“Teklifin hala geçerliyse… Ben kabul ediyorum.”
Salman, cevabımı duyunca heyecanlandı, beni kendisinden uzaklaştırdı ve omuzlarımdan tutarak sallamaya başladı. Başım zaten dönüyordu ve durum daha da kötüleşince gözlerimi tekrar kapattım.
“Özür dilerim, sanırım abartılı bir tepki verdim. İyi misin?”
“Başım hala dönüyor. Eve dönüp dinlenir, kendime gelirim.”
“Senin bu haldeyken öylece gitmeme izin vereceğimi nasıl düşünüyorsun? Ben sandığın kadar kötü biri değilim.”
“Sen… İyi bir insansın Salman.”
“Bana adımla hitap ediyorsun, sonunda. Bu beklediğim bir şeydi.”
Samimi bir dil kullanmak için acele mi ediyorum? Henüz teklifini kabul edeli kaç dakika oldu ki? Sanırım, Salman Bey demeye devam etmeliyim.
Salman hala benimle birlikteydi. Beni kalkmak için ikna etmeye çalışıyordu, ama kapının açılmasıyla birlikte aceleyle toparlanmak zorunda kaldık. Ben hemen ayağa kalktım ve tekrar sendelememek için Salman’ın omzuna yaslandım. O da hızla belime sarılarak dengemi korumama yardım etti. Salma teyzenin utangaç bakışları bizi yakaladığında açıklama yapmak için dudaklarımı aralasam da, Salman aceleci davrandı.
“Meena biraz rahatsızlandı, anne. Bu haberler onu çok strese sokmuş olmalı. Nasıl olsa üstesinden geleceğiz, ama ona bunu inandıramıyorum.”
“Sakin ve kırılgan bir kıza benziyor. Eminim ki ailesi için endişelidir ama buna gerek yok.”
“Ben de öyle söylüyorum anne, ama kendisi beni dinlemiyor.”
“Onu neden içeriye davet etmiyorsun, Sallu? Hem dinlenip sakinleşir hem de ailemizi yakından tanır.”
Varlığımı göz ardı ederek benim hakkımda konuşmaktan çekinmediler. Tek isteğim eve dönmek ve Sanjeet amcamın sinirlerini yatıştırmaktı, ancak beni içeriye davet eden Salma teyze ve kabul etmekte hevesli görünen Salman, bu durumu değiştirmeye çalışıyorlardı.
“Özür dilerim, habersiz gelerek size yeterince rahatsızlık verdim. Bir sonraki sefere davetinizi kabul edebilir miyim?”
“Hayır, Meena. Bu teklif bir daha sunulmayacak. Sadece şu an için geçerli.”
Kollarını göğsünde çaprazlayarak başını diğer tarafa çevirdi ve sadece olumlu cevapların kabul edileceğini açıkça gösterdi. Kafam karışmış bir şekilde Salman’a döndüm. Bu sırada parmağım dudaklarımın üzerindeydi ve Salman’ın bakışları parmağıma takıldıktan sonra tekrar gözlerime odaklandı.
“Sallu, bir şey söylemeyecek misin oğlum?”
“Ha? Ne-“
“Neden Meena’yı ikna etmiyorsun?”
“E-edeceğim, elbette.”
Salma teyze, oğlunun bu görevi başarıyla yerine getireceğinden şüphe duymuyor gibi görünüyordu. Sakin bir şekilde içeriye adım attı ve kapıyı aralık bırakarak dışarıya hafif bir ışık sızmasını sağladı. Bu sırada, Salman birdenbire yanıma yaklaştı ve beni hiçbir ikna girişimine gerek duymadan kucakladı. Aniden kollarında bulununca, ayaklarım havalanmıştı ve karşı koyacak bir şansım olmadı. Adeta gafil avlanmış gibi hissettim ve onun kollarında içeriye doğru sürüklendim.
“Salman Bey… Ne yapıyorsunuz?”
“Yine mi resmi bir şekilde konuşuyorsun benimle? Bunu aştığımızı sanıyordum.”
“Sizinle hiçbir şeyi aşmış değiliz. Sadece teklifinizi kabul ettim ve daha bunun hakkında ciddi bir konuşma bile yapmadık.”
“Öncelikle, seni yatağa kadar taşımama izin ver.”
“Ya-yatak mı? N-neden ki?”
“Uzanıp dinlenebilmen için, Meena… Başka ne olmasını bekliyorsun?”
Salman’a mahcup bir şekilde bakarak koridorun duvarlarında asılı olan tabloları inceledim. Hepsi onun maharetli ellerinden çıkmış gibi görünüyordu. Daha önce resim yapmayı sevdiğine dair duyumlar almıştım, ancak şimdi onu daha yakından tanıdıkça daha iyi anlıyordum; aslında iç dünyasındaki yalnızlığı resmediyordu. Çizdiği yüzlerin etrafını siyaha boyuyordu, belki de gerçeği ararken kaybolduklarını anlatmaya çalışıyordu.
Gözlerimi tekrar Salman’a çevirdiğimde, sadece ileriye odaklanmış bir şekilde bakışlarını gördüm ve içim rahatladı. Ona duyduğum hayranlık duygusu, zamanla daha da güçlenerek aramızdaki bağı derinleştirmişti ve bu durum beni mutlu ediyordu. Ancak, aynı duyguların Salman için geçerli olabileceğinden emin değildim. Belki de bu yakınlığın onun için farklı bir anlamı vardı. Bunu hissettiği anda duygusal bir duvar örebilir ve aşmaya cesaret edemeyeceğim bir sınıra yol açabilirdi.
