VIII. Kraliçe’nin Kriket Alanı

46 0 6 Eylül 2024

Bahçeye girilen yerde büyük bir gül ağacı vardı. Gülleri beyazdı. Fakat üç bahçıvan harıl harıl onları kırmızıya boyuyorlardı. Alice, ”Amma da tuhaf şey!” diye düşündü, daha iyi seyretmek için bahçıvanlara yaklaştı, o sırada birinin şöyle dediğini duydu: ”Bana baksana Beşli! Üstüme boya sıçratıp durma!”  

Beşli ters ters: ”Ne yapayım” dedi, ”Yedili dirseğime çarptı…” 

Bunun üzerine Yedili başını kaldırdı. ”Güzel, Beşli! Suçu hep başkalarının üstüne at bakalım!” 

Beşli, ”Sen çeneni tutsan daha iyi edersin” dedi. ”Kafanın kesilmesini hak ettiğini Kraliçe daha dün söyledi, kulağımla işittim!” 

İlk konuşan bahçıvan ”Niçin?” diye sordu. Yedili ”Bu, seni ilgilendirmez, İkili!” dedi. 

Beşli ”Pekâlâ da ilgilendirir” diye yanıtladı. ”Ona anlatayım da gör… Aşçıya bayağı soğan yerine lale soğanı getirmiş de ondan…” 

Yedili fırçasını yere atıp tam ”Bu kadar da insafsızlık…” diye söze başlayacakken onları gözetleyip duran Alice’i fark etti, hemen kendini tuttu; ötekiler de dönüp baktılar, sonra yerlere kadar eğilerek selam verdiler. 

Alice biraz çekinerek ”Neden bu gülleri kırmızıya boyuyorsunuz, söyler misiniz?” dedi. 

Beşli ile Yedili bir şey söylemeden İkili’ye baktılar. İkili alçak sesle söze başladı. ”Efendim, işin doğrusu, bu ağacın kırmızı gül ağacı olması gerekirdi, biz yanlışlıkla beyaz dikmişiz. Kraliçe işi anlayacak olursa hepimizin kafası gider. İşte onun için efendim biz de elimizden geldiği kadar çabuk olup, o gelmeden önce…” Tam bu sırada, bahçeyi kollamakta olan Beşli haykırdı: ”Kraliçe! Kraliçe!” Bahçıvanların üçü de bir anda yüzükoyun yere kapandılar. Bu anda birçok ayak sesi işitildi, Alice de Kraliçe’yi göreyim diye, merakla dönüp baktı. 

Önce, ellerinde üç başlı gürzlerle, on tane asker geldi. Bunlar da, tıpkı bahçıvanlar gibi, dümdüz ve dikdörtgen biçimiydiler, köşelerden de kollarıyla bacakları çıkmıştı. Sonra sarayın sayılı kişilerinden onu gözüktü: hep süslenmişler, asker gibi ikişer ikişer yürüyorlardı. Bunların arkasından Kral çocukları gözüktü; on kişiydiler, çift çift el ele tutuşmuşlar, neşeyle hoplayıp zıplayarak geliyorlardı, üzerlerinde yürek biçimi süsler vardı. Arkalarından konuklar göründü, çoğu ya Kral ya Kraliçeydi. Alice bunların arasında Beyaz Tavşan’ın da bulunduğunu fark etti. Çabuk çabuk, sinirli sinirli konuşuyor, her söylenene gülümsüyordu; yanından geçerken Alice’i tanımadı bile. Konukların arkasından kızıl kadife bir yastık üzerinde Kralın tacını taşıyarak Yürek Oğlu geliyordu. Bu büyük alayın en sonunda da Yürek Kralı ve Kraliçesi çıkageldiler. 

Alice, üç bahçıvan gibi yüzükoyun yere kapansın mı kapanmasın mı pek kestiremiyordu, ama alay geçerken böyle davranılır diyen bir kural işittiğini de hiç anımsamıyordu. ”Hem, yüzükoyun yere kapanıp kimseyi göremedikten sonra alayların ne anlamı kalır?” diye düşündü ve olduğu yerde durarak bekledi. 

Alay Alice’in tam karşısına gelince hepsi durup ona baktılar, Kraliçe Yürek Oğlu’na dönerek sert sert ”Bu da kim?” diye sordu, o yalnızca gülümsedi ve eğilerek selam verdi. 

Kraliçe sinirlenip başını sallayarak ”Aptal!” dedi; sonra Alice’e dönerek: ”Çocuk” diye sordu, ”Senin adın nedir?” 

