İki hafta gibi kısa bir süre içinde, Anandi ve Rishi, ilişkilerinin sıcaklığını ve derinliğini ailelerine açıkladılar. Ailelerin bu ani duyuru karşısında şaşkınlıkları bir yana, bu genç çiftin birbirlerine duyduğu sevgi ve bağlılık, herkesin kalbine dokundu. Kimse böylesine hızlı bir gelişmeyi beklemiyordu, ancak bu sevgi selinin önünde durmak imkansızdı. Üç gün sonra, parıltılı gözlerle beklenen evlilik tarihleri duyuruldu. Bu tarihin açıklanmasıyla birlikte, her şey bir peri masalına dönüştü, adeta zaman hızla akıp geçti.
Mehendi töreni, Anandi’nin evinde, geleneksel müziklerin ve neşeli kahkahaların eşliğinde başladı. İpek sariler içinde, elleri ve ayakları kına desenleriyle süslenen kadınlar, düğünün coşkusunu yansıtıyordu. Anandi’nin ellerine ve ayaklarına işlenen karmaşık mehendi desenleri, Rishi’nin isminin gizlendiği ince detaylarla doluydu. Her motif, onların aşkının bir sembolü, geleceğe atılan bir adımdı. Kadınlar, şarkılar söyleyip dans ederken, Anandi’nin yüzündeki heyecan ve mutluluk, gözlerinden okunuyordu. Rishi de yavaş yavaş evine gelen misafirlerle, mehendi töreninin coşkusunu paylaşarak, Anandi’nin elindeki desenlerdeki ismini bulmanın hayalini kuruyordu.
Ve işte, büyük gün geldi çattı. Mehar teyzenin kuaföründe, Anandi ile birlikte hazırlanıyordum. Kuaför salonu, düğün gününün coşkusunu yansıtan bir canlılık ve neşe içindeydi. Anandi, gelinliğini giymek üzere arka odaya gitmişti. Salonun her köşesinden gelen kahkahalar ve neşeli konuşmalar, atmosferi daha da ısıtıyordu.
Bijal yenge, ince parmaklarını büyük bir ustalıkla yeşil renkli ve çiçekli lehenga cholinin ipleri üzerinde gezdiriyordu. Parmaklarının zarif hareketleri, bluzun kumaşı üzerinde ahenkle dans ederken, merakının giderek arttığını belli eden bir tınıyla sordu.
“Meena, düğüne o da gelecek mi?”
İplerin daha sıkı olması için ellerimi karnımın iki yanına koyarak duruşumu dikleştirmiş ve nefesimi tutmuştum. Bu yüzden Bijal yengenin sorusu kaldı, cevabın uçup gitmesine izin verdiğim o anın gerilimiyle.
“Çağırmadın mı, yoksa?”
Bir an duraksadım, zihnimde kimi kastettiğini anlamaya çalıştım. Nefesimin yetersizliğine rağmen, içimdeki merak ve şaşkınlıkla kelimeleri fısıldadım.
“Kimden bahsediyorsun, Bijal yenge?”
“Salman Khan’dan, tabii ki.”
Bluzun ipleri tamamen bağlandığında, derin bir nefes aldım ve ellerimi saçlarımın arasından geçirerek omzumun üzerindeki dalgalı bukleleri sırtıma bıraktım. Aynadaki yansımada Bijal yengenin umut dolu ve beklenti içinde parlayan gözlerini yakaladım. Bu bakışlar, içimde bir yerlerde derin bir huzursuzluğu tetikledi ve gözlerimi kaçırarak yere bakmayı tercih ettim. İçimdeki bu karmaşayı anlayan Bijal yenge, şefkatle kolumu sıvazladı.
“Bana söyleyemediğin bir sorun mu var, onunla mı ilgili?”
“Hayır, her şey yolunda.”
Başımı hafifçe sallayarak konuştum ama sesimdeki tedirginliği gizleyemedim. Bunun üzerine Bijal yenge, devam etti, gözlerinde endişenin yerini alan sabırla.
“Madem öyle, bu mutlu günde neden üzgünsün?”
“Sanırım… Her şeyin yolunda olması, alışık olduğum bir durum değil.”
Bijal yenge buruk bir gülümsemeyle elini sırtıma koydu, dokunuşu sakinleştirici bir meltem gibi içimi rahatlattı. Sesi bir annenin çocuğuna verdiği güveni andırıyordu.
“Seni buna alıştıracak birisi var artık.”
Var mıydı, gerçekten? Şu iki haftayı sorunsuz bir şekilde geçirmiş olmak, umut dolu bir başlangıç sayılır mıydı?
İkimizin adına…
Bu düşünceler zihnimde bir girdap gibi dönerken, Bijal yengenin şefkat dolu bakışları ve destekleyici varlığıyla yüzümde beliren bir gülümseme, içimdeki gerginliği bir nebze olsun hafifletti.
“Gelecek.”
“Düğüne sen mi davet ettin?”
“Hayır, Rishi patavatsızı, gelmesi için adamcağıza emrivaki yaptı.”
Bijal yenge, anlayışla başını sallayarak, elini alnına vurdu ve ardından kahkahayla karışık bir iç çekişle konuştu.
“Hay Allah…”
O sırada, arka odadan gelen hafif bir tül hışırtısı duyuldu. Anandi, gelinliğini giymiş halde, zarif adımlarla salona geri dönüyordu. Göz kamaştırıcı Rajasthani tarzı gelinliği, üzerindeki ince işlemeler ve zengin detaylarla ışıldıyordu. Kırmızı ve altın renklerine bürünmüş bu geleneksel gelinlik, Anandi’nin doğal güzelliğini ve zarafetini daha da vurguluyordu. Başındaki ağır ve süslü duvak, omuzlarına dökülen altın işlemeli tül, onu adeta bir kraliçe gibi gösteriyordu. Saçlarına iliştirilmiş çiçekler ve geleneksel takılar, bu büyüleyici görüntüyü tamamlıyordu. Bijal yenge ve ben, hayranlıkla ona baktık.
“Anandi, muhteşem görünüyorsun.”
Anandi, yüzünde mutlu bir tebessümle karşılık verdi.
“Teşekkür ederim, behenji. Sen de harika görünüyorsun.”
Anandi ellerini uzattı ve ben de tereddüt etmeden ellerini tuttum. Parmaklarımızın birbirine kenetlenmesiyle aramızda sessiz bir anlaşma oluştu, duygularımızın yoğunluğu kelimelere gerek bırakmıyordu. Anandi’ye doğru bir adım attım ve kollarımı ona doladım. Bu sarılma, kısa süre içinde başlayıp hızla güçlenen dostluk bağımızı, paylaştığımız neşeli anları ve zorlukları tek bir anda özetliyordu. Her ne kadar tanışıklığımız yeni olsa da, yaşadığımız her an, sanki yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi derin ve anlamlıydı.