“Sohail, misafir odasının kapısını açar mısın?”
“Neden her defasında benden istiyorsun? Senin elin yok mu, abi?”
Duvara yaslanmış olan Sohail, arkasını bize dönmüş şekilde duruyordu. Sitemkar bir tavırla birdenbire Salman’a dönerek, yüz ifadesiyle şaşkınlık ve hafif bir öfke arasında gidip geliyordu. Gözlerindeki bakış, adeta bir suçlu arar gibi titizlikle Salman’ı süzüyordu. Bu durum karşısında Sohail’in küçük dilini yutacak gibi olduğunu düşündüm. Ancak, yaşanan bu anı kurtarmak için yeterli olmayacaktı. Utanç dolu bir mırıltıya dönüşen sesimle hızla Sohail’e selam verip ardından Salman’ın omzuna sıkıca sarıldım, kendimi olayın içinden çıkarmaya çalışarak.
“Elim var ama gördüğün üzere biraz dolu. Şimdi kapıyı açacak mısın?”
Sohail kapıyı açmak için adım attı ve kapıyı sessizce açtı. Salman, bedenini yan çevirerek misafir odasına girdi. Ben ise Sohail ile göz göze gelmemek için gözlerimi kapalı tuttum, odadaki hareketleri ve sesleri sadece duyarak içimdeki duygusal yoğunluğu hissettim. Salman’ın adımlarının sesi ve odanın atmosferi, beni huzur ve sıcaklıkla sararken, o anın bana getirdiği duygularla içsel bir yolculuğa çıktım.
Salman beni nazikçe yatağa bıraktığında, başımı nazik bir hareketle yastığa koydu ve ellerimi karnımın üzerine birleştirerek doğruldu. Bu anın yarattığı duygusal yoğunluk içinde, Sohail’in bana yönelik bakışlarını hissedebiliyordum.
“Sen dinlenmene bak. Birazdan döneceğim.”
“Salman… Bey.”
Yanımdan ayrılmak üzere arkasını döndüğü sırada, gözlerim hala kapalıyken bileğini yakalayarak onu durdurdum. Parmaklarımın hafifçe temasıyla hissettiğim Salman’ın duruşu ve nefes alışı, beni içsel bir çekişmeyle dolduruyordu. Yavaşça gözlerimi açtığımda, bedenindeki hafif gerginlik ve benim ellerimdeki hissiyat arasında, duygusal bir gerilim oluştu. Bu anın sonsuza dek sürmesini, zamanın durmasını ve her şeyin bu anın etrafında dönmesini istedim.
“Bugün kendimi ailenizin bir parçası gibi hissettim. Teşekkür ederim.”
Salman, omzunun üzerinden bana bakıyordu, gülümsemesi yanağına doğru genişlerken. Neşeli bir çocuk gibi görünüyordu, terlemiş saçları alnına düşerken. Beni kucağında taşırken yorulmuş olmalıydı, göğüs kafesi sürekli yükselip alçalıyordu, soluk alıp verirken hafifçe titriyordu. Salman’ın zarif hareketleri ve neşeli tavırlarıyla dolu bu an, gözlerimde unutulmaz bir iz bırakacaktı.
“Ben teşekkür ederim Meena… Bana geldiğin için.”
☙
“Baksana, hala uyuyor mu?”
“Haydi, onu uyandıralım, Yohan!”
Başımın ucunda fısıldaşarak konuşan çocukları duymamak elde değildi, sessizce nefes alıp verirken her kelimeyi yakalamaya çalışıyordum. Ancak, yatağın üzerinde zıplamaya başladıklarında, yerimden fırlayarak kalktım. Adrenalinin etkisiyle kalbim hızla atmaya başladı ve gözlerim hızla odanın etrafına kaydı. Korkuyla çocuklara doğru baktım, gözlerim kararmış gibi hissediyordum.
Gardıroba yaslanarak bedenimi destekledim, titreyen ellerimle kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Odanın sessizliği, çocukların çığlık atmasıyla bozulmuştu ve ruhumu derin bir karanlık kaplamıştı. Bu anın gerilim dolu atmosferi, içimi ürpertti ve beni endişeyle doldurdu. Kararlı bir tavırla, çocukların ne yapacağını gözlemleyerek adım atmaya hazırlandım.
“Sen kimsin ve babaannemin evinde ne işin var?”
Yaşı daha büyük olduğunu düşündüğüm oğlan çocuğu yataktan aşağıya atladı ve küçük olanı da koltuk altlarından kavrayarak yere indirdi. O an yaşanan bu beklenmedik olay karşısında şaşkınlıkla gözlerimi açarak olayı izlemeye başladım. Oğlanın hızlı ve cesur hareketleri, küçük kardeşini korumak ve eğlendirmek için yaptığı bir jest gibi görünüyordu. Gözlerimdeki şaşkınlık ve merakla, bu kardeşlik bağını ve birlikte yaşanan heyecanı izledim, bir an için içimdeki korku ve endişe yerini biraz da olsa meraka bıraktı.
“Ben Meena, asıl siz kimsiniz ve benden ne istiyorsunuz?”
“Onlar benim çocuklarım: Nirvaan ve Yohan.”
