Bahçen var ama elma ağacın yoksa başarısızlık hakkında söylenemzsin. Hayat her zaman bir ileri bir geri gitmekten ibaretken sürekli ileri gitmeyi bekleyemezsin. Eğer ki hala kendini şanssızlıkla suçluyorsan zaten bu dünyaya başarısız olmak için gelmişsindir.
Yirminci yaş günü. Yetişkinliğe çoktan geçmiş olması gereken ama hala çocuk aklıyla, hayatını yalnızca akışa bırakmış biri olan Eren, doğum gününü kutlarken hiç de mutlu görünmüyordu.
Çocukluk arkadaşları Merva ve Akif, çalıştığı çağrı merkezinden arkadaşı Mahsun ve karısı Elif, Eren için o kadar emek verip kutlama hazırlamışlardı. Eren’in tepkisi ise yalnızca arada bir gülümseyip “İyi ki varsınız, teşekkür ederim, ne zahmet ettiniz, düşünmeniz yeter,” gibi cümlelerden ibaretti.
Kullanılmaya kullanılmaya tozlanmış birkaç kutu oyunu, biraz alkol, süslemeler ve müziklerle dolu bu gece de elbette bitmişti. Resmi olarak yirmi yaşını çoktan doldurmuştu.
“Vay be, harbiden yaşlanıyoruz,” dedi Akif.
“Öyle,” diye yanıtladı Eren.
Bir insana doğum gününde söylenmesi gereken son söz belki de buydu, “Artık daha yaşlısın.”
Eren artık hayatın kurulum aşamasının sonlarına geldiğinden ve günlerini maksimum verimlilikle geçirmesi gerektiğinin farkındaydı. Geriye dönüp baktığında elinde ne vardı ki? Neler yapabilirdi?
“Sahi, yayın eviyle görüştün mü? Ne dediler?” dedi Merva.
“Ne yayın evi?”
“Hani diyordun ya 19 yaşımda paylaşacağım falan diye. Göndermedin mi yoksa?”
“Anlamıyorum neyi paylaşacağım?”
“Gecura’yı diyorum, paylaşmayacak mısın yoksa?”
Eren, Merva’nın sözlerini duyduğunda bir anlığına duraksadı. “Gecura” kelimesi, zihninde eski bir yarayı yeniden kanatmış gibi yankılandı. Gecura… On altı yaşına kadar onun için her şey olan, gecelerini aydınlatan ve rüyalarında ona yol gösteren Düş Tanrısı.
On altı yaşına geldiğinde, Eren’in rüyaları aniden değişmişti. Gecura’nın ona geldiği o derin, anlam dolu rüyalar yerini anlamsız, dağınık düşlere bırakmıştı. O zamana kadar, Eren her gece gözlerini kapadığında Gecura’yla buluşur, birlikte karanlık ormanlarda dolaşır, bilinmeyen diyarların sırlarını keşfederlerdi. Ama bir gece, Gecura bir daha geri dönmemek üzere gitmişti.
Eren, bu kopuşun nedenini hiç anlayamamıştı. Kendi içindeki çocuksu heyecanı mı kaybetmişti? Ya da belki de Gecura, Eren’in artık ona ihtiyacı olmadığını düşünmüştü. Ne olursa olsun, bu kayıp, Eren’in hayatında derin bir boşluk bırakmıştı. Belki de bu yüzden, hayata karşı duyduğu heyecanın büyük bir kısmını yitirmiş, kendini hep bir şeyleri eksik yapıyormuş gibi hissetmeye başlamıştı.
Şimdi, Merva’nın hatırlatmasıyla o eski anılar yeniden su yüzüne çıkıyordu. Eren, Gecura rüyalarına girmeden onu kitaplaştıramayacağının farkındaydı. Sıfırdan devam etmek onun için bilmediği bir formülü yazmak gibi olurdu. Gecura ona gelip, tanrıların ve şeytanların diyarıondan bahsetmezse, yazdığı şeylerin sadece yalan olacağını biliyordu.
Sonra birden anımsadı, Mordrath’ın önünde, tıpkı şefkatli bir annenin çocuğunun uyumasını bekler gibi ona bakarken Gecura’nın söylediği sözleri.
Eren ona “Sen olmasan bu hikayeyi yazamazdım,” demişti, teşekkür edercesine. Gecura ise “Sen olmasan zaten anlatamazdım. Bu rüyalar kafanın içinde, ben sadece görmeni sağladım. Tek yapman gereken, onlara ulaşmayı denemek. Bir gün ben olmadan da bunları yapabileceğine eminim.”
Gerçekten de sadece rüyalarında gördüğü şeyleri yazıyordu. Gecura’nın tek yaptığı “Bak, şu goblini görüyor musun?” diyerek Eren’in dikkatini başka yerlere çekmekti. Her hâlükârda kendisi görmeseydi zaten yazamazdı.
Evet belki de büyüdükçe rüyaları peri masallarından uzaklaşmıştı. Ancak yine de o rüyaları görmesini sağlayan bilgiler, kendi kafasının içindeydi.
Merva’nın gözlerinin içine baktı, sanki yıllar sonra, aradığı o eksik bulmaca parçasını bulmuş gibiydi ve “Haklısın,” dedi. Merva şaşırmıştı ama bir yandan da mutlu olmuştu. Bu cevap sorduğu soruya gelmemişti ama Eren’i çok iyi anlamıştı. Anlamamışsa bile en azından, yıllar sonra, Eren’in hayat dolu bakışlarını görünce mutlu olmuştu. “İyi,” diye yanıtladı o da. Başka bir şey konuşmadılar.
***
Çocukları evlerine gönderdikten sonra bir hışımla eski eşyalarını bıraktığı, koridorun sonundaki odaya gitti. Kapıyı açtı, kutu oyunlarının yanındaki üzerine kocaman “G” yazılı olan koliyi çıkardı.
Artık iyice farkındaydı, madem devam ettiremiyordu, o zaman baştan başlayabilirdi. Bambaşka bir evren yaratabilirdi.
Kolinin içinde tozlanmış yeşil kapaklı defteri eline aldı ve kapağını açtı. Nasıl tarif edilir? Daha önce hiç ölümle burun buruna gelip de bir meleğin sizi kurtardığını gördünüz mü? Ya da ne bileyim akşam karanlığında ara sokakta giderken, bir sokak serserisinin üzerinize doğru sürdüğü bir an yaşadınız mı? Araba farının ışığından bahsediyorum. İşte tıpkı ona benzer bir ışık tüm odayı sarmış ve sayfalar bir anda kendi kendine çevrilmeye başlanmıştı.
Göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşen bu olayda defter önce beyaz renkle sonra mor renkle parladı. En sonunda Eren’i içine çekip, onu Mordrath sınırına gönderdi.
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Kamu spotu: Aot’dan sonra her 10 yazardan 9’u ana karakterin ismini eren koymaktadır. Lütfen böyle bir yazar görürseniz 811’i arayın Alo erenden kurtarma hattı