“Düne kadar Rishi ile tartışıp duruyordum, bugün ise onun gelini olduğuma inanamıyorum.”
Gözlerinde hem şaşkınlık hem de mutluluğun izleri vardı, sanki bir rüyanın içindeymiş gibi.
“Hayat gerçekten çok garip, Anandi.”
Sözlerim, yaşadığımız anların tuhaflığına ve beklenmedik sürprizlerine bir gönderme gibiydi. Anandi, gözlerini hafifçe kısarak ve dudaklarında tatlı bir gülümsemeyle düzeltti.
Elbette, aşağıdaki gibi geliştirebilirsiniz:
“Hayat değil, Meena, aşk. Aniden yüreğine dokunuyor, seni sarıp sarmalıyor ve bir bakmışsın, artık hiçbir şey eskisi gibi değil. İşte aşk böyle bir şey; beklenmedik, büyüleyici ve her zaman sürprizlerle dolu.”
Bu sözler, kalbimin derinliklerinde bir yerlere dokundu. Düşüncelerim, geçmişin gölgelerinde gezinmeye başladı. Salman ile yaşadığım anları, ona karşı hissettiğim duyguları birer birer gözden geçirdim; sanki her biri birer yaprak gibi zihnimde açılıyordu. Anandi, düşüncelerimin derinliklerinde kaybolduğumu fark etmiş olacak ki, nazikçe elini çenemin altına koyarak beni gerçek dünyaya geri çekti.
“Ben inanıyorum…”
Gözlerinde kararlı bir parıltı vardı.
“…Siz yavaş ama bir o kadar da sağlam adımlarla ilerleyeceksiniz.”
Anandi’nin bu güven verici sözleri, ruhuma içten bir huzur ve umut yaydı. Onun dostluğu, kısa sürede filizlenip güçlenen bir bağın ne kadar derin ve anlamlı olabileceğinin en güzel kanıtıydı. Çenemin altını okşayan narin elini nazikçe kavrayıp, yanağıma usulca bastırdım. Parmaklarının sıcaklığı, içimdeki bütün karmaşayı yatıştıracak kudretteydi.
Gözyaşlarımızın yanaklarımıza süzülmesi an meselesiydi ki, Bijal yenge ve Mehar teyzenin neşeli kahkahalarıyla irkildik. Bir an için bulunduğumuz duygusal atmosferin dışına çekildik ve onların enerjisiyle kendimize geldik.
“Aman Allah’ım, bu kadar duygu seli de fazla! Düğün gününde gözleriniz şişmesin.”
Mehar teyze, Bijal yengeye katıldı, kahkahaları etrafa neşe saçıyordu.
“Evet, ağlamayı düğünden sonraya saklayın. Şimdi gülelim, eğlenelim!”
Bijal yenge, bir yandan mendiliyle gözlerimizin ucunu silerken, bir yandan da bizi neşelendirmek için şakalar yapıyordu. Mehar teyze ise elindeki çiçek sepetinden bir çiçeği alıp Anandi’nin kulağına iliştirdi ve gülümseyerek geri çekildi.
“Şimdi tamam oldun!”
O sırada sehpanın üzerinde kalan telefonum çalmaya başladı. Kalbim heyecanla hızlandı ve adeta zaman durmuş gibi hissettim. Koşar adımlarla telefona yöneldim ve ekrana baktım. Ekranda Meri Prem ismi yanıp sönüyordu.
Gülümsemem yanaklarıma doğru genişledi; dudaklarımın kenarına yayılan bu ifade, içimdeki mutluluğun dışa vurumuydu. Hemen aramayı cevapladım ve hızla kuaförün penceresine koştum. Parmağımı perdeye iliştirip hafifçe yukarı kaldırarak, mahalleye kurulmuş olan düğün alanına göz gezdirdim.
Telefonun diğer ucunda, Salman’ın sıcak ve samimi sesi duyuldu.
“Merhaba, Meena. Bugün her zamankinden daha güzel olduğunu tahmin edebiliyorum.”
Sesi, adeta yüreğimin derinliklerinde yankılandı ve içimde tatlı bir titreme hissettim. Kıkırdayarak elimi dudaklarıma kapattım, kalbimdeki telaşı ve heyecanı bastırmaya çalışarak.
“Salman Bey, neredesiniz? Sizi göremiyorum.”
“Beni arayıp bulman gerekecek, Meena. Beni fazla bekletme.”
Telefon yüzüme kapanınca, şaşkınlıkla kararan ekrana bakakaldım. O sırada Anandi, gelinliğinin ihtişamlı eteğini yerde sürükleyerek yanıma geldi. İnce işlemelerle süslü duvağı ve zarif gelinliğiyle adeta bir peri masalından fırlamış gibi görünüyordu. Arkamda durdu ve bir eli sırtımda, diğer eli kolumda dururken, yumuşak ve şefkat dolu bir ses tonuyla konuştu.
“Haydi, Meena. Her anın tadını çıkar ve kalbini dinlemeyi unutma.”
Anandi’nin tatlı nasihatleri, içimdeki heyecanı ve mutluluğu daha da artırdı. Ona dönüp sıcacık bir sarılma ile teşekkür ettim ve düğün alanına doğru adım atmaya hazırlandım. Dışarıda beni bekleyen maceranın ve aşkın kokusunu içime çekerken, her şeyin muhteşem bir hikayeye dönüşeceğini hissettim.
Bu hikayenin baş kahramanı olarak, bunu umut etmek en doğal hakkım değil miydi?
☙
Düğün alanı, mütevazı ama yine de gösterişli bir şekilde hazırlanmıştı. Tüm alan, adeta bir masal diyarına dönüşmüştü. Düğün alanının zeminine serilmiş kırmızı halı, misafirleri karşılamak için özenle seçilmişti ve adımları her biri bu özel anın kutsallığını hissettiriyordu.
Alan, kırmızı ve beyaz tüllerle süslenmiş direklerle çevrilmişti. Direkler, tüllerin zarif kıvrımlarıyla birleşen ışıklarla aydınlatılmıştı, bu da alana büyüleyici bir atmosfer katıyordu. Tüllerin üzerindeki ışıklar, yumuşak bir parıltıyla dans ediyor ve gecenin büyüsünü artırıyordu.
Bir köşede, geleneksel kıyafetler giymiş müzisyenler, canlı ve neşeli melodilerle düğünün ritmini tutuyordu. Özellikle Kesariya Balam gibi klasik bir halk şarkısı çalınıyordu. Bu melodiler, alanı dolduran misafirler için adeta bir davetiye gibi, herkesi dans pistine çekmeye çalışıyordu.