Sohail’in eşi Seema, odaya girdiğinde muhteşem bir kurta giyiyordu. Kurtanın rengi derin bir maviydi ve üzerinde altın işlemeler bulunuyordu, zarif ve göz alıcı bir görünüme sahipti. Saçlarını at kuyruğu yapmıştı, koyu kahverengi saç telleri düzgün ve parlak, her biri titizlikle toplanmıştı.
Çocuklar Seema’nın yanına koşarak annelerine sarıldılar, Seema ise onları gülümseyerek kucaklayıp öperek karşılık verdi. Bu sevimli manzarayı izlerken kendimi daha iyi hissettim ve Seema’nın karşısına geçip onu selamladım. Seema’nın sıcak tebessümü ve içten selamı, odadaki atmosferi daha da neşelendirdi.
“Size kendimi henüz tanıtmadım. Ben-“
“Benimle sizli bizli konuşmana gerek yok, Meena.”
“Beni nereden tanıyorsunuz ki?”
“Salman abim sen dinlenirken bizimle bütün detayları paylaştı.”
“Demek anlattı. İçim rahatladı öyleyse.”
Seema’nın çocukları Nirvaan ve Yohan, hızla bir oyun kurmuşlardı ve kahkahalarıyla birlikte odadan koşarak çıkıp gitmişlerdi. Sesleri giderek uzaklaşırken, Seema’nın cesaretlendirici tavırlarıyla içimdeki çekingenliği aşmaya çalışıyordum. Tam bu sırada kapının aralığından Malaika belirdi, sessizce içeriye doğru adımlarken, etrafına dikkatle göz gezdirdi. Gözlerimiz kısa bir süre karşılaştı ve o an sessizlik hakim oldu.
“Malaika… Arora?”
Malaika, daha modern bir tarzda giyinmişti. Üzerinde düz renkte bir bluz ve dar kesim bir pantolon vardı, tarzı oldukça şık ve trend görünüyordu. Saçları açık, dalgalı ve omuzlarına kadar uzanıyordu, doğal ve hafif dağınık duruyordu. Zarif ama aynı zamanda fit bir vücuda sahipti; dans ve spor sayesinde şekillenmiş olan vücudu, her hareketindeki zarafeti ve enerjiyi yansıtıyordu.
Aniden karşımda Malaika’yı görmek beni şaşırtmıştı. Heyecanımı kontrol altına alarak, ona selam vermem gerektiğini düşündüm. Dil Se filminden hatırladığım o muhteşem dans performansını izlediğimden beri Malaika’ya hayrandım. Şimdi, onunla tanışma şansını yakalamış olmanın heyecanıyla içim hızla coşmuştu.
Şimdi bir kez daha göz önüne getirince, bu aile gerçekten de ünlüler geçidi gibiydi. Her bir aile üyesine ayrı ayrı hayranlık besliyordum, ancak Salman için beslediğim duyguları anlatmaya yeterli gelmiyordu bu kelime.
Daha fazlası gerekiyordu: aşk gibi…
“Ah, Meena. Uyanmışsın.”
“E-evet…”
“Dinlenebildin mi? Eğer kendini iyi hissediyorsan, neden salonda bize katılmıyorsun?”
“Bu fırsatı kaçırmak istemem.”
Üçümüz birlikte misafir odasından ayrıldığımızda, Seema Salma teyze tarafından mutfağa çağrıldı. Ben de onlara katılmayı teklif ettim, ancak Salma teyze katiyen kabul etmedi ve kendimi nihayetinde salonda buldum. Sohail ile göz göze gelmek hala utanç vericiydi, ancak Arbaaz ile Malaika’nın samimi sohbetiyle kısa sürede neşelendim. Malaika’nın enerjisi ve içtenliği, etrafındaki herkesi pozitif bir şekilde etkilemeyi başarıyordu. Arbaaz’ın ise esprili tavrı ve neşeli kişiliği, ortama hemen bir hava katmıştı.
“Hala Dabangg’ın yönetmeniyle tanıştığıma inanamıyorum.”
“Sen başrol ile birliktesin, Meena. Buna mı şaşırıyorsun?”
Malaika, Arbaaz’ın dizine elini koydu ve gülmeye başladı. Arbaaz ise nazikçe dizinin üzerindeki eli tutarak dudaklarına götürdü. Bu jest, ikisinin arasındaki samimiyeti ve yakınlığı yansıtıyordu. İkili arasındaki bu an, onların arasındaki özel bağı ve anlayışı gözler önüne seriyordu.
“Sen de dansın kraliçesi Munni oldun. Bu durumda hangimiz daha kazançlıyız?”
Onların şakalaşmaları ve birbirlerine nazik davranmaları, aralarındaki derin bağı ve sevgiyi açıkça ortaya koyuyordu. Bu anı izlemek, içime huzur ve mutluluk veriyordu. İkisinin özel ilişkisi, beni duygulandırıyor ve içimi ısıtıyordu.
İzin isteyerek yanlarından ayrıldığımda, salonun bir duvarla ayrılan yemek odası kısmına geçtim. Yemek odasına girdiğimde, geleneksel ve modern tarzın mükemmel bir uyum içinde bir arada olduğunu gördüm. Masanın üzerindeki etnik desenli örtü, odanın Hint kültürünü yansıtan zarafetini vurguluyordu. Ancak bu geleneksel öğeler, modernize edilmiş bir dokunuşla sunulmuştu; masif ahşap mobilyaların yanında metal ve cam detaylar da dikkat çekiyordu. Duvarlarda asılı olan modern sanat eserleri, odanın atmosferine farklı bir boyut kazandırıyordu. Geniş yapraklı bir bitki, camın önünde duruyordu ve odadan dışarıya bakan manzara ile buluşuyordu.
