Ulu gök Tengri kalktı ayağa
Üstünde matem uçan bir elbise
Oturdu gök rengi tahtına
Yatıverdi yüz binlerce yıllık uykusuna
Fırsat bildi bunu kırmızı güneşli Erlik
Dumansız aleviyle vurdu gök babayı
Tengri’nin sakalından bir parça koptu
Atıldı ileriye tutmak için Erlik Han
Tutamadan yedi kafasına kayın sopayı
Alevler saçıldı etrafa
Yıldırımlar sardı gök sarayı
Açıldı gök sarayın kapısı
Düşüverdi Tengri’nin sakalı
Alevden bir çehreyle dolandı durdu
Belli belirsiz bir zamanda soğudu gökte
Yayılmaya başladı Tengri’nin “Tin’i”
+————————————————————+
Yıldızlar göz kırpıyor gibiydi, gecenin karanlığı içersinde salınır dururken. Bugün son kez görüyordu, bir damın üstündeki, süslü yıldızlı geceyi. Yarın ne bu yıldızlar kalacaktı, ne anasının yemekleri, ne de bu damın üstünde uyulan uykular. Bir kaç saat daha geçecek ve otobüsün hareket saati gelecek. O alıştığı evinden, köyünden yola çıkacak ve büyük şehrin yolunu tutacaktı, üniversite okumak için.
“Bugün uyumak yok!” dedi Bora kendi kendine.
“Selam olsun size güzel gecenin yıldızları,
Şehirde pek bir görünmez olur, kaçarmışsınız insanların gözlerinden. Kim bilir sizleri daha ne zaman göreceğim. Bir daha, o vakte kadar bakışalım sizlerle doya doya…”
Yıldızlar Bora’ya baktı, Bora da yıldızlara. Uykunun pek sevgili kolları sardı ve ağır geldi gözlerini açık tutmak.
–
Üç yaşındaki küçük kız kardeşinin yüzüne vurmasıyla uyandı. Sarılıp, öpüverdi küçük bedenini, gitmeden doya doya sarılmak istiyordu. Ne de olsa ilk defa ayrılacaktı ana ocağından.
“Beni özlemeyi unutma Sara.” dedi Bora sarılarak.
“Bırak abi, bırak” dedi küçük bedeniyle iterek.
“Seni yicem Sara kaç Vaaaaa!” diyerek kovalamaya başladı.
Son bir kez küçük kardeşiyle oyun oynuyordu. Sara gülerek kaçıyor “Yeme beni abi” diyerek bağırıyordu.
Her çocuk oyunu gibi, bu da bir yetişkinin bakışlarıyla bitti.
Eller yıkanıp sofraya oturuldu. Her sabah yenen yemekler, bu sefer daha bir tatlı gelmişti. Ağır ağır yedi yemeğini, aylar boyu tekrar bu sofranın başına oturamayacaktı.
Yemek bitti ve son bir kez daha unutulmuş bir şey var mı diye bakıldı. Eski de olsa, giden arabaya binildi tüm ailece. Otobüs terminaline varıldı 2 saat yolculuğun ardından. Valiz otobüsün bagajına yerleştirdikten sonra, otobüsün saatini beklemeye başladılar.
“Kendini aç bırakma oralarda, eğer paran biterse de bizi ara haber ver tamam mı?” dedi annesi.
“Tamam, tamam.” diyerek geçiştirdi Bora. Her Türk genci gibi o da ailesine yük olmak istemiyor ve bir yerlerde çalışırım tarzında kafasında planlar kuruyordu.
“Abicik gitme.” dedi Sara yarı ağlayan bir sesle.
“Merak etme Sara, tekrardan geri geleceğim. Ağaçlar çiçek açmadan dönmüş olacağım yanına.” dedi sarılarak kardeşine. Bora da ağlamak istemişti ancak belli etmek istemiyordu. Ne de olsa artık yetişkin biri olmuştu o, büyükler ağlamazdı. (Galiba)
Otobüsün hareket saati gelmişti, binmeden herkesle sarılıp öpüştü. Otobüs hareket ederken de annesi ve kız kardeşi ağlıyor, Bora’ya el sallıyorlardı. Bora da gitmeden onlara var gücüyle el salladı. Otobüs harekete geçmiş ve ailesi gözden kaybolmuştu. İçi değişimin getirdiği büyük bir heyecan ve endişe ile doluydu. Saatler ilerledikçe uykusu geldi ve otobüste yapılacak en iyi şey uyumak olduğundan kendini uykunun kollarına bıraktı.
(Mucur dinlenme tesislerine hoş geldiniz, Otobüsümüz 30 dakika ara vermistir!)
(Mucur dinlenme tesislerine hoş geldiniz, Otobüsümüz 30 dakika ara vermistir!)
Anons ile gözlerini açtı. Otobüsten iner inmez tuvalete gitti. Çıkışta kapıdaki görevli “10 lira kardeşim.” diyerek durdurdu. Bu dinlenme tesislerinde işemek bile paraylaydı. Parayı verip çıktı. Nedensizce bu dinlenme tesisleri, yaz kış farketmez aşırı soğuk olurdu. İnsanın ruhunu dondururdu resmen, biraz hava aldıktan sonra tekrar otobüse uyumaya döndü.