Dans pistinde, geleneksel bir dans gösterisi yapan nedimeler sahnedeydi. Gümüş işlemeli lehengaları ve renkli dupattaları ile dönen nedimeler, zarif ve ahenkli hareketleriyle izleyenleri büyülüyordu. Ellerinde zil çaldıkları Ghoomar dansı, Rajasthani kültürünün güzelliğini ve zenginliğini yansıtıyordu. Her adım, her dönüş, misafirlerin gözlerini adeta hipnotize ediyordu; herkes büyülenmiş bir şekilde onları izliyordu.
Davetliler, bu görkemli gösteriyi izlerken, düğün yemeğinden aldıkları lezzetli lokmaları tadıyorlardı. Misafirler için özenle hazırlanmış yemekler, Rajasthani mutfağının en seçkin lezzetlerini sunuyordu. Her bir tabak, misafirlerin tat alma duyularını adeta bir yolculuğa çıkarıyordu.
Düğün alanının ortasında, göz alıcı bir düğün sunağı yer alıyordu. Sunağın zemini, kırmızı ve altın rengi halılarla kaplanmış, üzerine taze gül yaprakları serpiştirilmişti. Dört köşesindeki altın varaklı direkler, zarif oyma işlemeleriyle dikkat çekiyordu. Direklerden aşağıya doğru süzülen kırmızı ve beyaz tüller, hafif esintiyle nazikçe sallanıyordu.
Ortada, kutsal ateş için özel bir alan hazırlanmıştı; pirinç kaplarla çevrili bu alan, kutsal yağlar ve bitkilerle doluydu. Çiftin yeminlerini edeceği oturma düzeni, kadife yastıklar ve altın işlemeli örtülerle süslenmişti. Sunağın arkasında, beyaz yasemin, kırmızı gül ve sarı marigold çiçeklerinden oluşan büyük bir çiçek duvarı yükseliyordu. Çiçeklerin arasına yerleştirilmiş küçük ışıklar, alana mistik bir parıltı katıyordu.
Üzerimdeki lehenga cholinin eteklerini zarifçe tutarak, çiftin üzerinde yürüyeceği çiçekler serilmiş yol boyunca koştum. Her adımımda, kırmızı ve beyaz gül yaprakları ayaklarımın altında nazikçe eziliyor, hafif bir çıtırtı sesi çıkarıyordu. Gözlerim heyecanla parıldarken, sunağın önüne geldiğimde durdum. Nefes nefese kalmıştım, kalbim göğsümde hızla atıyordu.
Saçlarım, etrafımda dans edercesine savruluyordu. Gözlerim telaşla kalabalığın içinde dolaştı, her yüzü dikkatle tarıyordu. İçimde büyüyen bir merak ve endişe ile adeta etrafımda döndüm. Kalabalığın arasında tanıdık bir yüz arıyordum, kalbimdeki huzuru bulabileceğim tek kişiyi – Salman’ı.
“Meena Dhwani…”
Arkamdan gelen tanıdık bir sesle irkilip hızla döndüm. Direklerin arasındaki kırmızı tülleri zarifçe aralayarak ortaya çıktı. Göz kamaştıran siyah bir takım elbise giymişti, fakat içine modern bir hava katmak adına siyah bir tişört tercih etmişti. Ceketin önünü düzelterek bana doğru ağır ve emin adımlarla yaklaşırken, rüzgâr saçlarımı nazikçe savuruyordu.
Salman’ın her adımı, etrafımızdaki çiçeklerin kokusunu daha da derinleştirirken, sunağın etrafındaki ışıklar daha da parıldar hale geliyordu.
Dudaklarımda saklayamadığım bir gülümseme belirdi, gözlerimin derinliklerinde ise onunla buluşmanın mutluluğu parlıyordu. Salman, bana yaklaştıkça, dünya etrafımızda dönmeyi bırakmış gibiydi. Bu büyülü an, onun gelişiyle tamamlanıyordu; her adımında, varlığının ağırlığı ve anlamı daha da belirginleşiyordu.
Salman’ın sesi, sakin bir nehir gibi akarak bana ulaştı.
“Bir an beni sonsuza kadar arayacağından korktum.”
Bu sözler, içimdeki tüm kaygıları ve korkuları bir an için yüzeye çıkardı. Onun gözlerinde, bu sözlerin derin anlamını ve yoğunluğunu görebiliyordum. Bu derin itiraf karşısında, içimdeki sevgi ve bağlılık dalga dalga yükseldi.
“Sizi, Himalayalar’ın en yüksek zirvesine saklasalar, yine de bulurdum.”
Sunağın önünde, çiçeklerin kokusu ve tüllerin hafif dalgalanması arasında, ellerimizi uzattık ve sıkıca tokalaştık. Bu basit hareket, derin bir anlam taşıyordu; iki ruhun, iki kalbin birleşmesini simgeliyordu. Salman’ın sıcak ve nazik dokunuşuyla yanaklarımın utançtan kızardığını hissettim. Bu durumu gizlemek için başımı yere eğdim ve saçlarım yüzüme döküldü, ama hiçbir varlık, bu küçük anın güzelliğini gölgeleyemezdi.
Bir kişi hariç…
“Salman Bhai!”
Rishi, neşeli ve enerjik bir şekilde ortaya çıktı. Üzerinde beyaz ve altın işlemeli, zarif bir sherwani vardı. Başında geleneksel bir turban ve boynunda inci bir kolye ile adeta bir prens gibi görünüyordu. Bir zamanlar bakkalda uyuşuk bir şekilde sinek kovalayan adamdan eser kalmamıştı; şimdi ise ışıl ışıl parlayan biri olarak karşımızdaydı.
Rishi, büyük bir coşkuyla Salman’a doğru ilerledi. Salman’ın sakin ve ağırbaşlı duruşunun aksine, Rishi’nin her hareketi enerji doluydu. Salman’ı gördüğünde, kollarını genişçe açarak ona doğru yürüdü ve Salman’ın şaşkın bakışları arasında onu neşeyle kucakladı.
“Salman Bhai! Seni burada görmek ne büyük bir sürpriz!”
Salman, ani ve beklenmedik bu samimiyete alışkın olmasa da, durumu çabucak kabullendi. İçten bir gülümsemeyle, Rishi’nin enerjisine ayak uydurmaya çalıştı. Rishi’nin dostane tavrına karşılık vererek konuşmaya başladı.
“Menajerim etkinliği son anda iptal ettiği için katılabildim ve böylesine özel bir günde sizlerle birlikte olabilmek gerçekten çok anlamlı.”
Rishi, Salman’ın bu sözlerinden daha da memnun oldu ve onu kolundan tutarak kalabalığa tanıttı.
