4│Bir Dakika Daha

48 0 12 Ağustos 2024 2 Oy

Salman, sokakta kalabalığın arasından bana doğru ağır adımlarla yaklaşırken hissettiğim umut, içimde filizlenen bahar gibi tazeydi. Onu sadece bir ay önce, hayatımın en zor anında tanımıştım. O zamanlar, onun bana uzattığı yardım eli, karanlıkta parlayan bir ışık gibiydi.

“Seni tanıyor muyum?” dediğinde, sanki içimdeki tüm çiçekler bir anda soldu. O an, kalbimdeki bahar yerini sonbaharın hüzünlü yaprak dökümüne bıraktı. Salman’ın gözlerinde kaybolan anılarımızın izlerini bulmayı umuyordum, ama o gözler artık bana yabancıydı. İçimdeki son umut ışığı da söndü.

“Salman Bey, ben… Meena Gopal. Bir ay önce bana hastane bahçesinde yardım etmiştiniz. Hatırlamıyor musunuz?”

Salman’ın yüzünde beliren düşünceli ifade, kalbime bir bıçak gibi saplandı.

“Üzgünüm, ama gerçekten hatırlayamıyorum.”

Bu kez içimdeki sonbahar yerini çetin bir kışa bıraktı. Arkamı dönüp yavaşça uzaklaşmaya başladım. Her adımda kalbim biraz daha ağırlaşıyor, ama aynı zamanda içimdeki yükten biraz daha kurtuluyordum. Gözlerim dolmuştu, ama gözyaşlarımı tutarak ilerlemeye çalışıyordum. İçimdeki kışın soğukluğuna rağmen, bir gün tekrar baharın geleceğini umut ediyordum.

Tam o anda, Salman’ın mırıldandığını duydum.

“Bana… Güç ver.”

Bu, bir ay önce ona fısıldadığım cümleydi. Kalbim aniden hızla atmaya başladı, ama hayal kırıklığına uğramaktan korkarak duraksamadım. Adımlarımı hızlandırmaya çalıştım, ama sönmekte olan umut ışığı yeniden belirmişti.

“Meena, bir dakika!”

Sesindeki tını, beni durdurdu. Yavaşça döndüm ve gözlerindeki tanıdıklığı gördüm. Salman adımlarını hızlandırarak önüme geçti. Omuzlarım rahatlayarak gevşedi, derin bir nefes aldım. İçimdeki fırtına bir anda dinmiş gibiydi.

Salman, gözlerinde pişmanlık ve anıların ışığıyla konuşmaya devam etti.

“Seni hatırlıyorum, Meena. O zor anında sana yardım ettiğimde, bana söylediğin sözler… Hepsi gözümün önüne geldi.”

İçimde kışın ortasında, tüm zorlu koşullara rağmen bir kamelyanın çiçek açtığını hissettim, bu hala umut olduğunun bir kanıtıydı. Salman, ellerini beline koyarak bana baktı.

“Seni en son gördüğümde hastanedeydin. Şimdi nasılsın, neredesin?”

“İyiyim, tamamen iyileştim. Bir dahaki buluşmamızda sağlıklı olacağıma dair size söz vermiştim.”

“Sözüne sadık birisin, etkilendim.”

Salman’ın gözlerindeki sıcaklık, kalbimde bir alev gibi yanıyordu. İçimdeki minnettarlık ve sevgi, kelimelere dökülmek için sabırsızlanıyordu. Derin bir nefes alarak, sonunda konuşmaya başladım.

“Ah, buraya geliş amacımı neredeyse unutuyordum. Aslında size yaptığınız iyilikler için teşekkür etmek istemiştim. Beni o zor zamanımda yalnız bırakmadığınız için minnettarım.”

Salman’ın yüzündeki ifadeyi gördüğümde, doğru kelimeleri bulduğumu anladım. Gözlerindeki dikkat ve içtenlik, kalbimi daha da ısıttı.

“Ne demek, Meena, bunu duymak beni gerçekten mutlu etti.”

Salman’ı dinlerken, gözüm bir an için onun arkasında hareket eden bir şeye takıldı. Koruma, profesyonel görünümlü bir bisikleti dikkatlice içeriye götürüyordu. Bisiklet, yarışlar için tasarlanmış gibi duruyordu.

“Sabahın erken saatlerde bisiklet sürmeyi çok seviyorum. Bu, bana terapi gibi geliyor.”

Onun bu küçük sırrını öğrenmek beni mutlu etmişti. Başımı öne eğerken içten bir şekilde gülümsedim.

“Yine de, Salman Bey, iyi ki geldiniz.”

Salman da gülümsedi, bu sefer gülümsemesi daha samimi ve derindi. O gülümseme, kalbimde bir çan gibi yankılandı. İçimde tarifsiz bir sıcaklık yayıldı ve bir an için nefesim kesildi. Ancak Salman etrafa bakınmaya başlayınca, gerçek dünyaya geri döndüm. Salman’ı fark eden insanlar, merakla etrafımızı sarmaya başlamıştı. 

“Özür dilerim, sizi lafa tuttum.”

“Sorun değil, Meena. Eğer bekleyebilirsen, on dakika içinde dönerim. Seninle daha sakin bir yerde sohbet edebiliriz.”

Bu teklif karşısında şaşırmıştım. Henüz cevap veremeden, Salman büyük, kahverengi giriş kapısının ardında kayboldu. Kalbim hızla çarpmaya devam ederken, onun geri dönmesini beklemekten başka bir şey yapamıyordum. İçimdeki umut, yeniden filizlenmeye başlamıştı.