Bitkinin yanında durarak dışarıyı seyretmeye başladım. Galaxy Apartmanı’ndan aşağıdaki caddenin sıkışık trafiğini izlediğime hala inanamıyordum.
Daha geçen gün bu kapının ardını görmeye çalışan ben, değil miydim? Salman adımı söylediğinde kaldırımın üzerine yığılacakmış gibi hissetmedim mi? Şimdi burada olmak hem doğru hem de çok yanlış geliyor. Yoksa kendimi buraya layık görmüyor muyum? Madem öyle, neden kendimi dahil ettim bu insanların arasına?
“Bunalmış görünüyorsun. Bedenin dinlense de aklın ve kalbin sürekli çatışırken yorgun düşüyorsun, değil mi? Bu kulağa hiç mantıklı gelmiyor, Meena, sence?”
Arkamda kalan kişiyi göremesem de, sesin kime ait olduğunu tahmin edebiliyordum. Salman’ın babası Salim Khan olmalıydı. Ses tonunda bir derinlik ve deneyim yatıyordu, konuşurken dikkatle dinlenmesi gereken bir otorite hissi veriyordu. Yavaşça bedenimi ona çevirdim, gözlerimdeki yaşları gizlemeye çalışmadan. Salim Khan’ın bakışları, derin bir anlayış ve sevgi doluydu. Bu karşılaşma, duygusal bir buluşma anı olarak hafızamda kalacak gibi hissettim.
“Sizin yazdığınız senaryolar ile öğrendim sevginin erdemlerini. İlk aşkın verdiği heyecanı, ayrılığın kalpte bıraktığı kederi ve yeniden kavuşmak için tükenen sabrı bana sizin kaleminiz anlattı, teker teker.”
“Öyleyse… Bunun sana yeteceğini düşünerek çocukluk yapmışsın.”
Asıl anlatmak istediğini anlamadığım yüzümdeki şaşkınlıktan belli oluyordu. Bu durumu fark eden Salim amca, ellerini arkasında bağlayarak ve gülümseyerek yanıma yaklaştı. Sallanan sandalyenin bulunduğu köşeye doğru yavaş adımlarla ilerlerken, zorlansa da dizlerini büktü. Ancak gülümsemesi, koltuğuna kurulduğu anda geri döndü ve eliyle beni yanına çağırdı.
“B-ben mi?”
“Başka kim olacak, şaşkın kız? Tabii ki sen.”
Yolunu seçmekte kararsız olan adımlarım, Salim amcaya doğru götürürken beni, başımı sığınmak istediğim kalabalık salona çevirdim. Salman tam karşımda oturuyordu ve kız kardeşi Arpita ile sohbet ediyordu. Birdenbire kucağına atlayan yeğenlerini gıdıklayarak güldürmeye başladığı sırada, onu izlediğimi fark etti. El hareketleri yavaşladı ve bir süre sonra tamamen durdu. Yeğenleri, Salman’ın ilgisini yeniden çekemeyeceklerini anladıklarında pes etti, ama Salman benden gözlerini bir türlü çekmedi. Göz göze gelmenin verdiği heyecanı yenemeyeceğimi anladığımda, başımı yere eğerek yoluma devam ettim.
Salim amca, sandalyesinde sakin ve huzurlu bir şekilde sallanırken, yerdeki minderleri fark ettim. Birine oturayım dedim ve minderi almak için eğildim. Minder kabarık ve yumuşaktı; üzerinde desenli bir kumaş vardı ve hafifçe bastırdığımda bile parmaklarım içine gömülüyormuş gibiydi. Minderin üzerindeki renkler birbirine uyumlu ve göz alıcıydı, sanki sadece rahatlamak için tasarlanmış gibiydi. Salim amcanın yanına minderle oturduğumda, huzurlu bir atmosferde bulunduğumu hissettim.
“Daha önce hiç gramofonla çalan bir plağı dinlemiş miydin?”
Oymalı, yuvarlak yan sehpanın üzerinde eski bir gramofon vardı. Gramofon, zarif desenlerle süslenmiş antika bir görünüme sahipti. Parlak siyah renkteki tahta gövdesi, yılların izlerini taşıyordu ancak hala zarif ve göz alıcıydı. Üst kısmında, dikkatle korunmuş bir plak yuvası bulunuyordu. Sehpanın alt rafına ise birçok farklı boyutta ve renkte plak dizilmişti. Her bir plak, geçmişe ait farklı hikayeleri ve melodileri içinde barındırıyordu. Gramofon ve plaklar, odanın atmosferine nostaljik bir hava katıyordu.
“Hayır, nasıl çalıştığını bile bilmiyorum.”
“Bugün öğrenirsin. Önce bir plak seçmen gerek.”
“Gerçekten mi? Benim için onu çalıştıracak mısınız?”