“Arrey, Salman Bhai burada! Bu düğün şimdi tam anlamıyla bir kutlamaya dönüştü!”
Düğünün coşkulu atmosferi, renklerin ve gülüşlerin dans ettiği bir tablo gibiydi. Salman, çevresine yayılan bu neşeli enerjinin içinde biraz mahcup hissetse de, gülümsemeyi sürdürdü ve her biriyle nazikçe selamlaştı. Salman, bu dostane çevrenin içinde kendini giderek daha rahat hissetmeye başladı.
Salman’ın her hareketi, her bakışı adeta bir sanat eseri gibi dikkatimi çekmiş, gözlerim ondan bir an olsun ayrılmamıştı. Onun çevikliği, zarafeti ve yeni bir ortama olan hızlı adaptasyonu karşısında büyülenmiş haldeydim. Tam bu esnada, omzumda hafif bir dokunuş hissettim. Başımı çevirdiğimde, Bijal yengenin sıcak ve samimi bakışlarıyla karşılaştım.
“Salman ne kadar da hızlı adapte oldu, değil mi?”
“Gerçekten öyle. Sanki yıllardır bizimle birlikte bu mahallede yaşıyormuş gibi görünüyor.”
Gülümseme dudaklarımda ince bir çiçek gibi açarken, bakışlarımı Bijal yengeden Salman’a çevirdim. Bijal yengenin bu içten hayranlığı, Salman’ın başarısının ve yeteneğinin bir teyidi gibi gelmişti bana.
Ancak bu huzurlu an, birdenbire Sanjeet amcanın sert ve önyargılı sözleriyle bozuldu.
“Bijal, sen de herkes gibi bu çocuğu gözünde büyütüyorsun. Onun burada olması bile sorun yaratabilir.”
O an, sanki düğün alanının atmosferi değişmiş, neşeli kıkırdamalar ve müzik notaları yerini soğuk bir sessizliğe bırakmıştı. Kaşları çatılmış, gözlerinde derin bir şüphe ve hoşnutsuzluk vardı. Her hareketi, her sözü sanki Salman’ın varlığını sorgulamak için bir bahaneydi.
“Salman Bey’in burada olması neden sorun olsun ki?”
Sanjeet amca, gözlerini benimkilerle buluşturdu ve içinde biriken öfkeyi saklamaya çalışmadan konuştu.
“Bu çocuk… Geçmişte yaşananlar, yanlış anlaşılmalar… Ona nasıl güvenebiliriz? Burada bulunması, sadece yeni sorunlar doğuracak.”
Sanjeet amca, sesi gittikçe yükselirken konuşmaya devam etti. Bijal yenge ise Sanjeet amcanın omzuna hafifçe dokundu.
“Sanjeet, lütfen sakin ol.”
Gözlerindeki ılımlı parıltı, bu gergin anı yumuşatmaya çalışıyordu.
“Salman Bey burada, geçmişi geride bırakmak ve yeni bir başlangıç yapmak için. Ona bir şans vermeliyiz.”
Ancak Sanjeet amca, Bijal yengenin sakinleştirici çabalarına rağmen daha da öfkelenmişti.
“Bijal, bu kadar saf olamazsın! Bu çocuk, geçmişte yaşattıklarıyla bizi yeterince üzdü. Şimdi burada olması, sadece yeni sorunların kapısını aralayacak.”
Sanjeet amcanın yükselen sesi, etrafta neşeyle sohbet eden misafirlerin dikkatini çekmişti. Salman da bu gerginliği fark ederek, nazikçe misafirlerden izin istedi ve adımları kararlı bir şekilde yanımıza doğru yöneldi. Rüzgarın hafifçe savurduğu saçları, onun dingin ama güçlü duruşunu daha da belirginleştiriyordu.
Yanımıza geldiğinde, eliyle sırtımı destekleyerek endişeyle sordu.
“Her şey yolunda mı, Meena?”
Gözlerindeki derin kaygı, içimdeki karışık duyguları daha da belirgin hale getirdi.
Sanjeet amca, Salman’ın bu yaklaşımını soğuk bir ifadeyle izliyordu. Gözlerindeki sertlik, sözlerine yansımadan edemedi.
“Senin burada olman başlı başına bir sorun, Salman Khan.”
Sesindeki öfke barizdi, işaret parmağını hışımla Salman’a doğrulttu, ardından yavaşça bana çevirdi.
“Bu kızı daha önce de üzdün. Onun hak ettiği bu değil.”
Sanjeet amcanın bu sözleri üzerine, Salman bir adım geri çekildi ve ardından kendini toparlayarak benim önüme geçti. Vücudunun kalkan gibi duruşu, beni koruma arzusunu açıkça gösteriyordu. Gözlerindeki kararlılık ve yüzündeki hafifçe sıkılmış çene, onun bu durumu ne kadar ciddiye aldığını anlatıyordu.
Gerginliği daha fazla hissetmek istemeyen ben, aramızdaki bu karışıklığa son vermek için bir adım attım.
“Salman Bey, sizi Sanjeet amcayla tanıştırayım… O benim manevi amcamdır.”
Bu sözlerim üzerine, Salman’ın omuzları yavaşça düştü ve vücudu gevşedi. Gözlerindeki gerginlik yerini şaşkınlık ve hafif bir rahatlamaya bıraktı. Sanjeet amcanın benim için ne kadar önemli olduğunu anladığı an, derin bir nefes aldı ve kendini daha fazla açıklama ihtiyacı hissetti.
“Amca…”
Sesindeki samimiyet ve pişmanlık açıkça hissediliyordu.
“…Geçmişte hatalar yaptım, doğru. Ama burada olmak, bunları telafi etmek ve yeni bir bağ kurmak için. Meena’yı ne kadar üzdüğümün farkındayım ve onu yeniden incitmek istemem.”
Tam bu sırada Sanjeet amca, sabrının sonuna gelmişçesine elini havaya kaldırdı. Yüzündeki ifadede öfke ve hayal kırıklığı iç içe geçmişti. Salman, Sanjeet amcanın bu ani hareketi karşısında suskun kaldı ve gözlerinde bir an için beliren umut yerini endişeye bıraktı.
Sanjeet amca, sessizliği bozarak konuşmaya devam etti.
“Bu kız, senden daha iyisini hak ediyor. Ona boş umutlar vererek hayatını mahvetme hakkına sahip değilsin. Sen, onun aşkına-“
Bir an bile tereddüt etmeden, iki elimle Sanjeet amcanın koluna sarıldım. Gözlerimdeki yalvarış, onun devam etmemesi için sessiz bir çığlıktı.
“Sanjeet amca. Lütfen, yeter.”
