“Nish’in ötesinden gelen varlıkların oyunları ve huyları fazlasıyla bilinmezdir. Karışık doğaları sebebiyle onlarla karşılaşan her bir canlı onları tanrı olarak kabul eder. Böylelikle tanrı kavramı ortaya çıkarak bu varlıkların içlerindeki egoyu yavaş yavaş büyütmeye başlar. Ancak bu kirli kanlı varlıklar egolarını yendikleri vakit özlerindeki masumiyete ulaşır.”
ー
Şenlik masasına benzer masada sohbetler edilirken herkes yemeğini yiyordu hâlâ. Bu sakin süre boyunca Lykoris yemeğini yese de bir yandan yemek salonunu inceliyordu dikkatini çektiğinden. Yemek salonunun tasarımı sıradan olsa da camların kaplandığı işlemeli vitraylar ilgisini çekmişti. Beyaz saçlı tacı olan bir figür ve hemen onun ardında bulunan kaleye benzer bir yapı vardı. Her ne kadar sıradan bir işlemeye benze de biraz daha incelediğinde ağaç figürünü fark edebilmişti. Bu ağaç normal olmayan renklerle kaplıydı, gövdesi açık sarı ve yaprakları da maviye yakın bir tondu. Aynı suyun altındayken yansımasını gördüğü ağaç gibi. Bütün dikkati işlemeli camdaydı artık, daha önce gördüğü tek şey bu ağaç olsa da resim fazlasıyla tanıdık geliyordu. Bu his hiç hoşuna gitmemişti, çünkü huzursuz hissetmesine sebep oluyordu. Etraftaki konuşmalardan uzunca bir süre bağımsız kaldığından Monad hafifçe Lykoris’in kolunu dürttü. Bu dikkatinin bozulmasını sağlarken, kafasını camdan ona doğru çevirdi. Monad’ın bakışları “ne oldu?” dermiş gibiyken masanın öbür başında oturan yaşlı kadın söze girip, “Beğendin mi onu? Oldukça ilgini çekmiş gibi duruyor” dedi. Ve evet, dediği gibi oldukça ilgisini çekmişti bu işlemeli cam. Renkleri fazlasıyla hoş ve uyumlu olsa da asıl ilgisini çekme kısmı sanatsal yanı değildi. Lykoris hafifçe kafasını sallarken, “Evet efendim… Bir hikayesi var mı? Ya da öylesine yapılmış bir şey mi?” diye sordu. Masadakiler yemeklerini yerken, bir yandan yeniden boşalan kadehlere elden ele vererek şaraplar dolduruluyordu.
Hikayeyi dinlemek adına herkes yaşlı kadına odaklanmıştı o da çok geçmeden boğazını temizleyerek söze girdi, “Çok ama çok uzun süre önceden beri var olan bir inancımız vardır. Bütün bir Araethium’u kaplayan, her bir ley hattının ana kaynağı olan devasa yaratılış ağacının doğumu ile ilgili. Henüz daha hiçbir evren yaratılmamışken ortada Araethium denebilecek hiçbir şey yoktu. Var olan tek şey bir krallık ve her zaman onun yanında bulunan Ay’dır. Bu krallık Ay’ın beyaz ışıkları içinde her gün yıkandığından tamamen saflıkla kutsanmıştır. Fakat tek sorun bu krallıkta hiçbir canlının olmamasıdır, bu durumu gören ve sıkılan Ay kendisine arkadaşlık edebilecek bir kişi yaratmaya karar verir. Dostunu yaratmak adına kendisinden ve ruhundan parçalar koparır ve en sonunda onu bir insan haline getirerek krallıktaki ilk kişiyi yaratmış olur. Yarattığı kız tamamen kendisiyle aynıdır neredeyse. Aynı ruhu ve aynı beden parçalarını kullandıklarından bir nevi kardeşi gibidir. İkili zaman kavramı olmadan birlikte yıllarını ve ömürlerini geçirirler asırlar boyu. Günlerden bir gün kızın aklına bir fikir gelir, bu fikir ise krallıkta yaşayan başka kişilerin olmasıdır! Fakat bu krallıkta yaşayacak kişiler, krallığın dışından soluk ve kirli hiçlikten gelecek olan kişilerdi. Ay onların hepsinden iğreniyor ve çekiniyordu, fakat Ay’ı ikna eden kız sonunda krallık dışındaki canlıları içeri alarak onlara bir yuva verir. Böylece asırlar geçer, fakat durum hiç de iyiye gitmez. Bir felaket sonucu krallık yıkılmış sonrasında ise prenses ve onun gibi Ay’ın soyundan gelenler o günden sonra ortadan kaybolmuştu. Krallık tamamen yaratıklar tarafından işgal edilmişken, prensesin yok olmasıyla devasa yaratılış ağacı belirmiştir. Sonrasında ise Ay’ın soyundan gelenler, yani biz yaratılış ağacının gölgesinde var olan bir baloncuk evrene kaçtık.” diyerek hikayesini anlatmayı bitirdi yaşlı kadın.