Alice terbiyeli terbiyeli ”Alice, haşmetli Kraliçem” dedi, ama kendi kendine ekledi. ”Eninde sonunda hepsi de bir deste iskambil kâğıdı, ne diye korkuyorum sanki bunlardan?” 

Kraliçe, gül ağacının dibinde yatan üç bahçıvanı göstererek, ”Ya bunlar kim?” diye sordu. Yüzüstü yatıyorlardı, sırtları da tıpkı öteki iskambil kâğıtlarına benziyordu, onun için 

Kraliçe bunların bahçıvan mı, yoksa saray ileri geleni mi, yoksa kendi çocuklarından üçü mü olduğunu anlayamamıştı. 

Alice, gözüpekliğine kendisi de şaşarak, ”Ne bileyim ben kuzum,” dedi, “beni ne ilgilendirir!” 

Kraliçe hırsından kıpkırmızı kesildi, bir iki saniye sanki Alice’e yiyecekmiş gibi baktıktan sonra ”Uçurun şunun kafasını! Uçurun…” diye haykırdı. 

Alice hiç çekinmeden yüksek sesle ”Saçma!” dedi, Kraliçe de bir şey söyleyemedi. 

Kral karısının koluna dokunarak çekine çekine ”Baksana güzelim, daha çocuğun biri!” dedi. Kraliçe hırsla ona arkasını çevirerek Oğlan’a ”Şunların yüzlerini çevir!” dedi. 

Oğlan, bir ayağının ucuyla, sakınarak buyruğu yerine getirdi. 

Kraliçe çın çın öten bir sesle ”Kalkın ayağa!” diye haykırdı; üç bahçıvan hemen fırlayıp kalkarak Krala, Kraliçeye, Kral çocuklarına, daha kim varsa hepsine selam vermeye başladılar. 

Kraliçe ”Bırakın şunu!” diye haykırdı, ”Başımı döndürüyorsunuz.” Sonra, gül ağacına bakarak söylendi: ”Burada ne işler karıştırmışsınız ha?” 

İkili, bir dizi üstüne çökerek, korkak bir sesle ”Haşmetli Kraliçem izin verirlerse şey ediyorduk…” 

Bu arada gülleri gözden geçiren Kraliçe ”Anladım!” dedi. ”Uçurun kafalarını şunların!” Sonra alay yürümeye başladı; geride zavallı bahçıvanları idam etmek üzere üç asker kaldı. Bahçıvanlar da korunmak için Alice’e koştular. 

Alice ”Korkmayın! Kafanız uçurulmayacak” dedikten sonra onları yanındaki büyük çiçek saksısının içine koydu. Üç asker bir süre bahçıvanları arayarak şaşkın şaşkın çevreye bakındılar, sonunda alayın ardından onlar da yürüdüler. 

Kraliçe ”Kafaları uçuruldu mu?” diye bağırdı, onlar da yüksek sesle ”Haşmetli Kraliçemizin buyruklarıyla kafaları uçtu!” diye yanıtladılar. 

Kraliçe ”Âlâ!” diye bağırdı ”Kriket oynamasını bilir misiniz?” 

Askerler seslerini çıkarmadan Alice’e baktılar, soru herhalde ona sorulmuştu. Alice de bağırarak ”Evet!” dedi. 

Kraliçe ”Gelin, öyleyse!” diye gümbürdedi; Alice de “Arkasından neler gelecek bakalım,” diye düşünerek alaya katıldı. 

Yanıbaşında ürkek bir ses ”Gü.. güzel hava, değil mi?” dedi. Baktı ki, meraklı meraklı yüzünü süzen Beyaz Tavşan ile yan yana gidiyor. 

Alice de ”Ya! Gerçekten güzel” dedi. ”Düşes nerelerde kuzum?” 

Tavşan telaşlı bir sesle yavaşça ”Şşş! Şşş!” dedi. Endişeli endişeli çevresine, arkasına bakınıyordu, sonra ayaklarının ucunda yükselerek, ağzını Alice’in kulağına yaklaştırdı ve ”İdama mahkûm edildi” diye fısıldadı. 

Alice sordu: ”Niçin?” 

Tavşan ”Ne yazık mı dedin?” diye sordu. 

Alice ”Hayır, demedim” dedi. ”Bunda yazık denecek bir şey yok ki! Niçin diye sordumdu.” 