Salman’ı beklerken, hayranlıkla Galaxy Apartmanı’nı izliyordum. Bu cadde üzerindeki en yüksek bina, gökyüzüne doğru yükselen bir dev gibi duruyordu. Yüksek bir bahçe duvarı ile çevrili olan bu yapı, sanki dış dünyadan korunuyormuş gibi bir izlenim veriyordu. Giriş kapısında duran korumalar, binanın ihtişamını ve güvenliğini vurguluyordu.

Binayı incelemeye devam ederken, yoldan hızla geçen bir araba bir anda üzerime çamur sıçrattı. Çamurlar, kıyafetlerimde büyük lekeler bıraktı ve her adımımda ağırlığını hissettirdi. İçimden bir an önce bir çözüm bulmam gerektiğini geçirirken, etrafıma bakındım. Bu şekilde Salman’ın karşısına nasıl çıkacaktım?

“Neden hep başıma böyle şeyler gelmek zorunda? Üzerimdeki bu kıyafetleri seçerken ne kadar özenmiştim. Şimdi ise çamur içinde kaldılar. Salman beni böyle görünce ne düşünecek, acaba?”

Bu düşünceler içinde kaybolmuşken, giriş kapısı yavaşça açıldı ve siyah, lüks bir minibüs dışarı çıktı. Minibüsün pencereleri koyu renkliydi ve içeriyi görmek zordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı; Salman’ın geldiğini anlamıştım.

Minibüs yavaşça benim olduğum yere yaklaştı ve kapısı açıldı. İçeriden ilk önce Salman’ın ayakkabıları göründü, ardından kendisi dışarı çıktı. Salman, her zamanki rahat ve kendinden emin tavrıyla bana doğru yürüdü. Üzerinde Being Human logolu bir polo tişört ve altında kot pantolon vardı. Spor kıyafetlerini çıkarıp bu rahat ama şık kıyafetleri giymişti. Saçları hala nemli olduğuna göre duş almıştı. Temiz ve tazelenmiş görünüyordu. Ama ben, üzerimdeki çamurlu kıyafetlerle kendimi oldukça pespaye hissediyordum.

Salman beni bu halde görünce, önce şaşkın bir şekilde durdu, ardından kahkahasını tutamadı. Ancak hemen toparlanarak gülmeyi bıraktı ve bana doğru adım attı.

“Meena, ne oldu? Bu halin ne?”

“Sanırım… Biraz çamura bulandım.”

“Gel, önce seni arabaya bindirelim.”

Yardım etmek için elimi tuttu ve beni dikkatlice minibüse bindirdi. Minibüsün içi, dışarıdaki dünya ile keskin bir tezat oluşturuyordu. İçerideki lüks ve rahatlık, dışarıdaki kaostan uzakta, sanki başka bir evrende gibiydi. Karşılıklı koltuklarda oturmuş, birbirimize bakıyorduk. Salman’ın gözlerinde merak ve biraz da endişe vardı. Bir an sessizlik içinde kaldık, sadece minibüsün motorunun hafif mırıltısı duyuluyordu. Sonra Salman, şoförüne seslendi.

“Pratap, Alvira’ya gidiyoruz.”

Bu ismi daha önce duymuştum ama tam olarak kimden bahsettiğini bilmiyordum. Sorgulamadım da. Şu an üzerimdeki çamurlu kıyafetler, benim için çok daha büyük bir dertti.

Salman, rahatlatıcı bir gülümsemeyle birbirine vurdu ellerini ve aramızdaki tuhaf sessizliği bozmak için bir konu açmaya karar verdi.

“O gün yanındaki kadın kimdi?”

Bir an duraksadım, sonra hafifçe gülümseyerek cevap verdim.

“Bijal yengem…”

“Burada amcanlarda mı kalıyorsun? Ailen başka bir şehirde mi yaşıyor?”

Bu soru beni bir an duraksattı. İçimde derin bir acı hissettim, ama yüzümdeki ifadeyi kontrol etmeye çalıştım.

“Evet. Keşke sadece aramızda mesafeler olsaydı…”

Salman’ın yüzünde bir anlayış ifadesi belirdi.

“Uzakta olmak zor olmalı. Ama burada da bir ailen var, Meena. Hepimiz senin yanındayız.”

Bu sözler, içimdeki acıyı hafifletmek yerine daha da derinleştirdi. Ailemin yanımda olmaması, sadece fiziksel bir mesafeden ibaret değildi. Ölüm, onları benden sonsuza dek uzaklaştırmıştı. Gözlerimdeki yaşları zorla bastırarak, sessizce başımı salladım.

Minibüs, yoluna devam ederken, içimdeki duyguların karmaşasıyla baş etmeye çalıştım. Salman’ın yanındaydım ve onunla birlikte olmak, tüm endişelerimi bir an için unutmamı sağladı. Ancak, içimdeki bu derin acı ve yalnızlık hissi, bir süre daha benimle kalacaktı.

Pratap minibüsü yavaşça durdurduğunda, arkasını döndü.

“Geldik, efendim.”

Salman ilk olarak dışarıyı kontrol etti ve Pratap’ın açtığı kapıdan aşağıya indi. Yüzünde beliren memnuniyet ifadesi dikkatimi çekerken, mağazanın önünde durup bir an etrafa bakındı. Ardından bana dönüp gülümsemeye devam etti.