Sanjeet amca, gözlerimdeki yalvarışı ve içimdeki derin duyguları gördüğünde, yüzündeki sert ifade yavaşça yumuşadı. Onun içindeki hayal kırıklığı ve koruma içgüdüsünü anlıyordum, fakat Salman’ın içtenlik ve samimiyetle burada olduğunu biliyordum. Salman’ın değiştiğini ve beni gerçekten önemsediğini onun da görmesini istiyordum.
Sanjeet amcaya doğru bir adım attım, sesim titrerken dudaklarımdan dökülen kelimeler yüreğimin derinliklerinden geliyordu.
“Biliyorsun, Sanjeet amca… Salman Bey, hastane masraflarımı karşılamasaydı Bebe’yi satmak zorunda kalacaktık. Bu, ailemiz için büyük bir yıkım olurdu, değil mi? O, bunu hiçbir karşılık beklemeden yaptı. Bu onun ne kadar büyük bir yüreğe sahip olduğunu göstermez mi?”
Sözlerimden sonra Salman’a baktım. Bir eli pantolonunun cebinde, başını yere eğmişti. Bu duruşunda, tevazu ve mahcubiyetin zarif bir birleşimi vardı. Gözlerim dolarken, içimdeki duyguları daha fazla tutamayacak halde konuşmaya devam ettim.
“Salman Bey’in yaptığı iyilikler bununla sınırlı değil, Sanjeet amca. Beni evinde ailesi ile birlikte çok güzel ağırladı; beni asla yabancı gibi görmediler. Onların yanında, ilk defa farklı bir evde kendimi bu kadar rahat ve kabul edilmiş hissettim. Salman Bey, her anında bana karşı nazik ve saygılıydı.”
Duraksadım, derin bir nefes aldım ve baş başa yediğimiz akşam yemeğini hatırladım. O anın getirdiği yoğun duygularla baş edemeyeceğimi hissederek, kelimeler boğazımda düğümlendi. Konuşmaktan vazgeçerek yutkundum, gözlerim yere kaydı.
Bijal yenge, sessizliğin ağırlığını fark ederek söze girdi.
“Sanjeet, Salman Bey’in kalbindeki iyiliği ve Meena’ya olan samimiyetini görmelisin.”
Bijal yenge konuşurken, ben derin nefesler alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Göğsüm hızla inip kalkıyor, kalbim göğüs kafesimin sınırlarını zorlayacakmış gibi atıyordu. Her nefes alışımda, içimdeki kasırganın şiddetini dizginlemeye çalışıyordum. Salman ise, benim onun için sarf ettiğim sözlerin yankısıyla yüzünde içten bir gülümsemeyle beni izliyordu.
Bijal yengenin sözleri bittikten sonra, Salman nazik bir adımla öne çıktı.
“Sizin bana güvenmekte zorlanmanızı anlayışla karşılıyorum; yaşananlar aksini düşündürmezdi. Ancak, bana telafi etme şansı verin. Meena, sizin için ne kadar değerliyse benim için de o kadar kıymetli. Lütfen izin verin, onun mutluluğu için elimden gelen her şeyi yapayım.”
Salman, ellerini önünde birleştirerek Sanjeet amcanın önünde eğildi.
“Geçmişte yaşanan tüm olaylar için içtenlikle özür dilerim.”
Salman’ın bu hareketi, onun ne kadar mütevazi ve samimi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Eğilmiş başı, içtenlikle dolu bakışları ve alçakgönüllü ve dürüst bir şekilde özür dilemesi, sadece benim değil, Sanjeet amcanın da kalbine dokunmuştu.
Sanjeet amca, Salman’ı izlerken huzursuzca kıpırdandı. Ellerini arkasında bağlayarak başını yavaşça gökyüzüne kaldırdı. Yüzündeki çizgiler, düşüncelerinin yoğunluğunu gözler önüne seriyordu. Gözlerindeki uzak bakış, derinlerde bir yerlerde geçmişin ve geleceğin muhakemesini yapıyordu. Onun da farkında olduğu gibi, Salman’a karşı olan hislerimden onu sorumlu tutamazdık.
İçinde süren bu muhakeme, bir süre sonra sona erdiğinde, Sanjeet amca bir karar vermiş gibi Salman’a doğru adım attı. Yavaşça eğildi ve onu omuzlarından tutarak kaldırdı. Bu kez yüzünde beliren gülümseme, temkinli ama sıcak bir kabulün işaretiydi. Sanjeet amca, Salman’a bakarken, geçmişin yükünü ve geleceğin belirsizliğini bir an için unuttu; sadece o anın samimiyeti ve dürüstlüğü vardı.
“Meena, tüm yaşananlara rağmen sizinle yeniden tanışmayı göze aldıysa, muhakkak ki sizde bir pırıltı yakalamıştır.”
“Peki ya siz, efendim?”
Salman’ın cesaretini toplayarak sorduğu bu soru karşında,
Sanjeet amca bir an duraksadı ve ardından ağırbaşlı bir tavırla konuştu.
“Henüz Meena’nın gördüğü kadar bariz görebilmiş değilim. Ancak yine de bu fırsatı değerlendirmek ve denemek isterim. Belki de zamanla, onun yakaladığı pırıltıyı ben de görebilir, bu süreçte daha derin bir anlayışa ulaşabilirim.”
Sanjeet amcanın Salman’a karşı olan önyargılarından kurtulduğunu görmek umut verici olsa da, bu durumun tam bir kabul anlamına gelmediğini biliyordum. Bana bir kez daha deneyip yanılmam için müsamaha gösterebilirdi ama daha fazlasına göz yumamazdı. Oysaki ben aksinin yaşanmasına alışkındım: sevgimin sınanması, kalbimin kırılması ve seçme hakkı tanınmayan bir yol ayrımı, Ahmedabad’da geçen hayatımın kısa bir özeti gibiydi.
“Ya bizi seçip izzetli bir hayat sürdürmeye devam edersin ya da onu seçip hayatını tepetaklak edersin. Kimi seçmen gerektiği çok açık değil mi, sevgili kızım?”
“Babana kulak verme, Meena. Sana olan sevgimden şüphen yoksa bana elini uzat. Seni bu cehennemden kurtarabilmem için bu kadarı yeterli.”
Geçmişte bu yol ayrımı, beni hayatımın en zor seçimine sürüklemişti.
Ne aile ne de aşk… Bu seçim, hayat ile ölüm arasındaydı sanki.
☙
Gün ışığı, mahalle arası dar sokaklara altın rengi huzmelerini serperken, Anandi kuaförden dönmüştü. Saçları özenle yapılmış, yüzü sade bir makyajla daha da güzelleşmişti. Evin bahçesinde, geleneksel motiflerle işlenmiş, ahşap oymalı bir taht yerleştirilmişti. Etrafı çiçeklerle süslenmiş bu taht, Anandi’nin oturması için hazırlanmıştı. Tahtın hemen yanında, Anandi’nin en yakın arkadaşı olarak ben duruyordum. Anandi’nin duvağını nazikçe düzeltiyor, her şeyin mükemmel olmasını sağlamak için son dokunuşları yapıyordum.
