Victor Draven Thorn, geminin asil öğrencilere ayrılmış lüks bölümünde oturmuş, etrafını dikkatlice inceliyordu. Asil öğrenciler, ellerinde lüks içeceklerle birbirleriyle yapmacık sohbetler ediyor, sosyal bağlarını güçlendirmeye çalışıyordu. Victor’un dikkatini ilk çeken kişi, karşısında oturan Mia Frostveil oldu.
Mia Frostveil, kar beyazı saçları ve buz mavisi gözleriyle, duygusuz ifadesiyle dikkat çekiyordu. Su elementinin alt elementi olan buz büyülerinde ustalaşmıştı. Tanrı kompleksiyle tanınan Mia’dan diğer asil öğrenciler uzak durmayı tercih ediyordu. Victor, Mia’nın bir keresinde kendisine dokunan birinin elini dondurduğunu duymuştu. Mia’nın kendisiyle aynı yaşta olabileceğini düşündü ve belki de onunla bir sohbet başlatmanın hem stratejik hem de merakını gidermek için faydalı olabileceğini düşündü.
Victor, Mia’yı gözlemlerken gözleri başka bir öğrenciye kaydı: Arthur Everhart. Arthur, Victor ile aynı boydaydı, koyu kahverengi gözleri ve siyah saçları vardı. Arthur, genellikle “Çapkın Arthur” olarak biliniyordu. Arthur’un çapkınlığı herkesin dilindeydi, ancak Victor bu özelliği kendi lehine kullanabileceğini biliyordu. Bu nedenle, Arthur ile bir dostluk kurmanın faydalı olabileceğini düşündü.
Victor, Arthur’un yanına gitmeye karar verdi. Eli cebinde, kendinden emin adımlarla Arthur’un yanına ilerledi. Arthur, üç kızla çapkınca sohbet ediyordu. Victor, Arthur’un bakışlarını fark edip ona dönerek gülümsedi.
“Neyin var, Victor? Bu kadar ciddi durmana gerek yok. Eğlence buradayken neden katılmıyorsun?” diye sordu Arthur.
Victor hafifçe gülümsedi. “Eğlenmek güzel, Arthur. Ama bizim gibi insanlar, her anı değerlendirmeli, değil mi?”
Arthur, Victor’un sözlerinin ardındaki anlamı kavramıştı ama bunu belli etmeden kızlarla sohbete devam etti. “Tabii ki, Victor. Akademi’de de aynı şekilde davranacağız, değil mi? Eğlenirken bile dikkatli olacağız.”
Victor, kadehini Arthur’a doğru kaldırdı. “Akademi’de de arkadaşlığımız devam edecek, Arthur. Belki de orada, birbirimize faydalı olabiliriz. Kim bilir, iki zeki adamın yapabileceği şeyler…”
Arthur, Victor’un teklifini anladı ve içinden geçenleri belli etmeden gülümsedi. “Buna bayıldım, Victor. İkimiz de kazanabiliriz, değil mi? Akademi’de birbirimize destek olursak, her şey daha kolay olur.”
Bu sırada yanlarında oturan kızlar, iki genç adamın arasında geçen dostça konuşmayı izliyor, ancak altındaki gerçek niyetlerden habersizdi. Kadehler tekrar havaya kalktı, ancak Victor ve Arthur’un zihinlerinde çok daha büyük planlar dönüyordu.
Victor ve Arthur, gemideki lüks salonda sohbet ederken, Arthur’un üç kızla olan çapkın tavırları ortama yayılıyordu. Victor, hem eğleniyor gibi görünmeye çalışıyor hem de Arthur’un bu durumu nasıl kullanabileceğini hesaplıyordu. Ancak, beklenmedik bir gelişme tüm atmosferi değiştirdi.
Asil bir suikastçı ailesinin yeni asil olmuş oğlu, Victor ve Arthur’un yanına yaklaştı. Bu genç, gemi yolculuğu boyunca sessizce Mia’yı gözlemlemiş ve sonunda cesaretini toplayarak Mia’nın yanına gitmeye karar vermişti. Ancak, Mia’nın etrafında her zaman bir soğukluk, bir mesafe vardı. Tanrı kompleksi, onu başkalarıyla konuşmaya ihtiyaç duymayan biri haline getirmişti. Beş saattir gemi hareket halindeydi ve Mia, sadece gözlem yapmak ve birkaç kez tuvalete gitmek dışında hiçbir şey yapmamıştı. İnsanlar Mia’dan çekiniyor, onun bu mesafeli duruşundan korkuyordu.