Kapının önünde durup dışarıya baktım ama nerede olduğumuzu anlayamadım. Merakla Salman’ın elini tutarak minibüsten indim. Karşımda büyük, zarif bir tabelada Ahakzai yazılı olduğunu gördüm. Tabela, koyu mavi bir arka plan üzerine altın rengi harflerle işlenmişti ve oldukça şık bir görüntüye sahipti. Tabelanın hemen altında, büyük cam vitrinler dikkatimi çekti. Vitrinlerde, zarif elbiseler ve şık kombinler sergileniyordu. Camın arkasında, çeşitli renklerde ve stillerde elbiseler, şık ayakkabılar ve aksesuarlar görüyordum. Şimdi hatırlamıştım; burası, Salman’ın kardeşi Alvira’nın mağazasıydı.

“İçeriye girelim mi?”

“Hayır, hayır. Buna hiç gerek yok.”

Salman, kinayeli bir şekilde çamurlu kıyafetlerime baktı.

“Peki, bu çamurlu kıyafetlerle ne yapmayı düşünüyorsun?”

“Belki yeni bir moda akımı başlatırım.”

Salman gülümseyerek, bileğimden tutup beni içeriye doğru çekti.

Mağazanın içi, dışarıdan gördüğüm kadar etkileyiciydi. Geniş ve ferah bir alana sahipti. Beyaz renkteki duvarlar, mağazanın içini daha da büyük ve aydınlık gösteriyordu. Tavan yüksekliği oldukça fazlaydı ve avizelerden sarkan kristal taşlar, mağazaya lüks bir hava katıyordu. Zeminde ise, koyu renkli parke döşenmişti ve her adımda hafifçe gıcırdıyordu.

Kapıda duran çalışanlar, Salman’ı hemen tanıdı ve saygıyla karşıladı.

“Kardeşim Alvira nerede?”

“Az önce çıktı, Salman Bey. İsterseniz arayıp burada olduğunuzu-“

“Gerek yok. Meena Hanım için güzel bir elbise bulun.”

Salman, beni çalışanlarla bırakarak sağ tarafa, şık bir oturma alanına geçti. Siyah deri koltuklar ve mermer sehpa, mağazanın sofistike atmosferini tamamlıyordu. Ortada büyük bir çiçek aranjmanı vardı; canlı, renkli çiçekler mağazaya hoş bir koku yayıyordu.

“Meena Hanım, lütfen beni takip edin.”

Sol tarafta, duvar boyunca uzanan raflarda, çeşitli aksesuarlar sergileniyordu. Altın ve gümüş takılar, şık çantalar ve zarif şapkalar, her biri dikkatlice yerleştirilmişti. Rafların hemen önünde, büyük aynalar yer alıyordu; böylece müşteriler, aksesuarları denediğinde kendilerini rahatça görebiliyorlardı.

Mağazanın orta kısmında ise, çeşitli elbiselerin asılı olduğu geniş stantlar bulunuyordu. Her biri özenle seçilmiş olan bu elbiseler, farklı renk, desen ve kumaşlardan yapılmıştı. İpek, şifon, saten gibi malzemelerden üretilen bu elbiseler, mağazanın lüks havasını pekiştiriyordu. Stantların arasında yürürken, elbiselerin yumuşak dokusunu hissedebiliyordum.

Tam o esnada, mağaza çalışanlarından biri nazikçe yanıma yaklaştı.

“Bir seçim yapabildiniz mi, efendim?”

“Hepsi o kadar güzel ki hangisini seçeceğime henüz karar veremedim.”

“İsterseniz sizi soyunma kabinine alalım. Yeni kreasyonumuzdan parçalar getirelim, onları deneyin.”

Salman’ın oturduğu koltuğun hemen yanında, büyük bir soyunma kabini bulunuyordu. Kabinin kapısı, koyu renk ahşaptan yapılmış ve üzerinde zarif işlemeler vardı. İçeriye gittiğimde, kabinin içi de oldukça geniş ve rahattı. Büyük bir ayna ve oturma alanı, elbiseleri denerken konfor sağlıyordu.

Çalışanlar, özenle seçtikleri elbiseleri birer birer kabine getirmeye başladılar. İlk elbiseyi denemek için hazırlanmaya başladığımda, aynadaki yansımama baktım. Bir yandan heyecanlıydım, bir yandan da biraz gergindim. Elbiseyi giydiğimde, kendimi bir masal kahramanı gibi hissettim.

Kabinin kapısını aralayıp hafif bir tebessümle Salman’a baktım.

“Nasıl görünüyorum, Salman Bey?”

Salman gözlerini üzerimde gezdirdi.

“Güzel ama daha iyisini bulabiliriz.”

Bu cevap, içimde küçük bir hayal kırıklığı yaratsa da pes etmedim. Bir sonraki elbiseyi denemek için tekrar kabine döndüm. Her yeni elbise, yeni bir umut demekti. Elbiseleri teker teker denemeye devam ettim, fakat Salman hala tam olarak beğendiği bir elbise bulamamıştı.

Sonunda, bir elbiseyi daha denemek için kabinden çıktım. Artık gerçekten yorulmuştum.

Elbise, krem renginde ve ince, hafif kumaştan yapılmış uzun kollu bir modeldi. Üzerinde büyük, kırmızı çiçek desenleri bulunuyordu. Çiçeklerin yaprakları yeşil renkte olup, elbiseye canlılık katıyordu. Sırt kısmı açık olup, derin bir sırt dekoltesi mevcuttu. Elbise, zarif ve bohem tarzını yansıtan bir tasarıma sahipti. 

“Bu elbiseyi de beğenmezseniz, isyan edeceğim.”