Bahçede, akrabalar ve arkadaşlar, Anandi’nin etrafında toplanmış, sıcak bir sohbet içerisindeydi. Çiçeklerin kokusu havaya yayılıyor, kuşların cıvıltısı bu huzur dolu anları daha da anlamlı kılıyordu. Aniden, çocukların neşeli sesleri duyuldu. “Damat geliyor!” diye bağırarak koşturan çocuklar, tüm gözlerin kapıya çevrilmesine neden oldu.
Anandi’nin ailesi, kapının önünde toplanmış, damat ve ailesini karşılamaya hazırdı. Anandi’nin babası, beyaz saçları ve nazik gülümsemesiyle, Rishi ve ailesini misafirperver bir şekilde selamladı. Onları içeriye davet ederken, bu anın önemini sessizce ifade eden gözlerle bakıyordu.
Rishi, adımlarını ağır ve temkinli bir şekilde bahçeye attı. Her adımında, zamanın akışı yavaşlıyor, bu kutsal anın her saniyesi daha da derin bir anlam kazanıyordu. Rishi, gözlerini Anandi’ye dikmiş, ona doğru ilerlerken, kalabalık derin bir sessizliğe büründü. Bu sessizlik, sadece kalplerin ahenkle atan ritmini dinlemek için var gibiydi.
Rishi, Anandi’yi nazikçe ayağa kaldırdı. Anandi, zarif hareketlerle tahtından kalkarken, duvağı hafifçe dalgalandı. İkisi birlikte, düğün alayının eşliğinde düğün alanına doğru ilerlemeye başladılar. Etrafta yankılanan geleneksel müzik, bu kutsal yürüyüşe ritim katarken, etraflarındaki herkesin yüzünde mutlu bir tebessüm vardı. Çiçeklerle süslenmiş yolda, her adımda daha da yakınlaşıyorlardı geleceğe.
Anandi ve Rishi, düğün sunağına doğru yönelirken ben yavaşça adımlarımı seyrelttim, renkli giysiler içinde, ellerinde çiçekler ve dudaklarında dualarla onlara eşlik eden neşeli davetlilerin arasında geride kaldım. Gözlerim, bu özel anın her detayını hafızama kazımak istercesine dolaşırken, kalbimde bir hüzün dalgası yükseldi.
“Bu yüzüğü parmağına takarken, sana sadece sevgimi değil, tüm hayatımı da adıyorum. İyi günde ve kötü günde, hep yanında olacağım.”
Suneel’in nişanımızda söylediği o unutulmaz sözler kulaklarımda yankılanırken, yanımdaki ahşap direğe tutunarak onları izlemeye başladım. Duygularımın yoğunluğu gözlerimde yaşlara dönüştü. Bu sevinç ve hüzün karışımı, içimde tarifsiz bir boşluk yaratıyordu.
Birden, kulağıma tanıdık bir ses fısıldadı, yumuşak ve derin.
“Mutluyken de ağlıyorsun, üzgünken de… Gözyaşların hiç dinmiyor. Bir gün seni gerçekten gülerken görebilecek miyim, Meena?”
Başımı çevirdiğimde, Salman’ı gördüm. Parmaklarının arasında zarifçe tutulan beyaz, ipek bir mendil, akşam güneşinin altında pırıl pırıl parlıyordu. Gözlerinde, derin bir samimiyet ve ince bir endişe harmanı vardı. Elimi uzatmakta tereddüt ettiğim an, bileğimi nazikçe kavradı ve kendisine doğru yavaşça çekti. Mendili avucuma bıraktığında, parmaklarının sıcaklığı tenime işleyip, ruhumun derinliklerine kadar ulaştı.
Gözlerim, mendilin ince dokusuna ve zarif işlemelerine takıldı. O an, bu küçük nesnenin bile ne kadar anlamlı olduğunu fark ettim. Salman’ın parmakları, avucumun üzerinde hafifçe gezindi, sanki yalnızca mendili değil, tüm duygularını da bana teslim ediyormuş gibi. Kalbim, bir an için duraksadı ve sonra daha hızlı atmaya başladı; bu duygu seli, beni adeta sarhoş etmişti.
“Kirlenmesin. Ben hemen makyajımı temizleyip gelirim.”
Rüzgar, saçlarımı uçuşarak Salman’a doğru savurdu. Arkaya dönerken, onun parmaklarının bileğimi daha sıkı sardığını hissettim. Bu temas, yalnızca fiziksel bir dokunuş değildi; derin bir anlam taşıyordu, beni olduğum yerde tutuyordu, sanki ruhumu okşuyordu.
“Gitme, henüz güzelliğinin parıltısını tam anlamıyla görebilmiş değilim.”
“Eskiden olsa, bu sözlerinizin ardında beni özlediğinize dair bir his arardım.”
İçimde biriken duygular, kelimelere dökülmek için sabırsızlanıyordu, ama ben onları zar zor bastırıyordum.
“Şimdi ne değişti, Meena?”
Gözleri, derin bir samimiyetle benimkilere kilitlenmişti, adeta ruhumun en gizli köşelerine ulaşmaya çalışıyordu.
“Akıl sağlığımı koruyabilmek adına, artık şakalarınızı ciddiye almamayı öğrendim.”
“Sana bunun bir şaka olduğunu düşündüren ne?”
Bir hamlede beni kendisine çevirdi, gözlerim onun kararlılığında kaybolurken, adımları birbiri ardına hızlı ve güvenle atıldı, aramızdaki mesafeyi tek bir nefeste kapatarak. Etrafımızdaki kalabalığa aldırış etmeden sergilediği bu cüretkar davranışlar, içimde hem hayranlık hem de utanç karışımı bir his uyandırıyordu.
Salman’ın bu cesur yaklaşımı karşısında, başımı yerden kaldırmaya cesaret edemedim. Yanaklarımın alev alev yanışını hissediyordum, sanki tüm dünya bu kızarıklığı görebilirmiş gibi. Gözlerim yerde, bakışlarım kaçamak, kalbim ise göğsümde hızla çarpıyordu. Salman’ın nefesi, yüzümde hafif bir esinti gibi hissedilirken, onun varlığı tüm duyularımı ele geçirmişti.
Kendimi şaka olduğuna inandırmak zorundayım Salman. Aksi halde, bu gerçeği idrak etmek aklımı kaçırmama sebep olabilir.
Salman’ın bir cevap beklediğini biliyordum, fakat bunu ona vermeye hiç niyetim yoktu. Başımı yavaşça kaldırdığımda, yüzümde yaramaz bir gülümseme belirdi. Bir anda, onu hafifçe göğsünden itip, yanımdan geçen nedimenin elindeki çelenklerden birini aldım ve koşmaya başladım. Salman, bu ani hareketim karşısında şaşkınlıkla bir an duraksadı, ardından kendine gelip diğer çelengi kaparak bana yetişmeye çalıştı.
Düğün sunağına vardığımızda ise yüzlerimizdeki oyunbaz ifadeler yerini ciddi bir duruşa bıraktı. Ben, adımlarımı dikkatle atarak Anandi’ye doğru ilerledim; Salman ise Rishi’ye yöneldi. Çelenkleri, törensel bir ciddiyetle onlara sunduk. Anandi’nin başını şefkatle okşayarak geri çekildim. Salman da yanımda yerini aldı.
Çelenklerin takılma anı, törenin en büyülü, en anlamlı kesitlerinden biriydi. Rengârenk çiçeklerin ve yaprakların oluşturduğu çelenkler, Anandi ve Rishi’nin boyunlarına zarif bir şekilde yerleştirildi. Bu kutsal birleşme anında, gözlerimiz Salman ile ara sıra buluşuyor, her bakışta kalbimde tarifsiz bir heyecan doğuyordu. Alkış sesleri yükseldiğinde, kollarımızın birbirine değmesiyle içimdeki utanç ve heyecan daha da arttı. Bu hislerden kaçmak, zihnimi dağıtmak için hemen yanı başımdaki nedimeyle konuşmaya başladım, ama zihnim hala Salman’ın varlığının farkındaydı.
O sırada, Rishi’nin dedesi, gelin ve damadın giysilerini özenle birbirine düğümledi. Bu eski gelenek, iki ailenin ve iki hayatın ayrılmaz bir şekilde birleşmesini simgeliyordu. Anandi’nin babası, kızının elini yavaşça ve şefkatle damadın avucuna bıraktı. Bu hareket, bir babanın kızını yeni hayatına, yeni yol arkadaşına teslim edişinin en dokunaklı ifadesiydi.
Ancak törenin bu önemli anı, Salman’ın dirseğiyle kolumu hafifçe dürtmesiyle farklı bir boyuta taşındı. Onun bu hareketi, bakışlarımı tekrar ona çevirmeme neden oldu. Gizemli bir hava takınmıştı; gözleri derin, dudaklarında hafif bir tebessüm. Kulağıma eğildi ve alçak bir sesle, neredeyse fısıldar gibi konuştu.
“Hay Allah… Neredeyse söylemeyi unutuyordum. Aslında sana iletmek istediğim önemli bir haber vardı.”
Salman’ın kulağıma eğilerek fısıldadığı sözler, zihnimde yankılanırken, gözlerim ona daha da dikkat kesildi. Sanki evrenin tüm gizemleri onun dilindeymiş gibi, büyük bir merakla devamını bekledim. O an, dudaklarımdan istemsizce dökülen kelimelerle sessizliği bozdum.
“Sizi dinliyorum, Salman Bey.”
Salman, gözlerinde hafif bir muziplikle, sanki az önceki ciddiyetini bir kenara bırakmış gibi, alçak bir sesle yanıt verdi.
“Birazdan düğün ateşi yanacak ve kutsal ritüeller başlayacak. Şimdi bunları konuşmanın sırası değil, belki daha sonra, daha sakin bir zamanda konuşuruz.”
Bu sözlerle, Salman beni kendi silahımla vurmuştu adeta. Kısa bir an için gözlerimiz buluştu, sonra intikamını almış olmanın verdiği tatminle önüne döndü. Ellerini karnının altında bağlayarak sessizliğe büründü. Bu hali, onun içsel bir zaferin keyfini çıkardığını gösteriyordu.
Merak içimi kemiriyordu; ne söyleyecekti, neydi bu gizemli sır? Kafamı kaşırken, gözlerimi tekrar törene çevirdim. Ama aklım Salman’ın sözlerinde takılı kaldı. Ara sıra ona bakmaktan kendimi alamıyordum, ve her seferinde onun dudaklarını birbirine bastırarak, gülme isteğini engellemeye çalıştığını görüyordum.
Rahibin duaları yükseldiğinde, törenin ritüel sesleri ve kutsal sözleri havayı doldurdu. Bu anın kutsallığı, her bir kelimenin ağırlığıyla daha da pekişiyordu. Anandi ve Rishi, ateşin etrafında yedi kez dönmeye başladılar. Her adım, onların hayat yolculuğundaki yeni bir adımdı; her tur, onların beraberliklerinin bir nişanıydı. Bu anın büyüsü, Salman’ın gizemiyle birleşiyor, kalbimde tarifsiz bir karışıklığa yol açıyordu.
Merakım doruğa ulaştığında, daha fazla dayanamayıp Salman’a sormak için dudaklarımı araladım. Ancak, o an, Salman söze girdi.
“Pazartesi günü ajansta iş başı yapacaksın. Asıl sana vermek istediğim müjde buydu.”
Ağzımdan dökülen şaşkınlık nidası, istemsizce ruhumun derinliklerinden kopup gelmişti ve bu beklenmedik ses, rahibin kutsal dualarını ansızın kesintiye uğrattı. Anandi’nin saç ayrımına sindoor sürmeye hazırlanan Rishi ve çevresindeki davetliler, bir anda duraklayıp meraklı bakışlarla bana döndüler. Elleriyle devam etmelerini işaret ederek, sessizce Salman’a doğru yöneldim ve onunla konuşmaya devam ettim.
“Salman Bey, bu nasıl mümkün olabilir? Mülakata katılma fırsatım bile olmamışken, böyle bir gelişme nasıl vuku buldu?”
Salman, gözlerinde hafif bir tebessümle, sanki bu durumu önceden planlamış gibi sakince yanıt verdi.
“Sen gittikten sonra, belgelerini özenle toplayıp Mukesh’e ilettim. Belgelerindeki yetkinlik ve azim, onun da dikkatini çekti; seni tereddütsüz bir şekilde seçti.”
Sözlerinin ardındaki anlamı kavramaya çalışırken, kalbimde bir sızı hissettim.
“Hayır, Salman Bey. Beni işe alması için ondan ricada bulunmuş olmalısınız. Oysaki, ben bu işi bileğimin hakkıyla kazanmayı tercih ederdim.”
“Mukesh’i ikna etmek sandığın kadar kolay değildir. Ancak, o belgelerini incelediğinde kararını çoktan vermişti.”
Davetliler, evlilik ritüellerinin nihayet tamamlanmasının ardından yeni evlenmiş çifti coşkuyla alkışlamaya başladılar. Anandi ve Rishi’nin gözlerindeki mutluluk, ortamı tatlı bir neşeyle doldururken, ben hâlâ şaşkınlık içinde Salman’ın gözlerine bakıyordum.
“Gerçekten… İşe alındım mı? Benimle eğleniyor musunuz, yoksa?”
Gözlerimdeki şüphe ve umut, Salman’ın yüzünde bir anlık duraksamaya neden olmuştu. Salman, bunu dağıtmak için sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi. Omuz başlarımı kavrayarak, içten bir ses tonuyla devam etti.
“Hayır, bu kesinlikle bir şaka değil. Gerçekten işe alındın ve bu başarı tamamen senin hakkın.”
Gülümsedi; hoş, kendi halinde ve bilmiş bir tebessümü vardı. İçimde beliren yoğun arzu ve heyecan yüzünden, bakışlarımı ondan kaçırmak zorunda kaldım. Başımı önüne eğerek, dikkatimi başka yöne çevirmeye çalıştım.
Gözlerim, düğün kalabalığının arasında hareket eden Rishi’nin ayakkabısını çalmayı başaran neşeli nedimeye takıldı. Onun peşinden koşan sağdıcı izlerken, ortamın enerjisi beni bir nebze de olsa rahatlattı. Nedimenin kahkahaları, sağdıcın aceleci adımlarıyla birleşerek düğün alanını melodik bir karmaşaya dönüştürüyordu.
“Beklediğim tepkiyi vermedin. En azından-“
“Boynunuza mı atlamalıydım? Lütfen, Salman Bey, hayal dünyanızdan çıkın.”
“Peki, gerçek dünyada bir şeyler yapmamı istiyorsan, karşılığında bir hayalimi gerçekleştirmeniz gerekir.”
Salman, ellerini pantolonun ceplerine sokmuş, hafifçe geriye yaslanmıştı. Omuzları dik, başı ise gururla yukarıda duruyordu. Gözlerindeki kararlılık ve dudaklarının kenarındaki hafif kıvrılma, sözlerinin ardındaki ciddiyeti ve beklentiyi açıkça ortaya koyuyordu.
“Haydi, söylemekten çekinmeyin. Sizin için elimden geleni yapacağım.”
“Boş versene, Meena. Sonsuza kadar yanımda kalacak değilsin ya.
Sesinde hafif bir melankoli ve kaçınılmaz bir gerçeklik hissiyle konuştu ve arkasını döndü. İçimdeki ani bir cesaret patlamasıyla ondan daha hızlı hareket ettim. Ayaklarım sanki yerden kesilmiş gibi ileri atılıp, tam önünde durarak yolunu kestim. Kollarımı iki yana açarak, bir korkuluk misali karşısına dikildim.
“Siz, koskoca Salman Khan, az önce bana naz mı yaptınız?”
“Sebepsiz gidişlerine karşılık küçük bir misilleme, diyelim.”
Yüzündeki sert çizgiler, yerini anlık bir yumuşamaya bırakmıştı. Gözleri, her zamanki güven dolu bakışlarının aksine, biraz daha samimi ve kırılgan görünüyordu.
“Peki, artık kalacağımı söylesem…”
Salman, gözlerimin içine bakarken başını hafifçe yana yatırdı ve anlam dolu bir bakışla bir adım attı. Parmağı yavaşça yüzüme doğru uzanırken, dudakları aralandı, sanki söylemek istediği kelimeler dudaklarının kıyısında birikiyordu. O an, zaman adeta yavaşladı ve etrafımızdaki her şey silikleşti, sönükleşti. Ansızın, aniden her yer karardı; elektrikler kesildi.
Beni elektrik kesintisine bile sevinecek hale getirdi. Kendisiyle gurur duyuyor mu, acaba?
Bu fırsatı kullanarak, gizlice ondan uzaklaşmaya çalıştım. Adımlarımı dikkatlice atarken, karanlığın içinde kaybolmayı umuyordum. Ancak, tam o anda bir karışıklık oldu. Yanımdan hızla geçen birinin elime bir şey tutuşturduğunu hissettim. Rishi’nin ayakkabısıydı bu, ve bunu bana verenin bir nedime olduğunu düşündüm. Ancak, aklımı toparlayamadan, bir sağdıç olduğunu varsaydığım biri, nedimeyi kovalarken bana çarptı. Bu ani darbe, beni dengemi kaybettirerek yeniden Salman’a doğru itti.
“Hay Allah!”
Göğsüne kapandığımda, benden aldığı darbe ile hafifçe sarsıldı fakat olduğu yerde sabit kaldı. Kalbimin çılgınca atışını duyabileceği kadar yakın olduğumuz o an, zamanın akışı bir kez daha durdu sanki. Kısa bir süre nefesimi tutarak, onun göğsünde bekledim. Ona asgari düzeyde temas etmeye çalışırken, bedenim adeta küçüldü, küçüldükçe de içimdeki karmaşa büyüdü.
Eğer beni kırmaktan korktuğu için sürdürüyorsa bu beklenmedik yakınlığı…
Sadece sonlandırmalıydı.
Düşünceli bir halde, bedenimi yavaşça geri çektiğimi fark etti. Ancak, devam etmeme izin vermedi. Beni sürekli tetikte kalmaya zorlayan ürkekliğime adeta savaş açarak, belimi sardı cesur elleri. Etrafımızı saran karanlığa rağmen, iki parlak kehribarı andırdı, o an kahverengi gözleri.
“Kal Meena, kalmalısın da… Bu ikimiz adına vereceğin en doğru karar olur.”
BÖLÜM SONU
Dipnot:
Lehenga choli: Geleneksel Hint kadın kıyafeti olup, uzun bir etek (lehenga) ve kısa bir bluz (choli) ile tamamlanır. Özellikle düğünler ve özel etkinliklerde giyilir.
Rajasthani: Hindistan’ın Rajasthan eyaletine ait olan kültürel ve geleneksel öğeleri ifade eder. Renkli giysiler, müzik ve dansları ile ünlüdür.
Kesariya Balam: Rajasthan’ın ünlü halk şarkılarından biridir. Genellikle sevgiyi ve özlemi anlatır.
Ghoomar: Rajasthan’a özgü, kadınlar tarafından gerçekleştirilen geleneksel bir halk dansıdır. Dönerek yapılan hareketleri ile bilinir.
Sherwani: Erkekler tarafından giyilen, uzun bir ceket şeklinde olan geleneksel Hint kıyafetidir. Özellikle düğünlerde ve özel günlerde tercih edilir.
Sindoor: Hindu kadınlarının evli olduklarını belirtmek için saçlarının ayrımına sürdükleri kırmızı veya turuncu renkteki toz. Genellikle düğünlerde geline damat tarafından sürülür.
Yorumlar