Çocuksu bir merakla sorduğum soru, Salim amcayı eğlendirmiş olmalıydı. O kahkahalarla dolu bir gülümsemeyle gramofona uzandığında, ben de heyecanla plakları incelemeye başladım. Parmaklarımı titizlikle gezdirerek bir plak seçtim ve utana sıkıla Salim amcaya uzattım. Salim amca plağı eline alıp gözlerini kısarak ismini okumaya çalıştı. Sonra şaşırarak gözlüklerinin üzerinden bana baktı, anlamlı bir gülümsemeyle ve sevgi dolu bir bakışla.
“Chhod Gaye Balaam… Bu şarkıyı dinlemek için fazla genç, değil misin?”
“Annem, Raj Kapoor’un filmlerini izlemeyi çok severdi. Babamın birkaç kez bu şarkıyı anneme mırıldandığını hatırlıyorum.”
Dizlerimi karnıma sıkıca çekerek oturdum, ellerimi dizlerimin üzerine koyup çenemi yasladım. O an, Salim amcanın plağı gramofona yerleştirmesini izlerken içimde garip bir duygu karmaşası oluştu. Göz çukurlarım yeniden yaşlarla doldu, belki de nostaljik bir melankoliyle doluydum.
Plağı çalmaya başladığında o eski 60’lı yıllara ait sesler yemek odasını doldurdu. Kayıt kalitesi eski olduğu için şarkı cızırtılarla doluydu, ancak bu durum beni rahatsız etmek yerine kalbimi hüzünlendirdi. Melodinin getirdiği duygu karmaşası içimi sararken, Salim amca şarkıyı mırıldanmaya başladı, parmaklarıyla sandalyenin kolçaklarına vurarak ritim tutuyordu. Bu esnada, elimin tersiyle gözlerimi kuruladım ve gülümseyerek onu izlemeye devam ettim.
Babamla hiçbir fiziksel benzerliği olmasa da, Salim amca bende onu anımsatan bir duygu uyandırmıştı. Dudaklarımı farkında olmadan kıpırdatıyor, ancak düğümlenen boğazım yüzünden sesim çıkmıyordu. O an, müziğin ve Salim amcanın yarattığı atmosferde duygularım karışık bir hal alırken, sessizce ve içsel bir şekilde şarkıya eşlik etmeye çalışıyordum.
“Sen benim kızım değilsin! Bu yüzden sevmedim seni ama ne yazık ki annen sevdi. Onun için bu fedakarlığı yapmak zorundaydım. Sırf onun için…”
Peki, ya ben? Ben ne olacaktım? Bu sevgisizlikle nasıl başa çıkacaktım?
“Ah, yağmur başladı. Bütün gün yağacak gibi duruyor. Neyse ki misafirliğin uzun sürecek.”
Salim amca sessizliği bozduğunda ve plağı bir kez daha çevirerek sandalyesinden kalktığında, ben de onunla birlikte ayaklanmak istedim. Ancak elini başıma koyarak beni durdurdu. Şarkıyı bir kez daha tek başıma dinledim ve bu sefer hayatım uğruna gözyaşı dökecek kadar acınası gelmedi.
Çünkü bugün gerçekten güzel bir gündü, yarını da güzel kılacak kadar güzel.
☙
“Benden kaçıp babamla vakit geçirdiğine inanamıyorum. O benden daha sıkıcı biri.”
Salman’ın seslenişiyle birlikte panikleyerek ayağa fırladım. Bir süredir yerde oturduğumdan olsa gerek, aniden ayağa kalkınca başım dönmeye başladı. Gözlerim karardı ve sağa sola yalpalayarak dengemi kaybettim.
“Sana dinlenmeni söylemiştim, hemen ayaklanmışsın.”
Salman, bir hamlede beni belimden yakalayarak kendisine çekti. Aniden belimden kavrandığımda, ellerimi göğsüne koymak zorunda kaldım. Gözlerim sımsıkı kapalıyken, sıkıca gömleğine tutundum.
“Başın mı döndü yine? Neden cevap vermiyorsun?”
Vermiyorum değil, veremiyorum şu an. Sen bana bu kadar yakınken nasıl aklımı toparlayacağım ben, hiç düşündün mü?
Gözlerim hala kapalıydı ve başımı kaldıramamıştım. Salman, parmağını çenemin altına koyarak beni sıcak dokunuşuyla ürpertti. Bu ani dokunuşla yüzümü görebildi. Salman’ın parmağı, çenemin altındaki hassas bölgeye temas ettiğinde, bedenimde bir titreme hissettim. Hislerim karışmıştı; şaşkınlık, heyecan ve biraz da korkuyla dolmuştum.
“Benimle konuşmayacak mısın, Meena?”
“Hı hı.”
“Seni hala duyamıyorum.”
Gözlerimizin buluştuğu sırada, Arpita yemek odasına girdi. Salman’ın sımsıkı sardığı ellerinden hızla sıyrılarak avuç içlerimi ondan ayırdım. Arpita, bizi görmezden gelerek elindeki tabakları masaya yerleştirmeye devam ediyordu. Kararlı adımlarla onun yanına doğru ilerledim, Salman’ın etkisi altında kalmamak için.
Arpita’nın yanına vardığımda sessizce ona yardım etmeye başladım. Salman’ın bakışları hala üzerimdeydi, ancak Arpita’nın sakin tavrı ve bizi görmezden gelmesi, içimi biraz daha rahatlattı. Masaya tabakları yerleştirirken, Arpita ile göz göze geldik. Bu an, bizi bir araya getiren sessiz bir anlaşma gibiydi.