Tavşan ”Kraliçe’yi tokatladı…” diye söze başlamıştı ki Alice bir kahkaha attı. Tavşan korkak bir sesle ”Aman sus” dedi, ”Sonra Kraliçe işitecek! Ha, ne diyordum, biraz geç kalmıştı, Kraliçe de dedi ki…” 

O sırada Kraliçe gök gürültüsü gibi bir sesle ”Yerlerinize geçin!” diye bağırdı, herkes de birbirine çarpa çarpa dört yana koşuşmaya başladı. Ama neyse, bir iki dakika içinde yerli yerlerine geçtiler, oyun da başladı. 

Alice, ömründe hiç böyle acayip kriket alanı görmemişti! Her yan tümsek, çukur doluydu! Toplar canlı kirpi, oyun sopaları da canlı flamingo kuşlarıydı; Köprüleri de, ayaklarıyla ellerini yere dayayıp yay gibi bükülen askerler oluşturuyordu. 

Alice için ilk güçlük flamingosunu kullanmak oldu, hayvanın gövdesini güzelce kolunun altına sıkıştırıp bacaklarını sallandırdı, ama tam boynunu doğrultup kafası ile kirpiye vuracağı sırada, kuş başını kaldırıp suratına bakıyordu; hem bakışında öyle bir şaşkınlık vardı ki Alice kendini tutamıyor, kahkahayı koparıyordu; kuşun boynunu düzeltip tam topa vuracağı zaman bu kez de kirpinin yerinde tortop durmaktan vazgeçip, sürüne sürüne uzaklaştığını görüyordu. Üstelik, kirpisini yuvarlamak istediği yolun üstünde kesinlikle bir çukur yahut bir tümsek oluyordu; köprülük eden askerler de durmadan yer değiştiriyorlardı. Çok geçmeden Alice oyunun güçlüğünü anladı. 

Oyuncular da, sıralarını beklemeden, ikide bir kavga ederek ve kirpiler senindi, benimdi diye dövüşerek, hep birden oynuyorlardı. Kısa süre içinde Kraliçe öyle öfkelendi, öyle öfkelendi ki dakikada bir tepiniyor ”Kesin kafasını şunun! Kesin kafasını bunun!” diye haykırıp duruyordu. 

Alice yavaş yavaş telaşlanmaya başlamıştı; gerçi henüz Kraliçeyle aralarında bir şey olmamıştı, ama neredeyse olacağa benziyordu. ”Ya sonra?” diye düşündü, ”Sonra ne olur benim durumum? Buranın insanları kafa kesmeye pek meraklı! Nasıl olmuş da biri sağ kalabilmiş, insan ona şaşıyor!” 

Artık kaçmak için çevrede bir yol arıyor. ”Acaba kimseye görünmeden sıvışabilir miyim?” diye düşünüyordu; bir de baktı, havada acayip bir şey belirmiş. Önce epeyce şaştı ama bir iki dakika sonra bunun bir gülümseme olduğunu anladı, kendi kendine ”Cheshire Kedisidir” diye söylendi. ”Çok şükür konuşacak birini buldum.” Konuşabilecek kadar ağzı ortaya çıkınca Kedi ”Nasılsın?” diye sordu. 

Alice gözler de ortaya çıkıncaya kadar bekledi, sonra başını salladı. ”Kulaklarından hiç olmazsa biri görünmedikçe konuşmanın bir yararı olmaz ki” diye düşündü. Bir iki dakika sonra bütün kafa belirdi. Bunun üzerine Alice, flamingosunu yere bırakarak oyunu anlatmaya başladı; kendisini dinleyecek birini bulduğuna pek keyiflenmişti; Kedi gözüken kısımlarını, yeter bularak öylece kalmış, daha fazla belirmemişti. 

Alice yakınan bir sesle ”Mızıkçılık etmeden oyun oynamıyorlar ki” dedi, ”Hem de kopardıkları kavga gürültüden insan kimin ne dediğini işitemiyor. Oyunlarında kural mural da yok, varsa bile kimsenin aldırdığı yok… Oyun araçlarının hepsinin canlı olması da insanı çileden çıkarıyor hani. Söz gelişi, topumu şimdi altından geçireceğim köprü, bakın, kalkıp alanın ta neresine gitmiş de dolaşıyor. Demin de Kraliçe’nin kirpisine vuracaktım, baktı ki benim kirpi yaklaşıyor, aldı başını kaçtı!” 

Kedi yavaşça ”Kraliçe’den hoşlandın mı?” diye sordu. 

Alice ”Hiç mi hiç” dedi, ”Öyle bir (tam o sırada Kraliçe’nin, hemen arkasında kendisini dinlediğini farketti, sözünü değiştiriverdi) iyi oyuncu ki, nasıl olsa o kazanacak, onun için oynamanın bir anlamı yok.” 