Varış yerine yaklaşmadan yarım saat önce uyanıp, yarı aydınlık dışarısını izlemeye başladı. “Acaba kim yaşıyor bu yol kenarlarindaki evlerde?” diye içinden geçirdi. Yarım saat sonra varış yerine varılmıştı.
“Sonunda geldik ha yeni hayatımıza.” dedi kendi kendine.
Kapıdaki güvenlik görevlisine sorarak, en yakın otobüs durağına doğru gitti. Her otobüse, gideceği yere gidip gitmediklerini soruyordu. Otobüs durağındaki bir teyze çok merak etmiş olacak ki:
“Sen nereye gideceksin evladım?” diye sordu.
“Çamlıca tarafına teyzem.”
“E evladım o buradan geçmez ki, buradan ileriye doğru yürüyüp karşıya geç, oradaki duraktan bineceksin.”
“Çok sağol Teyze. Bende sabahtan beri bekliyor, her gelen otobüse soruyordum.”
“İlk defa mı geldin buralara?”
“Evet üniversite okumak için geldim.”
“Allah sana zihin açıklığı versin oğlum. Benim kızım da Tıp okuyor. Sen ne okuyorsun?”
“Arkeoloji”
“Olsun be oğlum o da bir meslektir.”
“Teşekkür ederim o zaman teyzem, Ben otobüs durağına doğru gideyim.”
“Tamam oğlum hoşçakal. Allah işini rast getirsin.”
“Amin teyzem, amin.” diyerek diğer otobüs durağına doğru gidip, otobüse bindi. Kalacağı yurdun önüne geldi. Yurda kayıt işlemlerini gerçekleştirdikten sonra, kalacağı odaya geldi. Oda da üç ranza, toplamda 6 yatak vardı. İki kişi yerleşmiş, kalan yataklarda boştu.
“Merhaba” dedi odaya girdiğinde. Diğerleri de aynı şekilde karşılık verdi ve diğerleriyle kısaca tanıştı. Eşyaları dolaba yerleştirip, çarşafları yatağa taktıktan sonra birazcık uyudu. Akşama doğru uyanıp yemekhaneye indi ve akşam yemeğini yedi. Yemekten sonra yurdun bahçesin de oturup göğü izlemeye başladı. Gökte Venüs, Jüpiter ve Ay’dan başkası görünmüyordu. İşte tam o anda farklı bir yerde olduğunu anladı. Söylendiği gibi yıldız görünmüyordu buralarda.
“Ne yapıyorsun?” dedi yabancı bir ses. Kısa siyah saçları olan, yüzünde burnunun büyüklüğü ile dikkat çeken, hafifçe şişman biriydi sesin sahibi.
“Merhaba”
“Merhaba, ben Umut”
“Bende Bora tanıştığıma memnun oldum.
“Bende, ne yapıyordun göğe bakarak?”
“Yıldızlara bakıyordum ancak pek yıldız yok.”
“Köyden mi geldin?”
“Evet, nereden anladın?”
“Şehirde yaşayanlar yaşamlarının yoğunluğundan kafalarını göğe kaldırmazlar. Kaldırsalar bile kafalarının üstünede bakılacak pek bir yıldız da yoktur zaten. Bu tarz yıldızlara bakmak gibi lüksler köydekiler için olur.”
“Haha cok güzel konuştun haklısın”
Umutla saatlerce sohbet ettiler. Saat 11’i vurmuştu.
“Ben odaya gidiyorum. Sen de çıkacak mısın?”
“Biraz daha kalıp yıldızsız gökyüzünde, yıldız aramak istiyorum. Belki kim bir kaç tane yıldıza denk gelirim. Sana iyi geceler.”
“Peki o zaman sana kolay gelsin. İyi geceler.”
Umut gittikten sonra derin bir nefes aldı. Gecenin ruhunu içine çekti. Düşüncelerin arasında kayboldu. Kafasını gökten yere tekrar indirdiğin de çevresinde kimse kalmamıştı. Tekrar kafasını göğe kaldırdığında, göz kırpıp duran bir yıldız vardı.
“Köyden buraya beni takip mi ettin yıldızım?” dedi Bora yarı sevinçli ve hüzünlü bir sesle.
Fakat garip bir şey vardı. Yıldız gittikçe büyüyor ve farklı renklere değişiyordu. Bora hem endişelenmis, hem de heyecanlanmıştı.
“Bu da ne böyle?!”
Işık gittikçe hızlıb bir şekilde Bora’ya doğru geliyor ve gittikçe kocaman bir hal almaya başlamıştı. Bora kaçmak istedi ancak tüm bedeni alevler içerisinde yanmaya başladı. Vücudu büyük bir alev topuna dönmüş, başında beynini ve göz çukurların kaynatıyordu. Çığlık atmak istedi ancak ses telleri bile boğazında erimişti. Her şey allak bullak olmuş dönüyordu etrafında.
Ak gözlerle baktı Kayra han, bir şahin çehresinde. Gökten bir yıldırımını yolladı ve çarptı tüm varlığını Bora’nın. Erlik’in dumansız ateşi, Tengri’nin Tin’i ve Kayra Han’ın Yıldırım’ı, Bora’nın bedenini hem yok ediyor, hem de baştan yaratıyordu. Bu acıya dayanamayan Bora bilincini kaybetti.
Bir ses duyuldu tekrardan Bora’nın varlığında:
“TİTRE VE KENDİNE GEL TÜRK EVLADI!”
Yorumlar