Bu defa gerçekten dikkatle baktı. Gözlerinde farklı bir bakış vardı. Bir an utanarak arkamı döndüm. Salman yavaşça bana yaklaştı ve aynaya doğru baktı. Aynanın yansımasında gözlerimiz buluştu. Nefesim hızlandı, kalbim biraz daha hızlı atmaya başladı.

“Çok güzel… Görünüyorsun.”

Sesi yumuşak ve samimiydi. O an, tüm yorgunluğum ve tedirginliğim hafifledi.

“Öyleyse, elbiseyi hediye paketi yapalım mı?”

“Hayır, sadece etiketi çıkarın, üzerinde kalsın.”

Etrafımdaki herkesin gözleri üzerimdeydi, ancak Salman’ın bakışları beni rahatlattı. Elbisenin üzerimde kalacağını bilmek, o anı daha da özel kıldı. Mağazadan çıkarken, içimde bir huzur ve mutluluk vardı. Belki de bu yeni başlangıç, sadece bir elbiseyle değil, birlikte olduğumuz anlarla da şekillenecekti.

Salman’la birlikte minibüse bindikten sonra, zihnim hala mağazada yaşadıklarımızla meşguldü. Minibüsün camından dışarı bakarken, başımdan geçenleri düşünmeden edemiyordum. Yolculuk kısa sürdü ve minibüs durduğunda, Salman yüzünde sıcak bir gülümsemeyle bana baktı. Araçtan inerken, etrafıma merakla bakındım. Burası daha önce hiç gelmediğim, yabancı bir semtti. Dar sokaklar, renkli tabelalar ve sokak satıcılarıyla doluydu.

Restoranın önüne geldiğimizde, midemin guruldadığını fark ettim. Salman bu sesi duydu ve büyük bir kahkaha attı. Utançtan kızardım, ama onun içten gülüşü, tüm endişelerimi unutturdu.

“Sanırım doğru yerdesin.”

Kapıdan içeri adım attığımızda, bizi kibar bir garson karşıladı. Restoranın içerisi, geleneksel dekorasyonuyla sıcak ve davetkar bir hava yayıyordu. Duvarlarda renkli örtüler, ahşap masa ve sandalyeler, tavanı süsleyen eski lambalar dikkatimi çekti. Salman, hemen bahçede gözlerden uzak bir masa istediğimizi söyledi.

Garson bizi, restoranın arkasında saklı kalmış küçük ama büyüleyici bir bahçeye yönlendirdi. Yüksek duvarlarla çevrili bu huzur dolu köşe, dış dünyanın karmaşasından tamamen izoleydi. Yemyeşil bitkiler ve çiçeklerle bezeli bahçede, kuş cıvıltıları eşliğinde oturmak, insanın ruhunu dinlendiriyordu.

Masamıza oturduğumuzda, Salman gözlerimin içine bakarak gülümsedi.

“Umarım burayı beğenmişsindir. Burası benim favori yerlerimden biri.”

“Çok güzel bir yer, Salman Bey.”

Böyle şık ve sakin ortamlara uzun zamandır gelmemiştim. Kendimi biraz yabancı hissettiğimi Salman’a belli etmek istemesem de, gözlerimdeki hafif tedirginliği fark etti.

“Meena, rahat ol. Burada sadece ikimiz varız. Keyfini çıkar.”

Garson menüleri getirdiğinde, Salman’a danışarak birkaç yemek seçtim. Bir yandan sohbet ederken, bir yandan da menüdeki seçeneklere göz atıyorduk. Yemeklerimiz kısa sürede geldi ve gerçekten harika görünüyordu. İlk lokmamı aldığımda, midemin guruldaması tamamen durdu. Yemekler o kadar lezzetliydi ki, her lokmada Salman’a minnettar kaldım.

Yemekten sonra, tatlılarımızı beklerken, Salman bir an duraksadı ve gözlerimin içine baktı.

“Meena, fark ettim ki ben daha çok anlattım, sen dinledin. Şimdi biraz da senden bahsedelim.”

Gözlerinin içindeki merak parıltısını görebiliyordum. Bu, onun gerçekten beni tanımak istediğini gösteriyordu. Kendimi toparladım ve kendimden emin bir şekilde ona baktım.

“Aslında size sormak istediğim o kadar çok soru var ki, Salman Bey.”

“Beni zaten tanıyorsun.”

O an anladım ki, bu adamın gizemli bir yanını çözmek hiç de kolay olmayacaktı.

“Gerçekten sizi tanımıyorum. İnsanları ancak kendilerinden dinleyerek öğrenebiliriz.”

Bu benim inancımdı ve Salman’ın da bunu anlamasını istiyordum. Salman, bu sözlere karşılık olarak içten bir şekilde gülümsedi. Bu hareketi bir an için beni rahatlatmıştı.

“Daha çok zamanımız var. Bugün sadece seni konuşalım.”

“Öyleyse… Adımı zaten biliyorsunuz: Meena. 27 yaşındayım ve iki yıl önce Mumbai’ye taşındım.”

“Bir de Gujarati Üniversitesi’ni bitirdin, değil mi?”

Şaşkınlıktan gözlerim büyürken nefesim hızlandı. Kalbim bir an için duracak gibi oldu.

“Siz… Bunu nereden öğrendiniz?”

“Soyadının Gopal olmadığını da biliyorum. Dhwani’ydi, değil mi?”

Sanki tüm sırlarım bir anda ortaya dökülüvermişti. Kelimeler boğazımda düğümlendi, gözlerimdeki paniği saklayamıyordum.

“Salman Bey, beni araştırdınız mı?”

Salman’ın ince dudakları aralandı ama tam o anda garson tatlıları getirdi. Ağzından çıkacak kelimeler, havada asılı kaldı. Garson, dikkatli bir şekilde tatlıları masaya yerleştirirken, ben içimdeki karmaşayı saklamaya çalışıyordum. Servis esnasında, telaşla hareket ederken dizimi masaya çarptım ve bu ani hareketle çatal yere düştü.

“Ah, özür dilerim.”

“Hiç sorun değil, hemen yenisini getiriyorum.”

Garson ayrılırken, Salman gözlerini yüzümde sabit tuttu.

“Sadece vakıf işleri için gerekli bilgileri edindim. Endişelenme, kötü bir niyetim yok.”

Sesi sakin ve güven vericiydi, ama yine de içimdeki endişeyi tamamen giderememişti. Derin bir nefes alarak kendimi toparladım.

“Bu biraz beklenmedik oldu. Ama evet, Gujarati Üniversitesi’nden mezun oldum ve iki yıl önce Mumbai’ye taşındım. Hayatımı yeniden kurmak ve yeni başlangıçlar yapmak istedim.”

“Anlıyorum. Mumbai’de yeni bir hayata başlamak zor olmalı.”

Tam o anda garson, elinde temiz bir çatal ve yanında parlak renkli bir meyve kokteyliyle geri döndü.

“Bu, az önceki küçük kazayı tatlıya bağlamak için…”

Kokteylin içindeki taze meyvelerin kokusu burnuma geldiğinde, içimi bir mutluluk kapladı. Garson çatalı ve kokteyli masaya yerleştirip, nazik bir şekilde eğilerek uzaklaştı. Kokteyli elime aldım ve yudumladım. Taze meyvelerin tatlı ve ferahlatıcı lezzeti damağımda dans ediyordu.

“Arrey yaar, bu harika!”

Çocuksu bir sevinçle kokteylden bir yudum daha aldım. Salman, benim bu mutlu halime gülmekten kendini alamadı.

“Ne kadar güzel, basit şeylerle mutlu olabiliyorsun.”

Onun bu sözleri, içimde sıcak bir his uyandırdı. Bu kez Salman’ın birkaç genç hayranı masamıza yaklaştı. Salman hayranlarıyla ilgilenirken, ben de onu hayranlıkla izledim. Onun bu kadar sevilen ve saygı gören biri olması, benim için de büyük bir gurur kaynağıydı. Bunun yanı sıra, onun bu kadar mütevazı ve nazik biri olması beni daha da etkiliyordu. Hayranlarıyla samimi bir şekilde konuşurken ve onların isteklerini yerine getirirken, onun ne kadar da özel biri olduğunu bir kez daha anladım.

Hayranları, Salman’la fotoğraf çektirip imzalarını aldıktan sonra, teşekkür ederek ayrıldılar. Salman, onları uğurlarken gözlerinde bir parıltı vardı. Hayranlarının sevinci ve coşkusu, onun da içini ısıtmıştı.

Salman, yeniden masaya oturduğunda, içimdeki merakı daha fazla bastıramadım.

“Yıllardır hep aynı döngünün içindesiniz. Hayranlarınız, fotoğraflar, imzalar… Bir yerden sonra sıkıcı gelmiyor mu?”

Salman, sorumu dikkatle dinledi ve gözlerinde derin bir anlayış belirdi.

“Senin bunu yadırgaman normal. Çünkü dışarıdan bakıldığında, sürekli aynı şeyleri yapıyor gibi görünebilirim. Ama benim için bu bir alışkanlık haline geldi. Hayranlarımın sevgisi ve ilgisi bana güç veriyor. Aslında, bir gün bu ilgi kesildiğinde, işte o zaman zorlanırım.”

“Yani, bu döngüden sıkılmıyorsunuz. Çünkü bu, sizin hayatınızın bir parçası ve sizi siz yapan şeylerden biri.”

Salman, başını hafifçe sallayarak onayladı.

“Evet, tam olarak öyle. Her imza, her fotoğraf, her küçük an, benim için değerli. Hayranlarımın bana gösterdiği sevgi ve destek, beni her gün motive ediyor. Bu döngü, benim için bir yük değil, aksine bir nimet.”

“Bu gerçekten ilham verici. Sizinle gurur duyuyorum, Salman Bey.”

Salman’ın gözlerinde derin bir samimiyetle parlayan ifadesini gördüğümde, içimde bir sıcaklık yayıldı.

“Ben de sana teşekkür ederim, Meena. Bugüne kadar benden güç isteyen tek hayranım sendin. Bana, kendime farklı bir perspektiften bakabilmem için fırsat verdin.”

Bu sözler beni derinden etkiledi. Ona olan hislerimi ifade etmek istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. İçimden geçenleri düşünürken, Salman’ın beni dikkatle izlediğini fark ettim. Gözlerimin içine bakarak, bir an duraksadı. Sonra sormak istediği soruyu dile getirdi.

“Aslında merak ettiğim bir şey var ama yanlış anlaşılmaktan çekiniyorum.”

“Siz ve çekinmek, öyle mi?”

Bu durumun komikliği, aramızdaki gerilimi bir an için azalttı. Salman gülümseyerek devam etti.

“Lafı dolandırmayacağım Meena. Evli olmadığını biliyorum ama… Peki ya, nişanlın? Ailen Ahmedabad’da sana damat aramaya başladı mı?”

Salman’ın sorusu boğazıma takılan meyve suyu gibi beni hazırlıksız yakaladı. Öksürmeye başladım ve Salman hemen yanıma gelerek sırtımı ovalamaya başladı. Onun dokunuşu, bir an için beni sakinleştirse de, içimdeki karanlık anıların kapısını araladı.

Birden, zaman geriye doğru akmaya başladı ve kendimi o soğuk, karanlık gecede buldum. Gözlerimin önüne annemin cansız bedeni geldi. “Annene iyi bak Meena, bu onu son görüşün olacak.” Soğuk bir mermerin üzerinde yatıyordu annem. Yüzü solgun ve hareketsizdi, ama hâlâ güzelliğini koruyordu. O an, etrafımda yalnızca soğuk ve ürpertici bir sessizlik vardı.

Ardından, babamın gölgesi gri bir koridorda belirdi. Bedeni, tehditkâr bir şekilde üzerime doğru yükseldi. Gözlerinde öfke ve üzüntü vardı, ama bunlar annemin kaybının yarattığı boşluğu doldurmak için yeterli değildi. “Git ve kaybet! Ben kaybetmene sebep olmadan önce.” Bu sözler, kalbime bir hançer gibi saplanıyordu.

Ve sonra, o yağmurlu gece… “Ben senin için bir hayalet miydim yoksa?” Suneel’in karanlık silueti, siyah bir şemsiyeyle belirdi. Yağmur damlaları, şemsiyenin üzerine düşerek ritmik bir şekilde yankılanıyordu. Suneel, karabasan gibi üzerime çöküyordu. Yüzü gölgelerle doluydu, belirsiz ve ürkütücü.

Anılarımın girdabında kaybolmuşken, Salman’ın sesi beni gerçek dünyaya geri çekti.

“Meena, iyi misin?”

Ama bu sefer, Salman’ın sesi bile beni toparlamaya yetmedi. Kalbimde biriken acı ve çaresizlik, bir volkan gibi patladı. Ani bir hareketle ayağa fırladım, ama aceleyle kalkarken ayakkabımın topuğu masanın ayağına takıldı ve kırıldı. Dengemi kaybedip sendeledim, ama Salman hızlı davranarak beni yakaladı. Onun güçlü kollarında güvende hissettiğim an, içimdeki fırtına dinmeye başladı.

“S-Salman Be-Bey…”

Salman’ın kollarında ağlarken, içimdeki acı ve çaresizlik bir nebze olsun hafifler gibi olmuştu. Ancak, yüzümüze patlayan kamera flaşlarıyla neye uğradığımızı şaşırdık. Bir anda etrafımızı saran basın mensuplarının soruları, sanki dünyanın tüm gürültüsü bir anda üzerimize çökmüş gibi hissettirdi. Salman hemen ellerini benden çekip, korumacı bir tavırla önüme geçti. Beni saklamaya çalışırken, gazetecilere öfkeli bakışlar savuruyordu. Ama ben hâlâ kendimde değildim, olayları tam anlamıyla kavrayamıyordum.

Salman, basın mensuplarını cevapsız bırakarak, bileğimden sıkıca tutup beni restoranın otoparkına doğru sürüklemeye başladı. Adımlarım onun hızına ayak uyduramıyor, zihnimdeki bulanıklık beni daha da yavaşlatıyordu. Otoparkın soğuk ve nemli havası, yüzüme çarparken biraz olsun kendime geldim. Bileğimi Salman’ın güçlü parmaklarından kurtardığımda, durup bana şaşkınlıkla baktı.

“Beni zaten yanınıza almayacaktınız, değil mi?”

“Meena, bu-“

“Öyleyse, niçin peşinizden sürüklendim? Önce kardeşinizin mağazası, şimdi de bu restoran.”

Salman bir an duraksadı, sonra cüzdanından bir miktar para çıkarıp bana uzattı. Şaşkınlıkla bir ona bir hafif esintiyle kenarları uçuşan banknotlara baktım.

“Açıklama yapmak için zamanım yok. Bu parayı al ve bir taksi tutup evine git.”

“Siz… Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?”

“Bana bak, Meena. Şaşkınlığını bir an önce üzerinden at ve onlar buraya sızmadan önce başka bir çıkış bul.”

Soğuk ve mesafeli sesi karşısında gözlerime dolan yaşları zorla geri iterek konuştum.

“Biz yanlış bir şey yapmıyorduk ki, neden kaçırıyoruz?”

“Yeni bir film üzerine çalışırken özel hayatımla gündeme gelmek istemiyorum. Bu, yanlış bir PR çalışması olur ve emeklerimin karşılığını alamam. Bu yüzden benimle gelemezsin. Aksi halde seni takip edip evini öğrenebilirler.”

Sözleri kalbimi delip geçti. Paraları elime alırken, yüzümde buruk bir gülümseme belirdi.

“Haklısınız, Salman Bey. Ama bunun için sizin paranıza ihtiyacım yok.”

Paraları otoparkın ortasında havaya savurarak, ayakkabımın kırık topuğuna rağmen koşmaya başladım. Salman, arkamdan bağırdı.

“Meena, bir dakika!”

Durakladım ve ona döndüm, yanaklarımdan süzülen yaşlar yüzümde izler bırakıyordu. Hayal kırıklığı ve öfke içimde bir kasırga gibi dönüyordu, kalbim göğsümde patlamaya hazır bir bomba gibiydi.

“Bu anı daha önce istemiştiniz.”

“O zaman… Bir dakika daha.”

Salman bir adım daha yaklaştı, gözlerinde çaresizlik ve pişmanlık vardı. Bu sefer kontrolsüz bir kahkaha attım, hıçkırıklarım kahkahalarıma karıştı. İçimde biriken tüm acı ve öfke, dışa vurmanın bir yolunu bulmuştu. Nefesim kesik kesikti, kelimeler boğazımda düğüm düğüm olmuştu.

“Artık size verecek bir saniyem bile kalmadı.”

Sesim çatallaştı ve gözlerim kararlılıkla parladı. Arkamı dönüp koşmaya devam ettim. Yüzümdeki acı dolu ifade, içimdeki yıkımı ve artık geri dönüşü olmayan noktayı simgeliyordu. Salman’a olan güvenim, onunla paylaştığım anılar, hepsi bir anda paramparça olmuştu. O an, anladım ki gerçek aşk, sadece güzel anılarda değil, zorluklarda da yanında olabilen birini bulmaktı.

Ve Salman, bu sınavı geçememişti.

Kapıyı arkamdan kapattığım an, dış dünyanın gürültüsü kesildi, ama içimdeki fırtına dinmiyordu. Kalbim hâlâ Salman’ın arkamdan bağırdığı sözlerle yankılanıyordu. Otoparkta paraları savurduğum an gözlerimin önünde tekrar tekrar canlanıyordu. Bir anlık cesaret patlamasının ardından gelen pişmanlık ve kafa karışıklığı, içimi kemiriyordu.

Ayakkabımın kırık topuğuna rağmen koşmuştum, ama şimdi evin sessizliğinde adımlarımın yankısı bile beni rahatsız ediyordu. Sanjeet amca ve Bijal yengenin yüzleşmeleriyle başa çıkacak gücüm yoktu. Kendi odamın güvenliğine sığındım, kapıyı kapatıp kendimi yatağa attım. Yorganımı başıma çekip gözlerimi kapattım, ama aklımı kurcalayan düşünceler ve kalbimi sıkıştıran duygular beni uyutmadı.

“Meena, her şey yolunda mı?”

Bijal yengenin kapıya vurduğunu duydum. Cevap vermedim, nefesimi bile tuttum. Uyku numarası yaparak geri gitmesini bekledim. Bir süre sonra adımlarının uzaklaştığını duydum, ama içimdeki suçluluk duygusu peşimi bırakmadı.

Sabahın ilk ışıkları odaya süzülürken, dinlenmiş olarak kalkmayı ummuştum. Ama göz kapaklarımın ağırlığı ve içimdeki yorgunluk, uykusuz geçen gecenin izlerini taşıyordu. O an, içimdeki pişmanlık ve kafa karışıklığı, sabahın serinliği kadar keskin ve belirgindi.

Odanın köşesindeki masanın üzerinde, duvara dayanmış paslı aynaya gözüm takıldı. Ayna, zamanın ve ilgisizliğin etkisiyle kenarlarından dökülmüş, yansımasını kaybetmişti. Yavaşça kalkıp aynanın karşısına geçtim.

“Bana umut veren, güldüren Salman mı gerçek olan, yoksa beni hayal kırıklığına uğratan, öfkelendiren Salman mı?”

Aynanın paslı yüzeyi, sanki bu iki Salman’ın arasındaki belirsizliği yansıtıyordu. Bir yanda sevgisiyle beni saran, diğer yanda ise güvenimi kıran bir adam duruyordu. Bu sorunun cevabını bulmak, paslı bir aynada net bir yansıma aramak gibiydi.

Kendimi toparlamak için derin bir nefes aldım ve sessizce odadan çıktım. Bir şeyler yaparak kafa dağıtmak istiyordum. Mutfakta kahvaltı hazırlamak iyi bir başlangıç olabilirdi. Dünkü umursamaz tavırlarımı telafi etmek istiyordum. Belki de biraz normalleşmek iyi gelirdi.

Sanjeet amca ve Bijal yenge hâlâ uyuyordu. Sessizce odadan çıkıp mutfağa yöneldim. Dolapları açıp malzemeleri çıkardım. İlk olarak, khaman dhokla yapmaya başladım.  Gram unu, yoğurt, limon suyu ve zencefilin karışımını hazırlarken, düşüncelerim biraz olsun dağıldı.

Yanına biraz thepla yapmaya karar verdim. Bu düz, baharatlı ekmekleri yapmak, mutfağı sıcak ve davetkâr bir kokuya boğacaktı. Theplayı hazırlamak için buğday unu, yoğurt ve çeşitli baharatları karıştırdım. Hamuru yoğururken, ellerimin hareketi zihnimi sakinleştiriyordu.

Fakat dolabı açtığımda, thepla için gerekli olan taze methi yapraklarının bittiğini fark ettim. Bir an duraksadım, ama bu bahaneyle biraz dışarı çıkmak iyi olurdu. Sessizce kapıyı açıp dışarı çıktım. Sabahın serinliği yüzüme çarptığında, içimde bir nebze olsun rahatlama hissettim. Bakkala doğru yürürken, içimdeki karmaşayı biraz olsun dindirmeye çalıştım.

Mütevazı bakkal dükkanına adım attığımda, içerideki loş ışık ve yılların tozunu taşıyan raflar beni karşıladı. Rishi, her zamanki gibi tezgâhın arkasına sinmiş, bir eliyle sinekleri kovalamaya çalışıyor, diğer eliyle ise sararmış bir gazetenin sayfalarını çeviriyordu. Dükkânın dar koridorları, tıklım tıklım ürünlerle doluydu; bazıları raflardan taşmış, yere saçılmıştı. Rishi’nin dükkânı, mahallemizin varoş atmosferini yansıtan türden bir yerdi. Her köşesinde bir hikâye saklıydı, her toz zerresinde bir anı.

Beni fark ettiğinde tembelce esneyerek doğruldu. Ellerini tezgâha dayadı ve gözlerini ovuşturdu.

“Günaydın, Meena.”

Sesi uykulu ve ilgisizdi.

“Rishi, doğrusu seni bu kadar uyuşuk görmek her zaman eğlenceli. Sanki sinekler bile senden daha enerjik.”

“Ne lazımsa söyle, fazla konuşma. Bu sabah fazla gevezelik kaldıracak durumda değilim.”

Bu haline içimden güldüm.

“Merak etme, bugün gevezelik yapacak enerjim yok. Sadece biraz taze methi yaprağına ihtiyacım var.”

“Bekle, depodan getireceğim.”

Boncuklu kapı perdesini ikiye ayırarak karanlıkta kayboldu. Koridorun ampulleri patlamış olmalıydı; Rishi onları değiştirmeyi bile ihmal etmişti. Bir süre sonra, depoda bir şeylere çarptığını duydum. Anlaşılan, aradığımı bulmak sandığım kadar kolay olmayacaktı.

Beklemekten yorulunca, tezgâha yaslandım. Ellerim tezgâhın üzerindeki toza bulanmıştı. Tezgahtaki toz tabakası o kadar kalındı ki, elimi çektiğimde parmak izlerim belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Tozu ellerimden silkelemeye çalışırken, tozlar havada dans ederek yere doğru süzüldü. Gözüm Rishi’nin bıraktığı gazeteye takıldı. Ters duran gazetenin başlığını okuyamıyordum ama fotoğraftaki tanıdık yüz dikkatimi çekti.

Tanıdık gelmesi çok normal Meena. Çünkü her gün aynada bu yüze görüyorsun.

Fotoğraftaki kadın sensin, yanındaki ise Salman Khan.

Haberi okumaya başladım.

“Bollywood’un süper starı Salman Khan, dün ünlü bir mekânda yeni kız arkadaşıyla objektiflere yakalandı. Baş başa yemeğe çıkan çift kimseye aldırmadan oldukça samimi anlar yaşadı. Salman Khan’ın kız arkadaşı gizemini korumaya devam ediyor.”

Sinirle tezgâha kapandım, hislerim beni boğuyordu. Tepinmek istedim, ama sesi duyduğumda başımı kaldırdım. Rishi, una bulanmış bir halde karşımda duruyordu. İkimiz de birbirimizi bu hâlde bulmayı beklemiyorduk.

“Haberi görmüş olmalısın.”

“Rishi, biliyor muydun? Neden daha önce uyarmadın?”

Rishi, omuzlarını silkerek taze methi yapraklarını uzattı.

“Gerek görmedim.”

“Rishi!”

Gazeteyi avcuma buruşturup tezgâha çarptım. Ama sinirimi ondan çıkarmanın bir anlamı yoktu. Asıl hesap sormam gereken kişi Salman Khan’dı. İçimdeki öfke ve hayal kırıklığı, külçe gibi ağırdı. Dün özel hayatıyla ilgili çıkacak herhangi bir habere karşı tahammülü yoktu, bugün ise hakkımızda çıkan haberlere karşı sessizliğini koruyordu. Acaba beni nasıl bir durumun içine soktuğunu biliyor muydu?

Salman Khan, gözlerden uzak yaşadığın bu aşkın sorumluluğunu alman gerekmiyor muydu?

BÖLÜM SONU

Dipnot:

Pratap: Sanskrit kökenli bir isim olup “şan”, “şöhret”, “yücelik” ve “kahramanlık” anlamlarına gelir. Hindistan’da özellikle kahramanlık ve asaletle ilişkilendirilir.

Alvira Khan Agnihotri: Bollywood yıldızlarından Salman Khan’ın kız kardeşi olan Alvira Khan Agnihotri, moda dünyasında tanınmış bir isimdir.

Ahakzai: Hint moda endüstrisinde faaliyet gösteren bir moda mağazasıdır. Bu mağaza genellikle geleneksel Hint giysileri ve modern tasarımların bir karışımını sunar. Mağaza, şık ve kaliteli tasarımlarıyla bilinir ve Bollywood ünlüleri arasında popülerdir.

Arrey yaar: Hindistan’da yaygınca kullanılan bir Hintçe ifadedir. “Arrey” bir ünlem olup, “yahu” veya “hey” anlamına gelirken, “yaar” arkadaş anlamına gelir. Birlikte kullanıldığında, genellikle hayret, şaşkınlık veya hafif bir sitem ifade eder, “Ah be dostum” gibi çevrilebilir.

Khaman dhokla: Hindistan’ın Gujarat eyaletine özgü bir yiyecektir. Bu buharda pişirilmiş atıştırmalık, genellikle nohut unu ve çeşitli baharatlardan yapılır. Hafif, süngerimsi bir yapıya sahiptir ve genellikle kahvaltıda veya atıştırmalık olarak tüketilir.

Thepla: Gujarat mutfağından gelen bir tür yassı ekmektir. Genellikle tam buğday unu, baharatlar ve bazen da taze otlar kullanılarak hazırlanır.

Rishi: Sanskrit kökenli bir kelime olup “bilge”, “ermiş” veya “görmüş kişi” anlamına gelir.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla