Karargâhın ertesi sabahında, Alarik ve Seraphina, Malakar’ı sorgulamak için bir araya geldiler. Malakar, zincirlerle bağlanmış halde, gözlerini açtığında soğuk bir gülümsemeyle onlara baktı.
“Sizden korkacağımı mı sanıyorsunuz?” dedi. “Gölge Krallığı’nın planlarını durduramazsınız.”
Seraphina, sakin bir şekilde Malakar’ın karşısına oturdu. “Bizimle iş birliği yapman, senin için en iyisi olur,” dedi. “Gölge Krallığı, kendi askerlerini bile gözden çıkarabilir. Bunu sen de biliyorsun.”
Malakar, alaycı bir kahkaha attı. “Onlar beni gözden çıkarmadı. Siz sadece, planlarının bir parçasısınız,” dedi. “Asıl düşmanınız daha güçlü ve daha tehlikeli.”
Alarik, Malakar’ın söylediklerine şaşırmıştı. “Asıl düşmanımız kim?” diye sordu.
Malakar, gözlerini Alarik’e dikti. “Bir zamanlar dostunuz olan biri. Ama şimdi, Gölge Krallığı’nın en güçlü savaşçılarından biri.”
Tam o sırada, karargâhın kapıları büyük bir gürültüyle açıldı. İçeri, direnişin en yetenekli savaşçılarından biri olan Elena girdi. Elena, Alarik’in çocukluk arkadaşıydı ve uzun süredir kayıptı. Alarik, şaşkınlıkla ona baktı.
“Elena?” dedi. “Sen… burada ne yapıyorsun?”
Elena, Alarik’e doğru yürüyerek ona sarıldı. “Alarik, seni görmek güzel,” dedi. “Ama konuşacak çok şeyimiz var. Gölge Krallığı, sadece bir başlangıç.”
Alarik, Seraphina ve Elena ile birlikte Malakar’ın söylediklerini analiz ederken, yeni bir tehlikenin farkına vardılar. Gölge Krallığı, sadece bir paravanmış ve asıl düşmanları, onları yakından tanıyan biriymiş.
Alarik, yeni dostları ve eski düşmanlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktı. Bu, sadece bir savaş değil, aynı zamanda geçmişle de yüzleşmek anlamına geliyordu.
Yorumlar