Kraliçe gülümsedi ve yürüyüp geçti. 

Kral Alice’in yanına gelerek ”Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu; bir yandan da şaşkınlıkla Kedi’nin kafasına bakıyordu. 

Alice ”Bir arkadaşımdır” dedi, ”Cheshire Kedisi; izin verirseniz takdim edeyim.” Kral ”Suratı hiç hoşuma gitmedi ama neyse, isterse elimi öpsün” dedi. 

Kedi yanıtladı ”Öpmesem daha iyi.” 

Kral ”Küstahlaşma” dedi. Sonra konuşurken Alice’in arkasını siper alarak ”Hem yüzüme de öyle bakma” diye ekledi. 

Alice ”Bir kedi bir krala pekâlâ bakabilir” dedi. ”Bir kitapta okumuştum, ama hangisinde, şimdi anımsamıyorum.” 

Kral kararını vermiş gibi ”Herhalde ortadan kalkmalı” diyerek, o sırada yakınlardan geçen Kraliçe’ye seslendi ”Güzelim! Ne olur, şu kediyi ortadan kaldırsana!” dedi. 

Kraliçe’nin büyük küçük bütün güçlükleri gidermek için bir tek yöntemi vardı. Başını çevirip bakmaya gerek bile görmeden ”Kafasını kessinler!” diye haykırdı. 

Kral, dünden hazırmış gibi, ”Celladı gidip kendim getiririm” diyerek ivedi ivedi yürüyüp gitti. 

Alice, uzaktan Kraliçe’nin öfkeyle çınlayan sesini işitince ”Bari gidip oyun ne durumda bir bakayım” diye düşündü. Sıralarını kaçıran üç oyuncuyu idama mahkûm ettiğini daha demin işitmişti, işlerin gidişini de hiç beğenmiyordu, oyun öyle çorbaya dönmüştü ki kendi sırasının gelip gelmediğini bile bilmiyordu. Onun için kirpisini aramaya başladı. 

Kirpisi başka bir kirpiyle kavgaya tutuşmuştu; Alice’in, birini öbürüne çarptırıp kriket yapması için bu, bulunmaz bir fırsattı; ama sorun şuradaydı ki flamingosu bahçenin ta öbür ucuna gitmişti, orada uçup ağaçlardan birine konacağım diye beceriksizce kanat çırpıp duruyordu. 

O, flamingosunu yakalayıp dönünceye kadar dövüş bitmiş, iki kirpi de ortadan yok olmuşlardı. Alice ”Neyse, zararı yok” diye düşündü ”Zaten bütün köprüler de bahçenin öte yanına gitmişler.” Kaçmasın diye flamingosunu koltuğunun altına sıkıştırdı ve arkadaşı Kedi ile biraz daha konuşmaya gitti. 

Kedi’nin yanına geldiği zaman çevresinde epeyce bir kalabalık biriktiğini görerek şaşaladı. Kral, Kraliçe ve Cellat arasında bir tartışma oluyordu; üçü bir ağızdan konuşuyor, öbürleri de ne yapacaklarını şaşırmış, rahatsız rahatsız duruyorlardı. 

Alice görünür görünmez hepsi de sorunu çözümlesin diye ona döndüler, her biri kendi düşüncesini yineliyordu, fakat gene hep bir ağızdan konuştukları için, Alice ne dediklerini güçlükle anladı. 

Celladın dediğine göre; gövdesi olmayan baş kesilemezdi, ömründe hiç böyle bir şey yapmamıştı, bu yaştan sonra yapmaya da niyeti yoktu. 

Kralın dediğine göre; başı olan herşey idam edilebilirdi, saçma saçma konuşmanın yeri yoktu. 

Kraliçe’nin dediğine göre de; hemen o dakika bir şey yapılmayacak olursa, kim var kim yok herkesin kafası kesilecekti. (Çevredekilerin o kadar durgun ve endişeli görünmesine neden de bu son söylenen sözlerdi.) 

Alice ”Kedi Düşes’indir, ona sorun daha iyi” demekten başka çare bulamadı. 

Kraliçe Cellat’a dönerek, ”Hapishaneye atılmıştı” dedi ”Git de buraya getir”. Cellat ok gibi fırlayıp gidiverdi. 

Cellat gider gitmez, Kedi’nin kafası yavaş yavaş kaybolmaya başladı; adam Düşes’le döndüğü zaman gözden büsbütün silinmişti. Kral ile Cellat bir aşağı bir yukarı koşarak nereye gitti diye aramaya başladılar, öbürleri de yine oyunlarına döndüler. 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla