğu diyorlar. Bu ikisine ek olarak Corallym’da tamamen kimsesizdim. Pek arkadaşım olmazdı, arada bir madenlere inerdim… Evimden oldukça farklıyım değil mi? Sanki tamamen alakasız bir yerden oraya gelmişim gibi…” dedi. Sonrasında ise ses tonu öncekine göre daha sitemliydi, “Fakat insanların özümü sorgulamamı söylemelerinden hep nefret etmişimdir… Ne denirse densin, ben Corallym’dan olacağım.” demesinin ardından yavaşça ayağa kalkacaktı Lykoris. Gitmek istediği belliydi, fakat Monad onun dediklerini daha idrak etmeye çalışıyordu. Lykoris evinden tam emin olamasa da Monad’ın aksine anıları bulanık değildi. Düşünmeyi hep bir şekilde engellemeye çabalamıştı. Hiçbir zaman bunları düşünmek istememiş, hep kendini meşgul tutmuştur. Şimdi ise Lykoris’in ayağa kalkması için kendine uzattığı elini tutarak ayağa kalkacaktı Monad.
Yüzünde bir gülümsemeyle ona bakarken, diğer kişilerin aksine evi veya kökeni umursamadan şu ana odaklanmak istediği belliydi. Ses tonu önceki kadar nazik olsa da bu sefer Lykoris neşelensin diye de canlıydı tonu, “Eski evini bilemem ama.. Her zaman yanında olacağım senin Lykoris! Hem bundan sonra ne yapacaksın, nereye gideceksin??” dedi, nereye giderse gitsin peşinde olacaktı zaten. Lykoris aydınlık havaya bakarken pek düşünme ihtiyacı duymadan, “Bu dünyanın dışına elbette! Sonuçta biz bir gezginiz.” dedi ve bilerek “biz” kelimesini vurgulayarak söyledi Lykoris. Bunu duyan Monad’ın yüzündeki gülümseme kulaklarına kadar varırken, önceki halinin aksine daha çocuksu bir tavır almıştı davranışları. Bu sırada ise arkalarından gelen ayak sesleri ile eve doğru döndüler kafalarını. Elinde kocaman bir çantayla az önceki yaşlı kadındı. Çantayla yanlarına gelerek onlara uzatıyordu eşyaları. Bir yandan da söze girdi, “Sizin için hazırladım, bir yere gidecek gibiydiniz işinize yarayabilecek şeyler koydum. Biraz daha dinlenmek isterseniz hâlâ dinlenebilirsiniz..” dedi, Monad bu hareketle oldukça sevinmiş gibiydi. Lykoris ise biraz mahcup olarak çantayı kadının elinden alarak sırtına taktı. Yüzündeki hafif gülümsemeyle konuştu, “Her şey için teşekkür ederiz. Fakat gitmemiz gereken yol biraz uzun, yemekler için yeniden teşekkürler.” dedi, ardından ise Monad onu onaylarmışçasına hızlı hızlı kafasını salladı. Sonrasında ise kadının saçlarını okşamasına izin verdi Monad. Lykoris biraz mahcup olsa da Monad bu vedayla oldukça sevinmiş gibiydi. İkili yürüyerek uzaklaşmaya başlarken, kadın ise arkalarından el sallamaya başladı. Böylelikle ilk amaçları Kalrani’den ayrılmak olacaktı. Fakat bu yoldaki ilk engelleri de bu sırada karşılarına gelmiş olacak…
Yorumlar