Arpita mutfağa geri döndüğünde, Salman’la yalnız kaldık. Başımı döndürmeden, sadece göz ucuyla Salman’a bakarak hala aynı yerde durduğunu ve beni beklediğini fark ettim. Dudağımı ısırdım, yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Salman’ın bakışları üzerimdeyken, gözüme kestirdiğim ilk nesneye doğru adım attım.
Çekmeceli dolabın üzerine küçüklü büyüklü çerçeveler sıralanmıştı. Siyah beyaz tonlarda olan fotoğraflar arasında gözüme takılan bir tanesine uzandım. Fotoğraf, doksanlı yıllarda çekilmiş olmalıydı ve Salman, yine o kusursuz görünümüyle belki de bir film setinde poz veriyordu.
Çerçeveyi dikkatlice elime alarak, fotoğrafı koruyan camın üzerinde parmağımı gezdirdim. Salman’ın gençlik yıllarına ait filmlerini izlemek için okulu bile astığım günler geldi aklıma. Odamın duvarlarını süslemek için aldığım posterleri babamın izin vermemesi nedeniyle asamamıştım. Sonrasında hepsini yatağımın altında bulup yakmıştı zaten.
“Şimdi de benim yerime fotoğrafıma bakıyorsun, öyle mi?”
“Size bakamadığım için…”
“Neden bakamıyorsun ki, yoksa utanıyor musun?”
Çerçeveyi yerine bırakıp arkama döndüğümde, aniden Salman’ın göğsüne çarptım. Ürkek bir şekilde çekmeceli dolaba yaslanarak geriledim, ancak Salman kolunu dolabın üzerine koyarak aramızdaki mesafeyi tekrar kapatmaya çalıştı. Bu yakınlaşma beni tedirgin etti, avcısına aşık bir av gibi görünüyor olmalıydım. Belki de, kendimi onun insafına bırakacak kadar aptal olduğumu düşünüyordu.
“Aile üyeleriniz her an buraya gelebilir. Lütfen bu nahoş yakınlığa bir son verin, Salman Bey.”
“Meena, benimle resmi bir şekilde konuşmayı ne zaman bırakacaksın?”
“Çünkü diğer türlüsüne alışık değilim. Size sadece Salman diyemem.”
“İşte, şimdi dedin.”
Birilerinin gülüşerek yemek odasına doğru gelmekte olduğunu fark ettim ve bu fırsatı değerlendirerek Salman’ı göğsünden ittim. Salman, dikkatinin dağılmasının ardından geri çekilirken, ben hızlı adımlarla salona doğru ilerledim.
“Arrey, Meena. Ben de seni arıyordum.”
“Arpita’ya yardım ediyordum, Salma teyze.”
“Yemeğe oturmadan önce seninle konuşmak istiyordum.”
“Benimle mi? Ne hakkında konuşacağız?”
“Gel benimle.”
Salma teyze bana sırtını döndü ve yavaş adımlarla yürümeye başladı. Peşinden gitmek konusunda tereddütlüydüm, kendimi olduğum yerde öylece donmuş gibi hissediyordum. Salma teyzeye karşı saygısızca davranmak istemiyordum, ancak benimle kurmak istediği bağın sorumluluğunu üstlenebilir miydim diye düşünüyordum.
Salma teyzenin sakin adımlarıyla uzaklaşmasını seyrederek içimdeki karmaşık duygularla baş başa kaldım. Ona duyduğum saygıyla, aynı zamanda içimde yükselen merak ve belirsizlikle mücadele ediyordum. Salma teyzeyle kurulacak olan bağın ne getireceğini ve benim bu ilişkiyi nasıl yöneteceğimi düşünerek, hareketsizce durup karar verme zamanımın geldiğini hissettim.
Şimdiye kadar kendi ailesine karşı hep vefasız davranmıştı bu kız, hiçbir değerine sahip çıkmamıştı. Hatıralarını bile feda edebilirdi hayatta kalabilmek için, sağ duygusunu da onlarla birlikte kaybetmişti.
Dhwani soyadını taşımayı hak etmiyordu. Sırf Meena olarak yaşayabilirdi ancak. Bu vazgeçiş ellerindeki kanı temizlemeye yeter miydi?
“Babaannem seni bekliyor. Onu üzme, tamam mı?”
Yohan, ıkına sıkına bacaklarımı itmeye çalışıyordu. Tüm gücünü kullanmasına rağmen, beni yerimden kıpırdatmaktan öteye geçemedi. O kadar inatçıydı ki başarısızlığı kabul etmeye yanaşmıyordu. Boyundan büyük işlere kalkışmış, ancak geri adım atmayı asla düşünmemişti.
“Babaanneni bu kadar çok mu seviyorsun?”
“Sadece onu değil; Arpita halamı, Salman amcamı, abimi ve…”
“Ve kimi?”
“Eğer benimle oynarsan seni de sevebilirim.”
“Elbette ama önce babaanneni görmeliyim.”
Yohan, gözlerini ve saç rengini amcasından almıştı, duruşu bile onu bana hatırlatıyordu. Başını okşayarak yanından ayrılıp Salma teyzenin odasını bulmak üzere koridora yöneldim. Kapısı açık olan odaya doğru yavaş adımlarla ilerledim. Geldiğimi belli etmek için boğazımı temizledim ve izin isteyerek içeriye girdim.
“Meena, yanıma otur.”
Yatak odasına girdiğim için kendimi mahcup hissetsem de buraya onun tarafından çağrılmıştım. Odanın ortasında, kahverengi ve el oymalı başlıklı alçak bir karyolanın ayak ucunda oturuyordu Salma teyze. Odanın bir köşesinde, zarif bir makyaj masası ve büyük bir boy aynası vardı. Diğer köşede ise geniş bir gardırop bulunuyordu, kapıları açık ve içinde düzenli bir şekilde yerleştirilmiş kıyafetler ve ayakkabılar göze çarpıyordu. Odanın dekorasyonu, yaşanmışlığı ve kişisel dokunuşu yansıtan eşyalarla doluydu, her biri Salma teyzenin zevkini ve tarzını yansıtıyordu.
Salma teyzenin yanına oturdum ve gözlerimdeki merak ve saygıyla ona bakarken, sessizce beklemeye devam ettim.
“Bu ihtiyar kadın benimle ne hakkında konuşmak istiyor, diye merak ediyorsun, değil mi? “
Salma teyze, dizimin üzerinde duran elimi nazikçe tuttu ve avuçlarının arasına aldı. Yavaşça kendi kucağına doğru götürdü. Ellerim arasında anne sıcaklığını hissettim ve gözlerimi Salma teyzenin huzurlu yüzüne çevirdim.
“Sizi dinliyorum, efendim.”
“Salman’ın önceki kız arkadaşları hakkında az çok bilgin vardır. Bir anne olarak oğlumun mutluluğu her zaman önceliğim oldu. Bu yüzden bazılarına gereğinden fazla müsamaha gösterdim, ancak onların tek yaptığı oğlumu enkaza çevirmekti. Her seferinde Salman’ı ayağa kaldıran ben oldum. Tüm iftiralara rağmen ona inanmaktan vazgeçmedim, kariyeri bitme noktasına geldiğinde arkasında yine sapasağlam durdum. Onu bir daha yıkılmış görmeyi kaldıramam. Bunları sana neden anlattığımı anlıyorsun, değil mi?”
“Anlıyorum ve sizi tüm kalbimle takdir ediyorum. Salman Bey, size ve bu güzel aileye sahip olduğu için çok şanslı. Onu kıskanmamak elde değil.”
Konuşurken sesimin titrediğini fark eden Salma teyze, yüzümü örten saçları çekince yanağımdan süzülen yaşları gördü. Bugün daha fazla ağlamak istemiyordum, ancak Salman’ın neler yaşadığını annesinden dinlemek içimi acıtmıştı.
“Seni üzeceğini biliyordum, bütün bunları neden anlattım ki? Artık eskisi kadar öngörü sahibi değilim, kızım.”
“Beni asla üzmediniz, aksine bunları benimle paylaşmaya değer gördüğünüz için mutlu oldum.”
“Öyleyse, neden gözyaşı akıtıyorsun?”
Salma teyze, nazikçe yanağımdaki yaş damlasını silmek için elini uzattı. Parmakları, ıslaklığı yavaşça sildi ve benimle göz temasını sürdürdü.
“Çünkü… Bana annemi hatırlattınız.”
“Onu özlemiş olmalısın. Yoksa başka bir şehirde mi yaşıyor?”
“Evet, o çok uzakta efendim.”
☙
Hava kararmak üzereydi ve herkes akşam yemeği için masadaki yerini almıştı. Aslında bu saate kadar kalmayı planlayarak gelmemiştim buraya, bu yüzden hala evde olmam Bijal yengemi endişelendirmiş olabilirdi. Bu düşünceyle hemen onu arayıp her şeyin yolunda olduğunu, yemekten kalkar kalkmaz eve döneceğimi haber verdim.
Salim amca masanın başında yer alırken, sonunda Salma teyze oturuyordu. Benim sandalyem ise Salma teyzenin yanındaydı ve karşımda Salman vardı. Arpita ile yanımda oturuyorduk ve keyifli bir sohbetin içine dalmıştık. Bu sayede, Salman’ın kaçamak bakışlarından kaçınmaya çalışıyordum. Tabağımda, ağzına kadar tavuklu biryani bulunurken, yanında körinin tadı ise Chauri teyzemin elinden çıkmış gibiydi.
Chauri teyze… Umarım bir gün geri döneceğimin hayaliyle beni beklemiyorsundur. O ev ikimiz için de hapishaneden farksızdı. Ben firar edip kurtuldum ama sen hala bitmeyen bir cezayı çekmiyorsun, değil mi? Sana yüklenen bu külfeti hala taşımıyorsun, değil mi? Artık kendini azat etmeli ve geçmişe sünger çekmelisin. Beni de silmelisin vefa defterinden, bunu çoktan hak ettim ben.
“… değil mi Meena?”
“E-efendim?”
“Diyordum ki, bütün aile bir arada, uzun zamandır aynı masada yemek yemiyorduk.”
“Ne güzel… Kalabalık bir aileye sahip olmak tek hayalimdi.”
Salman’ın aniden öksürmeye başlamasıyla birlikte Salma teyze ile aynı anda ayağa fırladım, ancak meraklı bakışların odağı ben olmuştum. Bu nedenle yavaşça sandalyeme çöktüm ve oturduğum yerde ürktüm. Salma teyze, oğlunun sırtını sıvazlayıp su içmesine yardım ettikten sonra yerine dönüp yemeğine devam etti. Ben ise hala elimden düşen kaşığı alamamıştım.
Salma teyzeyi dikkatle gözlemlemeye başladığımda, aniden içimde yabancılaşma hissi belirdi. Bu duygu, ruhumun derinliklerinde gizli kalmış bir sorgulama ve uzaklaşma hissiyatıyla beni sarıp sarmaladı.
“Salman Bey, konuşabilir miyiz?”
Köri dolu kaşığını ağzına götürmek üzereyken sorduğum sorunun etkisiyle aniden donup kaldı, adeta soğuk bir rüzgarın esmesi gibi. Masadaki sessizlik de aynı anda derinleşti ve köri tabağına bırakılan kaşığın sesi, bütün odayı dolduracak kadar yankılandı.
“Aciliyeti olan bir konu mu, sofradan kalktıktan sonra-“
“Hemen şimdi konuşulmalı, evet.”
Eğer biraz daha ertelenirse herkesin önünde gözyaşlarımı tutamamaktan korkuyorum.
“Sen öyle diyorsan…”
Salman, sakin bir şekilde sandalyesini iterek ayağa kalktı. Ben de yemeğin bölünmesine neden olduğum için masadakilere özür dileyerek peşinden gittim. Beni balkona çıkardı ve konuşmamızın duyulmaması için kapıyı kapattı.
“Evet, Meena. Seni dinliyorum.”
“Benim burada ne işim var, Salman Bey? Neden bana ailenizin bir parçasıymışım gibi davranıyorsunuz? Neden bu oyunu oynuyorsunuz ailenize karşı? Neden beni bu oyunda kullanıyorsunuz?”
“Sen bunu-“
“Yalanlamayın. Bu gerçeği ikimiz de çok iyi biliyoruz.”
“Seni kandırmadım, aksine teklifimi kabul eden sendin. Yoksa… Bunu cidden düşündün mü?”
Düşünmekle kalmamıştım. Bir hastane bahçesinde tesadüfen karşılaştığı, tüm arsız davranışlarına rağmen çiçek gönderme nezaketinde bulunduğu ve adını unutamadığı hayranına aşık olabileceğine inanmıştım. Gökyüzünde süzülüyormuşum gibi hissederken, yere çakılmak üzere olduğumu göremeyecek kadar kördüm. Ne yazık ki, gözümü açan yine Salman oldu.
“Ama siz-“
“Şaşkınlığını anlayabiliyorum Meena. Restoranda fotoğraflarımız çekildiğinde öfkelenmiştim ama sonra hakkımızda çıkacak haberleri umursamamaya karar verdim.”
“Ailenize gerçeği anlatabilirdiniz. Onları da umutlandırdınız.”
Tıpkı beni umutlandırdığınız gibi…
“Aileme karşı beni idare edeceğin konusunda anlaştığımızı sanıyordum.”
Peri masallarının gerçek olmadığını bir kez daha gözler önüne seren Salman’a teşekkür etmeliydim aslında. Histerik bir şekilde gülerek karşısına geçtim, yavaşça elimi yanağına uzattım. O an, duraksadı ve kaşlarım çatıldı, hissettiklerimi gizlemek için zorlanıyordum.
“Salman Bey, anlaşmamızı burada bitirmek zorundayım çünkü bu oyunu sürdürmek eskisinden daha zor.”
Hayatta neyi varsa kaybetmiş olan bu kız, sana dair bir şey kazanmıştı ve sen onu söküp almak istiyordun şimdi. Üzgünüm, ama benliğimin bir parçası olan ve kalbimdeki o küçük boşluğu dolduran aşkın sana geri verilmeyecekti. Benim davetsiz misafirimdi ve bir daha asla senin evine dönmeyecekti.
“Sizi seviyormuş gibi rol yapamam.”
Çünkü gibisi fazla…
BÖLÜM SONU
Dipnot:
Sohail Khan: Ağırlıklı olarak Hint sinemasında çalışan Hintli sinema oyuncusu, yönetmen ve yapımcı.
Malaika Arora: Hintli bir aktris, dansçı, model ve Hint filmlerinde görünen bir televizyon kişiliği. Arbaaz Khan ile olan evliliği 2017’de sona erdi.
Dil Se: 1998 yapımı Bollywood filmi. Başrolünde Shahrukh Khan ve Manisha Koirala oynadı.
Arbaaz Khan: Hint sinemasındaki çalışmalarıyla tanınan Hintli aktör, yönetmen ve film yapımcısı.
Dabangg: 2010 yılında çıkan Hintçe bir aksiyon filmidir. Salman Khan’ın başrolünde olduğu film, bir polis memurunun hikayesini anlatmaktadır. Film, aksiyon sahneleri, müzikleri ve Salman Khan’ın performansıyla dikkat çekmektedir.
Munni: Malaika Arora “Dabangg” filminde popüler bir dans şarkısı olan “Munni Badnaam Hui”nin dansını sergilemiştir.
Salim Khan: 1935 doğumlu, Hintli aktör ve senarist.
Chhod Gaye Balam: 1953 yapımı Hint filmi “Barsaat”ta yer alan ünlü bir Hintçe şarkıdır. Bu şarkı, oyuncular Nimmi ve Raj Kapoor tarafından seslendirilmiştir ve filmde duygusal bir anı canlandırmaktadır.
Yorumlar