Genç adam, Mia’ya yaklaştığında, salonda bir sessizlik oluştu. Herkes bu cesur hareketin sonucunu merak ediyordu. Victor ve Arthur da bakışlarını Mia’ya çevirdi.
Asil genç, Mia’nın yanında durdu ve cesurca söze başladı. “Mia, bu gemideki yolculuk sırasında dikkatimi çeken şey, senin her şeyi soğukkanlılıkla izliyor olman. Bizimle paylaşmak istediğin bir şey var mı?”
Mia, gözlerini genç adama çevirdi. Buz mavisi gözleriyle onu süzdü ve sonra yavaşça, ama kesin bir şekilde konuştu. “Paylaşmak istediğim bir şey yok. Gözlem yapmak yeterli.”
Genç adamın cesareti kırılmıştı, ancak pes etmek istemedi. “Peki ya Akademi? Orada ne yapmayı planlıyorsun? Belki de birlikte hareket edebiliriz…”
Mia, hafifçe gülümseyerek, “Benim planlarım var, ama onları paylaşmak için bir neden görmüyorum,” dedi. Bu sözler, Mia’nın diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Tanrı kompleksi, onun etrafına bir duvar örmüştü ve bu duvarı aşmak neredeyse imkansızdı.
Genç adam, Mia’nın soğuk tepkisi karşısında daha fazla konuşmak istemedi. Başını hafifçe eğerek oradan uzaklaştı. Salon, tekrar kendi gürültülü haline döndü, ancak Mia’nın soğuk aurası hala hissediliyordu.
Victor, “Mia’yı etkileyebilmek için daha fazlası gerek,” diye düşündü. “Ama o soğuk duvarı aşabilen biri olursa, bu Akademi’de büyük bir avantaj sağlayabilir.” Gözleri Arthur’a kaydı ve yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Yanındaki adam, çapkınlığıyla ünlü biriydi. Eğer buzları o kıramazsa, kim kırabilirdi ki?
“Arthur,” dedi Victor alaycı bir tonla, “sen tanıdığım günden beri çapkınlık yapıyorsun. Ünün en uzak köylere kadar yayıldı. Yoksa Mia’dan mı korkuyorsun?”
Arthur, Victor’un sözlerini duyunca hafifçe sırıttı. “Korkmak mı? Hadi bu işi yarışmaya çevirelim,” dedi, gözlerinde hırslı bir parıltıyla. “İlk tavlayan kazanır. Mezun olana kadar süremiz var.”
Bu sırada yanlarındaki kızlar, iki arkadaş arasındaki konuşmayı merakla dinliyorlardı. Arthur, onların yanında kendini göstermekten geri durmadı. Ancak Victor’un asıl amacı, Mia gibi güçlü bir kişiyi yanlarına çekmekti. Eğer Mia’yı ikna ederlerse, sadece bir müttefik kazanmayacak, aynı zamanda akademide büyük bir prestij sahibi olacaklardı.
Arthur, yarışmanın eğlenceli olacağını düşünürken, Victor’un aklındaki stratejik hamlelerin farkında bile değildi. Mia gibi birinin gelecekte ne kadar işe yarayabileceğini ve ona sahip olmanın sağlayacağı prestiji düşünüyordu.
Mia, bu sırada odaklanmış bir şekilde etrafını izlemeye devam ediyordu. Ona yaklaşmak, onu kendi taraflarına çekmek, sandıklarından çok daha zor olacaktı. Ancak bu zorluk, onları daha da hırslandırıyordu.
Arthur, yılların verdiği deneyimle sıradan sözlerin Mia’nın dikkatini çekmeyeceğinin farkındaydı. Bu yüzden, yaklaşımını özenle planlamıştı. Kafasında söyleyecekleri çoktan hazırdı. Kendine has çapkınlığı ve özgüveniyle Mia’nın soğuk duvarlarını yıkabileceğine inanıyordu.
Victor, Arthur’un planını gözlerinde parlayan bir merakla izlerken hafifçe gülümsedi. “Bu ilginç olacak,” diye düşündü. “Bakalım Arthur, buzları eritebilecek mi?”
Arthur, ceketinin yakasını düzelterek kendine güvenli adımlarla Mia’nın oturduğu köşeye doğru ilerlemeye başladı. Salonun diğer köşelerindeki sohbetler yavaşça azaldı; herkes, Arthur’un bu cesur hamlesini merakla izliyordu.
Mia Frostveil, her zamanki gibi zarif bir duruşla oturuyor, elindeki lüks içeceği yavaşça yudumlarken etrafı soğuk bakışlarla süzüyordu. Arthur’un yaklaşmasını fark ettiğinde bile ifadesinde en ufak bir değişiklik olmadı.
Arthur, Mia’nın masasının yanına geldiğinde, kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı. “Mia, seni tanımak için buradayım. Herkes senin hakkında bir şeyler söylüyor ama kimse seni gerçekten tanımıyor. Belki de buna bir son vermeliyiz, ne dersin?”
Mia, Arthur’un sözlerini soğukkanlılıkla dinledi ve birkaç saniye boyunca sessiz kaldı. Sonunda, buz gibi bir tonda yanıt verdi: “İnsanlar beni tanımak zorunda değil, Arthur. Tanıdıklarını sansalar bile, bu sadece yüzeyde kalır. Peki ya sen? Gerçekten ne arıyorsun?”
Arthur, Mia’nın meydan okumasını anladı ve bu fırsatı değerlendirmek için hemen konuştu. “Belki de seni gerçekten tanımak istiyorum, Mia. Eğer bir düello teklif edersem, bu seni daha yakından tanımama yardımcı olur mu?”
Mia, Arthur’un bu cesur teklifini duyduğunda, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Bu, nadiren görülen bir ifadeydi. “İlginç bir teklif,” dedi soğuk bir tonla. “Ama benimle bir düello yapacak kadar cesur olduğuna emin misin, Arthur Everhart? Sonuçta, kaybetme ihtimalin oldukça yüksek.”
Arthur, kendine güvenli bir şekilde gülümsedi. “Kaybetmek mi? Hiç de öyle düşünmüyorum, Mia Frostveil. Belki de bu düello, birbirimizi daha iyi tanımamıza yardımcı olur. Hem kim bilir, belki de kazanırsam, seni şaşırtabilirim.”
Mia, Arthur’un özgüvenini fark etti ve bir süre düşündü. Sonunda, kararını vermiş gibi başını hafifçe eğdi. “Tamam, bir düello yapacağız, Arthur. Ama şunu bil ki, ben kaybetmekten nefret ederim. Eğer kazanırsan, arkadaşlığımı ve müttefikliğimi kazanacaksın. Ama eğer kaybedersen, bundan sonra benimle konuşmanı istemeyeceğim.”
Arthur, bu şartları kabul ederek başını hafifçe eğdi. “Anlaştık, Mia Frostveil. O halde, küçük arenada buluşalım. Bu düello, sadece bir başlangıç olacak.”
Mia, başını onaylarcasına salladı ve tekrar pencereye doğru döndü. Arthur ise içindeki heyecanı bastırmaya çalışarak Victor’un yanına geri döndü. Victor, Arthur’un bu cesur hamlesini takdir edercesine başını salladı.
Victor’un İç Sesi: Arthur bu düelloyu kazanırsa, Mia’yı yanımıza çekme konusunda büyük bir adım atmış olacağız. Ancak bu, sadece başlangıç. Akademi’de daha büyük oyunlar bizi bekliyor. Arthur’u kullanmak akıllıca olabilir, ama her zaman bir adım önde olmalıyım.
Arthur’un İç Sesi: Mia’yı etkileyebilmek için bu düello harika bir fırsat. Ama bu sadece bir oyun değil, aynı zamanda Victor’la olan dostluğumu da güçlendirecek. Onunla işbirliği yaparken, dikkatli olmalıyım. Bu oyun, sadece bir başlangıç.
Düello zamanı yaklaşırken, geminin diğer yolcuları arasında bu haber hızla yayıldı. Herkes, Mia Frostveil ve Arthur Everhart arasındaki bu meydan okumayı merakla bekliyordu. Bu düello, sadece onların arasındaki bir rekabet değil, aynı zamanda Akademi’deki büyük oyunların habercisi gibiydi.
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Bu bölüm nasıl olmuş hoşunuza gitti mi Ana karakteri kötü Adam yapmaya çalışıyorum umarım hoşunuza gider
OKUYAN HERKESE TEŞEKÜR EDERİM