Bütün hikayeyi pür dikkat dinleyen herkes, hikaye sonlandığında bir süre sessizliğe gömülmüştü. Lykoris’in ilgisini çeken taraf yaşlı kadının kendilerini Ay’ın soyundan gelenler olarak tanımlamasıydı. Bu sadece basit bir yaratılış inancı mıydı emin olamasa da meraklı bir tonda, “Peki bu Ay’ın soyundan gelenler ne oluyor tam olarak?” dedi. Yaşlı kadının bu sözler üzerine yüzünde bir gülümseme belirdi, “Parlak hoş tenlerimiz ve aynı onda olduğu gibi Ay’ın rengine sahip saçlarımız var. Bunlara bu kadar yabancı davranma, sen de bu geni miras almışsın tatlım..” dedi. Fakat bu sözler ona mantıklı gelmiyordu, her ne kadar saçı beyaz olsa da teni o kadar hoş değildi sıradan bir tenden farkı yoktu. Ayrıca onun doğduğu yer öyle peri masalından çıkma bir yer değildi. Kız kadının dediklerini şakaya vurarak hafifçe güldükten sonra konuştu, “Anladım, fakat bir peri masalında yaşamıyorum. Doğduğum gezegen değerli madenleriyle ünlüydü, onların sebep olduğu toksinler sebebiyle saçım böyle beyaz.” dedi, açıkçası hikayeyi sevse de kendi gezegeni Corallym’den olduklarını sanmışken kendini biraz aptal gibi hissetti. Yine de yaşlı kadın tavrını bozmadan, “Ah, kökenlerin konusunda kendinden emin olman oldukça hoş. Fakat bundan emin misin?” dedi. Kadının kendisini neden sorgulatmaya çalıştırdığını anlayamamıştı. Yine de tekrar düşündüğünde, ona bunları söyleyen yetimhanedeki bir müdür ve birkaç yetişkindi. Herkes buna inanmıştı, kendisi de dahildi buna. Fakat Corallym’da hiçbir akrabası yoktu, hiç kimseyle kan bağı yoktu. Toksin maddeler sebebiyle saçı hariç diğer çocuklara göre daha farklıydı bedeni, bunu toksin maddelere bağladığından pek üzerinde durmamıştı küçükken. Büyürken sürekli bu madenci gezegenine ait olmadığını düşünse de her zaman, bunun sadece sıradan bir his olarak kabul etmişti. Ait olduğu, en azından orada doğduğunu düşündüğü gezegenin ait olduğu gezegen olmadığını düşünmek fazla ağırdı onun için. Düşünmeye devam ettikçe ruh hali değişiyordu, ayrıca az önceki neşesi tamamen kaybolmuştu.
Kafasını yaşlı kadına doğru kaldırırken konuştu, “Ne ima etmeye çalışıyorsun?” dedi. Ses tonu ister istemez öncekine göre değişmişti. Yine de bu durum Monad harici masadaki hiç kimseyi şaşırtmamıştı. Yaşlı kadın hâlâ ses tonunu bozmadan nazik bir şekilde, “Bir şey ima etmiyorum canım, sadece böyle hissediyoruz-“ dedi, yine de bu cevap Lykoris’i tatmin etmemişti. Bu yüzden canını acıtmayacak şekilde ayaklanırken masadan kalkacaktı. Dışarı çıkmadan önce, “Yemek ve diğer her şey için teşekkürler..” deyip odadan ayrılmak adına olabildiğince hızlı çıkacaktı. Masadaki herkes şaşkınlıkla bakarken, Monad’da Lykoris’in ardından ona yetişmek adına koşarak çıktı…
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Kadının bahsettiği şey kişi acaba direkt kız mı yoksa soyundan gelen biri mi ay heyecanlandım